30 Tem 2007

İsveçli Şövalye Ingmar Bergman


İsveçli Şövalye ölümle oynadığı satranç oyununu kaybetti.

Ünlü İsveçli Film yönetmeni İngmar Bergman vefat etti .

Yedinci Mühür,Yaban Çilekleri ve Sihirli Flüt' gibi eserleri sinema dünyasına kazandıran Ingmar Bergman, 89 yaşında yaşadığı Gotland adasındaki evinde yaşamını yitirdi. Ünlü yönetmen, 2005’te Time dergisi tarafından, dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni olarak nitelendirilmişti.
Sanatçının ünlü eseri ‘Yedinci Mühür’ 10 yıl süren Haçlı Seferinden ülkesine dönen bir şövalyenin öyküsüdür.Yolda vebanın her yeri sardığını gören şövalyenin yolu azrail tarafından kesilir . Şövalye azrail ‘i bir satranç oyununa davet eder.Kazanırsa yoluna devam edebilecektir .
İşte azrail,yıllar sonra bu ünlü sanatçıyı da satranç oyununda mağlup etti.

1918 yılında Uppsala'da doğan Bergman, 1940'larda tiyatroyla başladığı meslek yaşamı boyunca, aralarında başta "Yedinci Mühür" olmak üzere "Yaban Çilekleri", "Çığlıklar ve Fısıltılar", "Persona", "Evlilik Yaşamından Sahneler", "Sonbahar Sonatı" ve "Fanny ve Alexandre" gibi baş yapıtlarının da bulunduğu 54 filme, ayrıca 126 tiyatro eserine ve 39 radyo oyunu,kitapları ve yazıları olan üretken bir sanatçı.
1955'de "Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri" adlı filmiyle uluslararası çapta ilk başarısını yakalayan ve bazı eleştirmenlere göre kadınların yönetmeni olarak nitelenen sanatçı, filmlerinde, Britt Nilsson, Harriett Andersson, Eva Dahlbeck, Ulla Jacobsson ve Liv Ullmann gibi dünyaca ünlü İsveçli aktrisleri tercih etti.

Bergman sinemaya büyük yenilikler getirmiş bir isim. Sinema ve psikolojinin ilişkisini en iyi izleyebileceğimiz yönetmenlerden biri olarak kabul edilebilir . Filmlerinde psikolojik ve sosyal bozuklukları, olan insanları özellikle de kadınları derinlemesine inceleyen ilk film ve tiyatro yönetmenlerden biri.

Yaptığı filmlerin ilk bakışta anlaşılmayacak psikanalitik öğeler taşıyor olması da onu özgün kılıyor . İnsan ruhunun derinlerine kadar girip orada karanlıklar ve gizemler arasında dolaşmayı göze alan Bergman'ın sineması izleyiciden çok şey bekliyor . Onun sinema anlayışı günümüz populist sinema anlayışından çok farklı.

26 Tem 2007

Lars Forssell


İsveçli ünlü şair ve yazar Lars Forssell bu sabah evinde vefat etti .


Nobel Akademisi dört numaralı üyesi ünlü İsveçli yazar bu sabah Stockholm ‘de evinde vefat etti.
Modern İsveç şiirinin kurucularından biri olarak kabul edilen Forssell, 1928 yılında Stockholm ‘de doğdu .1971 yılından bu yana İsveç akademisinin dört numaralı koltuğunda oturuyordu.Genç yaşta şiirleriyle Çağdaş İsveç edebiyatının önemli yazarları arasına giren şairin , şiir çevirileri,özgün tiyatro eserleri de var. Türk edebiyatını yakından takip eden Forssell Expressen adlı günlük gazetede kültür ve sanat üzerine yazılar yazıyordu .

Forssell ‘in en önemli özelliği , sadece edebiyat ve sanat üzerine değil , hemen hemen her konuda yazı yazmasıydı . İsveçli bir Pop müziği grubuna şarkı sözü yazması otoriteleri çok şaşırtmıştı.

Rafine kültür ile halk kültürü ayırımı yapmayan yazar,Ezra Pound ‘un şiirlerinden , magazin türü her konuda yazı yazmasıyla da ünlüydü.

lars Forssel’in ünlü Aşk Şiirleri antolojisinden bir şiir :

İçinde uyuyorum
İçinde uyuyorum
Bilemezsin
Doğumdan bu yana uyuyorum
Ve bir sihir yapar gibi
Yatakta dönüyorsun
Sen denize açılan bir balina ,
Ben de büyük gözlü planktonlar gibi
İçine doğru akıyorum
Seni seviyorum
Bunu asla öğrenemeyeceksin
Ölüme yaklaşmış ,
uyuyorum
Ruhumu havaya uçuruyorum

Çeviren : Yavuz Çekirge

24 Tem 2007

Şu Feng Shui dedikleri ?

FENG SHUI NEDİR?

Aslı Sarp 'ın yazı'sı

Feng Shui'nin sözlük anlamı "rüzgar" ve "su" dur.
Doğayı etkileyen iki akıcı güç olarak tanımlanır. Feng Shui, yaşadığımız iç ve dış mekanlarda hayatımızı etkileyecek olumlu etkenlerin arttrılmasını, olumsuz etkenlerinde önlenmesini gösteren yöntemlerdir.
Kısacası Feng Shui, doğanın güçlerini ve enerjisini yönlendirme sanatıdır.
Bu yöntemleri kullanarak evren ile denge içinde yaşamayı sağlayabiliriz.
Feng Shui yöntemlerini yaşadığımız mekanda ve işyerimizde uygulayarak, şansımızın artmasını, pozitif enerjinin yayılmasını sağlamış oluruz.

Feng Shui'ye göre şans 3 grupta toplanır ve buna KOZMİK ÜÇLÜ adı verilir.
  • Doğuştan Gelen Şans (Değişmez)
  • İnsanın Kendi Yarattığı Şans(Değişir)
  • Dünyevi Şans(Değişir)
İnsanlar bir şansla dünyaya gelirler. Buna KADER denir ve bu kaderi değiştirmek mümkün değildir.
Değiştiremediğimiz kaderin dışındaki diğer şansların kontrolü bizim elimizdedir. İnsanlar çalışarak, iyi bir eğitimle ve akıllarını kullanarak kendi şanslarını yaratırlar ve Bu şansın kontrolü mümkündür.
Olumsuz yönlerini, Feng Shui uygulayarak olumlu hale getirebiliriz. Doğada varolan enerjileri aktive ederek dünyevi şansımızı arttırabiliriz

  • Neden bazı aileler diğerlerinden daha fazla zenginleşir?
  • Neden bazı şirketler büyürken diğerleri küçülür ve kötü duruma düşer?
  • Neden bazı insanların hayatlarında olumlu olaylar yaşanırda, bazıları herşeylerini kaybeder?

