31 May 2007

NEO MODERNİZM

Önce Modernizmi anlamak gerekir .

Modernizm genelde, on dokuzuncu yüzyıl sonu ile ikinci dünya savaşı'nın başlangıcına kadar olan dönemde, bilhassa sanat ve edebiyatta meydana gelen büyük çaplı değişimleri tanımlamakta kullanılan bir terim sayılmaktadır.

Öte yandan, modernizmin açıkça sınırı belirlenmiş bir bitiş tarihi yoktur.
İkinci dünya savaşı'ndan beri gerçekleşen değişimleri tanımlamak için postmodern terimi kullanılıyorsa da, bazı düşünürler modernizmin hâlâ sürdüğünü iddia etmekte, bazı yazarlar da, modernizmin ölümünün söz konusu tarihten çok daha önce gerçekleştiğini belirtmektedirler.

Modernite ve rasyonalitenin farklı düzeylerde nasıl gerçekleştiğiyle ilgili çalışmaların dikkatle incelenmesi bize modernlik ve modernliğin ideolojisi konusunda bazı fikirler verebilir .

Teknik ve iktisadî ilerleme, toplumsal, siyasal, fikrî ve ahlakî ilerlemelerin çekici gücü, modernitenin lokomotifi olarak bilinmektedir .

Öte Yandan Modernitenin karşısına bir anti tez olarak çıkan Postmodernite ise şu düşünceleri temel almaktadır :


Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin reddedilmesi,
Dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim adamı topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,
Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp, benimsenmesi,
Gerçeklik, gerçek, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,
Mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, korkmamak, güvensizlik duymamak, gerçeği olabildiğince (sonsuzca) yorumlamak,
Belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine, gerçekliği kendi bütünlüğü-özerkliği içinde anlamaya çalışmak,
İnsanı ruh-beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak,
Tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak.


Modernizm, genellikle dünyanın “Bir ve Tek ” olduğu, açıklamaya çalışır . Kendi içinde bütünlüğü bulunan tek bir açıklama dizisi yardımıyla açıklanabilir bir dünya . Bir etik sorunu olan “insancı” inanç üstüne kurulu kültürel bir dönemi anlatmaya çalışır .
Yüzyıllar içinde gerçekçi anlayışla, temsilci siyaset yaklaşımıyla, deney bilimleriyle iyiden iyiye yerleşmiş bu inanç, bütün inanç dizgeleri ile bütün değer yapıları için tek bir ortak dayanak bulunduğu, bu dayanağın da akıl yoluyla kavranabilir olduğu yollu temel varsayımla örtüştüğü gibi, söz konusu varsayımın taşıdığı bütün sakıncaları da aynı ölçüde taşımaktadır.
Söz konusu inancın zamanla giderek daha dünyevi, daha maddeci pratiklerle gelişmesi üzerine, evrensel olmak adına ortaya atılmış savlarının güvenilirliklerinde de büyük boşluklar meydana gelmeye başlamıştır.
Nitekim Rönesans'tan sonra evrensel uygulanabilirlik gibi alabildiğine bütüncül (totaliter) bir yapı sergileyerek, aşama aşama “tanrısallık” tasarımından “sonsuzluk” tasarımına doğru derin bir başkalaşım geçirmiştir.
Bu başkalaşımın görülebileceği en iyi yerlerden birisi kuşkusuz, zaman ile zamanın sonsuzluk doğrultusunda yeniden yapılandırıldığı Rönesans sanatı ile yeniçağ bilimidir.
Modernitenin iflas ettiği ikinci dünya savaşından sonra antitez olarak postmodernizm çıkmıştır .
Postmodernizmin yeterince anlaşıldığını söylemek güçtür . Medeniyetler çatışması kuramı altında yeniden moderniteye bir dönüş yapılmıştır . Neo -con siyaset ,Orta Doğu petrolünü ve halklarını silah gücüyle köleleştirme yolunda iri adımlar atmıştır . Bu bağlamda öldürülen milyonlarca insan ve kültürel değerler artık bir geri dönüşü göstermektedir .
Yaşanan bu terör ve zorbalık postmodernitenin de iflasını gösteriyor .


Neo -Modernizme hoş geldiniz .

28 May 2007

Ya masada bizim gündemimiz ya da uçak gemileri mi ?

ABD İRAN’LA NEDEN GÖRÜŞMEK İSTİYOR ?


Bugün Bağdat ‘ta ABD ve İran yetkilileri uzun bir aradan sonra ilk kez bir araya geliyorlar. 1980 yılında ABD Tahran büyük elçiliğinin işgal edilmesinden bu yana kesilen diplomatik ilişkiler için bir başlangıç noktası.

Bu görüşme Bağdat ‘ta yapılıyor . Her ne kadar görüşmelerde ABD tarafında Ryan Crocker ve İran tarafında Hasan Kazemi olacağı söyleniyorsa da her iki ülkenin de toplantıya gündeme alacakları konular temelinde farklı kişilerin de katılması bekleniyor.

Bu toplantının amacı konusunda değişik yorumlar var .

ABD İran’la diyalog arıyor .
ABD Irak konusunda İran ‘dan yardım istiyor .
ABD İran ‘ın bölgedeki terörist faaliyetleri desteklediğini biliyor ve bu desteği durdurmasını istiyor . Bunun pazarlığını yapmak istiyor .
İran bölgede etkisini artırmak için nükleer programı koz olarak kullanıyor .

Bu yorumların hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu söylemek güç.Öte yandan Bush yöneticilerinin ve danışmanlarının eşleriyle birlikte 30 Mayıs tarihinde Bahama adalarında ünlü bir otelde ağırlanacakları ve bir kaç dizi toplantı yapacakları bildiriliyor.Konferansın konusu da ilginç :
"Confronting The Iranian Threat: The Way Forward"
“İran tehdidine karşı alınacak önlemler ve ilerleyeceğimiz yön “

Zamanlaması son derece dikkatle seçilmiş bir konferans . Amerikan planlama tarzına uygun . Bağdat ‘da İran ‘lı yöneticilerle yapılacak toplantıda ele alınacak konular da mutlaka Bahama ‘da toplanacak olan uzmanlar tarafından dikkatle seçilmiş olmalı . Büyük bir olasılıkla Bağdat toplantısında ele alınacak konular , ve İran ‘ın yaklaşımları Bahama toplantısında uzmanlar tarafından değerlendirilecek. Karşılaşmadan önce karşı takımın oyununu uzmanlarla izleyerek strateji belirleyen bir teknik direktör kurnazlığıyla kurgulanmış bir toplantılar dizini . Bu basına açıklanan resmi toplantılar . Bir de her zaman olduğu gibi basına açıklanmayan gizli kulis arkası toplantıları vardır .

Bahama adalarında toplantıya kimlerin katılacağı organizasyonu yapan danışmanlık şirketi tarafından basına duyurulmuş bulunuyor .
Birleşmiş Milletler büyükelçisi Zalmay Khalilzad, ve eşi.Dışişleri müsteşarı Paula Dobriansky, ve Uri Lubrani,İran uzmanı ve İsrail başbakanının özel danışmanı Ehud Olmert ve adları açıklanmayan 30 ‘a yakın uzmanın katılacağı büyük bir toplantı bu.

Bush ‘u destekleyen ‘Yeni Muhafazakarlar (Neo-conservatives)’ adlı ideolojik baskı grubunun İran konusunda askeri bir çözümden yana olduğu biliniyor . Bunun ötesinde askeri operasyondan yana olan hükümete yakın çevrelerden örnekler de var . Araştırmacı yazar Norman Podhoretz ‘in Haziran 2007 ‘de yayınladığı bir yazısının başlığı “İran bombalanırsa “, ABD Birleşmiş Milletler büyükelçisi John Bolton ‘ın geçen ay Fox News ‘ e verdiği demeç son derece açık bir dille İran ‘daki rejimin değiştirilmesi gerektiği ve gerekirse bu konuda askeri operasyonların da yapılmasının gerekebileceğini vurgulaması son derece dikkat çekici .

Savaş bulutlarının toplandığını gösteren başka kanıtlar da var . İran körfezine bu hafta içinde yollanan 17,000 deniz piyadesini taşıyan gemiler ve onları destekleyen denizaltılar ve kruvazörlerden oluşan donanma da yeterince açık bir mesaj veriyor . Bunlara ilave olarak U.S:S John C Stennis ,U.S.S Nimitz ,U.S.S Bonhomme Richard adlı uçak gemileri bölgede ciddi bir askeri vurucu güç toplandığının kanıtı olarak karşımızda duruyor . Bu dünyanın en modern donanımına ve silahlarına sahip askeri gücün havada uçan sineğin kanat seslerini bile duyacak kapasitede olduğunu söylemeye de gerek olduğunu sanmıyorum .

Washington belkide konferans öncesi göz dağı vermek amacıyla bu gösteriyi yapıyor . İran ‘ın bu tehdide nasıl bir reaksiyon göstereceğini ölçmeye çalışıyor . Öte yandan Başkan Bush ‘un CIA ‘ya İran ‘da bazı askeri olmayan operasyonlar yapma konusunda yetki verdiği de ABC News ‘de açıklandıktan sonra Bush yönetiminin İran konusunda ne kadar ciddi ve kararlı olduğu ortaya çıkmaktadır .
Bütün bu gerilimin ortasında Bağdat toplantısının altında ne gibi bir amacın olduğu konusunda net bir şey söylemek güç .

İran ‘ın başmüzakerecilerinden Ali Larijani ‘nin toplantının amacıyla ilgili söyledikleri İran ‘ın gerilimden yana olmadığını gösteriyor . Ne söylenirse söylensin bu toplantı her iki taraf için de gecikmiş bir diplomatik ihtiyacın sonucudur . Toplantıda hiç bir sonuç çıkmayacağını konusunda hemen hemen tüm yorumcular hemfikir .Öte yandan ABD ‘nin yeni Irak ekibi General David Petraeus ve Büyükelçi Ryan Crocker, böylesine diyalog arayan bir başlangıçla bölgedeki ülkelere farklı bir mesaj vermek istemektedirler.

Ya toplantı masasında bizim gündemimiz , ya da uçak gemileri .

23 May 2007

22 May 2007

TÜRK ENTELİGENZİYASI

Dünya basınının Türkiye'ye olan ilgisi artarak sürüyor . Her geçen gün dünya medyasının önde gelen kuruluşlarında araştırmacı yazar ve yorumcuların kapsamlı yazıları yer alıyor . Bu ilgi içinde yaşadığımız coğrafyanın ve siyasi sürecin ne denli hassas dengelerle çevrili olduğunun başka bir kanıtı.Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genelseçimler süreci , siyasi kutuplaşmalar , büyük kentlerde düzenlenen mitingler ilgi çektiği kadar TSK ‘in internet sitesinde yer alan muhtırası ,Hrant Dink cinayeti ve sorumlularının devletle bağlantısı da göz önünde. .


THE OBSERVER


Andrew Anthony yazısında da Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve kültürel atmosferi yorumluyor.Geçtiğimiz hafta İstanbul ‘da bulunan yazar , Türk aydınlarının tartışmaktan korktuğunu , düşüncelerini açıkça söylemekten kaçındıklarını gözlemlediği oldukça eleştirel yazısında ilginç sorunlara değiniyor .
Avrupa ve Asya arasında stratejik ve sembolik bir köprü oluşturan Türkiye ‘nin , içinde yaşadığı gerilimlerin arttığını ve tehlikeli boyutlara vardığını, modernitenin gelenekselcilikle , İslamcıların Laiklerle,demokratların da anti demokratik güçlerle şiddetle hesaplaştığı bir sürecin yaşandığını ve bu mücadelenin sonuçlarının Batı üzerinde ciddi dalgalanmalar getirebileceğinden söz ediyor.


“MODERN TÜRKİYE RUHU ”


“Orhan Pamuk İstanbul adlı kitabında kenti kaplayan bir hüzünden söz ediyor . Nobel ödüllü yazar , Osmanlı İmparatorluğu başkentinin , o şaşalı günlerinden geri kalan muhteşem binaları arasında dolaşırken , fakirleşen bu kentin bir daha asla eski zengin ve mutlu günlerine dönemeyeceğini düşünerek hüzünleniyor.. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi ‘nde küçük ve sade bir törenle ‘ Fahri Doktora ‘ alan Orhan Pamuk ‘un kep giyme töreninden sonra verilen kokteylde İstanbul ‘un elit entellektüelleri ülkenin içinde bulunduğu durumu bir aydın , bir entelektüel gibi değil de bir savcının seçebileceği kelimelerle konuşmaya çalışıyorlardı..

-Askeri Darbe olur mu , olmaz mı ?
-Türkiye’nin İslam’a kayma tehlikesi var mı , yok mu ?
-Türkiye ‘ AB ‘ye girecek mi , girmeyecek mi ?


