16 May 2009

Swat Vadisi ve Taliban ..


Pakistan ‘ın kuzeyindeki doğa cenneti Swat vadisi artk tamamiyle Taliban güçlerinin eline geçmiş durumda.

Bölge halkı göçe zorlanıyor.Hindukuş dağlarının eteklerinde bulunan bir zamanların gözde turistik Swat vadisi artık güvenli değil. Bugüne kadar iki milyon nüfuslu bölgeden göç eden kişilerin sayısı bir milyon üç yüz bin olarak bildiriliyor.
Başkent İslamabat ‘a 100 kilometre kala Pakistan ordusunun yoğun hava desteğiyle durdurulan Taliban güçleri tüm ülkede “şeriat” uygulamasının yürürlüğe konmasını talep ediyor.

Uzun bir süredir “Pakistan ‘ın İsviçresi “ olarak bilinen bölgeye yerleşen Taleban güçleri bölgenin en etkili din adamı İmam Sufi Muhammed ‘in himayesinde yürüttükleri kampanya sonucunda tüm Swat eyaletinde şeriat uygulamasını Pakistan hükümetine kabul ettirmişlerdi.
Pervez Müşerref ‘in bir kaç yıl önce verdiği tavizler şimdi Pakistan ‘ı derinden sallayan bir siyasi krize dönüşüyor.Atom bombası kullanma kapasitesine sahip Pakistan çaresizlik içinde sivil halkı bombalıyor.

Uluslararası af örgütü Swat vadisinde kız çocukların okula gitmesinin yasak olduğunu ve katı Taleban kurallarının geçerli olduğunu ,karşı koyanları yargılanmadan idam edildiğini uzun bir süredir sürekli raporlarında bildiriyor, ve yetkililerin tedbir almasını istiyordu. Bugüne kadar öldürülenlerin sayısının 1500 civarında olduğu tahmin ediliyor.

Pakistan Ordusu özellikle Peştun kabilelerinin yaşadığı bölgede halktan destek görmüyor.ABD ‘nin desteklediği bir kampanya olan Taliban güçlerini bölgeden kazıma askeri operasyonu binlerce yöre halkını zorunlu göçe zorluyor.

Peştunlar arasında saklanan taliban güçlerini sivil halktan ayırmanın güçlüğünü yaşayan Pakistan ordusu her geçen gün biraz daha yaklaşan siyasi krizi de pek önemsiyor sayılmaz .
Benazir Butto ‘nun trajik ölümünden sonra ülkedeki siyasi gücü ele geçiren Ali Zerdari ‘nin bu krize nasıl dayanabileceği de ayrı bir merak konusu.

Uzun yılar boyunca askeri cuntalarla yönetilen Pakistan ‘ın her geçen gün demokrasiden daha fazla uzaklaştığı ,giderek ordunun yeniden güç kazandığı da gözlerden kaçmıyor.
Taliban Afganistan ‘dan sonra Pakistan ‘ı da bir siyasi kaosun içerisine doğru sürüklemekte.

Bölgede uzun yıllardır mücadele veren demokratik sivil güçlerin umutları her geçen gün daha da tükenmekte.

13 May 2009

Aşiret,Devlet ve Birey..


Mardin katliamının medyaya yansıması bir çok gerçeği gözler önüne serdiği kadar bir çok soruyu da cevapsız bıraktı.

Devletin her yere kolu uzanır mı? Eski çağlardan kalma törelerle idare edilen aşiretlere etki edebilir mi ?

Üç boyutlu bir dünyada yaşayan aşiret bireyi üç ayrı sisteme göre kendini ayarlayabilir mi ?

1. Aşiret Töresi,
2. Dini vecibeler ve yaptırımlar,
3. Devlet kanunları ,


İşte bu karmaşıküç boyutlu dünyanın içinde yaşayan aşirete mensup birey ne yapacağını şaşırmış durumdadır.

