30 Ağu 2009

Kürt Açılımı (3)

Günümüzde “Kürt Açılımı “ olarak adlandırılan hükümet projesinin tartışmaları bütün hızıyla n arınmış günübirlik siyasi çıkarların öne çıktığını görüyoruz.
Ana hedef “Akan Kanın durdurulması “ olarak açıklanırken bunun nasıl yapılabileceğine ilişkin somut bir önerinin ortaya çıkmaması , AKP ‘nin artık klasikleşmiş “Önce tepkileri ölç,sonra fikrini açıkla “ üslubunun daha doğrusu ;Cumhuriyet Tarihi boyunca çeşitli siyasi partiler tarafından da sıklıkla uygulanan “Şark tipi Siyaset” uslubunun yeni bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyaset kültürümüzün yıllardır oluşan bu "şark "uslubu ; İngilizce tabirle “Shoot and aim later “ ; (Önce ateş et sonra nişan al ) her seferinde olduğu gibisürerken her zaman olduğu gibi tarihsel ve sosyal perspektifde tüm uygar dünyanın benimsediği uygulamaların çok ötesinde sorunları TBMM çatısı altında çözecek adımları atmak yerine ; medya aracılığıyla "polemik" yaratarak, giderek toplumun tepkisini ölçerek ,yön belirleme ve oy toplama çabasına dönüştürülmektedir.
Siyasetin yapıldığı alan olması gereken TBMM ‘den uzaklaştırılarak medya aracılığıyla halka “ Sen ne düşünüyorsun ey seçmen !“ seslenişleriyle çözümsüzleştirilmektedir.
Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde tarihsel süreç içerisinde zaman zaman ortaya çıkan “ Kürt isyanları” ya da “Kürt Ayaklanmaları “ olarak da adlandırılan silahlı eylemler , Türkiye Cumhuriyeti öncesinde ve sonrasında gerek iç gerekse de dış siyasal dengeler açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Cumhuriyet döneminde en bilinen ayaklanmaları “Koçgiri” ve “Şeyh Sait İsyanı” olarak bilinmektedir. Bu ayaklanmaların henüz tam olarak ortaya çıkış nedenleri, siyasal ve sosyal olarak sonuçları üzerinde yeterince durulmadığı bir gerçektir. Günümüzde bir “açılımdan” söz edilirken sanki bu konunun bir geçmişinin olmadığını düşünmek ve düşündürmek son derece sakıncalı bir tutum olarak önümüzde durmaktadır.
Bir anlamda Cumhuriyet döneminin ikinci büyük Kürt ayaklanması 1980 yıllarında başlayan ve 26 yılda 40 bine yakın can kaybına neden olan “PKK silahlı eylemleri” olarak da tanımlanabilir. Tarih boyunca hakim olan siyasi otoriteye başkaldırmak yani “İsyan” ya da “Ayaklanma “ olarak nitelendirilecek silahlı eylemlerde bulunmakla ;“terör” yaratarak siyasi bazı neticeleri elde etmeye çalışmak arasındaki hukuki farkları da incelemek gereklidir.
Benim yaptığım araştırmalar neticesinde özellikle 7. yüzyıldan itibaren bilinen bölgede feodal Kürt derebeylerinin oldukça sıklıkla “iktidar çatışmaları ” içine girdikleri görülmektedir.