Bu tartışmaları yapan entellektüellerin neden korkuğunu anlamak zor değil . Hrant Dink cinayeti ve cinayetin arkasında olanlar tartışmalara ayrı bir korku katıyor . Türk entelektüellerinin her yerde gerektiği gibi cesaretle sözlerini savunmak yerine , sokakdaki normal insanlar gibi kelimeleri bir avukat titizliğiyle seçmelerinin mutlaka bir nedeni olmalıydı. “
“Abdullah Gül ‘ün adaylığı bir çok Türk aydınını rahatsız etmiş görünüyor. Oysa AKP ülkenin şimdiye kadar hiçbir hükümetinin gerçekleştiremediği özgürlükleri ve ekonomik refahı halka vermesiyle anılması gereken başarılı bir hükümet .Bu liberal tavırlarıyla AB ‘ne ülkeyi üye yapabilmek için çalışan hükümete aydınların bu tepkiyi vermesi çok anlamlı. .”
“Laiklik Türkiye ‘de demokratik olmaktan çok milliyetci bir kavram olarak anlaşılıyor.1938 yılında Atatürk ‘ün ölümünden sonra ülkede aydın bürokratların geliştirdiği Kemalist söylemler ,toplumun bazı kesimlerinde farklı algılanmaya başlamış. Örneğin başörtüsü resmi dairelerde ve üniversitelerde yasaklanmış.Her yere Atatürk büstleri ve posterleri yerleştirilmiş. Özel bayramlar ve günler ilan edilmiş .Kemalist ideoloji Atatürk ‘ü yarı peygamber gibi lanse etmek istemiş. Türk ordusu da bu mirası , yaratılan Atatürk imajını korumayı bir görev addediyor.”
Yazar Türk ordusunun demokrasiye defalarca müdahele ettiğinden söz ediyor . Bunların en komiğinin de Erbakan hükümeti döneminde yapılan ‘Postmodern Darbe ‘ olduğunu söylüyor . Sincan’da İran elçisinin yaptığı konuşmayı , yürüyen tankları anlatıyor. Özetle yazar , demokratik bir geleneğin Türkiye ‘de yerleşmediğini ordunun müdahaleci davranışının cumhuriyete zarar verdiğini düşünüyor. Orhan Pamuk ‘un ödül törenine katılan entellektüellerin Türkiye’nin gerçekleri karşısında kararsız kaldığını düşünüyor . Faruk Birtek , Oral Çalışlar ve diğer katılımcılarla yaptığı konuşmalardan söz ediyor. Mitinge daha çok kadınların ilgi gösterdiğini ,katılanların aslında demokrasiyi değil de bir korkuyu protesto ettiklerini düşünüyor .
Yazar Samim Uygun ‘la da bir görüşme yapıyor .Bu görüşmeden çıkardığı sonuçlar da oldukça ilginç : Eski Galatasaray futbolcusu Samim ‘in ,emekli subayların ,işadamlarının ve siyasetcilerin üye olduğu ‘Güven Hareketi ‘ içinde olduğunu ve ordunun cumhuriyetin tek teminatı olduğunu düşündüğünü söylüyor . Milliyetci görüşün detaylarına, derin devlet tartışmalarına ve komplo teorilerine değiniyor.Samim uygun ‘un Orhan Pamuk ‘un kitaplarını kimsenin okuyamadığını, onun Amerikadaki Yahudi Lobisi için çalıştığını ve Türkiye üzerine oynanan oyunların içinde olduğunu düşündüğünü söylüyor .
Andrew Antony , oldukça kapsamlı ve uzun yazısında batılı bir gazeteci gözüyle duyduklarını ve gözlemlerini paylaşıyor . Boğaziçi Üniversitesi törenine katılan öğretim görevlisi,edebiyatcı ve entellektüellerin görüşlerinden , gazeteci ve sivil toplum örgütü üyelerine kadar herkesin Türkiye ‘nin içinde bulunduğu durumu nasıl gördüğünü aktarıyor . İçinde yaşadığımız günleri bir batılı gazetecinin nasıl gördüğünün kapsamlı bir örneği .

GUARDIAN


İKİ YÜZLÜ AVRUPA



Batı basınının Türkiye’ye çok yoğun ilgisi sürüyor. Peter Preston, ''Türkiye AB ‘ye alınmalı '' yorumunda özetle şöyle söylüyor :
“22 Temmuz seçimlerinden sonra AKP 'nin iktidara gelmesinin beklendiğini düşünüyorum. AKP, iktidara gelirse geçmişteki ekonomik başarılarını devam ettireceğine inanılıyor . Ancak AB olmazsa, değişim için bir zorlama, bir yön ve bir itici güç de olmayacak. Türkiye kritik bir yol ayırımında .Bu yollar ülkeyi Tahran’daki ya da Bağdat’daki , kargaşalara da çıkarabilir..''
Preston burada Tahran derken AKP ‘nin ülkeyi İslami rejime kaydırmaya çalışmasını, Bağdat derken de Irak ‘ın bugün içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışıyor . AB’yle bütünleşme sürecinin modern Türkiye için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor .
'' Modern kimliği için mücadele eden bir Türkiye var. Ama , öbür tarafta da iki yüzlü bir Avrupa var. Sözünü tutmayan; yapması gerekeni ve çıkarlarının gereğini yerine getirmemenin suçluluğu içinde bir Avrupa.''

12 May 2007

Anneler Günü

Şeriat Toplumlarında kadın hakları


Şeriatla yönetilen ülkelerde kadınlar toplumda nasıl bir hukuk düzeninde yaşıyorlar ? (1)

Bir an Türkiye ‘de değil de ‘şeriat’la yönetilen bir ülkede yaşadığınızı düşünün .

Kanunlara göre haklarınız şöyle :


Her türlü motorlu vasıta kullanmanız yasak .
Bisiklete binmeniz yasak .
Yelkenli kullanmanız yasak .
Sokaklarda başınız açık gezmeniz yasak .
Bir topluluk içinde konuşmanız yasak.
Erkeklerin elini sıkmanız yasak .
Kocanız sizi döverse şikayet etmeniz yasak.
Siyasete girmeniz yasak
Derneklere üye olmanız yasak


Kocanızın veya aile büyüğü erkeğin izni olmadan şunları yapamıyorsunuz :

Seyahat etmeniz yasak
Otelde veya kiralık bir evde tek başınıza kalmanız yasak
Çocuğunuza istediğiniz adı vermeniz yasak .
Bir işte çalışmanız yasak .
Çarşafınızın rengini değiştirmeniz yasak .
Orta öğretim , lise veya üniversitede okumanız yasak.
Yüzünüzü göstermeniz yasak..
Kocanızdan boşanmanız yasak.
Sevdiğiniz kişiyle evlenmeniz yasak.
Boşandıktan sonra çocuklarınızı görmeniz yasak..
Sosyal toplantılarda konuşmanız yasak.
Kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine itiraz etmesi yasak .



Bu liste uzayıp gidiyor .Bugün genel seçimler öncesinde bu konuya değinmek istememin nedeni , en azından bu yazıyı okuyacak olan türban veya çarşaf takan ve bu örtünme siyasetine sempati duyanların gerçekten ne istediklerinin farkında olup olmadığını sorgulamak .

Atatürk peçeyi sadece kadınlara baskının değil şeriatın da simgesi olarak görmüştü.

Şeriat kanunlarıyla idare edilen ülkelerde bugün Türkiye ‘de artık kanıksanmış bazı özgürlüklerin olmadığını yukarıdaki yasaklar ortaya koyuyor . İslam ve Şeriat kanunlarıyla bugün 1923 yılında tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilen eşit haklar taban tabana çelişmektedir . Bu çelişki 84 yıl önce de vardı şimdi de var . Bugün 1990 yılları sonrasında siyasete ‘Türban’ kavramını lanse edenlerin hangi amaçla bunu gerçekleştirmeye çalıştıklarını anlamak çok zor değil.Nitekim bizdeki tartışmalarda serinkanlı bir yaklaşım görmek mümkün değildir . En azından ‘türban’ı siyasi bir görüşün temeline oturtanlarla yapılan tartışmalarda kadının toplumdaki yeri , civar ülkelerden örnekler gibi somut konuları gündeme taşıma fırsatı çıkmamaktadır . Türbanlı ve türbansız kutuplar bir kör döğüşünde gerginlik yaratmaya devam etmektedirler. Niteki kamusal alanda yasak olan türban, AKP iktidarı temsilcileri tarafından nedense bir tür inatla gerginlik ya da belirli çevrelere mesaj malzemesi olarak kullanılmaktadır .
Öte yandan batılı bazı gözlemciler bu tartışmalara bakarak Türk kadınının öteki müslüman ülkelerin çoğunda bulunmayan haklardan yararlanabiliyor olduğunu görmektedirler .. Bu hakların temelinde Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk’ün 1934 yılında kadınlara oy hakkı tanıması, peçeyi kaldırması, kadın eğitimine ve çalışmasına önem vermesinin olduğunu söylüyorlar..Nitekim Kenneth Roth’un başkanı olduğu İnsan Hakları Gözlem Örgütü Türkiye’deki başörtüsü meselesiyle ilgili bir rapor yayınlamaya hazırlanıyor.


AKP iktidarının yarattığı korku tüneli kadınları harekete geçirmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 43. kuruluş yıldönümü nedeniyle Yüksek Mahkeme’de düzenlenen törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, Anayasa’daki laik düzenlemeler kaldığı sürece, türbanın kamu kurumlarına girmesini sağlayacak tüm yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olacağını söylüyordu.Bumin’in “Anayasa değişse bile türban serbest bırakılamaz” demesine TBMM Başkanı Bülent Arınç, “Anayasa değişse bile türban serbest bırakılamaz” diyen Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin'e “Bu Anayasa Mahkemesi'ni ben, Meclis'in yapabileceği bir Anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Bugün AB ülkelerinin hiç birinde Anayasa Mahkemesi benzeri bir kurum yok” diye yanıt vermiştir..İşte bu gerginleşen tartışmalar sonucunda insanlar miting alanlarına koşmuşlardır . Ankara Tandoğan , İstanbul çağlayan mitinglerinde dile getirilen ,verilmek istenen mesajlar nelerdir ?


  • Laik bir cumhurbaşkanı istiyoruz .
    AKP ‘ ye güvenmiyoruz..
    Çağdaş batılı bir demokraside yaşamak istiyoruz .
    Kadınların eşitliği demokratik haklarının korunması konusunda hassasız
    .



Bütün bu mesajları veren ve mitinglere katılan kişilerin toplumun okumuş yazmış,çağdaş ve Atatürk’cü düşünceye sahip orta sınıfı olduğunu söyleyebiliriz. Bu meydanlarda toplananlar genel olarak Türkiye Cumhuriyeti anayasının değiştirilmemesini isteyen demokrat seçmenlerdir . Bu seçmenlerin haklarını savunmakla yükümlü olam meclis içi muhalefeti CHP ‘nin bu görevini ne kadar iyi yaptığı konusunda değişik görüşler de ortaya atılmaktadır .


Bir takım çevrelerin ve yaşadıkları ortamın gereği başlarında türbanla, ya da çarşafla gezen bayanların eğer korkulan senaryo gerçekleşirse ,bir sonraki aşamada yukarıdaki yasaklarla karşılaştıklarında ne yapacaklar ? Bu korku senaryosunun gerçek olmadığı konusunda sayın başbakanın ve AKP yöneticilerinin yeterince ikna edici açıklamalar yaptıklarını da söylemek güçtür .Sayın Meclis Başkanımız Bülent Arınç ‘ın ve sayın başbakanımızın bu konudaki demeçleri korkuları ortadan kaldırmamış , aksine artırmıştır .
Yaklaşan İzmir mitinginin öncesinde sokaklara çıkan demokrat seçmenleri hangi siyasi oluşumun kucaklayacağı da merak konusudur .


Aynı zamanda ‘Anneler Günü’ de olan 13 Mayıs'ta düzenlenecek 'Cumhuriyete Sahip Çık' mitingine, genel olarak kadın sivil toplum kuruluşlarının destek vermesi çok anlamlıdır . İzmir Kadın Kuruluşları Birliği, Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, İzmir Barosu, ESTOB, Anneler Derneği İzmir Şubesi, ÇYDD, Ege Öğretim Elemanları Derneği, İzmir Tabip Odası, 19 Mayıs Samsunlular Derneği ve Zonguldak Karaelmas Derneği'nden oluşan tertip komitesine, sonradan katılma kararı alan 70 ‘in üzerinde sivil toplum kuruluşunun katılacağı da bildiriliyor .


Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi sorumlusu Prof. Dr. Nurselen Toygar, mitinge İzmir'deki yaklaşık 70 kurum ve kuruluşun yanı sıra, Ege Bölgesi'ndeki 12 eczacı odası ile CHP, DSP, GP ve İP'nin de destek verdiğini belirtti. Özellikle KKTC'den de büyük katılım beklediklerini dile getiren Toygar şöyle söylüyor :
"Az sayıda ama anlamlı pankartlar açılmasına karar verildi. Miting alanında sadece Türk bayrağı ve Atatürk resimleri olacak. Mitinge kadar herkesin evine, işyerine bayrak asması çağrısında bulunuyoruz. Tüm İzmir kırmızıya boyansın. İzmir'e yakışan bir miting olacağına inanıyoruz"


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile DSP Genel Başkanı Zeki Sezer'in de bütünleşme kararından sonra ilk kez İzmir'deki mitingde halkın karşısına birlikte çıkıp el sıkışacağı da söylentiler arasında yer alıyor .Bu oluşumu kucaklamaya çalışan CHP acaba başarılı olacak mı yoksa tepki mi çekecek ? Bunu Pazar günü göreceğiz .


Anneler Gününüz kutlu olsun .

