21 Haz 2008

Babil Kulesi ve Kutsal Dil



Bu sabah Michel Tournier 'in "Meteorlar" kitabından bölümler okumaya devam ettim.


Babil kulesini anlatan bölümde "kutsal dil" den söz ediyordu.Adem'le Havva'nın aralarında konuştuğu dil .

Bir de yılanın konuştuğu ama yalnızca Havva'nın anladığı ayrı bir dilden söz ediyor.
İkinci kutsal dil .Yahudi Hıristiyan kültünde yer verilen konulara İslam kültüründe de rastlıyoruz aslında :İslam kaynakları da bu dilin varlığını teyid eder nitelikte :

"Âdem ve Havva cennetten çıkarılınca yüce Allah kendilerine birtakım kelimeler öğreterek tevbe etmelerini telkin etmiş, ilk insanın duası kabul edilmiştir.Allahü Teâlâ yasak ağacın meyvesinden yemeleri sonucunda, Âdem ve Havva'ya şöyle demiştir: "Hepiniz oradan yeryüzüne inin. Yalnız iyi bilin ki, size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, artık onlara bir korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir." (el-Bakara, 2/38.) "Dedi ki: "Hepiniz oradan inin, birbirinize düşman olarak. Şimdi, benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyarsa, o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz." (Tâhâ, 20/123, 124.) "Allah buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız." (el-A'râf, 7/24, 25)"

Öte yandan Yahudi kültüründe bu dilin varlığı daha farklı bir biçimde anlatılır :

"Ve Rab , her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu toprak­tan yaptı ve onlara ne ad koyacağım görmek için Adem’e getirdi. . Adem, her birinin adını ne koyduysa, canlı yaratıkların adı o oldu. Ve Adem, bütün sığırlara, göklerin kuşlarına ve her kır hayvanına ad koydu." (Tevrat, Tekvin, 2: 19-20.)

"Yılan kadına şöyle konuştu: 'Hiç ölmezsiniz. Tanrı bilir ki ondan yediğiniz gün gözleriniz açılacak. Ve iyiyi kötüyü bilerek tanrı gibi (ölümsüz) olacaksınız."(Tevrat )

Eski Ahid 'de yani Yahudi ve Hıristiyan kültünde Babil Kulesi'nin öyküsü aynıdır.

"Efsaneye göre tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller."

İslami kaynaklarda da Babil Kulesinden söz edilmektedir:

"Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler. Burada insanlara sihir öğretirler. Melekler sihrin küfür olduğunu söyledikleri halde insanlar sihir öğrenmekte ısrar ederler ve karı-kocayı ayırmaya yarayan sihirler öğrenirler. Öyküye göre tüm insanlar rüzgarın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgarla geldikleri yerlere dağıtılırlar."

Bir çok sanatçıya da ilham kaynağı olan Babil kulesi şifresi henüz tam olarak çözülemeyen bir efsane olarak bu sabah karşıma çıkıyor yine : Brueghel 'in "Babil Kulesi" resmine bakarak konuşulan ve düşünülen lisanın hangi lisan olduğunu anlamaya çalışıyorum.

"ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. ve vaki oldu ki, doğuya göçtükleri zaman şinar diyarında (sümer) bir ova buldular. ve birbirlerine dediler: gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. ve dediler: bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım".

Babil kulesi'nin eski şhinar (sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşıdığını söyleyenler de az değildir.

16 Haz 2008

Magna Carta



“Sacrarium Regis, Cunabula Legis”



İngiltere ‘de 1215 yılında Kral John ‘un bazı yetkilerini parlementoya devretmesini gerekli kılan anlaşmanın adı Magna Carta .Aslı bulunamayan ( Kral John tarafından saklandığı idda ediliyor.) fakat dört kopyesi günümüze kadar muhafaza edilen ve latince kaleme alınan ilk özgürlük belgesi 793 yıl önce bugün imzalanmıştı.


Kralın otoritesine güvenerek aldığı bir dizi yanlış karar sonucunda 1215 yılında İngiltere’de asillerle saray arasında ciddi bir krizin ortaya çıkmasını takiben ve ilk anayasal metin olarak kabul edilen Magna Carta ‘nın ortaya çıkmasını sağlayan bilinmeyen kahramanları da var.
Ağabeyi Richard ‘dan sonra tahta çıkan Kral John ,Fransa’da savaşta kaybedilen İngiltere’ye ait ganimet arazilerinin geriye kazanılması için bir mücadele başlatır.