Sadece Mardin ‘de değil , aşiret düzeninin elinin uzandığı her coğrafyada geçerli bir üçleme ile karşı karşıyayız. Bugün Mardin , yarın İstanbul öbür gün Münih ...

Fotoğrafa kuş bakışı baktığımızda Mardin ‘de karşılaştığımız olay aynen, Susurluk gibi,Ergenekon gibi, 6-7 Eylül olayları gibi ve diğer devletin doğrudan ya da dolaylı olarak aracılar kullanarak etkilediği olaylar gibi görünüyor.

Yine devletin otoritesini kullanan güvenlik güçleri burada söz konusu olan gizli ajanlar değil silahlandırılmış köy koruyucularıdır.

Bu kez devletin doğu illerinde PKK ‘ya karşı mobilize ettiği binlerce korucudan bazılarının işlediği cinayetleri izliyoruz. Bu da medyaya yansıdığı kadarıyla...

Nedense bu olay birden bire tüm dünya medyasına anında yansıtıldı.Bu hızın nedenleri üzerinde de ayrıca durmak gereklidir .

Çelişkili haberler alıyoruz. Kan davası,töre cinayeti,aşiret husumeti vb.vb.
Öldürülen masum çocuklar,hamile kadınlar, masum insanlar.. tek suçları var aşiret üyesi olmaları.

Öldürenler kim ?
Akrabaları .Hala çocukları .Aynı aşiretin bireyleri.
Suçlu aranıyor ..
Kim suçlu ?
Aşiret töresi mi ? Yoksa vatandaşını bir türlü koruyamayan devlet mi ?
İçişleri bakanı yaptığı açıklamada katliamın nedenini aşiret töresi olarak gösteriyor.
Devlet yetkilileri koruyucu sistemini mercek altına alıyor.


Değiştirebiliriz diyor.

Ama ülkenin her metresine güvenlik güçleri yerleştirme imkanı var mı ?
Polis devleti uygulamalarında bile suçun önlenemediği giderek arttığı biliniyor.
Devlet de o yolu seçiyor yıllardır doğu ve güneydolu illerimizde kırsal alanda 100,000 den fazla koruyucuyu ağır silahlarla donatıyor,
Kırsal alanda tüm asayişi bu gecici ve gönüllü “devlet görevlileri”ne bırakıyor.
Denetimi yok,kimin ne olduğu ve ne yaptığı belli değil. Koruyucuların öldürdükleri PKK militanları acaba gerçekten PKK militanı mı ?

Bu bölgelerde asayişi kim sağlıyor?

Çoğunluğu Kürt aşiret liderlerinin adamları olan koruyucu ordusu .

Vurulan ölen kimler ?
Topraksız, fakir dağ köylüleri... PKK militanı olup olmadıkları konusunda yeterli kanıt yok.
Hukukun üstünlüğü adalet ve eşitliği sağlamak ve vatandaşını korumak zorunda olan bir devletin içine düştüğü durum son derece dikkat çekici.
Medyada güvenlik ve asayiş konularında ortaya çıkan haberlere bir göz atarsak durumun vehameti iyice ortaya çıkmaktadır.
Kendini ve ailesini korumak zorunda kalan insanlar silahlanmaktadır.
Türkiyede ruhsatlı silah adedi 3 milyonun üzerinde ,ruhsatsız silahların ise 7 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.


Bu ne anlama gelmektedir ?


Giderek insanlar silahlanma ihtiyacı duymaktadır. Yakında devletin kendisini korumadığını hissedenlerin temin ettikleri silahlarla adalet arayacaklarını söyleyebiliriz. Kendi istek ve arzularını sorumsuzca temin ettikleri silahlarıyla sağlamaya çalışan bireylerin oluşturduğu bir sosyal düzeni kentlerde hayal etmek güç ama kırsal alanda malesef gelinen nokta bundan ibaret.