(1) Bu yasaklarla ilgili bilgi Asia News Ajansının , Suud’lu Gazeteci Hasna Al-Quna’nın Al-Riyadh Daily reportajından alınmıştır .

10 May 2007

ABD IRAK'DAN ÇEKİLİRSE ...

ABD Irak’dan çekilirse ne olur ?


ABD Yönünden Bakış:


Artık ABD ‘nin Irak ‘dan çekilme ihtimali açıkça medyada tartışılıyor. USA Today gazetesinin yaptığı kamu oyu araştırması ilginç sonuçlar ortaya koyuyor . Kamu oyunun yüzde 75 ‘i Bush hükümetinin Irak politikasını yanlış buluyormuş. Irak ‘da ABD askerlerinin başarısız olduğunu düşünüyorlarmış. Nitekim Demokratlar Bush yönetiminin ek ödenek talebini de Irak ‘dan 2008 yılının sonbaharında kesin çekilme sözüne bağlamak istemişler. Demokratlar bu konudaki kamu oyunun artık yönetimden yana olmadığını biliyorlar.
Bush yönetimi Irak ‘dan çekildikleri taktirde bazı istenmeyen sonuçların doğacağını ve bölgede büyük dalgalanmalar meydana geleceği tezini ileri sürüyorlar . Muhtemel çekilme senaryosunun yaratacağı sonuçları şöyle sıralıyorlar :

  1. Bölgede bir iç savaş çıkacağı ve Irak ‘ın bölüneceği.
  2. Zayıflayan ve bölünen Irak ‘da İran ve Suriye ‘nin etkinliğini artıracağını ,
  3. Irak ‘a komşu ülkelerde göç dalgaları oluşacağı , bu karmaşanın da terörist güçlerin rahatlamasına neden olacağı ,
  4. Bölgeye barış getireceğini vad eden ABD ‘nin prestij yitireceği.



USA TODAY kamu oyu yoklamalarında çıkan sonuçlar şöyle :


Amerikalıların çoğu çekilme olsa da olmasa da Irak ‘da işlerin kötüye gideceğine inanıyor .
Eğer ABD askerleri Irak ‘dan çekilirse :


• İç savaş çıkacağına inananların oranı yüzde 68
• El Kaida ‘nın Irak ‘ı üs olarak kullanacağına inananlar yüzde 66
• ABD ‘ye yeni terörist saldırıların olacağına inananların oranı ise yüzde 55


Eğer ABD askerleri Irak ‘da kalırsa :


• İç savaş çıkacağına inananların oranı yüzde 47
• El Kaida ‘nın Irak ‘ı üs olarak kullanacağına inananlar yüzde 47
• ABD ‘ye yeni terörist saldırıların olacağına inananların oranı ise yüzde 51
• Bush yönetiminin tezini kabul edenlerin oranı yüzde 22 ;
• Çekilme olsa da olmasa da bir şeyin değişmeyeceğine inananların oranı yüzde 58 .


Bu araştırma açıkça Bush yönetiminin Irak konusunda halkın , seçmenin desteğini yitirdiğini ortaya koymaktadır . Geçen hafta 124 Milyar dolarlık çekilme şartlı bütceyi veto eden ABD başkanı Bush çok zor durumda kalmıştır . Bu aşamada ne yapılacaktır ? Nasıl bir siyasi çözüm üretilecektir ?


Iraklılar açısından bakış:


Şu anda Irak ‘da görünen her gün yüzlerce kişinin sokaklarda öldürüldüğü , çatışmaların her geçen gün arttığı bir tabloyla karşı karşıyayız .ABD’nin bölgede bulundurduğu büyük güç bu çatışmaları önlemekte yetersiz kalmıştır .Nitekim bölgeden sorumlu ABD ‘li general uygulanan stratejinin değiştirilmesi gerektiğini açıkca ifade etmiştir .
Irak ‘da Siyasal Anlaşmazlıklar nereden kaynaklanıyor ?


Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde Şiiler, Sünniler,Türkmenler ve Kürtler ayrılıkcı güçler olarak ortaya çıkmıştır.Bu grupların, Irak’ın geleceği konusundaki tutumları zaman içinde değişmiştir. Mevcut durumdaki politikaları ve beklentileri büyük ölçüde farklılıklar içermekte ve ortak bir noktada birleşmeleri için ABD yönetiminin gruplar arasında dengeyi sağlayacak adil bir sistemi yürürlüğe koyması gerekmektedir . .

Sünni-Şii Anlaşmazlığı

Her ne kadar Irak anayasası ve hukuk düzeninden söz edilse de gerçek olan bu coğrafyada işlerin kağıt üzerinde olduğu gibi değil de yıllardan beri kabile , din ve ırk temelinde yürüdüğünün artık anlaşılmış olması gerekir . Irak’ta Baas Sünni rejimin devrilmesi Şii akımının yükselmesine yol açmış, Sünnilerin iktidarının sona erip zayıflamasına ve siyasi sistemden dışlanmasına neden olmuştur.Mevcut durumda siyasi gruplar arasındaki temel farklılık mezhep ayrılıkları olduğu kadar kabile farklılıkları temelinde de kendini göstermiş bir tür toprak paylaşımına dönüşmüştür . Ülkenin bölünmezliği konusu sadece siyasi bir manevra olarak eski Baas rejimi kalıntısı Sünni güçler tarafından savunulmaktadır . .

Gruplar arasındaki başlıca sorun ülkenin idari yapısıdır. Sünniler ülkenin federal sistem yoluyla bölgelere ayrılmasından kaygı duymaktadır. Saddam Hüseyin ‘in kurmuş olduğu Sünni iktidar günlerine dönmeyi isteyenler az değildir . İktidardaki Şiiler ise, iç ayrılıklarına rağmen, ülkenin güneyinde ve orta kısmında Şii yönetiminin kurulmasına çalışmaktadır. Şiilerin bu tutumu, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan ilk dönemlerdeki söylemleriyle çelişmektedir .
Şii Koalisyonunun Başkanı Abdul Aziz El Hekim başkanlığındaki İslami Devrim Yüksek Konseyi (İDYK) ülkenin federatif bölgelere ayrılmasının öncülüğünü yapmaktadır. Ancak Şii koalisyonundaki El Sadr grubu, Fazilet Partisi ve Liberal Şiiler buna karşı çıkmaktadır.
Kürt gruplarının federe bölgelerini desteklemekteki amacı, 1991’den bu yana elde ettikleri kazanımların devamı içindir. El Sadr grubu, nüfuz sağlama ve dinî liderliği üstlenme gibi konularda diğer gruplarla yarış içindedir. 2003’ten sonra Şii gruplar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, 1991’den sonra Kuzey Irak’taki Kürt grupları arasındaki siyasi rekabete büyük ölçüde benzemektedir. Irak’taki kargaşanın sürmesiyle paralel olarak siyasi anlaşmazlığın devam etmesi, söz konusu gruplar tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmak istenmektedir ..


Mezhepsel ve Etnik Çatışmanın Artması


Şubat 2005 Samarra olaylarıyla hızlanan mezhep temelli çatışmalar, hem hükümetin hem de Irak’ın geleceğini belirleyecek temel etkenlerden biridir. Esas konu toprak ve kaynak paylaşımı olması nedeniyle siyasi grupların milis güçleri,mezhep çatışmalarının çıkarılmasından sorumlu tutulmaktadır. Mevcut durumda 20’ye yakın milis güç bulunmaktadır. Sünni gruplar, İran’ı ve Şiilerin milis güçlerini, gerçekleşen olaylardan sorumlu tuttuğu gibi, Şiiler de Sünni milisleri ve Baas’tan kalma güçleri sorumlu tutmaktadır.


Sünniler, Sünni din adamlarının öldürülmesine, Sünnilerin öldürülmesine ya da göç ettirilmesine, Irak-İran Savaşı döneminde Irak ordusuna ait pilotlar dahil olmak üzere önde gelen rütbeli kişilerin öldürülmesine ve Irak’ta Sünni kimliğinin yok edilmesine çalışıldığına ilişkin kanıtlar olduğunu savunmaktadır. Kesin olmayan bilgilere göre bazı aynaklar,işgalden sonra Irak’ta ölenlerin sayısının 655.000’e ulaştığını söylenmektedir. Sünnilere göre, Samarra olaylarından sonra 200’e yakın Sünni din adamı öldürülmüş ve çoğu Bağdat ve Diyala illerinde olmak üzere yaklaşık 300.000 kişi göç etmiştir. İşgalden sonra toplam iç göç oranı 1,5 milyona yükselmiştir.
Dicle Nehri’nin ikiye bölerek Bağdat’ı oluşturan batı yakası ,El Kerh’de ve doğu yakası El Rasafe’de karşılıklı zorunlu göç eylemleri gerçekleşmektedir.Resmî kaynaklar günde ortalama yüz kişinin öldüğünü ifade etmektedir. Bunların çoğu değişik işkencelere maruz kalarak öldürülmektedir.Bu sayının daha fazla olduğu söylenebilir. Çünkü,siyasi gruplara ait silahlı güçlerin kayıpları, sivillerde olduğu gibi sokaklarda bırakılmamaktadır.. Irak’ın orta ve güney bölgelerinde artmakta olan mezhep çatışmaları son dönemde Kerkük başta olmak üzere kuzey bölgelerine de yayılmaktadır.

KÜRT GRUPLAR


Arap –Kürt etnik kimliği çelişkisini uzun yıllar yaşayan Kürtler Saddam hükümetinin Kuzey Irak bölgelerinden çekilmesi, Kürt gruplar için tarihî bir fırsat yaratmıştır. Irak’ın eski rejimi,Kürtlere özerklik tanıyan tek Irak Hükümeti olmasına rağmen, pratikte Kürtler diğer etnik gruplar gibi yoğun bir baskı altında tutulmuştur. Irak rejiminin bu tavrı, Irak’ın bir Arap ülkesi olmasından kaynaklanmıştır.Bu etnik ırkçı politika Kürtlerin bugünkü siyasi davranışlarının temelinde yatmaktadır .

1970’li yılardan bu yana özerklik talep eden Kürtlerin siyasi beklentileri gelişerek, 1990’lı yıllarda yerini federasyona bırakmıştır. Irak savaşı süresince ABD ile işbirliği yapan Kürtler, Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde belirleyici güçlerden biri haline gelmiştir.Kuzey bölgesinde merkezden bağımsız olmuş,fiilî egemenliklerini devam ettirmiş, kurulan hükümetlerde önemli konumlar kazanmış ve Irak’ın iç ve dış politikasında etkili olmuşlardır.
Nitekim PKK ‘nın Kuzey Irak bölgelerinde konuşlanması ve korunması da ayrı bir çelişki olarak günümüze kadar taşınmıştır .

Bu bağlamda bir ilk olarak Irak cumhurbaşkanlığı Kürtlere geçmiştir.Sünnilerin ilk başlarda siyasi eylemi boykot etmesi Kürtlerin ABD ‘ye daha da yaklaşmalarına ve daha da güçlenmesine yol açmıştır.Ancak Sünnilerin siyasi eyleme katılması Kürtlerle sorunların çıkmasını da başlatmıştır . Sünniler, Kuzey Federe Bölgesine karşı çıkmamasına rağmen,Kürtlerin bölgelerini genişletme isteğine tepki göstermektedir .Kürtlerin ABD ve Şiilerle işbirliği Sünnilerin mevcut politikalarına ters düşmektedir.

Kürtlerin, özellikle Kerkük konusunda attığı adımlar Sünni Araplarla ilişkilerinin gerginleşmesine yol açmıştır. 9 Mayıs 2006’da, Kürdistan DemokratikPartisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin(KYB) Süleymaniye ve Erbil’deki iki yerel yönetimibirleştirerek, Birleşik Kürt Hükümetini ilan etmesi,Kerkük’te güçlenmeleri ve federasyon sisteminin uygulanmasında taviz vermemeleri Sünnilerin sert tepkisine yol açmıştır.

Sünniler ve bazı Şii gruplar,Kürt yerel hükümetlerinin birleşmesini bağımsız devletlerinin ilan edilmesinin nihai adımlarından biri olarak algılamaktadır. Kürtlerin, federal bir Irak’ta yaşamayı gönüllü olarak seçtikleri, ancak kendi akıbetlerini belirleme hakkına sahip olduklarını vurgulamaları da aynı şekilde algılanmaktadır.

Kuzey bölgesinde Irak bayrağının yasaklanması ise Arapların sert tepkisine neden olmuştur.
5 Ekim2006’da Kürtlerin desteğiyle federasyon sisteminin parlamentoda kararlaştırılması başta Sünniler olmak üzere federasyon karşıtı Arapları Kürtlerle karşı karşıya getirmiştir. Kürtlerin, egemen olduğu lbölgelerde tek başına petrol anlaşmaları yapması Irak merkezî hükümetle aralarında sorunların çıkmasına neden olmaktadır.

Nitekim Kürtlerin aralarında da çelişkiler olduğu bilinmektedir . Yeniden yapılanma sürecinde bağımsız bir Kürdistan kurma hayalini taşıyan Barzani ‘nin yaşam öyküsü de çok ilginç.