Bu zor askeri mücadeleyi sürdürmek için de çok ağır vergi kanunları çıkarır. Çok kanlı geçen askeri operasyonlardan hiçbir netice alınamaz ,Kral John kendisine tavsiyelerde bulunan asillerin görüşlerini dikkate almayarak vergileri daha da ağırlaştırır.Vergi kanunlarına karşı çıkanları da ağır bir biçimde cezalandırır.cazalandırdıkları arasında bazı asiller de vardır .


Ülkenin bir çok yerinde isyanlar çıkmaya başlar. 1214 yılında Bouvines savaşındaki ağır yenilgi sonrasında İngiltere’nin Fransız topraklarındaki tüm umutları da sona erer.Bu ağır yenilgi sonrasında asiller kralın yetkilerini kısıtlayan ve kişisel özgürlükleri teminat altına alan bir anlaşmayı Kral John ‘a kabul ettirmeyi başarırlar.


Kişisel özgürlüklerin kanunlarla teminat altına alan bu anlaşma daha sonra geliştirilerek bir çok ülke anayasasına temel oluşturur.örneğin İnsan Hakları Evrensel beyannamesi, ABD anayasası ve Birleşmiş Milletler Anayasası Magna Carta nın temel kurallarını kabul etmiştir.


Aslı kaybolan fakat dört kopyesi günümüze kadar muhafaza edilen anlaşmanın 38. ve 39. Maddesi şöyle :


"38. Bundan böyle hiçbir hakim her hangi bir kimseyi ilgili olayda doğru ve güvenilir deliller ortaya koymadan dava edemez.


39.Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır."


10 Haz 2008

Anayasa Mahkemesi'nin Meşruiyeti


"Anayasa" tartışmaları yeni bir tartışma platformuna doğru kayıyor . Meşruiyet platformuna .
Seçmen de,gazeteci de bürokrat da siyaseti ve hukuğu yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor. Sık sık sorulan fakat hiç bir tepki alınmayan soru bu kez cevaplanacak gibi görünüyor.

Tüm devlet kayıtlarında yer alan ama ,kimsenin yeterince bilmediği anayasa tarifi ve tarihçesi bir kez daha dikkatlice okunmaktadır .

Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararları sorgulamak,değiştirmeye çalışmak sanıldığı kadar kolay bir prosedürle gerçekleşmeyecek kadar hassas dengelere sahip olması nedeniyle önümüzdeki günlerde konu çok daha sıcak tartışmalara doğru kayacak gibi görünmektedir.

Türkiye'de anayasal hareketler 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır,; İlk anayasa 1876 yılında kabul edilmiştir (Kanuni Esasi).

1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı yıllarında çıkarılan, savaş koşulları ve gereklerinin zorunlu kıldığı kuralları içeren ikinci anayasadır.

Cumhuriyet döneminde üç anayasa çıkarılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasası 1924'te, ikincisi 1961'de ve bugün yürürlükte olan üçüncüsü de 1982 yılında kabul edilmiştir.
1924'te kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasında güçler ayrılığı ilkesine yer verilmemiştir.

Bu anayasada da, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu belirtilmiş, ancak egemenliğin kullanılması parlamentoya bırakılmıştır.

1946 yılında çok partili hayata geçiş ve 1950 yılında yapılan seçimlerde iktidara gelen partinin yasama gücünü denetimsiz kullandığı gerekçesiyle 1961 Anayasası'nda ilk kez güçler ayrılığı ilkesi benimsenip, anayasa yargısı öngörülmüş ve Anayasa Mahkemesi Anayasa'daki yerini almıştır.

Böylece, yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağı yolundaki hüküm işlerlik kazanmıştır.
Türkiye'de güçler ayrılığı ilkesini hayata geçiren, hukuk devleti ilkesidir. Bu ilke, devlet ve toplum yaşamında hukukun üstünlüğünü belirleyici kılmaktadır.

Yasama ve yürütme organlarında bulunan siyasi güç, hukukun üstünlüğü ilkesi gereğince yargıyla sınırlanıp, dengelenir.

Yasama işlemleri ile yürütmenin eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulur.
Böylece devlet yönetiminde demokrasinin sağlanıması ve korunması amaçlanmıştır. Anayasa bu düzeni sağlayıcı kurallarla donatılmıştır.
Bağlayıcı ve üstün nitelikte olan Anayasa kuralları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim ile diğer kişi ve kuruluşları bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Ayrıca normlar hiyerarşisi benimsenmiş; alt normların üst normlara aykırı olması engellenmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, tüm gerçek ve tüzel kişileri bağlar ve bu kararlar iktidar işlemlerinin meşruiyet kaynağını oluşturur.

4 Haz 2008

Parti kapatma Davası



Siyasi Parti kapatma davasında ikinci aşamaya geçildi:


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP 'nin savunması üzerindeki incelemesini tamamladı ve görüşlerini Anayasa mahkemesine sundu .