Çin'liler bu sorulara Feng Shui teknikleri ile bir açıklama getirirler; Pozitif ve Negatif enerjilerin insanların hayatını olumlu ve olumsuz yönde etkilediğine inanırlar. Feng Shui'yu doğru olarak uyguladığımız takdirde kendimizde ve aile bireylerimizde olumlu sonuçlar göreceğiz. Böyle bir bakış açısından yola çıkarak, hiç kimse Feng Shui hakkında bilgi edinmeme isteğini duyamaz.

Feng Shui bize yaşadığımız mekandaki, işyerimizdeki yani çevremizdeki etkenleri olumlu yönde nasıl kullanacağımızı öğretir.

Yaşadığımız mekanda çevremizde bizi etkileyen ve devamlı hareket eden kozmik, metafiziksel enerji vardır.
Bu enerjinin adı "Chi"dir.
Chi atmosferde sessizce ve görünmeden sürekli dolaşır, çok güçlüdür.
Çin'liler bu gücü "Ejderha'nın kozmik nefesi" olarak tanımlarlar.

Feng Shui bu enerjiyi bize en faydalı olacak şekilde kullanmayı gösterir.


MEKAN PLANI

ÇALIŞMA ODASI

  • Merdiven veya asansör giriş/çıkış karşısında olmamalı
  • Enerji akışı dik(negatif), önlemek için canlı bitki/yapay bitki veya paravanla bloke edilmeli.
  • Koridor sonunda olmamalı.
  • Negatif enerji akışını önlemek için koridor üzerinde canlı veya yapay bitkiler kullanılmalı.
  • Koridor Yeterli derecede aydınlatılıp enerjinin yukarı yönde hareket etmesi sağlanmalı.
  • Koridor duvarlarına enerji akışını yavaşlatmak için resimler asılmalı.
  • Negatif enerjiyi bastırmak için 5 çubuklu rüzgar çanı asılmalı.

Çalışma odası kapısının direk olarak karşısında başka bir çalışma odası kapısı varsa kapı üzerine rüzgar çanı veya kırmızı renk kurdela ile bağlanmış bambu fülütler asılarak negatif enerji akışı önlenebilir.

Kapı karşısında dik konumda olmamalıdır. Dik hareket eden enerji hızlı ve kuvvetli olduğu için oturan kişide negatif etki yaratacaktır.

Koridor karşısında yerleştirilmiş çalışma masası koridor karşısında ise kapı devamlı kapalı tutulmalı ve masanın üzerinde doğal kristal taş kullanılmalı. Böylece negatif enerji akışının hızı engellenmiş olur veya masanın konumu değiştirilmelidir .

Sivri köşe(çıkıntılı duvar), kolon, açık raf karşısında veya arkasında oturulmamalıdır.

  • - Önlemek için masanızın üzerinde taze çiçek kullanabilirsiniz.
  • - Sivri köşeleri doğal veya yapay bitkilerle bloke etmelisiniz.
  • - 5 çubuklu rüzgar çanı asabilirsiniz.
  • - 2 adet bambu fülüt sivri köşelerden asabilirsiniz.

Tavan kirişleri veya direk spot ışıkları altında oturulmamalı. Arkanızı kapıya dönük pozisyonda oturmayın. Arkamız duvara, yüzünüz kapıyı görecek pozisyonda oturmalısınız. Arkamızda pencere olmamalı. Eğer varsa kalın perde veya jaluzi ile devamlı kapalı tutmalısınız. Tuvalet kapısı karşısında oturulmamalı. Feng Shui'de en negatif yerleştirme şeklidir. Tuvaletten gelecek negatif enerji akımı şansınızı olumsuz yönde etkileyecektir.



MUTFAK


Mutfak insanların şansını doğrudan etkileyen bir mekandır. Bu mekanı düzenlerken dikkat edilecek en önemli noktalardan biri elementlerin dengesidir.
Ateş elementini temsil eden ocak veya fırın;
su elementini temsil eden lavabo, buzdolabı ve bulaşık makinaları ile yanyana veya karşılıklı olmamalıdır.
Ateş ve su kesinlikle karşı karşıya gelmemelidir.
Lavabo(su) ve Ocak(ateş) yanyana yokedici döngüdür.
Mutfak kapısı tuvalet kapısı karşısında olmamalı Ocağın bulunduğu duvarın üzerinde pencere olmamalı.
Yemek pişirirken arkanız mutfak kapısına dönük pozisyonda olmamalı.
Mutfak salon veya yemek odasından aşağı seviyede olmamalı.
Yemek, yiyecek bereketi sembolize eder.
Mutfak giriş kapısı (evin ön cephesi) yönünde olmamalı.
Bereketiniz kolayca kaybolacaktır .Mutfak evin arka cephesinde olmalı.
Ocak, tuvalet ile aynı duvarda olmamalı.
Tuvalet sifonunu her çekişinizde bereketiniz kalmayacaktır.
Mutfak kapısı veya ocak karşısında merdiven olmamalı OTURMA ODASI Sivri köşeleri, duvar çıkıntılarını ayna, yapay/doğal bitkiler, paravan veya dolaplarla kamufle etmelisiniz.

Tavan veya yerlerde kullanılan dekoratif süslemeler sivri köşeli şekiller olmamalı. Mobilyalarda düz hatlar tercih edilmeli. Koltukların arkası yüksek olmalı, böylece arkanıza destek sağlamış olursunuz. Büyük dolaplar kapaklı olmalı, açık raflar tercih edilmemelidir. Yüksek dolaplar duvara dayalı pozisyonda yerleştirilmelidir. Mobilyalar, salona girişi, enerji akışını engelleyici pozisyonda yerleştirilmemelidir. Oturma grubu ve sehpalar kare veya dikdörtgen olacak şekilde yerleştirilmeli, en iyi yerleştirme bagu(pa kua), sekizgen şeklidir. L şeklinde yerleştirme feng shui açısından olumlu değildir. Eksik olan şekli tamamlamalıyız. Elementleri pusula yönlerine göre tespit edip, enerjiyi doğru yönlerde doğru objelerle arttırmalıyız.