Barzani'nin Baas rejimi sırasında bölgedeki diğer Kürt örgütlenmesi Kürdistan Yurtsever Birliği ile yaşadığı rekabet çoğu zaman silahlı çatışmalara dönüşmüştür.Bu çelişkiler zamanın Türk siyasetcileri tarafından yakınen bilinmektedir . 1987'de KDP, KYB ve altı parti birleşerek Irak Kürt Cephesi'ni kurduklarında bu sürtüşmeler bir süreliğine rafa kalkmıştır .
Bölgenin liderliği için yapılan seçimler sırasında hem Barzani hem Talabani aday olunca yendien patlak veren gerginlik 1994'te KYB, KDP'yi ortak yönetim merkezi olan Erbil'den sürünce tam bir sıcak savaşa dönüşmüştür.Barzani, Talabani'yi yakalamak için Saddam Hüseyin ‘in Irak ordusundan yardım istemiştir. Talabani ise İran'dan destek almaya çalışmıştır .Bu süreçte Türk yetkililerle de görüşmeler yapıldığı bilinmektedir . Bizim diplomatlarımızın ve askeri yetkililerimizin o yılları anımsayarak ,o zamanki dengeleri aramalarının nedeni budur . Oysa o zamanlar birbirinin kanına susayan bu iki düşman ittifak halindedir . Bu ittifaka PKK ‘yi de dahil etmişlerdir . Sonuç olarak 1998 yılında bölge, partiler arasında ikiye bölündü. Taraflar aynı yılın Ağustos ayında ABD arabuluculuğunda bir anlaşma imzaladılar . O zamandan bu yana da çıkarları doğrultusunda paralel hareket etmeye gayret ediyorlar.
Mesud Barzani şu anda Irak Yönetim Konseyi üyelerinden biri olan Kürdistan bölgesi başbakanı. Sıfatıyla AB davetlisi olarak Kerkük konusunda bir konuşma yapmaktadır . Kürtlerin ana amacı Kerkük bölgesindeki Kürt nüfusu bahane ederek sınırları içine katmaktır . Barzani ‘nin yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü siyasi strateji budur .

SONUÇ


ABD ‘nin bölgeden askeri güçlerinin bir bölümünü öümüzdeki yılın sonuna kadar çekerek Doğu Avrupa ,Türkiye ve Balkanlar ‘da Orta Doğu bölgelerinde belirlediği üslere konuşlandıracağına kesin gözüyle bakılmaktadır . Bush yönetimi bunun alt yapısını hazırlayacak , yeni yönetim de bu planı geliştirerek uygulayacaktır . Bu aynı zamanda siyasi bir plandır . Bölgede siyasi istikrarın sağlanması ise yıllar alacakltır . ABD ‘nin Irak konusunda önünde iki seçeneği bulunmaktadır . :

1- Ülkenin iç savaşa sürüklenmemesi için Irak Parlementosunda muhalif gruplar arasında eşit güçler dengesini sağlamak ve ülkenin bölünmezliğini savunmak.

2- Bunlar Irak ‘ın iç işleridir tavrını alarak olacaklara seyirci kalmak .

Bunlardan ABD için en ekonomik olan seyirci kalmak olacaktır . Yeni Demokrat yönetimi Irak’da para harcamak istemeyecektir . Bu da Irak ‘ın önce ikiye sonra da üçe ya da dörde bölünmesine yol açacak olan iç savaşın başlangıcı olacaktır . Böyle bir savaşın çıkması bizim Güney sınırlarımızda çok büyük bir tehdit oluşturacaktır . Bugün genel seçimlere hazırlanan Türkiye ‘nin yeni hükümetinin gündeminde bu konu acil kaydıyla beklemektedir .



9 May 2007

Avrupa 'da Sol Hareket

Don't be fooled by Europe's mood. Globally, the left is reawakening
Jonathan Freedland
Wednesday May 9, 2007
The Guardian

"Avrupa'daki eğilim sizi yanıltmasın, Dünyada sol yeniden uyanıyor"

Guardian gazetesi siyasi analiz yazarlarından Jonathan Freedland, Avrupa'da iktidara gelen sağ partilere bakarak solun artık uyandığını düşündüğünü bildiriyor.Bu uyanışı aslında ABD ‘de yayınlanan Brzezinski ‘nin kitabını kaynak göstererek kanıtlamaya çalışıyor.

"Avrupalı solcular için iyi bir hafta olmadı. Pazar günü Nicolas Sarkozy' zaferini ilan etti. "

"McDonald's ve George Bush'a direnen Fransa'da bile sol galip gelemiyor. İngiltere'de bunun sinyalleri ise daha önce geldi. Yerel seçimlerde oyların yüzde 40'ını alan Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi'ni ve Liberal Demokratlar'ı geride bıraktı ve genel seçimden galip çıkma olasılığını güçlendirdi. İskoçya ve Galler'deki yenilgiler de bunun üzerine geldi.İngiltere'de Muhafazakârlar'ın kazanması durumunda kısa süre sonra Avrupa'nın üç büyük başkenti merkezin sağındaki isimlerin kontrolüne geçecek demektir. Berlin'de Angela Merkel, Paris'te Nicolas Sarkozy, Londra'da ise David Cameron."

“ABD’li politikacılar iki ABD ‘den söz ediyorlar. Özellikle Demokrat John Edwards iki ayrı kutup oluştuğundan söz ediyor . Zengin birazınlık ve çok fakir bir çoğunluk.Zenginler ne pahasına olursa olsun güçlerini varlıklarını korumaya harcıyorlar .Bu da topumda dalgalanmalara neden oluyor . Artık dünyada neler olduğunu görenlerin sayısı artıyor . Yeni yayınlanan bir kitap artık ABD ‘de ve tüm dünyada bir uyanmanın başladığını anlatıyor . Jimmy Carter zamanında güvenlik danışmanlığı yapan Zbigniew Brzezinski ‘nin kitabı ‘İkinci Şans ‘ kafaları karıştırmaya yetti. Dünyada artık yeni bir siyasi uyanışın başladığını söyleyen Brzezinski özellikle de gelişmekte olan ülkelerde insanların demokratik hakları için mücadele ettiklerini vurguluyor . TV ve İnternetin artık bu uyanışa büyük bir katkısı olduğunu da ilave ediyor .”

Guardian gazetesi siyasi analiz yazarı Jonathan Freedland acaba hayal mi görüyor ? AB ‘nin en büyük iki ülkesinde sağ eğilim iktidara geldi. Almanya ve Fransa . Önce Almanya ‘ya bakalım :

Almanya

Almanya ‘da SPD, 2005 yılında yapılan genel seçimden iki dönemdir sürdürdüğü iktidarını yitirerek çıktı. Bu seçimde, aylar öncesinden yapılan kamuoyu yoklamaları sosyal demokratlara zaten pek umut vermiyordu. Ancak seçim yaklaştıkça SPD, Hıristiyan Demokratlar ile arasındaki farkı azalttı. SPD, CDU/CSU’nun az da olsa gerisinde kaldı. CDU/CSU-SPD “büyük koalisyon” hükümeti Merkel başkanlığında kuruldu. “Die neue Mitte” (Yeni Merkez) akımıyla Alman sosyal demokrasisine bir aralar farklı bir yön vermiş bulunan eski Şansölye Schröder de siyasetten ayrıldı. SPD, bu seçimden sonra, yönetim kadrolarını yeniledi. Schröder’den sonra başa geçen Müntefering kısa süre sonra istifa etti. Partinin başına ondan sonra geçen Platzeck de sağlık sorunları yüzünden kısa sürede ayrıldı. SPD’ye bu yıl başkan seçilen Beck partinin tabanından gelen eski bir politikacı. Koalisyon kabinesinde bazı kilit bakanlıkları elde etmiş bulunmasına karşın, SPD, yılın başından bu yana, güç kaybına uğramıştır. Buna karşılık Şansölye Merkel otoritesini ve popülaritesini sağlamlaştırmış ve CDU/CSU kanadı güçlenmiştir.
Bu ülkelerde siyaset yapmak artık eskisi gibi değildir . AB’ye devredilen yetki alanları ve küresel dünyada uluslararası politikayla iç içe geçmiş ulusal sorumluluklar Avrupa’nın sol kitle partilerinin işlevlerini karmaşıklaştırmıştır. Değişen sosyal yapı, ortaya özellikle emekliler arasında hem zamanı bol bir kesim hem de diğer yandan siyasal katılım talep eden ama zamanı dar genç ve dünyaya açık dinamik bir nüfus çıkarmıştır. Kitle partileri bu sosyal kategorileri kucaklayacak politikalar üretmekte zorlanmaktadırlar . Özellikle Alman Solu, bu stratejik sıkıntı altında ,dümeni kırlmış bir gemi gibi bir bocalama içindedir .

Fransa

Fransız Sosyalist Partisi (PS), Mayıs ayında yapılan AB Anayasa taslağına ilişkin referandum dolayısıyla ikiye bölünmüşlerdir. Parti Genel Sekreteri Hollande’ın ve merkez yöneticilerinin destekledikleri “evet” kampanyasına karşın özellikle sol seçmen, PS yöneticilerinin önerisine uymayarak “hayır” oyu vermiştir. Bu da solun gerileme sürecine girdiğinin en belirgin işareti olmuştur.
Öte yandan, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi için sağda güçlü bir aday ortaya çıktı .Sarkozy özellikle tutucu ve dinci ,tarikatci kesime verdiği mesajlarla aranan kişi olduğunu kanıtladı.Laik Fransa Sarkozy ‘nin söylemleri ve sert tutumuyla şoka giriyor ,siyasal anlamda kutuplaşma belirgin bir hal alıyordu. Sağ güçlü bir aday bulmuştu. Buna karşın sol, birkaç ay öncesine değin ortaya seçilebilir bir aday çıkaramamıştı. Ségolène Royal birdenbire ortaya seçilebilir bir cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarılmıştır. Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimi en önemli siyasal süreç olarak bilinmektedir. Bu seçimi kazanan adayın temsil ettiği parti , hemen arkasından yapılacak genel seçimi de kazanma şansına sahiptir. Sağın adayı Sarkozy’nin seçimleri kazanması sağ iktidarın hızlı bir yapılanma içine girerek seçimleri kazanma ihtimalini güçlendirmiştir..

Şimdi bu iki ülkedeki gelişmelere bakarak Avrupa ‘da solun güçlendiğini söylemek mümkün değildir . Tam tersine gerilemektedir .Öyleyse burada Freedland hangi temele dayalı bir tez yürütmektedir ?

ABD Bush yönetiminin iki dönem boyunca Avrupa ‘ya uyguladığı ekonomik , ve siyasal baskı mı böyle bir sonuç doğurmuştur ? Eğer öyle ise İngiltere ‘de Blair iktidarı ve partisi sağa kayarak mı kendini kurtarmıştır . Bir de buna bakalım :

İngiltere

İngiltere’de Blair’in akılcı uygulamaları ekonomiyi iki dönemdir büyütmüş, köhnemiş sosyal ve kurumsal yapıları modernleştirmişti. Seçmen bu olgunun bilincindeydi. Ne var ki Labour, Mayıs 2005 genel seçimine girerken, kamuoyunca olumsuz karşılanan “Irak Savaşı” konusundan çekiniyordu. Nitekim İşçi Partisi, bu seçimi kazandı ama 57 sandalye kaybetti.

İşçi Partisi, genel seçimden önce, kamuoyuna bir manifesto açıklamıştı: Bu manifestoda Liberal anlayışın ürünü olan “fırsatlar toplumu” kavramı işleniyor ve “toplumsal refah düzeyi”nin böyle bir toplum bünyesinde arttırılması konu ediliyordu. Katılımcı demokrasinin geliştirilmesi, ailelere yardım, yaşlı ve güçsüz nüfus kategorileriyle dayanışma gibi sola özgü yönelimlerin yanısıra “aile” kurumunun altı çiziliyor; anne-babalara çocuklarının daha iyi eğitileceği vaat ediliyor; herkesin kamu alanlarında işini daha kolay ve daha çabuk halledebileceği vurgulanıyordu. “Güvenli sınırlar” ve “güvenlik toplum” konularının altı kalın biçimde çiziliyordu. Sağ politikacıların geleneksel olarak savundukları “günlük yaşamın pratik sorunları”, “aile” ve “güvenlik” gibi kavramların “yeni Labour” eliyle sola mal edilme çabası seçim yenilgisini bir nebze azaltmıştır .İngiltere’de sağın en büyük sorunu Blair ‘in karşısına güçlü bir aday çıkaramamış olmasıdır .Blair ve kurmayları bu fırsatı iyi değerlendirmişler, sağ politikaları da kendi görüşleri içerisinde eriterek partiyi ve seçmeni sağa kaydırarak bir seçim daha kazanmışlardır .

Burada görülen gerçek şudur : Avrupa Birliği hızla sağa kaymaktadır . Gerek Akdeniz Ülkeleri İspanya ve İtalya ‘da gerekse de Kuzey Avrupa ülkelerinde sol yani sosyal demokrasi eski pırıltısını kaybetmiştir . Değişen dünya koşullarına uyum sağlayamayan hantal kamu kurumlarını sırtında taşıyan sol ekonomik alanda başarılı olamamışlardır . Bunların istisnaları vardır . Ama genel çizgide küreselleşen ekonomi , değişen değer yargıları refah toplumu olmaya koşullanmış Avrupa’nın sağa kaymasını hızlandırmış görünmektedir .