Feodal yapının gereği olan bir beyliğin (Aşiretin ya da tarikatin ) diğeri üzerinde hakimiyet kurma isteği zamanla bölgedeki hakim gücün (Devletin ) etkisiyle daha da karmaşık bir yapıya bürünür. Hiç bir şekilde bir devlet kurmak,feodal aşiretler arasında siyasi bir üst yapı teşkil etmek gayreti görülmeyen ve sürekli “aile”,”Kabile” ya da “aşiret” merkezli çıkarlar uğruna düzenlenen silahlı eylemlerin zamanın süper gücü (İngiltere,Rusya günümüzde de ABD) himayesinde filizlendiği ya da filizlendirildiği de bir varsayım olarak karşımızda durmaktadır.
Erol Kurubaş ‘ın “Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu” adlı çalışmasına önsöz yazan Prof. Dr. Baskın Oran ‘ın ortaya koyduğu tez oldukça ilgi çekici.
Oran ‘a göre süper güçlerin bölgesel çıkarları doğrultusunda ortaya çıkan “Devlet Embriyonu” ilk kez 70 yıl önce İngiltere tarafından Sevr Anlaşması kapsamında 62.64.maddeler çerçevesinde bir “Devlet “ fikri ortaya konuyordu. (1) Kürt sorununun tarihde ilk kez uluslar arası platforma taşınmasına neden olan Sevr Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanarak belirli bölgelerin belirli ülkelerin himayesine alınması esasına dayanıyordu.
Nitekim doğuda kurulması öngörülen “Ermenistan” ve “Kürdistan “ devlet modelleri ve sınırları bu anlaşma kapsamında detaylandırılıyordu. İmparatorluklar dönemine gelindiğinde etnik toplulukların büyük savaşlarda kendi aşiret çıkarları doğrultusunda taraf tuttukları ve imparatorluk savaşlarında belirleyici roller oynadıklarını da görmekteyiz.
Tarihi belgelere dayandırılarak özellikle Kürt aşiretlerinin bir çok savaşta belirleyici rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Arap İmparatorlukları ; Emevi, Abbasi, Memlûk , Pers İmparatorlukları Pahlavi,İsmaili ,Safavi , Pers-Türk İmparatorlukları Selçuklu ve Osmanlı arasında meydana gelen tüm savaşlarda Kürt feodal aşiretlerinin oynadığı önemli rollerden söz edilebilir. Bu rolün ne olduğu konusu da tartışma konumuzda büyük bir önem taşımaktadır:
Kürtler tarih boyunca büyük güçler arasında bir denge oynamış, bir etnik grup, bir kabile ,aşiretler topluluğu olarak nitelendirilebilir mi ? Bir devlet bir kırallık ya da imparatorluk kuramamış ama bölgelerinde her dönem etkili olmuş bir grup, derebeylik,bir millet olarak nitelendirilebilir mi ?
Etnik gruplar eğer bir çok milletten oluşan bir ulus devlet sistemi içinde bulunuyorlarsa ki Kürtlerin yaşadıkları coğrafyadaki genel durum böyledir; Türkiye,İran,Suriye,Irak ve Sovyetler Birliği sistemlerinin içinde bir “etnik azınlık” bir kabile olarak yaşayan toplulukların tarihi bir realiteyle karşı karşıya olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim değişik devlet istemleri içerisinde çıkar çatışmalarının ve güç mücadelelerinin olması kaçınılmazdır.