YATAK ODASI


Hayatımızın üçte birini uyuyarak geçirdiğmizden dolayı, enerjimizi tekrar şarj etmemiz ve iyi dinlenmemiz için yatak odasını yerleştirme düzeni çok önemlidir. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar: Ayaklarımız kapıya doğru uyumamalıyız. Yatak odasında kullanılan çarşaf ve örtüler düz renklerde seçilmeli, eğer desenli ise geometrik şekiller tercih edilmemeli. Çünkü bu şekiller negatif enerji yayarlar ve dinlenmenizi rahatsız ederler. Yatak başınız pencereye dayalı veya pencerenin altında olmasın. Eğer böyleyse, pencereyi bloke edecek şekilde perde, jaluzi veya yatak başı kullanın. Kiriş altında uyumayın. Kirişler ayrılığı sembolize eder, ve bunların altında uyuyan kişilerin sağlık problermleri olur. Bu kural oturma mekanları içinde geçerlidir. Böyle bir durumda, kumaşdan sembolik bir tavan yapın veya yatağınızın üzerine gelen kısmın krişlerini kapayın. Rüzgar çanı,bambu flütler veya kırmızı püskül de asabilirsiniz. Evli çiftlerde tek kişilik iki ayrı yatağı yanyana koyup çift kişilik yatak olarak kullanmayın. Bu tip yerleştirme çiftlerde ayrılığı sembolize eder. Yatağınızın başını , eğer varsa; tuvalet duvarı ile aynı duvara koymayın. Evli çiftlerde ebeveyn yatak odasının Güneybatı (Evlilik İlişkileri ve Mutluluk) yönünde olması çok iyi. Yatak odanızda mümkün olduğu kadar yang renkleri, kırmızı, altın renklerini kullanmayın, Çünkü uyku yin(-) bir aktivitedir ve bu renkler enerjinizi uyararak uyku ve dinlenmenizi önler. Yatak odanızda Tv, müzik seti, bilgisayar gibi elektronik aletleri bulundurmayın. Çünkü bu tip aletler elektromanyetik enerjiyi yansıtır ve sağlığınız için zararlıdır. Mümkün olduğu kadar az mobilya kullanın ve temiz, düzenli tutn ki enerjinin akışı bütün odada yumuşak olsun. Bitki ve çiçekleri sadece hasta olan kişilerin yatak odalarında yang(+) enerji yaymak için kullanın. Yatağınıza dik gelecek şekilde dolap, duvar ve diğer mobilya köşelerinin olmamasına dikkat edin. Yatağınızı görecek pozisyonda ayna kullanmayın. Yatak odanızın içinde tuvalet veya banyo varsa kapılarını ve klozet kapaklarını her zaman kapalı tutun. Elektrikli battaniye ve su yatağı kullanmayın. Canlı bitki kullanmayın. Canlı bitki sadece hasta olan insanların yatak odasında pozitif enerji akışı, sağlamak için kullanılır. Bunlarda özellikle kaktüs, sivri uçlu ve dikenli bitkiler olmamalı. Su ile ilgili hiçbirşey kullanmayın, özellikle akvuryum.


FENG SHUI VE AYNALAR


Boy aynaları görüntünüzü kesmeyecek şekilde olmalıdır. En ideali aynanın yerden başlayıp boy ölçüsünde olmasıdır. Duvarlarda kullandığınız aynalar, WC/Banyo, yatak, merdiven, mutfak ocağı ve fırını, en önemlisi giriş kapınızın karşısında olmamalıdır. Yatak odalarında mümkün olduğunca ayna kullanmamaya dikkat edilmelidir. Özellikle yatağı yansıtacak pozisyonda ayna kullanılmamalıdır. Bu şekilde yapılan uygulamalar, uyku problemlerinizin artması ve ilişkilerinizin bozulmasına neden olacaktır. Yemek masalarının yan duvarında kullanılan aynalar, bereketinizi arttıracaktır. Mutfakta yemek pişirmek için kullandığımız ocağı, yansıtacak şekilde ayna kullanılmamalıdır. Kullanıldığı takdirde, ateş enerjisini çok fazla harekete geçirerek kazalara neden olur. Şöminlerin üzerinde sokak kapısını yansıtmayan pozisyonda ayna kullanarak ateş enerjisini kontrol edebiliriz. Koridorlarda ayna kullanılması hızlı ve dik akan zararlı enerjiyi yavaşlatması bakımından olumludur.

22 Tem 2007

Türkiye ve Seçimler Tablosu

Pazar, Temmuz 22. 2007

Seçim sabahı hala oyumu kime vereceğime karar verebilmiş değilim .
Kararsızım . Kararsızlar grubuna giriyorum .
Bugün Türk gazetelerinde 'Seçim Propaganda'sı dışında haberler olmalıymış.
Propaganda ne demek acaba ?

Vıkipedia 'dan bakalım :