Türkiye’ de durum :

Bütün bunlardan sonra Türkiye ‘deki durumdan da söz etmeden geçemeyiz . Son yapılan kamu oyu yoklamalarında 2002 yılına göre bariz bir sağa kayma tespit edilmektedir . Seçmen kitlesinin üçte ikisi sağ eğilimli partilere yönelmiştir. 2002 yılı seçimlerinde oy kullanmayan 10 milyona yakın seçmen kitlesi politize olmuş görünmektedir . CHP izlediği politikayla partiyi sağa kaydırmış ve parti içi sorunlarla seçmenlerinin bir bölümünü kaybetmiştir . Solun bir merkez cephe olarak yeniden oluşması için yeterli zaman yoktur .Zaten seçmen için hayati önem taşıyan işsizlik,aile,eğitim,sağlık,gençlik,AB ve dış politika konularında geliştirdiği politikaları seçmenlere duyurma noktasında başarılı olduğunu söylemek zordur. Bu bağlamda merkez solun elinde kalan tek koz ‘Laiklik’ kozudur . Bunun da seçmenlerini geriye kazanmak için yeterli olacağını söylemek güçtür . Yeni oluşturulan Demokrat Parti (ANAP+DYP) bu boşluğu doldurabilecek midir ? Gelişmeleri izleyeceğiz .

7 May 2007

Mösyö Nicolas Sarkozy Laik ' mi ?


AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ ŞİMDİ 'AL BAŞTAN ' MI ?
Sarkozy ,Cumhuriyet, Dinler, Umut başlıklı kitabında tarikatlara göz kırpar. Fransa'daki Scientology tarikatı sözcüsü « O İçişleri Bakanı olduğundan beri belli bir anlayışla karşılaşıyoruz » açıklaması yapar. 30 Ağustos 2005 günü o tarikatın üyesi Tom Cruise ile buluşur ve buluşmadan sonra bu « tarikatla ilgili kesin bir fikri olmadığını » söyler…


Cumhurbaşkanlığı seçimini başarıyla tamamlayan Fransa yeni bir döneme giriyor .Muhafazakar başkan ,Türkiye ile olan ilişkilere tarihi perspektiften bakıyor olmalı.Türkiye'nin tam üye değil de farklı bir üye statüsünde birliğe katılmasının daha doğru olacağını savunan başkan bize de bir mesaj gönderiyor.
Eskiden beri Fransa ile olan ilişkilerimiz hep gerginlik dolu olmuştur. Bizim Fransa 'ya bakışımız da pek olumlu sayılmaz . Türkiye 'den göç eden Ermeni asıllı Osmanlılar arasından da bir başkan çıkabilirdi. Şimdiki başkan ise Macar asıllıymış. Eğer Ermeni asıllı olsaydı acaba Türkiye ile ilişkiler nasıl olurdu ?

1789 yılında yapılan Büyük Fransız Devrimi , Fransa'nın önemli olmayan bir iç sorunu olarak değerlendirildiğinden, önceleri Osmanlı devletinde pek etkili olmadı.
Ulema sınıfı bu toplumsal patlamanın Osmanlı devletini hiç ilgilendirmeyen ve Osmanlı topraklarına giremeyecek bir Hıristiyan sorunu olarak gördü.. Hatta, Hıristiyan devletlerin devrim savaşları ile ilgilenmeleri ve bu yüzden Osmanlı devletini rahat bırakmaları, Bab-ı Alî'nin çıkarına da olmuştu. Bu yüzden, Osmanlı yöneticileri Prusya ile Rusya'nın Fransız devrimine karşı İstanbul'da yürüttükleri propagandaya hiç kulak asmadılar ve devrim savaşlarının dışında kalmayı yeğlediler.

Ancak, tam bir Osmanlı ihtiyatıyla, Prusya tarafından tanınıncaya kadar yeni Fransız yönetimini resmen tanımadılar. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki ilişkiler dostane olmakta devam etti. Hatta, III. Selim'in Fransa'daki yeni düzene sempati bile duyduğu söylenebilir. Ne de olsa, Fransız devrimini gerçekleştiren burjuva sınıfı, Osmanlı ekonomik ve toplumsal yapısının içinde oluşmamıştı. Dolayısıyla, devrimin Osmanlı toplumuna doğrudan bir etkisi düşünülemeyeceğine göre, III. Selim'in tahtı da sallantıda olamazdı. İki ülke arasındaki ticaret de devam etti ve hangi yönetim tarafından gönderildiklerine bakılmaksızın, Fransız askerî uzmanları Osmanlı devletinde iyi kabul gördü.
Ancak, iyi ilişkiler uzun süreli olmadı ve 17 Ekim 1797 tarihli Compo Formio antlaşması ile Venedik topraklarının bir bölümünü eline geçiren Fransa ile Osmanlı devleti ilişkilerinde yeni bir dönem açıldı. Bu antlaşma ile, İonya adaları ve Yunanistan-Arnavutluk kıyılarındaki bazı bölgeler Fransa'nın eline geçti. şimdi, Osmanlı devletinin geleneksel dostu Fransa, aynı zamanda sınır komşusu olmuştu ve dostluk bu ani değişikliğin yarattığı "şoka" dayanamadı. Kısa bir süre içinde, imparatorluğun sınırları içinde özgürlük ve eşitlik haykırışları, Helen uygarlığının eski şan ve şerefinin iade edilmesi, Mora ile Girit'in Osmanlı devletinden ayrılması gerektiği gibi ürkütücü haberler gelmeye başladı. Napolyon Rumları merkezi otoriteye karşı kışkırtıyordu. Komutanlarına verdiği bir emirde çalışmalarının amacını şöyle belirtiyordu: "Halkı kazanmak içîn elinizden geleni yapınız. Eğer halkın bağımsızlığa eğilimi varsa bağımsızlık duygusunu körükleyiniz. Yunanistan'da kabarmaya başlayan milliyet taassubu, din taassubundan daha kuvvetli olacaktır"

Bu gelişmeler karşısında Fransa'nın İstanbul'u rahatlatma yolundaki girişimleri sonuç doğurmadı. 1798 ilkbaharında Reisülküttap Ahmet Atıf Efendi, Divan tarafından, siyasal durumla ilgili ve müttefiklerin Fransa'ya karşı kurdukları koalisyona Osmanlı devletininde katılması yolundaki davetleri hakkında bir 'rapor hazırlamakla görevlendirildi. Atıf Efendi'ye göre, Fransız devrimi, öteki Hıristiyan Avrupa devletlerini olduğu kadar Osmanlı devletini de tehdit eden bir olaydı.Bu konuda yazdığı muhtıra ünlüdür. Bu yazıya değinmiştik.

Fransız devriminin Osmanlı devletindeki etkileri konusunda ilginç olan şudur: Fransa'da kralın idam edilmesi ve cumhuriyetin ilanı gibi Avrupa devletlerinin en çok tepkisini çeken gelişmeler, İstanbul'da pek bir etki yapmamıştır. Osmanlı devletinin bu dönemlerinde bir hükümdarın öldürülmesi İstanbul'daki yaşamın olağan bir parçası olduğu gibi, Osmanlılar yüzyıllar boyu Venedik ve Ragusa kent-devletleriyle yakın ilişkileri dolayısıyla cumhuriyetçi kuruluşlara alışıktılar ve yeni bir cumhuriyetin kurulmasının tehdit edici bir tarafı yoktu.

İstanbul'u asıl asıl rahatsız eden, devrimin laik niteliği oldu. Kilise ile devletin ayrılması, tüm dini doktrinlerin yasaklanması ve aklın yüceltilmesi tehlikeli düşüncelerdi. Osamanlı'nın büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olması ,giderek laik olmayan Osmanlı Padişah iktidarını ciddi boyutta tehdit ediyordu. Fransızların Hıristiyanlığı reddederek İslam dünyasına yaklaştıkları propagandası, önceleri biraz sempati ile karşılanmışsa da, zamanla Osmanlı yöneticileri bu dostluğun geleneksel İslami düzen ve ilkelere yönelttiği tehdidin farkına vardılar . Bu tehdidin önünü almak için de bir dizi tedbir alınması gerekiyoırdu ki saray yetkilileri de bunu yapmaya çalıştılar.
Fransa Mısır'dan çekildikten sonra siyasal düşünceler yeniden üstün geldi. 1805 yılındaki Napolyon zaferleri ve Avusturya ile Rusya gibi Osmanlı devletinin en büyük düşmanlarının uğradıkları yenilgiler III. Selim'in işine geliyordu; sonunda Napolyon'u imparator olarak tanıdı. Ancak, Fransız devriminin özgürlük ve eşitlik gibi ilkeleri, kısa vadede önemli bir etkide bulunmamış olsa da, bir kere Osmanlı topraklarına girdikten sonra kök salmaya başladı.
Cumhuriyet fikri 1800 yıllarının başında tüm Avrupa 'da ve ABD 'de etkili olmaya başladı. Özellikle ABD 'de kıpırdanan bağımsızlık ve demokrasi düşünceleri İngilizleri korkutacak boyuttaydı.
Her şeyden önce bizim cumhuriyetimizden 134 yıl daha tecrübeli bir devletin cumhurbaşkanı muhafazakar da olsa bir geleneği devam ettirmek zorunda . Bu geleneksel özgürlükcü diplomasi de Fransa 'Halkı'nın , olmazsa olmazı "özgürlük , eşitlik ve kardeşlik" prensibine sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Her şeyden önce Fransa 'da muhafazakar da olsa Laik bir geleneğin laik cumhurbaşkanı olmak zorundadır . Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde bize ne kadar yardımcı olacağı da şüpheli bir başkan . Zaten daha önce alınan bir kararla bir referandum önerisi de hala geçerli . Zamanı gelince bu referandum yapılacak . Yeni başkan kutlamalar yaparken Paris'in varoşlarında bombalar patlıyormuş. Özellikle göçmenlerin oturduğu bu semtlerde gençler başkanın seçilmesine itiraz etmişler. Kendisi de bir göçmen olan yeni başkan Sarkozy ,bu konuda İçişleri Bakanlığı sırasında sert önlemler almakla tanınıyor .
Sarkozy ,Cumhuriyet, Dinler, Umut başlıklı kitabında tarikatlara göz kırpar. Fransa'daki Scientology tarikatı sözcüsü « O İçişleri Bakanı olduğundan beri belli bir anlayışla karşılaşıyoruz » açıklaması yapar. 30 Ağustos 2005 günü o tarikatın üyesi Tom Cruise ile buluşur ve buluşmadan sonra bu « tarikatla ilgili kesin bir fikri olmadığını » söyler…
Kitabında, inancın insanlar için bir ‘ümit kaynağı’ olduğu görüşünü savunan ve dinin sosyal hayattan tecrit edilemeyeceği tezini geliştiren Sarkozy, toplumsal sorunlara bu ‘ümitle’ çözüm getirilebileceğini iddia ediyor. Banliyölerdeki şiddet sorununun çözümü ve gençlerin uyuşturucudan uzaklaştırılması için dinin, bir toplumun uyumunda ve yatıştırılmasında etkili bir faktör olduğunu savunuyor.
Sarkozy’nin önerilerine “Bu durum cumhuriyet değerlerinin başarısızlığı anlamına geliyor.” diyerek tepki gösteren medya onu Fransa’nın geçirmiş olduğu tarihi süreci görmemekle ve ülkeyi sekülerleşme öncesine götürmeye kalkışmakla suçluyor.
Bizdeki seçimlerde de ortaya çıkan ana tema da laiklik oldu. AKP 'nin 84 yıllık cumhuriyetimizin temel prensibi olan laiklik konusundaki hassasiyetini değerlendiren halk kitleleri mitingler düzenlediler . Bu mitinglerle ilgili soruları cevaplarken Sayın Meclis Başkanımız Bülent Arınç 'ın ifadesiyle dindar bir cumhurbaşkanı seçileceğini öğrenmiş olduk. Acaba nedir bu dindarlık diye merak etti herkes . Dindar olursa Laik olur mu ? Yoksa olmaz mı ?
Sarkozy 'nin laik Fransa 'da neler yapacağını göreceğiz .

Diane Arkenstone













Kelt ve Dünya müziğini Opera Eğitimiyle senkretize eden mistik besteci .








'Adventure Cargo ' grubuyla gizemli coğrafyalarda geziniyoruz . Yeni dünya müziğinin kutsal yörelerden derlediği sırları bizimle paylaşıyor Arkenstone .

Afrika Göğü
Mısır' dan Yansımalar
Yağmur Ormanları' nın Ruhu
Ekvator Dönencesi

5 May 2007

HOŞGÖRÜ YASASI VOLTAIRE VE ZAMAN

Bazı düşürler vardır ki ölümlerinden sonra da anımsanırlar ,çağa damgasını vurmuş , yaşadıkları yüzyılın ötesine geçebilmişlerdir . Bu düşünürlerden biri de ünlü Fransız düşünürü Voltaire ‘ dir .İşte bugün doğumundan 212 yıl sonra bu sabah onun düşünceleriyle uyanıyorum . Gazetelere şöyle bir göz attıktan sonra, Hilmi Ziya Ülgen 'in ve Niyazi Berkes'in , ve Server Tanili'nin sık sık söyledikleri gibi , bizim toplumumuzda neden gerçek entelektüel bulmanın zor olduğunu düşünmeye devam ediyoruz.