Aşiret reislerinin iktidar mücadeleleri hakim devlet güçleriyle kıyasıya savaşlarla süregelmiştir. Burada karşımıza uluslar arası hukuki bir sorun çıkmaktadır. Ingmar Karlsson “Kürt Sorunu “ adlı kitabında (2) 17. Yüzyıldan itibaren bölgede etkili olmaya başlayan Batılı devletlerin kayıtlarına dayanarak yaptığı açıklamalarda 1829 yılında Osmanlı Rus savaşı sırasında bazı Müslüman Kürt aşiret birliklerinin Rusların safında Osmanlı Birliklerine karşı savaştığını ileri sürmektedir. Bitlis ,Cizre ve Süleymaniye dışında bölgede askeri üssü bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu valilerinin geniş çapta bölgesel Kürt Aşiret (3) derebeyleriyle işbirliği yaparak asayişi sağladıklarını anlatmaktadır..
Bu dönemlerde vali değişimi ya da Osmanlı Rus ya da Osmanlı İran çelişkileri fırsatlarından yararlanmak isteyen aşiret reislerinin çoğu zaman nedeni (Büyük bir olasılıkla iktidar hesaplaşması ) anlaşılamayan sayısız isyan başlattıkları da bilinmektedir.
Erol Kurubaş ‘ın araştırmalarında ciddi kaynak taraması yaptığı anlaşılmaktadır. İngiltere’nin 1806 yılında Hindistan yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla Bağdat’ta açtıkları şubeler vasıtasıyla ; gitgide İngiltere’nin çıkarlarını tehdit eden Rusya’nın etkisini kırmak amacıyla Kürt derebeyleriyle işbirliği içine girdiğini anlamaktayız.İngiltere’nin 1878 yıllarına kadar bölgedeki aşiret eylemlerine karşı Osmanlı ‘yı desteklediği daha sonra ise strateji değiştirerek kendine bağlı etnik grupları siyasi olarak da örgütlemek istediği bu nedenle bazı aşiret eylemlerine silah ve maddi destek verdiği belgelerine rastlanmış olduğunu anlıyoruz.Osmanlı İmparatorluğu ‘nun parçalanma sürecinde (ki bu sürecin hala bitmediğini çözülmenin hala devam ettiğini ileri sürenler vardır ) oluşan üçlü siyasi yapı üzerinde duran Kurubaş tezinin sonuç bölümünde Kürt İsyanlarının dış güçler tarafından önce Osmanlı daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı örgütlendiği varsayımı üzerinde durmaktadır. Kurubaş milliyetcilik akımlarının belirleyici olduğu dönemlerin artık geride kaldığını da vurgulamaktadır.
Sonuç olarak bugün PKK silahlı hareketinin Cumhuriyet Dönemi isyanları sınıflamasına girip girmeyeceğinden çok ,bu hareketin uluslar arası boyutu üzerinde durmak daha somut bir fayda temin edecektir.PKK ‘nın ana stratejisi Kürt Milliyetçiliği üzerine kurguludur. Bu anlamda Güney Doğu Anadolu aşiret ve tarikat liderleriyle olan ilişkisi de ayrı bir merak konusudur .
DTP ve diğer siyasi örgütlenmelerin tabanının belirli Kürt aşiretlerine bağlı olarak oluştuğunu ortaya süren yorumcular vardır. Bu konuda kapsamlı araştırmalar yapmadan , belirli belgelere erişmeden böylesine bir savı ortaya sürmek doğru değildir. Giderek hükümetin bu demokratikleşme hareketinin “Kürt kökenli “ TC vatandaşlarına hangi ekonomik ve sosyal bağımsızlığı sağlayacağına ilişkin bir programın olup olmadığını da bilmiyoruz.