Bir siyasi parti çıkıp koruyucu sistemini savunabiliyor.Onlara sahip çıkmak adına koruyucuların işledikleri cinayetleri de makul ve meşru karşıladığını beyan ederek destek veriyor.

Jandarma ,asker ya da polis düzeni sağlayamıyor bir sağlayalım diyor . Devleti savunmuyor eli silahlı milyonların düzenini savunuyor.Hukuk ya da bireysel özgürlükler anlamında tek kelime yok .Geçmişinde Maraş olayları gibi,Sivas ve Trabzon olayları gibi şaibeli sicili olan bir parti eli silahlı kontrolsüz gücü savunuyor.

Bu coğrafyada yaşayan insanların onulmaz üçlü çelişkisi her yanı sararken kimi siyasi partiler güvenlik gücü oluşturmaya çalışıyor,devlet şaşkın,vatandaş şaşkın .

Hukuk ve bireysel özgürlükler yolunda ilerleme kaydedilmesi gerekirken demokrasinin zemini kayıyor; özel güvenlik birimlerinin kontrolsüz hukuksuz zeminine doğru kayıyoruz.

İşte öylesine bir cumhuriyete doğru bizi sürüklemek isteyenler var.

Aşiret cumhuriyeti olma yolunda ilerliyoruz.


7 May 2009

Mardin


Mardin ‘de aralarında çocuk ve hamile kadınların da bulunduğu 44 kişinin ağır silahlarla hunharca öldürülmesi ülkeyi ve adaylığımızı destekleyen bazı AB ülkelerini şok etti.


TV dizilerinde sık sık romantik bir biçimde işlenen ve neredeyse imrendirilen “aşiret” sistemi birden bire gerçek yüzünü göstererek tüm dizi film izleyicilerini şok etti .


Bu hunhar cinayet, daha doğrusu “katliam” tüm kentlerde yaşayanları ve devleti yönetenleri şok ederken; bir kez daha ne kadar istemesek de ülkenin doğu ve güneydoğusunu kaplayan yoğun ve amansız cehaletin kara yüzünü bir kez daha gördük.


Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde işlenen kabile cinayetlerini anlayabilmek ve bu cinayetlerin etrafında olup biteni bir kentlinin anlayabilmesi için öncelikle” Kabile kültürü”nü ve bu kültürün ana bileşeni olan "kabile" ya da "aşiret " aidiyeti anlamını kavraması ve tanıması gerektiğini söylüyor Prof . Philip Carl Salzman.


Salzman 'ın önümüzdeki günlerde yayınlanması beklenen kitabı "Culture and Conflict in the Middle East" Türk ,Arap ve Pers giderek “kabile “kültürü üzerine bazı gözlemlere yer veriyor.
Kitabında Suriye , Irak,Filistin ,İran ve doğu Anadolu bölgelerinde belirgin olan "Kabile şerefi","kendini feda etmek","cihad" ,"şehadet",”töre cinayetleri “ gibi bu kabilelere ait insanlar için son derece önemli sosyal değer yargılarına da yer veren Salzman ,Kanada , Montreal McGill Universitesi 'nde antropoloji dersleri veriyor.


Salzman 'ın yapmış olduğu gözlemlere göre kabile kültürünün hakim olduğu bölgelerde yaşayan insanlar için akrabalık,kabile,aşiret aidiyeti yaptırımları “devlet otoritesi”ninden daha güçlü.
Mardin katliamı ve bölgedeki diğer katliamlar aslında devlet otorisenin değil de daha farklı bir otoritenin bu insanları ve bölgeyi yönettiğini gösteriyor. Nitekim binlerce yıldır bu topraklarda hakim olan bu biat kültürünün yarattığı otorite, demokatik hukuk devleti olma yolundaki ülkenin bireylerinin ana çelişkisi olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır.