Paris ‘ de hali vakti yerinde bir evde doğan düşünür , 18. Yüzyılının düşünce ve siyasi yaşamını derinden etkilemiştir . Düşünceleriyle önemli bir döneme ışık tutmuştur . Batı Aydınlanma çağının en önemli mimarlarından biri olarak kabul edilir .

Voltaire , ünlü eseri Felsefe Sözlüğü’nde düşünce maddesine şunları yazar :

“Düşünce dediğimiz,kimi zaman yeni bir karşılaştırmadır.İnce bir yollama da denebilir . Bir yerde , belli bir anlamda sunulan ,ve başka bir anlamda anlaşılmasının da kapıları açık tutulan bir kelimenin kötüye kullanışı;ötede,aralarında pek az ortaklık bulunan iki düşünce arasında nazik bir ilişki kurmaktır .
Birbirinden uzakta iki şeyi bir araya getirme, ya da birbiriyle uzlaşır görünen iki şeyi bölmek ya da birbirleriyle karşı karşıya getirme sanatıdır .
Düşündüğünün ancak yarısını söyleme , geri kalanı keşfedilmeye bırakma yeteneğidir söz konusu olan ."



Fransız İhtilalini ve daha sonra Cumhuriyetini besleyen Özgürlük ve eşitlik fikirleri , önce Paris’ i sonra Fransa’ yı daha sonra da tüm dünyayı sarar.

Reformcuolarak tanıdığımız Sultan III. Selim , tahta çıkar çıkmaz ilk işi bu konuyu araştırmak olur .. Kulağına Fransa’da kurulan Cumhuriyet ve özgürlük fikirleri gelmiştir. O yüzyılın en önemli olayı olan Fransız İhtilali ile ilgili bilgi toplaması için , zamanın Dışişleri Bakanı ( Reisülküttap) Atıf Efendi’ den bugünkü deyimle bir ‘Briefing ‘ yani muhtıra ister .

Metni bugün Osmanlı Arşivlerinde bulunan , Atıf Efendi muhtırasını Paris ‘ e kapsamlı bir ziyaret sonrasında kaleme alır .Bu zamana ışık tutması bakımından çok önemlidir.Atıf Efendi ‘ nin Sultan ‘ a sunduğu resmi muhtıra özetle şöyledir.

"Burada Voltaire , Rousseau adlı zındıklar ve onlardan beter ukalalar , peygambere sövmek , büyükleri zem etmek , bütün dinleri kaldırmak , Cumhuriyet ve eşitliği ima etmekten ibaret birtakım kışkırtıcıdüşünceler yaymışlardır . Aslında fitne ve fesattan başka bir şey olmayan bu düşünceler –frengi hastalığı gibi-halkın beyinlerine işlemiştir. İşin garip yanı , halk da bu düşüncelere rağbet etmektedir . İşte , bunların etkisinde kalanlar , birkaç yıl önce , bir fitne ve fesat ateşi tutuşturupçevreye yaymışlar . Allah korkusunu kaldırıp ar ve namusu mahvetmişler . fransa halkını vahşi hayvan kıyafetine sokmaya çalışmışlar . Her yerde İnsan Hakları dedikleri isyan bildirilerini her yere yaymışlar , yabancı dillere de çevirip , milletleri hükümdarları aleyhine kışkırtmışlardır . Burada olup bitenler budur aslında .“
Cevdet Paşa Tarihinden seçmeler . Cilt 1 s. 464-466.

İşte Osmanlı Devleti ‘ nin en üst makamında görev yapan bir bakanın resmi , belgeli raporu.

Onlar Voltaire ‘ i 1791 yılında öyle anlamışlar .

Aslında bugün 2007 yılında Fransa hakkında yine bir rapor istense acaba yazılacak rapor ne kadar farklı olurdu ?



Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı görüşte değilim;ancak,onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım.”


Ne müthiş bir cümle . Aslında ömrünü mücadele içinde geçiren bir aydın.Ne uğruna mı ?
Başta inanç ve düşünce özgürlüğü olmak üzere ,özgürlükler için mücadele,
Akıl,adalet,insan hakları ve hoşgörü için mücadele,
Karanlıkçılığa,bağnazlığa ve yobazlığa karşı mücadele .


HOŞGÖRÜ ÜZERİNE


1500 ‘ lü yıllardan başlayarak Fransa korkunç din savaşlarının içine çekiliyordu;,Katoliklerle Protestanların kanlı savaşları tüm Avrupayı kan gölüne döndürüyordu.Özellikle Fransa ‘ da Katolikler büyük bir kıyıma neden olmuşlardı. Calvinci Protestanların oluşturduğu küçük bir grup ,Huguenot topluluğu bu saldırılardan büyük zarar görmüş , küçülmüş ve zaman içinde Toulouse bölgesine sıkışıp kalmıştı. İşte burada Jean Calas adlı bir tüccarın idama mahkum edilmesi üzerine Voltaire bu haksız kararı protesto etmek için gerçek bir mücadele örneği vermiştir.

Protestanların tüm Avrupa’da düşünce ve vicdan özgürlüğü, mal ve can emniyeti kalmamıştı. İşte tam bu dönemde dinlerin bahane edilerek İnsanlararası hoşgörünün ortadan kalktığı 1760 yılarında ünlü düşünürün hoşgörü konusunda yazdıkları çok ilginç :


“Bir yönetimin,insanların yanlışlarını cezalandırma hakkına sahip olmaması için,bu yanlışların suç olmamaları gerekir;bu yanlışlar,ancak topluma karışıklık getirdiklerinde suçturlar;bağnazlıktan esinlendikleri andan başlayarak bu toplumu karıştırırlar;böylece, hoşgörüye layık olmaları için , insanların bağnaz olmamaları gerekir .”



TÜRKİYE VE TÜRKLER


Voltaire yalnızca Fransa ile sınırlı kalmaz . Tüm dünya ülkeleri üzerine düşüncelerini eserlerinde okuyucusuyla paylaşır .
Örneğin ,ünlü eseri Kandid (ya da İyimserlik ) de Türkiye’ den söz eder . Türklerden söz eder.
Kitapta bir İstanbul yolculuğunda üç arkadaşın karşılaştıkları olaylara yer verilir . Kandid’ le beraberindekiler İstanbul’ u ziyaretlerinde halk arasında pek ünlü bir düşünür olduğunu öğrenirler. Çevresinde bilgin bir kişi olarak bilinen ve büyük saygı gören bir derviştir bu kişi. Hemen dervişi görmeye giderler.Huzura kabul edilirler :

Pangloss sorar.
“Üstat, size insan denen şu şaşırtıcı yaratığın niçin yaratıldığını sormaya geldik.”
Derviş cevap verir:
“Ne karışıyorsun sen ? Senin işin mi bu ? “
Kandid cevap verir:
“Ama saygıdeğer efendim,yeryüzünde korkunç derecede kötülük var. “
Derviş :
“Kötülük olmuş ya da iyilik olmuş , ne önemi var ? Padişahımız efendimizMısır ‘ a bir gemi yolladığında ,içindeki, farelerin rahat olup olmadığını düşünüyor mu ? “
Pangloss:
“Peki , ne yapmalı öyleyse ? “
Derviş:
“Susmalı”
Pangloss Derviş ‘ e ukalaca bir yanıt verir. Sonunda Derviş onları kapı dışarı eder .Huzurdan kovulurlar.

Daha sonra bir vezirin ve bir müftünün idam edildiğini duyarlar .Bunun nedenini öğrenmeye çalışırlar. Yolda yürürken , bir ağaç gölgesinde sakin sakin oturan yaşlı bir adama rastlarlar. Yaşlı bir adama nedenini sorarlar . Yaşlı adam onlara şöyle der :

“….. Olup biteni kesinlikle sorup öğrenmem, bahçemin yemişlerini satmakla yetinirim ben . “


Kitapta Kandid,Pangaloss ve Marten arasında geçen konuşmalar, onların gözlemleri sade bir dille anlatılır . ‘Orient’ ,farklı bir kültür , ‘ öteki ‘ olma ve sarayın uyguladığı baskıyla hiç oluşmamış düşünce hayatı anlatılmaya çalışılır. Voltaire, Osmanlı toplumunun düşünce yapısı hakkında oldukça iyi bilgi sahibidir . Kurduğu allegoriyle Derviş ‘ le devleti , yaşlı adamla da hiçbir şeyi umursamayan halkı simgeler. Bu doğrudur da .


İMPARATORLUKLAR VE DEMOKRASİ



On sekizinci yüzyılda artık Avrupa Protestan ve Katolik din çatışmalarını bitirmiş aydınlanma çağına girmiştir:Kanunlar çıkarılmış.Hoşgörü , yani tahammül yasalarla güvence altına alınmış.

Siyasetle atbaşı giden din savaşları, bir çok masum insanın ölmesine neden olmuştur . Tarihde hiçbir imparatorluk halkına,ve işgal ettiği topraklara sonsuz özgürlük tanımamıştır . İmparatorluk olmanın temel koşulu ,özgürlükleri ve demokrasiyi , imparatorluğun çıkarları doğrultusunda kontrol etmektir .Bunun sancıları hemen hemen tüm imparatorluklarda görülmüştür.Hitit, Sasani,Mısır,Roma İmparatorluklarında , özgürlükler mücadelesi çok ilginçtir .

Osmanlı İmparatorluğu ‘ da büyük fikir ve din mücadelelerine sahne olmuştur . Hala da bu mücadele süregitmektedir . İsyanlar ,kıyımlar eksik olmamıştır ..Padişahlar ve bürokratlar halkın özgürlük ve demokrasi çabalarını görmezden geliyorlar , o devasa imparatorluğun kaba güçle ayakta durabileceğini biliyorlardı.

Avrupa ise artık başka bir oluşuma giriyordu. Özgürlüğün ve hoşgörünün mücadelesini veriyordu.Bugün aradan geçen zaman yeni bir oluşum ortaya çıkarmıştır :

Avrupa Birliği.

Bu birliğe katılmak için beklerken, Avrupa kültürü ile aramızda oluşan zaman farkını en azından anlamaya çalışmamız gerek. Voltaire ' i anlamadan zamanı yakalamamız çok güç. Tahammülün sınırlarını bilmeyen insanların ezici çoğunluğu korkutucu. Bir Mayıs günü eşiyle Beyoğlu'nda kebab yerken gaz maskeli polisin tokat attığı vatandaş görüntüsü bizde de bir yasa çıkarılmasını zorunlu kılıyor .

Bizde bu mücadelenin başlaması 200 yıl kadar gecikmiştir.Tanzimat düşüncelerinin başlangıcına kadar . Bugün bu kadar yıl geçtikten sonra bile Voltaire ‘ in sözlerini anlamakta zorlananlarımızın adedi korkutucu boyutta .

Voltaire ‘ i okudukça hep bunları düşünüp üzüldüm. Bence hoşgörü yasası çıkarılmalı . Devletten vatandaşı korumak için bir yasa olmalı .

4 May 2007

HIDIRELLEZ BAYRAMI 6 MAYIS



"Hıdırellez Kutlamaları"


Hermes-İdris-Hızır-İlyas-İbrahim-İliya -Yahya


Anadolu, İran, Mezapotamya,Yunanistan ve hatta bütün doğu Akdeniz çevresi ülkelerinde yazın gelişiyle ilgili dini ayin ve törenlerin yapıldığı görülmektedir.Bu ayinlere çeşitli adlar verilmiştir . Yaşanan dönem,bölgedeki din ve iktidarın gelenekleri doğrultusunda ayinler değişiklik göstererek günümüze kadar gelmiştir . Bugün kutlanan dini bayramlar İslamiyetin kabulünden sonra kültürümüze yerleşmiştir . Anadolunun 10 bin yıllık tarihinden günümüze kadar gelen bahar ayinidir 'Hıdırellez'. Bu coğrafyanın kültürü birbiri içine senkretize olmuş kültler zaman ekseninde dillerde değişik adlarla aynı mitolojik öğeleri taşımışlardır . Hermes Hızır ' mıdır ? İdris İlyas' mıdır ? Yoksa hepsi aynı mijolojik öykü müdür ?

Bu konuda ortaya atılan değişik savlar mevcuttur . Kısaca değinmek gerekirse :


Tabiatın, adeta ölü olduğu uzun kıştan kurtulup baharla birlikte yeniden hayat bulmasının kutlanması;

Birtakım hoşa gidici, coşkulu kutlama faaliyetleri ile bazı etkili varlıkların gönlünü hoş ederek bolluk, bereket bulma inancıdır.

Tam olarak ne zaman dan bu yana kutlandığı bilinmemekle birlikte bu ayinlerin en eskilerinden birinin M.Ö. III binin sonlarında Mezopotamya'da Ur şehrinde yapıldığını anlatan belgeler mevcuttur. Söz konusu ayin, kış mevsiminin sonunda Mezopotamya ovasını sulayarak etrafını yeşilliğe boğan Fırat ve Dicle'nin canlandırıcı gücünü temsil eden Tommuz adına yapılıyordu. Dumuzi diye de bilinen bu tanrının adına baharın gelişiyle yeniden canlanışı ve etrafına bolluk, bereket saçışını kutlamak için törenler yapılıyordu. Tommuz kültünün İbrâniler kanalıyla Suriye ve Mısır üzerinden eski Yunanistan'a ve Anadolu'ya geçtiği bilinmektedir.