Bu açılımın 1980 yılından bu yana bir türlü bastırılamayan bir isyan hareketinin (PKK ) silah kullanmadan başarılacağına ilişkin elimizde her hangi bir bilgi de yoktur.
Son yıllarda tüm AB ülkelerinin ısrarla üzerinde durdukları uyum süreci ana başlıkları 1960 yıllarına kadar “Kürtçe” dilini yasaklayan ve yok sayan zihniyete izin vermemektedir.Türkiye’nin çok kültürlü mozağini uzun yıllar boyunca ısrarla bozmak ve yozlaştırmak için devletin güçlerini kullanan zihniyet bugün de yaşamaktadır.Bu zihniyet, büyük bir zamanlama ve strateji hatası yaparak kışkırttığı PKK güçlerinin ekmeğine yağ sürmektedir.
Üçüncü Bölümün Sonu
Notlar : -----------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu : Erol Kurubaş ,Ümit Yayıncılık , Ankara , 1997
(2) Kürt Sorunu : Ingmar Karlsson ,Homer yayınevi :
(3) Mir Muhammed Ayaklanması : Bunlardan kayda değer olanı bugünkü Kuzey Doğu Irak da Rawanduz da bulunan Soren Beyi Mir Muhammed ‘in 1833 yılında 30 bin kişilik bir orduyla başlattığı isyandır.Osmanlı Rus savaşı sırasında ciddi kayıplara uğrayan Osmanlı birlikleri Mir Muhammed’e yeniliyorlar.Bölgede çığ gibi büyüyen ayaklanmaların İran sınırında Azerbeycan ‘a kadar yayılması üzerine Persler Ruslardan yardım istiyorlar.On yıl süreyle Osmanlı , Pers ve Ruslar arasında bir dizi anlaşma zemini arayan Mir Muhammed sonunda öldürülüyor.Mir Muhammed ayaklanmasının nedenleri,gelişimi ve on yıl süreyle ne gibi aşamalardan geçtiği bu yazı dizisinin sınırlarını aşmaktadır. Ama bir aşiret isyanı başlığı,bir tür kabile içi iktidar mücadelesi olarak ele alınmalıdır .
Botan Ayaklanması İkinci kayda değer ayaklanma Diyarbakır bölgesindeki Botan ayaklanmasıdır : Bu ayaklanma da özünde aşiret reislerinin bölgesel idarenin otoritelerini sarsması neticesinde bir tür prestij kazanma amaçlı silahlı eylemlerdir. Kaba güce dayalı bu hareketlerin siyasi bir amaçtan ziyade kan bağına ilişkin prestij hesaplaşmaları olduğunu söylemek mümkündür. Botan Aşiret reisi Bedirhan Bey ‘in 1840 yılında Diyarbakır ‘da başlattığı ayaklanma da Osmanlı İmparatorluğu Kürt bölgesinde önemli bir oranda etkili olmuştur.Mir Muhammed’in çağrısına cevap vermeyerek kendi isyanını başlatan Bedirhan Bey ,kısa sürede bölgede komşu aşiretlere sıçrayan eylemleriyle bir süre etkili olmuştur.Bu hareket de Bedirhan Bey ‘in özkardeşi Yezdan Şir tarafından ihanete uğraması sonucu bir tür yön değişimine uğramıştır..Bölgede yaşayan Hıristiyan ve Yahudi nüfusun da Sünni Kürtlerin başlattıkları silahlı eylemlerde önemli roller oynadığını unutmak gerekir.Sultan ‘a bağlı bu gayri Müslim topluluklar yeri geldiğinde isyanların bastırılmasında Osmanlı’nın yanında yer almışlardır.