Bundan sonraki aşamada sözlü savunmalara geçilecek.


Davanın konusunun ne olduğunu çok iyi anlamak gerekiyor.


Cumhuriyet başsavcısı, AKP 'nin Anayasaya aykırı fiiller içinde olduğu ve bir rejim değişikliğine gitmeyi arzuladığı ve giderek ,TC. Anayasasının ana maddesi olan Laikliğin yerine "İslam-i Şeriat " hükümlerinin geçerli olacağı bir rejimi planladığını iddaa etmektedir.


Bu nedenle bu fiili planlayan ve yürürlüğe koyan partinin kapatılmasını ve bu hukuk dışı fiillerin sona erdirilmesini istemektedir.


Davanın özü budur .


Dava T.C. Anayasası'nın "Laiklik ilkesi" ile alakalıdır.


Konunun bu şekilde anlaşılmadığı ortadadır. Türk Medyası da bu konuda iki görüşe ayrılmış görünüyor.Bu kamplaşma esasında mevcut medyanın siyasallaşması paralelinde gerçekleşmekte ve ne yazık ki "gazeteci objektifliği ve tarafsızlığı " ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu anlamda tarafsız basının ne düşündüğünü anlamak zordur .



AKP 'yanlısı görüş:


Bu dava anti demokratiktir. Batı bu konuya büyük bir tepki vermiştir.Halkın iradesiyle iktidara gelen partiyi kapatamazsınız.Bu bir hukuk cuntasıdır .Muhalefet ve Laikçiler bizi demokratik olmayan yollarla engellemek istiyor.Biz laikiz ve cumhuriyetin temel kurallarına bağlıyız.Laikliği siz yanlış anlıyorsunuz.


AKP yanlısı olmayan görüş :


AKP "Takıyye " yapmaktadır. Şerial denemeleri uygulayarak Anayasaya aykırı fiillerde bulunmaktadır . Halkın çoğunluğunun oyuyla iktidara gelmiş olmak , hukuka aykırı davranmayı meşru kılmaz.Hukuka aykırı davranamazsınız .laiklik demokrasinin ön koşuludur.Türban dayatması "Şeriat " denemesidir .Siyaset ayrı kulvardır .Hukuk ayrı kulvar. İkisi birbirine karıştırılmamalıdır .


Akademik Görüş :


"Belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki çoğunluk mutlak ve sınırsızdır.Rousseau bunu varsayımlarla açıklamıştır.Bu görüş Fransız Rousseau’nundur.Ona göre genel irade (Bir toplumun tümünün iradesi) mutlak ve şaşmazdır ayrıca sınırsız yetkilere sahiptir.Genel irade her zaman kamu iyiliğine önem verir.


1924 anayasası bu sistemi benimsemiştir.sayısal çoğunluğun iradesini sınırlayacak herhangi bir mekanizma yoktur.Bu düzende azınlık haklarını savunacak hiçbir şey yok.Ayrıca bu sistemde iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkileri düzenleyecek herhangi bir mekanizma da söz konusu değil.Bu anayasa sistemi çeşitli anti-demokratik hareketlere yol açtığı için 27 mayıs. 1960 ta darbeyle sona erdirildi.


1924’te bu sistemin kabul edilmesinin sebebi o zamanlar siyasal hayatın Fransız kamu hukukundan etkilenmiş olmasıydı.Ve bu Fransız hukuku Rousseaucudur bu sebeple Türkiye’de bu sistemi benimser.O zamanlar rejim için tek tehlikenin saltanat olduğu düşünülüyordu.Milletin temsilcilerinin sorun olabileceği düşünülmüyordu.Ayrıca bu sistem devrimlere daha elverişliydi.Bu sebeplerden dolayı kabul edildi.1924 anayasasının 102 maddesi bu anayasanın sert olduğunun belirtisidir.Ayrıca anayasa üstünlüğü ilkesi de benimsenmiştir."


Erdoğan Teziç : Anayasa Hukuku Ders Notları .



" Lâik bir devlette din kurumları ile devlet kurumları birbirinden ayrı olmalıdır.Ne var ki Türkiye’de lâikliğin bu gereğine, Diyanet İşleri Başkanlığı sebebiyle uyulduğu söylenemez. 1982 Anayasasının 136’ncı maddesine göre Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer almaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı Başbakanlığa bağlıdır. Türkiye’de din hizmetleri bir kamu hizmeti olarak kabul edilmiş ve bu hizmetin yürütülmesi görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Ülkemizde imamlar ve diğer din adamları Diyanet İşleri Başkanlığına bağlıdır.