Doğanın canlanması ve tekrar yaşamaya başlaması demek olan bahar yada yaz mevsimimin gelişi dünyanın neresinde olursa olsun insan yaşamında önemli bir olaydır. Hıdırellez geleneği ile ilgili olarak yaygın olan inanç, Hızır ile İlyas'ın bir araya geldiği günün anısına tören yapılmasıdır.


Hıdırellez günü genellikle 6 Mayıs'ta kutlanmaktadır. Bazı yörelerde 5 Mayıs bayram günü, 6 Mayıs Hıdırellez günü olarak kabul edilmekte ve ona göre törenler düzenlenmektedir.

Hıdırellez günü (Rüz-ı Hızır) halk takviminde yazın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Türkler arasındaki halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılmaktadır. Hıdırellez gününden (6 Mayıs) 8 Kasıma kadar süren devre 186 gün olup Hızır günleri adıyla anılmaktadır. Bu dönem yaz mevsimi olarak adlandırılmaktadır. 8 Kasım'dan 6 Mayıs'a kadar süren ikinci devre kış devresi olup Kasım günleri olarak adlandırılmakta ve 179 gün sürmektedir.

Hızır

Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu ya da peygamberdir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:


1. Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
2. Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
3. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
4. Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
5. Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
6. İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
7. Uğur ve kısmet sembolüdür.
8. Mucize ve keramet sahibidir.

Aleviler arasında yaygın bir inanışa göre Hızır Bozatlı Hızır olarak bilinir .

"Bozatlı Hızır bazen atlı görünür, bazen yaya. Onu nasıl ve ve ne şekilde niçin çağırmışsan o şekilde ve o halde zuhur eder. Bir ismi de Hızır ilyas’tır. Binbir donda baş göstermiştir. Bazen yaşlı, ak sakallı bir pir, bazen bir masumi pak, bazen yolcu, bazen de hanenize uğrayan bir mihman olur. "

İlyas

İlyas (İlia, Elia) Hızır’ın yerine; Yeşua’da Musa’nın yerine geçmiştir. Musa, yanındaki gençle iki denizin birleştiği yere varmak için yola çıkar. Birlikte götürdükleri balığın ne olduğunu araştırırlar. Bu sırada balık suya dalar ve görünmez olur. Balığı ararken bir adamla karşılaşırlar.

Bu kimse, onlara kendi işine karışmayacakları için söz verirlerse, doğru yolu göstereceğini söyler. Fakat, Musa, adamın yaptığı işler karşısında kendini tutamaz sebeplerini sorar. O da bunların Tanrı emri olduğunu, birer hikmet niteliği taşıdığını açıklar ve kaybolur...

Bu konuda bir Yunan efsanesi olan Glaukos’un, Suriye yoluyle İslâm dünyasına geçtiği görüşünü ileri sürenler de vardır.

Tasavvufta, Hızır bir Veli sayılır, sofilere göre her dönemin bir Hızır’ı vardır. Hava, deniz ve dünyanın bütün bölgeleri onun buyruğu altındadır. Denizde, Tanrı’ nın halifesi, karada vekilidir...

Bir söylentiye göre Hızır ile İlyas kardeştir. Yılda bir defa, Hıdırellez günü (6 Mayıs’ta) buluşurlar. Bu buluşma deniz kıyısında olur. Peygamber, Hızır’a karada, İlyas’a denizde kendi ümmetinin korunması görevini yüklemiştir; bazı söylentilerde de Hızır denizin, İlyas da karanın güvenini sağlar. Çoğu söylentilerde de Hızır hem denizlerin, hem karaların sahibidir; darda kalanların yardımına koşar...

Başka bir efsaneye göre, „Baalbek şehrinde oturan İsrail oğulları Baal adını verdikleri bir puta tapıyorlardı; tanrı onlara doğru yolu göstermek için İlyas Peygamberi gönderdi; fakat onlar İlyas’ın kendilerini eski inanışlarındandan ve âdetlerinden ayırmaya kalkmasını hoşgörmediler.

O’nu türlü eza ve cefa ederek aralarından kovdular. İlyas Peygamber Baalbek ülkesinden çıkıp gittikten sonra orada kıtlık başladı, ağaçlar kurudu, tarlarlar mahsul vermedi, otlar sararıp soldu. İsrail oğulları açlık korkusuyla karşılaşınca İlyas’ı arayıp bulmayı, özür dilemeyi, çare ve yardım istmeyi düşündüler.

İlyas Peygamber, Baal ahalisinin arasından çıkıp gidince dolaşmadık yer bırakmamıştı; yeryüzünün dört bir tarafının gezerken güzel bir ağaçlık altında şarıl şarıl akan bir çeşmeye rasgelmişti. Bu, içenlere ebedi hayat veren meşhur efsanevi 'Ab- Hayat ' suyudur. İlyas, bu sudan içtiği için o gün bu gündür ölmedi; dünya durdukça da yaşıyacak, yeryüzünde ümit, bereket ve yeşillik sembolü olarak gezip duracaktır.

Hıdırellez kutlamaları bu toprakların, bu halkın binlerce yıllık gelenek ve göreneklerini ve inançlarını taşıyan folklorik değerlerdir. Bu değerler binlerce yıl değişik inanç ve düşünce sistemleri içinde yaşayan Anadolu insanının senkretize olmuş geleneğidir . Bu değerlerin araştırılması , kaynaklarının çözülmesi , ilişkilerin kurulması çok zaman isteyen bir uğraş .

Benim anladığım kadarıyla Hermes ile Hızır arasında kuvvetli bir benzeşme vardır . Aynı şekilde Zerdüşt ile Hızır arasında ve İbrahim Peygamber arasında da benzerlikler vardır . Bu benzerlikleri ve sorularımın yanıtlarını aramak da bu yıl gerçekleşti .Yıllar boyunca kafanızda belirli sorularla gezersiniz . Bir gün zamanı gelince cevaplar karşınıza çıkıverir.

Hıdırellez Bayramınız Kutlu Olsun ..







3 May 2007

Entelektüel Sorumluluk


ENTELEKTÜEL ESİNTİLER
Entelektüel nasıl biridir ? Entelektüel ve Aydın aynı anlama mı gelir ?
Şerif Mardin ' e göre batı toplumlarında görülen entellektüel kişilerin Türk toplumunda oluşma şansı imkansıza yakındır .
Türkiyedeki entelektüeller bağımsız ve özerk bir kişiliğe sahip değildir . Onlar toplumu aydınlatan kişiler kisvesi altında belirli çevrelerin çıkarları doğrultusunda düşünmeyi ,yazıp çizmeyi ,onlar adına sözcülük etmeyi ve onları savunmayı kendilerine görev bilen memurlardır .
Esas itibariyle entellektüel kişi gerçeği arayan ve devamlı gerçeği sorgulayan kişidir .
Gerçekleri söylemek de bizim toplumumuzda çok hoşa giden ve kanunlarla korunulan bir özellik değildir . Bu nedenlerle bizim toplumumuzda güçler dengesinin oluşturduğu odaklar vardır . Bu odakların şemsiyesi altında memurluk yapmaya mahkumdur Türk aydını.
YAŞAM VE ENTELEKTÜEL AHLAK
Türkiye'deki entelektüel yaşam, düşünen ve kalemiyle geçinmeye çalışanları koruyan ve onların bağımsız kalmalarına ortam sağlayan bir refah düzenine ulaşamadığı için tuhaflaşmış , başkalaşmış ve ne olduğu anlaşılmaz bir erozyon içinde yaratıcı düşüncenin az bulunduğu bir yer haline gelmiştir . Bu ortamın gelişmesi doğrultusunda Tanzimattan bu yana gayretler vardır . Gelişmeyi durdurma gayretleri de vardır . Toplumsal gerilimlerin ve savaşların paralelinde büyük bir aşınma ve erime de görülmüştür. Türk aydını batılı entellektüeller kadar bağımsız olma şansına sahip olamamıştır . Toplumun kültür düzeyi entellektüel kişiyi ve onun özgür düşüncelerini algılayacak kadar gelişmiş değildir .
Dogmaların Esirleri
Toplumun çoğunluğunun sahip olduğu basit doğruların , dogmaların kabul gördüğü yüzeysel bir kültür düzeyi entelektüelin gerçekleri arama çabalarını ödüllendirmek yerine cezalandırmaktadır . Devlet politikalarına karşı düşünceler üretme hakkına sahip olamamıştır Türk aydını. Tutuklanmış, yargılanmış ya da öldürülmüştür .
Çağdaş ülkelerin eriştiği kültürel birikimle yoğrulan Batılı entelektüel fikirlerini özgürce savunabilmekte ve saygı görmektedir . Türk aydınlarının toplumun çoğunluğunun kültürüne göre kendilerini yönlendirmeleri , bugün Ş. Mardin ve S. Ülgener 'in sözlerini doğrulayan yarı entelektüel ,uzlaşmacı ve kurnaz tipler yaratmıştır .
Bu aydın tipi her yerde karşımıza çıkmaktadır .

Lale Sümbül Menekşe


Hareketli ve bol çiçekli bir bahar yaşıyoruz . Siyasi fırtına beş aydır ilk kez hızını yitirdi.Temmuz ayına kadar daha farklı ama az ateşli bir döneme giriyoruz . Krizlerin yaşanmayacağı ,ama kutupların karşılıklı gövde gösterileriyle birbirlerini seçmen gözünde etkilemeye çalışacağı bir dönem . Bu dönemde sürekli iki kutup restleşip duracak .daha önce de olduğu gibi.
Bu dönemin tanığı yine her zaman olduğu gibi medya olacak . Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde denge pozisyonu alan medya köşe yazarları şimdi yeniden bir muhasebe yapacaklar. Pozisyon belirleyecekler.Gazetelerden gazetelere transferler gerçekleşecek. Bir ay önce yazdıklarını bir şekilde unutturacak yazılarla şaşırtmaca yapacaklar ve sanki hiç öncekileri onlar yazmamış gibi yeni diyarlardan yeni tonlar bulacaklar.
Bu arada siyasetin gerçek anlamda seçmenin ihtiyacı olan gelir,refah,sağlık,eğitim konularında değil de daha farklı konulara çekileceği de biliniyor .
Açlık sınırında yaşayan milyonların yaşadığı ülkemizde , işsizlik ,rüşvet,sağlık,eğitim,özgürlük,hukuk konuları değil de 'Türban ' ve 'Laiklik ' tartışmalarının yapılacağı günler geçireceğiz . Seçmen acaba bu tartışmalara ne kadar prim verecek?
Geçtiğimiz seçim döneminde yani 2002 yılı Mayıs -Kasım ayları arasında yazılanları şöyle bir araştırdım . Benzerlikler var . O dönem sonunda 10 milyon seçmen sandığa gitmemiş . Bıktırılmış , inancını yitirmiş bir seçmen grubu oluşmuş.
Bugünlerde yapılan tartışmalara bakınca bu ilgisizler ordusunun , bıkanlar ordusunun daha da büyüyeceğinden korkuyorum .
9 Mayıs 2002
2002 yılı Mayıs ayında medyada yazılıp çizilenler bugünden farklı değil. O zamanlar parlemento çalışmalarına katılmayan AKP şimdi ise CHP . Değişen ne ?
GAZETELER:9 Mayıs 2002

"Anayasa değişikliğinde uzlaşma aranıyor.
AK Parti'nin çekilme kararından sonra toplantılarına ara veren Partilerarası Uzlaşma Komisyonu, yeniden çalışmalarına başlayabilmek için Meclis Başkanı Ömer İzgi'den destek istedi.
Partilerarası Uzlaşma Komisyonu Başkanı Yüksel Yalova, dün AK Parti'li milletvekillerinin katılmaması nedeniyle gerçekleşemeyen toplantıdan sonra gelişmeleri TBMM Başkanı Ömer İzgi ile görüştü. Yalova'nın, AK Parti Grup Başkanı Bülent Arınç'la görüşme isteminin karşılıksız kalmasının ardından komisyonun çalışmalarında ortaya çıkan gelişmeyi aktararak, İzgi'den girişimde bulunmasını istediği öğrenildi."
GAZETELER : 14 Mayıs 2002

Sezer, ‘‘Şartların oluşması halinde Meclis'i fesih yetkimi kullanabilirim’’ dedi. Sezer bu çıkışıyla, küskünlerin seçimi erteleyip yeni hükümet kurma girişimlerinin önüne geçeceği mesajını verdi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, dün YSK'ya örneği bulunmayan bir başvuruda bulundu. Kanadoğlu, Erdoğan ve Erbakan'ın ‘Milletvekili seçilme yeterliliği bulunmadığından aday olamayacağının karara bağlanmasını’ istedi.

DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, ''Ant içeceğiz, bundan böyle kimse koalisyon lafını ağzına almayacak. Sağda birliğin bir adresi var; kırat'' dedi.

GAZETELER 10 Ekim 2002

"Türkiye ABD'nin olası Irak operasyonuna yönelik çalışmalarını hızlandırdı. Çankaya Köşkü'nde yapılan zirvenin ardından Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları ve ordu karargahlarına "operasyona hazır olun" emri verdi. Genelkurmay'ın talimatından sonra olası Irak operasyonu konusunda harekat planları yapılmaya başlandı. "

"O halde; bu dönemde Özal ruhunu gerekirse Meclis dışında da taşımak ve bir sonraki seçime iktidar alternatifi yapmak her bir ANAP'lının merhum Turgut Özal'dan devraldığı vasiyet olmak zorundadır.ANAP'ın tek ama temel sorunu genel başkanları Mesut Yılmaz ve onun keyfi istedikçe değiştirdiği yönetimdir.Yolsuzluk ekonomisi mimarlarını bir daha millete benimsetmek katiyen mümkün değildir.* * *Ağır bir yenilgiden sonra Mesut Yılmaz ya çekilecek, ya da çekilmek zorunda kalacaktır."