Kürt Açılımı (2)


Doğu ve Güneydoğu ‘da uyandırılan Kürt Milliyetçiliği

“Silahlı mücadeleyle bir “Büyük Kürdistan” ulus - devleti oluşturmaya çalışmak,zaten bir çok zorluk yaşamış bir halkın üzerine daha fazla felâketler yükleyecek bir illüzyondur.”
Ingmar Karlsson
Eski İsveç İstanbul Başkonsolosu

Eski İsveç İstanbul Başkonolosu Ingmar Karlsson “Kürt Sorunu “ olarak Tükçe’ye Turhan Kayaoğlu tarafından çevrilen kitabının sonunu böyle bitiriyor.(1) Bir çok bakımdan Kürtlerin kültürel geçmişi ve siyasi tarihi konusunda değerli bilgiler ihtiva eden bu kitabı Türkiye’deki “Kürt Açılımı “ kampanyası tartışmaları sırasında bir kez daha detaylı olarak inceleme fırsatım oldu.
Bugün açılımın ana nedeni olarak hükümet tarafından ortaya konan “Akan kanın durdurulması” kampanyası geriye doğru bakıldığında çok farklı yorumlara yol açacak siyasi oluşumları da tetikleyecek özellikler taşıyor.
Her şeyden önce sorunun tarif edilmesi gereken çok önemli ana kavramları olduğunu düşünmek gerekir.Bu düşüncelerin temellerine ve tarihine de atıflar yapmak gerekli bir düşünsel eylemi de beraberinde getirmektedir.
Karlsson kitabında , Güneydoğu Anadolu’da başlayan Kürt Milliyetçiliğinin giderek PKK silahlı terör eylemlerine dönüşümü ve nedenlerini bir çok siyasal dönemi inceleyerek ortaya koyuyor.
Bu dönemlerden ilki 1946 yıllarında çok partili sisteme geçişle birlikte DP kurmaylarının ,”CHP ‘nin Kürtlere baskı uyguladığı “ savını kullanarak Doğu ve Güney Doğu illerinden oy sağlamaya yönelik kampanyalar düzenlediğini ve DP tarafından Kürt Milliyetçiliğinin somutlaştırılarak siyasallaştırıldığını ileri sürüyor.Karlson ‘a göre 1950 seçimlerini büyük bir farkla kazanan DP, sürgündeki Kürt aşiret liderlerinin milletvekili olarak TBMM’ne girmesine olanak sağlıyor.
Karlsson on yıllık dönemde Kürt toprak ağalarının ve dini liderlerinin nüfuzlarını kendi çıkarları yönünde kullanarak bölgede uygulanmak istenen büyük toprak reformu ve ekonomik kalkınma modellerinin bizzat Kürt aşiret liderleri tarafından bloke edildiğini ve yozlaştırıldığını da ileri sürüyor.
Bu savın ortaya koyduğu gerçek, Kürt Açılımı’nın belirli siyasi dönemlere dayandırılarak incelenmesinin daha sağlıklı olacağıdır:
(1) Osmanlı Dönemi ve Kurtuluş savaşı Dönemi
(2) 1923-1946 dönemi, CHP ve İsmet İnönü Dönemi
(3) 1950-1960 dönemi, DP ve Adnan Menderes Dönemi
(4) 1961-1971 dönemi, Askeri iktidarlar ve Koalisyonlar Dönemi
(5) 1972-1980 dönemi Demirel ve Ecevit Dönemi
(6) 1983-1993 dönemi Askeri İktidarlar ve Turgut Özal Dönemi
(7) 1993-1999 dönemi Koalisyonlar Dönemi
(8) 2002-2009 dönemi AKP dönemi