"propaganda "yayılacak şeyler" manasına geliyordu. 1622 senesinde, 30 yıl savaşlarının başlangıcından hemen sonra, Hristiyan olmayan ülkelere gönderilen misyonerler vasıtasıyla Hristiyanlığın yayılmasını gözeten Congregatio de Propaganda Fıde(İnancı Yayma Meclisi)'ni kurdu. Kelimenin orijinal anlamı yanıltıcı bilgi anlamına gelmiyordu. Modern politik manası I. Dünya Savaşına kadar gider ve orijinali alçaltıcı bir mana içermemektedir.
Propaganda bilinen çok eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. Livy gibi Roma İmparatorluğu yazıları Roma yandaşı propagandanın baş eserleri olarak kabul edilir. Terimin kendisi Katolik inancının yayılması ve Katolik olmayan ülkelerde kliseye ait işlerin düzenlenmesiyle görevli papalık makamı olan, İnancın Yayılması için Roma Katolik Kutsal Meclisinden (sacra congregatio christiano nomini propagando veya kısaca, propaganda fide) gelmektedir. Terimin kendisi "yayılması gereken" anlamına gelen propagand- Latince kökünden gelmektedir.
Propaganda teknikleri ilk defa 20.yy'un başında gazeteci Walter Lippman ve psikolog Edward Bernays (Sigmund Frued'un kuzeni) tarafından tanımlanmış ve bilimsel bir şekilde uygulanmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, Lippman ve Bernays ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından görevi İngiltere yanında savaşa girmek için kamu oyunun fikrini etkilemeyi amaçlayan Creel Komisyonu'na katılmak üzere tutulmuşlardır.
Lippman ve Bernays'ın propaganda kampanyası altı ay içinde o kadar büyük anti-Alman histerisi yaratmıştıki, Amerikan iş alemini (ve diğerlerinin yanında Adolf Hitler'i de) kamu oyunu geniş boyutlu propaganda ile kontrol etme potansiyeli ile etkilemiştir. Bernays "grup zihni" ve "niyetin tasarlanması" gibi pratik propaganda çalışmalarında kullanılan tanımları ortaya atmıştır.
Mevcut Halkla ilişkiler endüstrisi Lippman ve Bernays'ın çalışmalarının direkt sonucudur ve hâlâ ABD hükümeti tarafından kullanılmaktadır. 20.yy'ın ilk yarısından sonra Bernays ve Lippman çok başarılı bir halkla ilişkiler şirketi işletmişlerdir.
II. Dünya Savaşı propagandanın bir silah olarak hem Hitler'in propagandacısı Joseph Göbels hem de İngiliz Politik Savaş İdarecisi tarafından sürekli kullanıldığı bir savaş olmuştur."

Oysa ünlü İskoç gazetesi Sunday Harald 'dan bir yazı okuyabiliriz:
"The election is a test of whether Turkey can strengthen its fragile democracy and emerge from a post-modern political crisis. Turkey's fault lines are deep, a roiling mix of secularism vs. Islamism against a backdrop of ethnic violence, rising nationalism, the Iraq war and globalisation."
Dışarıdan sorunlarımız nasıl görünüyor ? İşte karne notumuz.
Kırılgan demokrasi
Postmodern siyasi krizler
Laiklik ve islam
Etnik şiddet
Yükselen milliyetcilik
Irak şavaşı ve globalleşme
"The old secular elite, the "white Turks" of the west, is also contending with the growing power of a new middle class, conservative and religious from central and eastern Anatolia and represented by the AKP."
İskoç dostumuz böyle bakıyor tabloya:
"Yaşlı Laik beyaz Türkler Genç Anadolu Orta sınıfına karşı "
Batı esasında kendi huzurunu bozmayacak,kendi anladığı kavramlarda bir hükümeti görmekistiyor .Bu coğrafyaya da öyle bakıyor .Yüzyıllar boyunca genlerine işlemiş olan Hıristiyan düşüncesiyle bakmak istiyor dünyaya.
Oysa hümanizma temelli ,hukuk , özgürlük ve fırsat eşitliği ve kardeşlik temelinde bakması gerekmiyor mu ?
Batı basınında çıkan hiç bir yazıda dostluk ve kardeşlik tadı almadım ben . Hep o ekşi , acı ve buruk 'Öteki insanlar ' yaklaşımını hissettim.
Ne kadar yazık ..

21 Tem 2007

Harry Potter and the Deathly Hallows

Harry Potter and the Deathly Hallows
By J.K. Rowling

Reviewed by Alice Fordham

Death and vengeance hang over this book from the outset.
Readers know that this is the last episode and that resolution will come only with heavy losses, besides which Rowling has hinted strongly at a bloodbath. As a consequence, the first hundred pages will be turned with whitened knuckles, and Rowling ruthlessly exploits this belly-gripping anxiety.
The opening chapter introduces us not to our beloved heroes, but to Voldemort, massing his forces, humiliating and murderous as ever. The first scene of action and danger is a spectacular stunt, involving no fewer than 15 of the good guys in mortal peril. It is testament to Rowling’s gifts that her readers know, love and will be able to recite the family history of all 15 - and would be sorry to see them go.
Every casualty - fretted about by millions for the last two years - has great impact and bad news, of which there is plenty, comes at moments of high drama. Strong nerves will be required for this first section, when every edifice seems to fall to the Dark forces.

Of course, there are always healthy doses of Dark magic in Potter books, but gradually, even in times of brittle peace, we realise this one is going to be rather different. Harry and his pals, in case you haven’t been frantically re-reading the first six books for clues, must set out on an expedition to find pieces of their arch-enemy’s soul. As Hermione reveals the arrangements she has made to give her parents new identities, and even Ron contemplates the sacrifices to be made, it becomes clear that this is to be no boarding-school book in disguise. They are dropping out of Hogwarts in earnest, and there will be no Quidditch, no pumpkin juice and no Blast-Ended Skrewts.
With this, Rowling sets herself a difficult task. Her convoluted fantasy plots have in the past been leavened with wit that revels in the imagined detail of the wizarding world. From Bertie Bott’s Every-Flavoured Beans to Romilda Vane and her love potions, school life had endless charm to offset its increasingly gruesome goings-on. In this book, Harry, Ron and Hermione spend a lot of time on their own, camping in damp and cold bits of Britain. Unable to communicate with their sweet and scatty friends, and cut off from what remains of their families, they have some dark times.
And yet, I do not think that any fan will be disappointed. Much as everyone loves the Pensieves and the Polyjuice potion, the real appeal of the Potter books has always lain in the characters. The queueing, the excitement, are not just because we must know what happens, but because we love Harry and the rest, and are touched over and over again by the strength of their friendship. We have watched them grow up, felt their flaws and admired their bravery, and will willingly read about them through their times of trouble, even without the distractions of Hogwarts. Rowling’s genius is not just her total realisation of a fantasy world, but the quieter skill of creating characters that bounce off the page, real and flawed and brave and lovable.
The book, then, is as much a journey into the mysteries of the characters as a linear narrative. We learn much more of Dumbledore, and his murky past. We had not heard the last of Snape. Ron’s mettle is severely tested and Hermione’s courage stretched to its limits by the dismal frustrations of their mission. Although some may find the lengthy explanations required tedious, I think that more will be grateful for the satisfaction of seeing every piece of the puzzle fit together.
There is some gentle politics. As the Ministry becomes ever Darker, Rowling includes a description straight out of a totalitarian fantasy. Giant black statues of wizards seated on thrones made from the bodies of Muggles adorn the entrance to the Ministry of Magic, along with the slogan MAGIC IS MIGHT. Muggles and half-breeds are persecuted and Hermione is vindicated in her long-ignored campaign for the well-being of downtrodden members of the wizarding world. The message of tolerance and consideration is not especially subtle, but it is neither surprising nor jarring to find it in a series of books with so pointed an ethical dimension to the narrative.
There will also be, for those who are looking for it, a religious undertone. In the climax of a storyline that began when Harry’s mother produced strong magic by sacrificing her life for him, acceptance of death leads, in one case, to a new form of life. People will interpret this as they choose.
On the flyleaf Rowling quotes from Aeschylus’s final play in the great Orestes trilogy. The finality of death, in that tragedy, closes a horrible cycle of revenge and allows a final peace. Although readers may be distraught at all the slaughter, Rowling knows the importance of peace after the cataclysm. We have been a long way together, and neither she nor Harry let us down in the end