Feodal yapının hakim olduğu toplumlarda ekonomik olarak bağlı bulunulan birim , aile kabile ya da aşiret olmak durumundadır. Birey olmak ,bireysel haklarını istemek bu tür topluluklarda anlaşılır bir değer yargısı değildir. Sosyal birim eğer aile ise aile reisi, aşiret ise aşiret reisi son sözü söylemektedir. Tek kutuplu bu ilişkiler yumağı bireyi değil topluluğun ( Kabile ya da aşiretin ) belirlediği menfaatleri dikkate almaktadır.


Eğer aşiretin menfaatleri çatışmayı gerektiriyorsa , çatışma kaçınılmaz olmaktadır.Bu anlamda Mardin ‘de kabilenin iki ailesi arasında çıkan husumetin nasıl sonuçlandığını görmekteyiz. Burada söz konusu olan büyük bir olasılıkla kabile liderliği mücadelesidir. Kurbanlar zaten kendilerini feda etmeye hazırlar. Yıllar boyunca bir kul olarak biat edenler için değişen bir şey yoktur.


Ne din ne de devlet bu karmaşık ilişkiler yumağına çağdaşlık getirme gücüne sahip değildir .
Hukuki açıdan devlet, belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir otorite altında örgütlenmesidir. " Siyasal iktidar” olarak da adlandırılan otorite , topluluğun alelade bir kalabalık olmadığının, her şeyden önce kendisini yönetme kabiliyetini haiz, siyasal toplum olduğunun göstergesidir.


AŞİRET NEDİR ?


Yapılan antropolojik araştırmalara göre kabile sisteminin de bir yapısı vardır. Bir aşiretin oluşabilmesi için en az iki Kabile‘nin bir araya gelmesi gerekmektedir.Bir Kabile 2 Bav‘dan, bir Bav 2 Malbat‘dan, bir Malbat ise 2 Mal‘dan oluşmaktadır.


Mal ise, temel olarak bir aile demek oluyor. Bu aile bir baba, oğul , torun , torunoğlu , torunun torunu ile bütün bunların çocuklarından (ortalama 300-600 kişi arası) oluşmaktadır. Eğer bu 5 kuşaktan daha büyük bir aile birliği varsa bunlara Ate, eğer geçmişte akraba olan iki Ate, bir birlik kurmuşlarsa buna da Taxim denilmektedir.


Aşiretler bu tip yapıların bir araya gelmesiyle oluşmaktadır.
En az iki aşiret de bir araya gelerek Mîr’likten daha küçük ve bir tür konfederasyon olan Ebr‘i meydana getirmektedir.


1- Aşirette "aristokrat" bir ailenin ve reisin bulunması,

2- "Abitler" adı verilen hizmetli sınıfın ve ailelerinin bulunması,

3- Aşiret bireylerine ya da aşiretin üst sınıfına ait toprakların bulunması,

4- Molla ve şeyh ailelerinin mevcudiyetinden oluşan bir "ruhban" sınıfının bulunması.


Görüldüğü gibi yüzlerce belki de binlerce yılın izlerini taşıyan bu sosyal ve siyasi yapı ,toprağa dayalı "feodal " birimler oluşturmaktadır .


Ortadoğuda devlet kavramı yeterince anlaşılır bir kavram olmanın ötesinde anlaşılmak ve sözünü dinletmek için "totaliter " dönüşümleri de kendi bünyesinde yapmak zorunda kalmaktadır.


Günümüzde bazı cumhuriyet rejimleri siyasi liderleri sözlerini ancak "aracılar " yardımıyla dinletebildikleri bir tuhaflıklar bileşkesine dönüşmüştür. Nitekim 84 yıllık cumhuriyet tarihimizde siyasi partilerin oluşumu ve oy potansiyeli içerisindeki kabile nosyonu yeterince irdelenmiş değildir.Doğuda büyük oy patlaması yapan etnik oylar bir anlamda “kabile oyları” olarak karşımıza çıkmaktadır.