Yukarıda sıralamaya çalıştığımız ekiz dönemin ötesinde bir sıradağ gibi bekleyen bir de Osmanlı İmparatorluğu tarihi ve öncesi dönemleri de vardır. Böylesine kapsamlı çalışmaların bazı önemli üniversitelerde akademik düzeyde ve siyasi düzeyde kültürel ve siyasi tarih anlamında yapıldığını biliyoruz. Önümüzdeki zaman içerisinde konuya ilgi duyanların sayısı arttıkça ve konunun üzerindeki kesif “siyasi sis” bulutu bir rüzgarla geçip giderse bu konunun daha da kapsamlı bir biçimde detayıyla ve belgelere dayandırılarak inceleneceğini söyleyebiliriz.
Devletlerin ve üniversitelerin arşivlerinde bu konuyla ilgili sanırım sonsuz belge vardır. Bu belgelerin ne zaman ve ne şekilde ve amaçla ortaya çıkacağını da şu anda bilmemiz mümkün değildir.
Siyasal anlamda ilk dönemlerde hortlatılan üniter devlet ulus devlet kavramının anti tezi “Etnik Milliyetçilik” kavramlarının zamanla silahlı eylemlere dönüşmesiyle de pandoranın kutusu açılmıştır. Üniter devlet kavramının ne anlam geldiği de Cumhuriyetin ilanından bu yana siyasal dalgalanmalarla malesef yeterince anlaşılmış değildir. Her siyasal iktidar “ateşdeki kestaneler “ tabir edilen “Kürt sorunu” ile başbaşa kalmıştır. Uzun bir sure “Kürt” kelimesinin bile telaffuz edilemediği baskı dönemlerini yöneten siyasi oluşumlar, kısa vadeli kolay ve ucuz hedefler uğruna kördüğüme dönen sorunun üzerine gitmekten çekinmişlerdir.Aslında bugün de bu dengeler çok fazla değişmiş değildir. Bazı siyasi çevrelerin konunun açılmasına bile tahammülleri yoktur.
Bugün gelinen noktada yukarıdaki sekiz dönemde meydana gelen siyasi olaylar ve sonularına belgelerle değinmeden ilerleme kaydetmek kanımca oldukça güç olacaktır.
Dağdaki eli silahlı unsurları ovaya indirecek siyasi tavizin karşılıklı olarak ne olduğu hala belli değildir. Toplumun çok önemli bir kesimi ekonomik sorunların altında ve geçim derdindedir. Bu konularda gerek iktidar gerekse de muhalefet kurumları kamuoyuna açık bir tartışmayı göze alan ve hedefleyen bir açılım içinde görünmemektedirler. Dolayısıyla bu şartlar altında neyin ne olduğunu anlamakta zorlanan bir kamuoyu ve ciddi anlamda siyasal kutuplaşma içinde bulunduğu öne sürülen medya ile nekadar ilerleme kaydedileceği de kuşkuludur.
Gerektiğinde ve iktidarların ihtiyaçları doğrultusunda gündeme getirilen “Kürt Sorunu “ ne zaman ve ne kapsamda tartışılmaya başlanabilecektir bilmiyoruz. Bu yazı dizisinin ana amacı da bu konuya ilişkin satır başlarını temin etmekten ibarettir.
En azından TRT ‘de başlatılan Kürtçe yayınların hangi lehçede yapıldığı ve kaç kişi tarafından yeterince anlaşılabildiği büyük bir merak konusudur . Karlson ‘a göre Türkiyede kaç kişinin Kürtçe konuştuğuna ilişkin ilk belge 1965 yılı nüfus sayımında ortaya konmuştur.Bu oran % 20 civarındadır . 2008 yılında bu oranın % 30 lara vardığı konusunda tahminler vardır . Bu sayıların devlet istatistik kurumları tarafından doğrulanması gereklidir.Türkiye nüfusunun hangi oranda Kürt kökenli olduğu ve bunun bölgesel dağılımı istatistiki olarak resmen açıklanmamıştır.
Kürt Milliyetçiliğini hortlatan siyasi oluşumların hangi aritmetiği çıkış noktası olarak aldıkları da büyük bir merak konusudur .Havada uçuşan rakkamların doğruluğu konusunda ciddi endişelerin olduğu bu dönemde en büyük açılım bence en azından Kürt kökenli vatandaşların oranının ve temel istatistiklerinin dil,din,cinsiyet,yaş,aile büyüklüğü,coğrafya,vb. Temel verilerle açıklanmasının büyük bir ihtiyaç teşkil ettiğinin Kabul edilmesidir. Önce bu veriler açıklanmalıdır.Bu veriler olmadan yapılan her çalışmanın “Alevi Açılımı” gibi sonuçsuz kalacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

İkinci Bölümün Sonu
(1) Bir Diplomatın Gözüyle Kürt Sorunu : Ingmar Karlson ,Homer Kitabevi 2008
Çeviren:Turhan Kayaoğlu

14 Ağu 2009

Kürt Açılımı ( 1 )