Dolayısıyla ülkemizde İslam dininin din adamları, maaşlarını merkezî idareden almaktadırlar; keza, merkezî idarenin hiyerarşik denetimine de tâbidir. Bilindiği gibi hiyerarşik amir astlarına ilişkin atama, sicil verme, yükselme işlemlerini yapma, onlara disiplin cezası verme ve onların hizmet yerlerini değiştirme yetkisine sahiptir.


Lâik bir devlet, demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir. Örneğin Fransa lâik ve demokratik; eski Sovyetler Birliği ise lâik, ama anti-demokratik bir devlettir. Demokratik bir devlet de, lâik olabileceği gibi lâik olmayabilir de. Örneğin Fransa demokratik ve lâik bir devlettir. Buna karşılık İsrail demokratik, ama lâik olmayan bir devlettir.


İsrail Anayasası Yahudiliği açıkça devlet dini olarak kabul etmiştir. Komşumuz Yunanistan da demokratik, ama lâik olmayan bir devlettir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Yunan Anayasası Doğu Ortodoks Hıristiyanlığına üstünlük tanımakta ve onu özel olarak himaye etmektedir. Lâiklik ilkesi devletin bir resmî dininin olmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını gerektirdiğine göre, Yunanistan’ı lâik olarak kabul etmek mümkün değildir.


Oysa Yunanistan yukarıda gördüğümüz ampirik demokrasi teorisinin koşullarını yerine getirmektedir. 1974’ten beri kimse Yunanistan’ın demokratik olmadığını iddia etmemektedir.


Laikliğin demokrasinin bir şartı olmadığını kanıtlamak için başka örneklerde verebiliriz: Günümüzde İngiltere’yi lâik bir devlet olarak kabul etmek mümkün değildir.


İngiltere’de Anglikan Kilisesi ve Presbiteryan (Presbyterian) Kilisesi devlet kilisesi (Established Churches ) statüsündedir. Keza İngiltere’de din kurumlarıyla devlet kurumları arasında ayrılık da yoktur. Kral veya Kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesinin başıdır. Keza, bazı din adamları da Lordlar Kamarasının üyesidirler. Bunlara “ruhanî lordlar (The Lords Spirituals )” denir.


Lâik olmayan İngiltere, Dünyamızın en eski demokrasilerinden biridir.Günümüzde Almanya’yı da lâik olarak kabul etmek oldukça güçtür. Almanya’da her ne kadar resmî bir devlet dini yoksa da, 23 Mayıs 1949 Alman Anayasanın 140’ıncı maddesi 11 Ağustos 1919 tarihli Alman Anayasanın 137’nci maddesine gönderme yaparak, Kiliseyi tanımaktadır. Anayasa bu şekilde Kilisenin medenî hukukun genel hükümlerine uygun olarak hak ve fiil ehliyetine sahip olduğunu kabul etmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası, m.137).


Yine aynı şekilde kilise, kamu hukuku tüzel kişisi olarak Anayasa tarafından tanınmaktadır (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.137). Keza, Anayasa, Kiliseye vergi alma yetkisini de tanımaktadır. (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.137).
Yani Almanya’da Kilise, kamu gücü kullanan bir kamu tüzel kişisi, dolayısıyla bir nevi kamu kuruluşu niteliğindedir. Keza, Almanya’da din işleri yle devlet işleri birbirinden ayrı değildir. Kilise kamusal alanda da faaliyet göstermektedir: Anayasaya göre kilise, ordu, hastane, cezaevleri ve diğer kamu kuruluşlarında dinî faaliyette bulunabilmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141).


Ayrıca Anayasa, Pazar günlerinin ve dinî bayramlar ın tatil olacağını öngörmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141). Dolayısıyla Alman Anayasası dine dayalı kanun çıkarılabileceğini kabul etmektedir. Görüldüğü gibi Almanya’yı lâik olarak kabul etmek mümkün değildir. Ancak lâik olmayan bu ülkenin demokratik bir rejime sahip olduğundan kimse kuşku etmemektedir.O halde lâik olmak, demokratik olmak anlamına gelmediği gibi, lâik olmamak da, demokrasiye engel değildir. Lâiklik ve demokrasi birbirinden farklı iki kavramdır. Ne birincisi ikincisini, ne de ikincisi birincisini gerektirir."


Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, "

1 Haz 2008

Simurg Söylencesi




Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir. ....

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlarda Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.


Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş . Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

"Aşk denizi"nden geçmişler önce..."Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar... "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar...Kuşların kimi aşk denizine dalmış, kimi ayrılık vadisinde kopmuş sürüden...Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş;
Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.


Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş:

Farsça "is", "otuz" demektir. ...murg" ise "kuş"...


Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki;"Simurg - otuz kuş" demekmiş.


Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş.


30 kuş", anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşuda yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...


Derleyen : Osman Kromer

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...