16 Tem 2007

Bilge Karasu


Bilge Karasu 'yu 12. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum : Y.Ç


"Gece" metninden alıntı :


"Gece nerede, hangi anda başlar? Buna hangimiz karar verebildi? Gecenin geleceği, geldiği, indiği, sardığı, gömdüğü, hep birer benzetim olarak söylenebilir; gecenin üzerimize kapanmakta olduğunu, bizi ezeceğini hepimiz gördük. Hangimiz, kaçınılmaz olduğu bilinen şeyler karşısında bile, kendini biraz daha aldatmaktan, bu kaçınılmazdan kaçılabileceği , belki de bu korkulanın başa hiç gelmeyeceği umuduna- bütün boşluğunu bilerek-kapılmak çocukluğunu göstermekten utanç duydu? Hiçbirimiz, dense yeridir sanırım. Gecenin çoktan bastırdığını bildiğim halde daha yeni yeni akşam oluyormuş gibi yazı yazmaklığım, kolaylıkla, yapıntının özel özgürlüğünden dem vurarak açıklanabilir; öykücü, öyküsüne istediği yerden başlayabilir demek, güç olmasa gerek. Ama bu başlangıcı seçerken kendimi hala bir takım umutlara, boş avuntulara salmış olmuyor muyum? Gece, yazdığım gibi, ağır ağır yayıldı ovaya, sonra tepeleri de boğdu. Yeraltı saraylarından söz ederken, bir takım büyük yapıların bodrum katlarında, beden eğitimi yapıldığı, çeşitli oyunlar oynandığı anlatılan salonları düşünüyordum. Bir masal havası içerisinde anlattıklarım karşısında kendime de, okurlarıma da -kimlerse bunlar... Bu yazdıklarımı birileri okuyacakmış gibi davranıyor muyum gerçekten? Yoksa...- anlatılana inanmamak hakkını tanımış, bu hakkı tanımak için uğraşmış olmuyor muydum? En azından, okurlarım olabileceğine inanmak istiyordum. Oysa şu anda biliyorum ki, benim dışımda bu yazdıklarımı okuyacak, okuyabilecek tek kişi var. Bu kişi defterimi yok etmeyebilir de. Karar vermek bana düşüyor. Şu birkaç defterimi yırtıp yakmak, külünü yemek mi, bitirip her şeyi ona da okuttuktan sonra yok etmek mi, yoksa, ona bırakmak mı gerekir? "

13 Tem 2007

Marmaris Akyaka Gezi Notları


Bu Yazı Mahmut Ali Özyön tarafından kaleme alınmış İlker İnal tarafından bize iletilmiştir .

Çamların altındaki huzur sığınağı

Akyaka

Gökova Körfezi'nin en sakin ve muhteşem koyunda yer alan Akyaka,

Doğasıyla, ortamıyla huzuruyla ve hepsi birbirinden güzel evleriyle Türkiye'nin en mükemmel tatil yerlerinden biri.

Muğla-Marmaris karayolundan muhteşem manzaralı Sakartepe Geçidi inişini bitirirken, sağa ayrılan yolu takip ederseniz, çamlar arasından geçerek 'huzur sığınağı' diyebileceğim Akyaka'ya ulaşırsınız.

Dingin ortamı, görkemli çam ağaçları ve çiçekli bahçeleriyle bezenmiş iki katlı evleri hemen dikkatinizi çekecektir. Akyaka, içine girer girmez sarmalıyor insanı.

Günümüzün modern mimarisi ile birleştirilen bu evlerde Nail Çakırhan'ın büyük emeği varmış. Mimarlık eğitimi olmamasına karşın 1983 senesinde Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazanan Nail Çakırhan'ın geleneksel mimariye uygun olarak yaptığı evler, Akyaka'nın kimliğini de oluşturmuş.

Kendi evinden sonra eşine dostuna da evler yapmış. Belde, bu sayede çarpık kentleşmenin etkisinden de kurtulmuş.

AZMAK SUYU

Akyaka şehir merkezinin içine girip, orman alanına doğru ilerlerken sola dönerseniz plaja çıkarsınız. Burası aynı zamanda Azmak Deresi'nin denizle buluştuğu nokta.

Akyaka'nın havası fazla nemli olmadığından asla sıkıcı değil.

Rüzgar tatlı tatlı, temiz ve deniz kokulu esiyor. Sırtını çam ormanına dayamış plajın kumu da çok güzel.
Deniz, metrelerce sığ, tabii biraz dalgalı. Kıyıda zakkumlar, insanların gölgelenmesine olanak sağlıyor. Alternatif olarak da yürüyerek ya da tekne kiralayarak biraz daha ileriye gidip ormanın gizlediği kumsallı koylardan birinde çok rahat denize girebilirsiniz.

Deniz ve orman iç içe girmiş, doğal bir güzellik oluşturuyor buralarda. Hatta o kadar ki, çam ağaçlarının denizin üzerine uzanan dallarından kendini denize bırakanları bile görebilirsiniz.

Kendi çapında bir hareketliliği olan Akyaka, kafa dinlemek ve stres atmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Daha fazla hareketlilik ve eğlence isterseniz yarım saat mesafedeki Marmaris'i değerlendirebilirsiniz.
Akyaka Notları
Ömer Kokal arşivinden alıntılarla Akyaka 'ya başka bir bakış
Balıkçı kayıklarıyla, günlük tur teknelerinin yanaştığı Akyaka iskelesinin bir tarafında halka açık küçük bir plajla, palmiye ve çam ağaçlarıyla kaplı Orman Kampı; diğer tarafında ise Kadın Azmağı’nın tahta köprülü girişi bulunuyor.