Giriş
Haber ajanslarına yansıdığı kadarıyla ; DPT Genel Başkanı Sayın Ahmet Türk, hükümetin “Kürt Açılımı” konusunda İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile yaptığı görüşmede, etnisitenin Anayasa’ya girmesi yönünde bir taleplerinin olmadığını, “Anayasa’nın milliyeti olmamalı, demokratikleşme Kürtlerin de sorunlarını çözer.” ifadesini kullandığı; Sayın Beşir Atalay ‘ın ise , “Devlet olarak bu projenin arkasındayız,sorunun çözüm yeri TBMM’dir.” Vurguladığı belirtiliyor.
Bu demeçlerle Türkiye belki de tarihinin en önemli siyasi dönemlerinden birine giriş yapmaktadır. Hükümetin bu cesaretli adımının ardında neler olduğu da en hararetle tartışılan konuların başında yer almaktadır.
“Kürt Sorunu” ya da “Kürt Açılımı” konusunun son derece karmaşık olduğunu vurgulamak gereklidir. Toplumun geniş kesiminin bu konuda yeterli bilgisi yoktur.Sorunun tarihi gelişimini incelemek, sorunun kaynağını ve Kürt açılımının bugün neden gerekli olduğunun, ve giderek bu açılımın siyasi sonuçlarının neler olacağının tarihi bir perspektif içerisinde incelenmesinde sonsuz yararlar vardır.
Bu yazı dizisinde günümüzden başlayarak geçmişe gidecek “Kürt Açılımı” ya da “Kürt Sorunu” olarak tanımlanan siyasi ve sosyo kültürel olayların perde arkasını tarihi perspektifinden özetlemeye çalışacağız.

Bugünün Polemikleri

Siyasi olarak AKP Hükümeti artık geriye dönemeyeceği bir yola girmiş durumdadır.
Hükümetin bu açılımına en sert tepki MHP başkanı Sayın Devlet Bahçeli’den gelmiştir.Sayın Bahçeli, partisinin Antalya İl Kongresinde yaptığı konuşmada partisini ve parti tabanını da bağlayıcı çok ciddi beyanatlar vermiştir.Ağır ithamlar ve eleştiriler getirdiği yaklaşımla “Kürt Açılımı “ siyasi adımına destek vermeyeceğini ; açılımın Türkiye'yi bölmeye yönelik olduğunu ileri süren Bahçeli, MHP'nin bölünmeyi çözüm olarak kabul etmesinin mümkün olmadığını açıkça beyan etmiştir.
CHP ise daha ılımlı (Siyaseten ) bir yol izlemiş Sayın Deniz Baykal kendilerine (Partisine ) somut önerilerin getirilmediği, bu nedenle ortada konuşulacak bir konu bulunmadığını,giderek bu açılımın muhatabının “Kandil” ve “İmralı” ya davetiye çıkardığını ima ve beyan ederek dolaylı yoldan açılıma destek vermeyeceğini vurgulamıştır.
DPT ise parti içinde farklı görüşlerin bulunduğunu kanıtlayan çelişkili mesajlar vermektedir. Bir yandan hükümetin tutumu desteklenirken öte yandan ,hükümetin “açılım” yaklaşımı ile demokratikleşme siyasetinin sahte olabileceği ima edilmekte giderek DPT içerisindeki PKK etkisini nötralize etme stratejisinin göstergesi olan ,“İmralı “yı devre dışı bırakma taktiklerine prim vermeyeceklerini söyleyen DPT miilletvekilleri de vardır.
Bu bağlamda yurtiçi (siyasi ) polemiklerine bakıldığında AKP hükümetinin “Kürt Açılımı “ kampanyasını tam olarak destekleyen siyasi bir grubun olmadığı görülmektedir.Eğer konu TBMM çatısı altında bir “demokratikleşme hareketi” ile Anayasa değişikliği aşamasına getirilirse yeterli oy desteğinin olmadığı ortadadır.Zaten henüz somut olarak nasıl bir paketten söz edildiğine ilişkin kesin bir bilgi de mevcut değildir.
Şu ana kadar PKK ‘nın silah bırakması,Anayasa’nın 220. Maddesine işlerlik kazandırılması gibi MGK ‘da konuşulan bazı konuların sözü edilmektedir ama “açılım”ın tam olarak neyi ifade ettiği bir taslak olarak medyaya açıklanmış değildir.
Öte yandan AB nezdinde bazı beyanatlardan anladığımız kadarıyla AKP ‘nin bu açılımı Avrupa Ülkeleri tarafından olumlu karşılanmaktadır.İsveç Sosyal Demokrat partisi sözcüsünün CHP ‘nin açılım konusundaki tutumuna ilişkin sitemleri de dikkat çekicidir.
Uzun bir süredir AB ile uyum sürecinde Masaya yatırılan paragraflar arasında “Kürt Konusu” etnik bir konu olarak değil fakat ”bireysel özgürlükler ,demokrasi ,insan hakları ve hukuk devleti” kriterlerinde ele alınmaktadır.Muhalefetin bu kampanyayı AB’nin etkisinde ve denetiminde yaptığı suçlamaları ise uzmanlar tarafından bir iç politika kurnazlığı olarak görülmektedir.
Nitekim Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın demeci son derece manidardır:
"Ümit ediyoruz ki muhalefetimiz de bu tarihi dönemeçte, Türkiye'nin sorununu çözme çabamıza katkıda bulunur. Çözümsüzlüğün değil, çözümün bir parçası olma yolunda gerekli fikir değişikliğine gider ve bizlere katkıda bulunur diye düşünüyorum"