Üç gündür çeşitli illerde farklı partilerden milletvekili adayları ile konuşuyoruz.Her ne kadar kendileri, ‘‘Vallahi ben bir şey dağıtmıyorum’’ dese de rakiplerinin ‘‘siyasi rüşvetlerini’’ de sıralamaktan kaçınmadılar. İşte, ilginç olan bazıları:Blok oy çıkması karşılığı köyün bir türlü tamamlanamayan camisinin veya minaresinin yapımı.Partiye kayıt olma ve adayına oy vereceği konusunda yemin etme karşılığı ilk ve orta dereceli okulda okuyan her çocuk için 30'ar milyon lira eğitim yardımı. Cep telefonu için 50 ve 100'er kontörlük konuşma hakkı veren kartlar.Köylerden gelen traktörlere, depo başı 10'ar litre mazot. Kiralanan restorandan bedava yemek dağıtımı.İlk ve orta dereceli okulda okuyan çocuklar için defter, kalem ve okul ihtiyaçlarını kapsayan kırtasiye paketleri. ‘Ramazan erzakı’ adı altında prinç, bulgur, nohut, şeker, çay, sigara, zeytinyağ, margarin, bal reçel, bisküvinin içinde bulunduğu paket. Üzerinde ve jelatininde adayların resimlerinin bulunduğu anahtarlık, kalem, bloknot, çikolota ve şekerlemeler.

SİYASİ ETİK YASASI

"Yaptırımı caydırıcı olmayınca siyasi rüşvet dağıtımı da her seçim döneminde engellenemiyor. Oysa, 1991'den bu yana her dönem, Meclis'te siyasi rüşvet dağıtımının engellenmesi, adayların ve partilerin harcamalarına sınırlama getirilmesine ilişkin Siyasi Etik Yasası gündeme geldi. Son iki dönemdir Bülent Akarcalı ve arkadaşlarının teklifi Anayasa Alt Komisyonu'ndan geçmesine rağmen Genel Kurul gündemine bir türlü giremedi. Sonuçta bu seçimde de siyasi rüşvet, siyasi etiğin yine önüne geçti. "


WASHINGTON POST 3 Kasım 2002

Anayasayı ve Laik cumhuriyeti korumayı kendine görev sayan ordu 1960 yılından bu yana üç darbe ile seçimle iktidara gelen hükümetleri düşürdü. Ordunun gözcülüğü altında işleyen bu demokrasinin istikrarlı bir hükümet arayışı Nato müttefiki ABD için çok önemli . Irak 'da askeri bir operasyon yapmaya hazırlanan ABD için Türkiye' nin Irak 'a sınır komşusu olması askeri operasyonlar açısından da stratejik bir önem taşıyor .

AKP yanlısı Yeni Şafak gazetesi yazarı Cengiz Çandar konuya ilişkin şunları söylüyor :

"Herkes Türkiye'nin İslam dünyasında laik bir demokrasi modeli olduğunu söylüyor . Bu modelde ılımlı İslam eğilimli bir parti iktidara gelirse , bu kabul edilebilir mi ? "

Dış Basında Yansımalar

Dünya basını ilk sayfadan Türkiye'yi değerlendiriyor .Dünya basınının önde gelen gazeteleri ordunun demokrasiye müdahale ettiğini , bu müdahelenin Türkiyedeki demokratik parlementer sisteme zarar vereceğini ve AB ile müzakere sürecini olumsuz yönde etkileyeceğine yer veriyorlar.

Washington Post :
Turkey's Democracy Crisis
The 'secular' opposition and military try to prevent the free election of a new president.
Tuesday, May 1, 2007;

Gazetede yayınlanan başyazıda cumhurbaşkanlığı seçimine yapılan müdahalenin demokrasi dışı bir hamle olduğu , Bush yönetiminin ordunun olaya müdahale etmemesi için gereken tavsiyelerde bulunduğu yazıyor . A.Gül 'ün adaylığının saçma sapan bir nedenle önlenmeye çalışıldığı ve muhalefetin kriz çıkmasında büyük bir rol oynadığı belirtiliyor . AKP 'nin yıllar boyunca beceriksiz ve kokuşmuş politikalar üreten bir elitler dönemine son verdiğini , ülkede Demokrasinin büyük bir tehdit altında olduğu, İslamiyet ve demokratik geleneklerin pek birbiriyle bağdaşmadığı sonucu öne sürülüyor .

THE GUARDIAN
EU warns Turkish military to stay out of election crisis

Avrupa birliği Türkiye 'deki seçimlere askerlerim müdahale etmemesini istedi.
Avrupa Birliği Türkiye'nin AB müzakereleri sürecinde ordunun demokrasiye müdahalesinin birlik prensiplerine aykırı olduğunu bildirdi.


INTERNATIONAL HERALD TRIBUNE
Turkey's prime minister calls for early elections

Başbakan erken seçimlerin yapılacağını ve meclise bazı kanunların değişiklik önergelerinin verileceğini bilidirdi. Cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesini istediklerini belirten Erdoğan , artık seçim sandıklarına gitmekten başka çare kalmadığını ifade etti. Bu arada AB komserleri ordunun seçimlere ve siyasete müdahale etmemesini istediler.

DAGENS NYHETER
Nyval Erdogans recept för att lösa Turkiets kris

Erdoğan 'ın çözümü seçim . Anayasa Mahkemesinin kararıyla kilitlenen cumhurbaşkanlığı seçimi ülkede siyasi bir kriz yarattı. Muhalefet partisinin cumhurbaşkanlığı seçimlerine yaptığı itiraz kabul edildi .

DEUTSCHE WELLE
Turkey's ruling Justice and Development Party (AKP) Wednesday passed through parliament a new timetable for voting in a turbulent presidential election, setting the first round for Sunday.

İktidardaki siyasi parti AKP, cumhurbaşkanlığı seçimi için yeni bir oylama tarihi belirledi.
AB ordunun siyasete müdahelesinin müzakereleri olumsuz yönde etkileyeceğini bildirdi.

2 May 2007

Laiklik ve Eğitim



Demirtaş Ceyhun 'un Uludağ Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmasının metni elime geçti. Türkiye’de laisizm konusunda bilinçli bir kavram kargaşası yaratıldığını ancak hiç bir kuruluşun bu karmaşayı düzeltmek için çaba sarfetmediğini söyleyen D. Ceyhun şöyle söylüyor :


“Bugüne kadar okullarda laklik; ‘dinin devlet
işlerine, devletin de din işlerine karıştırılmaması’
şeklinde iki yanlı olarak öğretildi.

1931 yılında CHP’nin altı oku içinde laikliğe yer verilirken de
‘dinin devlet işlerine karışmaması’ şeklinde tek
yanlı olarak simgeleştirildi. Ancak bu iki tanım da
yanlıştır. Laiklik, ne bir yasa ne de bir yaşam biçimidir.
Laiklik, meşruiyet ile ilgili bir kavramdır. Dünyanın
1789 Fransız İhtilali’nden sonra ilk kez tanıştığı laiklik, yasama yetkisini halkın kullandığı
bir yönetim anlayışını anlatan bir kavramdır.


Yani,yasama yetkisini halk eliyle kullanmayla ilgili bir
kavramdır.Ne yazık ki bizim aydınlarımız bile, bir ülkede
serbestçe içki içilebiliyorsa o ülkeye laik diyebilmektedir.
Aynı şekilde bir ülkede insanlar camilere
zorla götürülüp namaz kıldırılmıyorsa o ülkeye
laik diyebilmektedir.


Türkiye’de laik sistemi ayakta tutmak isteyen
Mustafa Kemal’in 3 Mart 1924’te Tevhid-i
Tedrisat Kanunu, Hilafetin Kaldırılması , Şeriye ve
Evkaf Bakanlığının kaldırılmasına ilişkin üç yasa
çıkardığını hatırlayalım .Laiklik,
ulus devletin yurttaşlarını ana dilde eğitmesiyle
mümkündür. Çünkü laik düzeni koruyan tek silah
eğitimdir. Son yıllarda türbanlı eğitimi savunanların, laikliği ayakta tutan eğitimi hedef almaları bundandır..


Tevhid-i Tedrisat kavramının da DP döneminde Türkçeye çevrilirken “Eğitimin Birleştirilmesi”
şeklinde bilinçli olarak çarpıtıldığını söyleyebiliriz.Tevhid, vahit sözcüğünden gelmektedir ve
anlamı ‘tekleştirmek’tir. 1924’te o kavramı karşılayacak başka bir sözcük olmadığı için Mustafa kemal
Tevhid’i kullanmıştır. Bu da, eğitimin tekleştirilmesi
olarak çevrilebilir.


Tevhid’in Türkçesi olarak‘ Birleştirme’yi seçenler çarpıtmak için seçmiştir.
Birlik, değişik özellikteki birçok şeyin bir araya
toplanması demektir. ‘Birlik’ kavramını , Mustafa
Kemal medreseye de karşı çıkmadı ki demek için
bilinçli olarak seçtiler. "


Demirtaş Ceyhun 'un bu açıklamaları çok ilginç .Yazarın 'Aydınlarımız ve Laisizm ' Sis Çanı Yayınları 4/2000 adlı kitabını da mutlaka incelemek gerekir .


Halk Ne istiyor ?


HAYDİ SEÇİM SANDIKLARINA

Bugün Anayasa Mahkemesinin kararıyla seçimler gündeme geldi.
AKP belki de hesapladığı biçimiyle seçime gitme olanağını elde etti. BBC 'nin yorumuna göre satranç taşları yeniden dizildi , yeni bir oyuna başlanacak.
AKP 'NİN HALK ARASINDA YARATTIĞI KORKU
AKP hükümetinin başı kapalı olmayan kadınlara ,Cuma namazına gitmeyen erkeklere ,oruç tutmayan ve namaz kılmayan insanlara yönelik olarak önlemler alacağı bir hukuki dönüşümü yapmayı planladıkları korkusu ,insanları miting alanlarına çıkarmıştır .Devlet dairelerine yapılan atamalara ,belediyelerde ihale alan şirketlere bakıldığı zaman AKP 'nin kendi yandaşlarını ve yandaş görünenleri tercih ettiği bu korkuları daha da büyütmüştür . Yapılan konuşmalarda ve yorumlarda bunu açıkça dile getirenler olmuştur .
84 yıl önce kurulan Atatürk Cumhuriyeti'nin temel laik değerlerinin , anayasanın ve özgürlüklerin tehlike altında olduğu korkusu tüm toplumu sarmıştır .Bu nedenlerle bayrağını kapan laik düşünceli insanlar miting alanlarını doldurmuşlardır . Bu anlamda önümüzdeki süreçte bazı kavramlar sık sık gündeme gelecektir .
Laiklik , Sekülerizm ve Çağdaşlaşma .
ERKEN SEÇİM
AKP yönetimi erken seçim kararı aldıklarını geciktirmeden açıklamışlardır . Şimdi top CHP 'nin ayağına atılmıştır . 'Halka gitmeye cesaretin varsa biz hazırız .' demiştir AKP .
Seçimlerde halk ya AKP ''ye yürü diyecek ya da koalisyon güçlerine denetim görevi verecektir.
Bir ölçüde miting alanını dolduran laik düşünceli insanların seçim sandığında tercihlerini kullanmalarına olanak sağlanmıştır . 2002 yılı seçimlerinde oy kullanmayan 10 milyon kişi acaba bu terazinin , kutuplaşmanın neresindedir ? AKP yaptırdığı kamu oyu araştırmalarında olumlu sonuçlar almış olmalı ki derhal seçime girme kararı almıştır . 24 Haziran tarihi oldukça yakın bir tarihtir. Bu seçim bir ölçüde kutupların ne denli güçlü olduğunu gösterecektir .
Milli görüş hareketinin temsilcisi AKP acaba yeniden iktidara gelebilecek midir ?
Bu aşamada gelişmelerden ortaya şu sorular çıkmaktadır :
  • Bu seçim bir ölçüde 43 milyon seçmene 'türban' isteyip istemediklerinin sorulması anlamını taşıyacaktır .
  • Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ne anlama gelecektir ? Bu ardından bir başkanlık sistemine geçişi mi sağlayacaktır ?
  • Mısır ve Pakistan örneklerinde olduğu gibi laiklik yeniden tartışılarak parlementer rejim anayasaya eklenen maddelerle İslama mı yaklaştırılacaktır ?
  • Halkın İslamcılar ve Laikler kutuplaşmasını ordu önleyebilecek midir ?
  • AB müzakere süreci ordunun tutumunu ve son cumhurbaşkanlığı krizini nasıl değerlendirecektir ?
  • ABD hangi kutbu destekleyecektir ?
  • Ekonomi bu siyasi krizden ne kadar etkilenecektir ?
  • Bu siyasi kriz ülkedeki diğer sorunları alevlendirecek midir ?

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...