Halk Plajı, her zaman nemli kumsalı ve sığ suları ile pek de keyifli bir deniz keyfi sunmuyor. Orman Kampı ise son derece ilginç bir alan.

Akyaka’nın sosyal çeşitliliğini en iyi burada görmek mümkün. Kıyıda rüzgar sörfü ve kano kullananlarla, ormanlık alanda mangal yapan aileler ve beton iskele üzerindeki “beach club” imitasyonu; Akyaka’nın herkese hitap edebilen yanını gösteriyor.

Orman Kampı’nın en hoş yanı Yücelen Otel’e ait olan küçük kulübelerin ve lüks sayılabilecek karavanların bulunduğu, palmiyeler ve kızıl çamlarla gölgelenen kısmı. Burası Akyaka ziyaretçilerine sıradışı konaklama olanağı sunuyor. Ancak Akyaka’da bulunan bir başka konaklama mekanı var ki, mimarisinden konumuna kadar kendi kategorisinde ilk sıralarda yer alabilecek kalitede.

Kadın Azmağı’nın hemen kıyısında kurulmuş olan Ottoman Residence en ince ayrıntısına kadar geleneksel mimariden izler taşıyor. İnsana saygılı mimarisinin yanına hizmet kalitesini ekleyen otel, örnek bir mekan olarak çıkıyor karşımıza.

KADIN AZMAĞI

İskelenin diğer tarafında yer alan Kadın Azmağı’nın denizle buluştuğu nokta ise Akyaka’nın en keyifli yeri. Azmak, yeraltından çıkan suların oluşturduğu akarsulara verilen ad.
Kadın Azmağı, Sakar Dağı’nda çıktığı noktadan başlayarak 2 kilometre boyunca sazlıkların arasından yılankavi akarak denizle buluşuyor. Azmak boyunca kano yapmak inanılmaz keyifli. Buradaki bir başka keyif ise azmak boyunca sıralanan ve adeta suyla bütünleşen restoranlar.
Zengin zeytinyağlı meze çeşitlerinin yanında bereketli Gökova’dan elde edilen deniz ürünleri de buradaki mekanların mutfağını oluşturuyor. Kefal, levrek, sinarit ve barbun gibi pek çok balık çeşidini burada bulmak mümkün.

12 Tem 2007

Gerçek ve Görev

Görev ne diye sorar genç adam .
Görev gerçeği aramaktır diye yanıt verir yaşlı adam .
Gerçek nedir diye sorar genç adam .
Gerçek görevi bilmektir diye yanıt verir yaşlı adam .
Peter Høeg


Çağdaş Danimarkalı yazar Peter Hoeg 'in polisiye romanı :
Bayan Smilla ve Karlar ,
"Isaiah yerde yatıyor. Bacakları kıvrılıp altında kalmış, yüzü karın içinde, kendini üzerine düşen spot ışığından korumak istermiş gibi ellerini başının etrafına dolamış. Sanki kar bir pencereymiş, o da bu pencereden bakıp dünyanın derinliğinde bir görüntü yakalamış gibi... Karı tam önünde durduğumuz yerden adımlamaya başlamış. Ayak izleri sınıra kadar bir eğri çizerek, çatı boyunca on metre kadar devam ediyor. Oraya gelince durmuş. Sonra köşeye, binanın bitimine kadar gitmiş. Yarım metre kadar kenardan yürümüş, diğer ambara en yakın olan köşeye doğru. Oradan çatının ortasına yönelip üç metre geri gelmiş, koşmaya başlamak için. Sonunda izler dosdoğru atladığı yere gidiyor. Diğer çatı cam gibi siyah karolarla kaplı, oluğa doğru dimdik bir açıyla iniyor, karlar kayıp olukta birikmiş. Tutunacak hiç bir yer yok. Doğruca, boşluğa atlamış olmalı."


Isaiah dan başka kimsenin ayakizi yok... Başından beri Isaiahla her durumda geçerli bir anlaşmamız vardı, onu zor durumda terketmeyeceğime dair, ne hiç bir zaman, ne de şimdi...
Peter Høeg er født i København 1957. Han er student fra Frederiksberg Gymnasium i 1976 og mag.art. i litteraturvidenskab fra Københavns universitet i 1984 og har haft forskelligt arbejde som danser og idrætslærer. Han lever nu som fuldtidsforfatter.


"1988 med romanen "Forestilling om det tyvende århundrede", der vakte stor opmærksomhed. De følgende fortællinger og romaner: "Fortællinger om natten", 1990, "Frøken Smillas fornemmelse for sne", 1992, filmatiseret af Bille August i 1997, "De måske egnede", 1993, "Kvinden og aben", 1996 har cementeret hans ry også internationalt som en bemærkelsesværdig skildrer af den moderne europæiske kultur og dens menneskelige omkostninger. Hans værker er oversat til en lang række sprog og sælges i over 30 lande."

11 Tem 2007

Evrensel Kültür ve Yazı

Ortaçağda Evrensel kültür ya da küresel kültür yazıları


Orta Çağda üç evrensel kültür merkezi vardı.

  • İstanbul Boğazı üzerinde Konstantinopolis
    Bağdat
    Kurtuba (Cordoba).


'Helenistik kültürün merkezi ' Konstantinopolis Orta Çağlar dünyasının en zengin ve en parlak kenti idi.

Arapçanın doğduğu iki nehrin birleştiği güzel kent ,dillere destan bibir gece masallarının dekoru Bağdat .

İspanyada, Avrupanın en uygar kenti olarak dikkat çeken Kurtuba'da 70 kitaplığı ve 900 halk hamamı vardı.

Arapların Mısır ve Suriyeyi fethinden sonra, Helenistik kültür Bizans'ın da Halifeliğin de ortak malları olmuş gibi idi.

Suriyedeki manastırlarda, kendi hâllerinde yaşayan keşişler, salt dinî metinleri değil, laik edebiyat parçalarını da bıkıp usanmadan tercüme ediyorlardı.

Bin yılın tarihi çevriliyordu .