Endüstri toplumunun bireyi , feodal yapının kaderci kabile üyesini anlamakta ne kadar zorlanıyorsa ,bir cemaat kulu da özgür düşünceyi ,birey olabilmeyi anlamakta o kadar zorlanmaktadır..


Çağdaş Türkiye cumhuriyetinin en büyük paradoksu işte burada, tam gözlerimizin önünde durmaktadır.

1 May 2009

"Makûl " bir Bayram kutlaması


Eğer" makûl" bir kalabalık olursa Taksim Meydanı 'nda toplantı yapılabilir iznini veren İstanbul Valisi her halde meslek yaşamının en zor günlerinden birini daha yaşamıştır.
1977 yılının 1 Mayıs tarihinde kimine göre 37 kimine göre 41 kişiye mezar olan Taksim Meydanı'nda neler olduğu bugün hala resmen açıklanamıyor.

Bugün açılan pankart belki de en “makûl” pankart olarak 1 Mayıs tarihine geçecektir.
Cumhuriyetimizin savcıları,hakimleri,gazetecileri yaptıkları tüm tahkikatlerden eli boş döndüler.katiller , ajan provakatörler bulunamıyor.Bu davadan hüküm giyen tek bir suçlu bile bulunmamıştır.
Devletin emniyet güçleri her yıl bu olayları yeniden yaşamamak için çaresiz Taksim Meydanı'nda önlem alıyor. Kalabalıkları sayısına göre makûl ve makûl olmayan gruplara ayırıyor ve işçi sendikalarının temsilcileri oldukları bile şüpheli az sayıdaki gruplara meydanda toplanma iznini şartlı olarak veriyorlar.
Bir barış ve kardeşlik dayanışma günü olması gereken 1 Mayıs bayramı devletin emniyet güçleriyle halkın (işçilerin) çatışması haline dönüştürülüyor. Bazı "makul olmayan " gruplar geçtikleri yolları talan ederek, önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkarak ,dükkanları işyerlerini tahrip ederek bir amaç peşinde mi dolaşıyorlar ?

Bu grupların cep telefonlarıyla haberleşerek ,devletin hassas güvenlik kameralarında,TV 'de gazetelerde boy boy fotoğrafları yayınlanıyor ama tutuklanan yok, telefon konuşmalarını dinleyen de yok .Gruplar belirli fonksiyonu icra eder gibi çekinmeden ellerindeki sapanlarla, molotof kokteylleriyle devletin emniyet güçlerine saldıracak kadar fütursuz .

Kimdir bu kişiler ? Neden böylesine bir eylem yaparlar ? Devletin emniyet güçleri bunlara neden engel olamaz ? Aylar öncesinden bilinen bu eylemlerin teknolojik olarak istihbaratının yapılması bu kadar mı zor ?

Dükkanının vitrini kırılıp malları talan edilen esnafın zararını kim karşılayacak ?
Bundan kim ne çıkar sağlıyor sorusunu yanıtlayan da yok ..

Yine 1977 yılından bu yana değişen bir şey yok .Makûl olanla makûl olmayanın fiziki olarak ayrılamadığı, ne anlama geldiği de bir muamma haline gelen , ajan provakatörlerin cirit attığı bir 1 mayıs daha yaşadık.
Devletin emniyet görevlileri malesef makûl olmayanları ayıklayamadı, yine makûl olanları tutukladı ,ıslattı ve copladı.
.
Dükkanı tahrip olan esnaf sözün bittiği yerde durup emniyet güçlerinin kendisini korumasını bekledi.
Açık oturumlarda kanal kanal gezerek boy gösteren gözde yorumcular bir hukuk devletinde nasıl olup da bir günlük "makul " bir sıkıyönetimin hangi hukuk prensibine göre ilan edildiğini konuşacaklar mı acaba ?

Hiç sanmıyorum..

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...