Kadim Mısır 'ın 32 ciltlik Thot kitapları , Zerdüşt yazıtları , Hindu kitapları,Sanskrit metinler, Ezra dönemi Musa parşömenleri , Esseni ve Farsi kayıtlar ,Suriye ve Anadolu kiliselerinin keşişleri tarafından yerel dillere çevriliyor .

Bu yazılar Konstantinopolis üzerinden Floransa'ya oradan da Kurtuba'ya ulaştırılıyordu.


Binlerce yıllık tarihin , evrensel kültürün bu gizli kalmış kahramanları Süryani Keşişler olarak bilinmektedir.
Süryani kiliseleri ve keşişleri evrensel kültürün yayılmasında ciddi bir rol oynamışlardır .

9 Tem 2007

ENİS BATUR

Damla

Zaman, dolmakalemin kustuğu
mürekkep damlasında biçim alır:
Islak, aldığı ışıkla canlı, geçip
gittiği kurumasından belli.
Etkisine gelince, kapladığı ilk,
kesin alanın etrafında, neden
sonra kağıdın dokusunun emip
yaydığı bir hale belirir ya,
bellek herşeyi biraz tutar
biraz büyütür.

Ataol Behramoğlu

AŞK İKİ KİŞİLİKTİR

Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;

Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

8 Tem 2007

August Strindberg


KUZEYİN VİCDANI OLMAYI SEÇMİŞ BİR YAZAR


İsveç 'te yaşadığım yıllarda daha Kuzey dilini tam olarak öğrenmeden bir iki oyununa gittiğimi anımsıyorum .Sonraları İsveççe'yi öğrendikten sonra daha yakından ve kapsamlı inceleme fırsatım oldu bu büyük yazarı. Hep bir iki eserini Türkçe 'ye çevirme isteğim oldu , ama fırsat bulamadım .
Kuzey'in karanlıklar sihirbazı büyük tiyatro yazarına bu borcumu bir gün ödeyeceğim .
İsveç 'in en fakir en zor yıllarında yazarlık, fotoğrafcılık ve ressamlık yapmış bir sanatçı.
“Yazık olmuş insanlara!”
“Yaşam korkunç! Yaşam kötü! İnsan olmak kolay değilmiş! Yazık olmuş insanlara!”
Bu sözler Tanrı İndra’nın kızına ait; August Strindberg’in “Ett Drömspel” Bir Düş Oyunu isimli şiirsel ve mistik eserinin baş karakteri!..
August Strindberg önemli bir yazarr. Eserleri 120 cildi bulur!... 60 oyun yazmıştır. Çocukluğu, gençliği, evliliği ıstıraplar içinde geçmiştir. Kadınlardan nefret ettiği söylenir . Anarşist ve çılgın olduğunu söyleyenler de az değildir .
“Yazık olmuş insanlara!”
Oyunda Tanrı İndra’nın kızı insanların durumunu öğrenmek için yeryüzüne inmiştir.
İndikten sonra da gözlemler yapar, insan gibi yaşar, bir avukat sevgili bulur; insanla ilgili yargısı şu olur: “Yazık olmuş insanlara.”
“Sevgilim, ölüyorum! Bu havasızlık, apartman aralığına bakan bu odalar, bu bitmez tükenmez uykusuz saatler boyunca dinlediğim çocuk çığlıkları, dışarıda bekleşen insanlar, onların dertleri, kavgaları, yakınmaları öldürüyor beni. Bu evin içinde öleceğim!...”
August Strindberg 1912 yılında Stockholm’de öldü .


KİMBİLİR BELKİ DE ÖLÜMÜNÜN YÜZÜNCÜ YILINA KADAR BİR ESERİNİ TÜRKÇE 'YE ÇEVİRİR BORCUMU ÖDERİM .

August Strindberg

KUZEYİN VİCDANI OLMAYI SEÇMİŞ BİR YAZAR

İsveç 'te yaşadığım yıllarda daha Kuzey dilini tam olarak öğrenmeden bir iki oyununa gittiğimi anımsıyorum .Sonraları İsveççe'yi öğrendikten sonra daha yakından ve kapsamlı inceleme fırsatım oldu bu büyük yazarı. Hep bir iki eserini Türkçe 'ye çevirme isteğim oldu , ama fırsat bulamadım .
Kuzey'in karanlıklar sihirbazı büyük tiyatro yazarına bu borcumu bir gün ödeyeceğim .
İsveç 'in en fakir en zor yıllarında yazarlık, fotoğrafcılık ve ressamlık yapmış bir sanatçı.
“Yazık olmuş insanlara!”
“Yaşam korkunç! Yaşam kötü! İnsan olmak kolay değilmiş! Yazık olmuş insanlara!”
Bu sözler Tanrı İndra’nın kızına ait; August Strindberg’in “Ett Drömspel” Bir Düş Oyunu isimli şiirsel ve mistik eserinin baş karakteri!..
August Strindberg önemli bir yazarr. Eserleri 120 cildi bulur!... 60 oyun yazmıştır. Çocukluğu, gençliği, evliliği ıstıraplar içinde geçmiştir. Kadınlardan nefret ettiği söylenir . Anarşist ve çılgın olduğunu söyleyenler de az değildir .
“Yazık olmuş insanlara!”
Oyunda Tanrı İndra’nın kızı insanların durumunu öğrenmek için yeryüzüne inmiştir.
İndikten sonra da gözlemler yapar, insan gibi yaşar, bir avukat sevgili bulur; insanla ilgili yargısı şu olur: “Yazık olmuş insanlara.”
“Sevgilim, ölüyorum! Bu havasızlık, apartman aralığına bakan bu odalar, bu bitmez tükenmez uykusuz saatler boyunca dinlediğim çocuk çığlıkları, dışarıda bekleşen insanlar, onların dertleri, kavgaları, yakınmaları öldürüyor beni. Bu evin içinde öleceğim!...”
August Strindberg 1912 yılında Stockholm’de öldü .


KİMBİLİR BELKİ DE ÖLÜMÜNÜN YÜZÜNCÜ YILINA KADAR BİR ESERİNİ TÜRKÇE 'YE ÇEVİRİR BORCUMU ÖDERİM .

Günter Grass

Günter Grass ve Anıları

Bugün The NewYork Times Kitap ekinde ünlü Alman yazar Günter Grass ile ilgili bir yazı vardı .
'Soğanı Soyarken ' adlı kitabın tanıtımını yapan bir başka yazar John Irving yazıyor .
Geçen yıl Ağustos ayında Türk medyasında Grass 'ın eski bir Nazi olduğu manşet yapılıyordu.
"Meğerse o da naziymiş " başlığı yetiyordu . Grass 'ı tanıyan tanımayan , okuyan okumayan her okuyucu hemen yargısını vermeye hazırlanıyordu.
On bir adet roman yazan ünlü yazar John Irving üstüne bir de Oskar kazanan oyun yazıyor . NYT 'daki yazısında kendi gençlik yıllarından başlayarak , Grass 'ı nasıl tanıdığından ve ona olan hayranlığının esas nedenlerini anlatmakla başlıyor yazısına . Bir tanıtım yazısının ötesine geçen Irving anılardan söz ediyor ve Grass 'ı biraz daha
iyi anlamamıza yardımcı oluyor .
SS Birlikleri
2’nci Dünya Savaşı’nın son döneminde Nazi SS birliklerine katıldığını itiraf eden Nobel ödüllü Alman yazar, bu sırrının da yer aldığı, ‘Soğanı Soymak’ adlı son kitabında itiraflarda bulunuyor .Grass, insanlık suçu işlediklerinin farkında olmadıklarını söylüyor.
Soğanı Soymak’ adını taşıyan kitabında 1945 yılında birkaç ay SS gücüne katıldığını anlatan Nobel ödüllü yazar, bu sırrı neredeyse 60 yıldır taşıma nedenini de bir kez daha açıkladı. Grass, “Kendimi ifade edebilmem için uzun zamana ihtiyacım oldu. Tüm bu deneyimi daha büyük bir çerçevenin içine oturtmak ve benim kuşağımdan birisine olup biteni anlatmak istedim." “Tutsaklığımın bitmesinin ve 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından duyduğum utanç ve nefret üzerime üzerime gelmeye başladı; milyonlarca insanın ölümünden Almanların ve Nazilerin sorumlu olduğunu ancak 2 yılda kabul edebildim. Bunu farkettiğim anda çok utandım”
Utanılacak şeyler yapan insanlar bir gün 'soğanın kabuklarını ' soymak zorunda kalırlar.
Önemli olan soğanı ölmeden önce soymak galiba .

5 Tem 2007

Neden Diplomasi değil de Demir Yumruk ?


Türkiye BM Güvenlik Konseyine neden gitmiyor ?

· Genel Kurmay Başkanlığı Sınır Ötesi Operasyonda israr ediyor.
· Sayın Abdullah Gül ‘Gerekirse gireriz’diyor .
· Neden sınır ötesi operasyon kararı alınmıyor ?
· Batı ve Türk kamuoyu neden farklı oluştu ?


Türk kamuoyunda artık Kuzey Irak sınır ötesi operasyonu PKK terörünü durdurmanın tek çözümü olarak lanse ediliyor ve siyasi bir argüman olarak hükümetin önüne çıkarılıyor .

Medyada işlenen konular sınır ötesi operasyonu ağırlıklı. Bu operasyonu yapacak olan TSK ve hükümet arasındaki çelişkiyi görebiliyoruz .
Genel Kurmay başkanımız acaba hükümeti bir karar vermeye mi zorluyor ? Hükümet ise bu konuya vakit ayırmak istemiyor mu ?
Seçim kampanyalarını yürütmek çok mu zamanlarını alıyor ? . Bir anlamda sorumluluğu almak isteyen yok.
Giderek silahlı kuvvetlerin komando güçlerinin, komutanların demeçlerinin havada uçuştuğu ,muhalefet liderlerinin veryansın ettiği bir ortamda dışişleri bakanımız ve başbakanımız oyalama demeçleriyle vakit kazanmak mı istiyor ?
Sorumlu mevkideki Savunma bakanının ve içişleri bakanlarının hiçbir demecine raslamadık.

Akla şu soru geliyor :
Acaba hükümet ne yapacağını bilmiyor mu _?

Dış medya ise daha farklı bir yol izliyor . Önde gelen batılı medya organlarında bir iki haftadır PKK temsilcileriyle ,Irak Kürt yetkililerle reportajlar yayınlanıyor .

Ezilen Kürt azınlık ve onlara azınlık haklarını vermek istemiyen bir Türkiye resmi çizildi bile . Batılı medyanın Ortadoğu savaş muhabirleri batılı okuyucularının en sevdiği ezilen, devlet kurmasına izin verilmeyen mağdur etnik grup senaryosunu her yönüyle işlemeye özen gösteriyorlar. Bu medya bombardımanı yoğun bir biçimde sürüyor .

Bu yayınlardan ortaya çıkan demokrasi isteyen batılı kamu oyu ile savaş isteyen Türk kamu oyu arasında derin bir uçurum oluşmuş durumda .

Bu çelişkiyi görmemek mümkün değil.

Hükümet yapması gerekeni yapmıyor mu , yoksa yapmak mı istemiyor ?

Eğer bir sınır ötesi operasyonu yapacak kanıtlar elde varsa . Eğer söylendiği gibi PKK Kuzey Irak’da Barzani tarafından himaye ediliyorsa , bununla ilgili kanıtları bir dosya haline getirerek , BM güvenlik konseyine sunmak yapılacak en doğal çözüm olmalıydı.

Eğer ortada bir terör davası varsa elde de bunun kanıtı varsa bunu dış medyaya da anlatmak gerekli değil mi ?

Yine kendi kendimize propaganda yaparak , uluslar arası kuralları hiçe sayarak bir operasyon yapmak bu kadar uzman çalıştıran, bilgi birikimi ve yüzlerce yetişmiş diplomatı olan bir ülke için affedilir bir hata olmaz mı ?

Eğer ortada başka hesaplar yoksa , derhal kanıtlar toplanarak bir medya ve diplomasi kampanyası organize edilmelidir .

Bu kampanyayı organize etmek ve yürütmek askeri bir operasyondan önce mutlaka yapılmalıdır .

Şu anda batı kamuoyu bizim operasyon çözümümüze kesinlikle iyi gözle bakmayacaktır.

Diplomasi ve medya kampanyası olmadan yapılacak her türlü askeri operasyon Türkiye’yi onulmaz bir maceranın içine çekecektir .

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...