Birinci bölümün sonu

6 Ağu 2009

Kenan Evren ve Haşimi Rafsancani


Çoğumuzun en son İran Cumhhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde ismine rastladığı ,İran 'ın son 30 yılın en önemli siyasi şahsiyetlerinden biri olan "Ali Akbar Rafsanjani (Bahramani)" geçmişiyle belirli kesimlerde fırtınalar estirirken bugün de en son seçimlerle bağlantılı olarak bir muhalefet hareketi ile birlikte anılmaktadır.
Benim yurdışında İsveç 'te olduğum yıllarda,İsveç Parlementosu'nun yer aldığı Sergelstorg meydanında açlık grevine başlayan İmam Homeyni yanlısı ;İran şahı aleyhinden gösteriler düzenleyen , önceleri cılız bir grup iken sonraları bir çığ gibi büyüyen bir hareketin "İran İslam Devrimi " hareketinin önemli temsilcilerinden biri olduğunu öğrendiğimiz İmam Rafsancani,bugün reformcu Musavi hareketiyle birlikte anılıyor.
Zamanda geriye doğru gitmek mümkün olsaydı da bugün reform isteyen Musavi - Rafsancani hareketinin geçmişte hangi suçları işlediklerini tahlil edebilseydik.
Stockholm Üniversitesi 'nde 1977 yılında aynı dersleri birlikte aldığımız Dr. Freni Fairuz bir akşam sınıfa üstü başı perişan bir şekilde girmişti.Yerine oturdu,not defterini açtı ve hiç bir şey olmamış gibi not almaya hazırlandı.Burnuna tuttuğu mendilde kan olduğunu görmüştüm. Kuzguni siyah saçları darmadağındı. Onu öyle görmeye alışkın değildik.Sınıfın en güzel giyinen, çok bakımlı bayanlarından birini öyle görmek normal değildi.
O akşam üstü Freni kendi ülkesinden Hizbullah yanlısı öğrencilerin tacizine uğramıştı.Tartaklanmış ,hakaret görmüş ve aşağılanmıştı.
Bu İran devrim hareketi temsilcileri Freni 'yi linç etmek istemişlerdi.
Bugün geriye dönüp baktığımda iki şeyi anlayamıyorum .
Biri Kenan Evren diğeri de Haşimi Rafsancani .
Hemen hemen aynı yıllarda ikisi de cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdular..
Kenan Evren belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük demokratik hasarını yaratan biri olarak ,davasını haklı gösteren kanıtlar ileri sürebiliyor. Ne yazık ki onun bu cehaletini alkışlayan boyutsuz çıkar grupları hala aramızda.
Haşimi Rafsancani ise aynı paralelde iktidar hırsıyla hala aynı taktikleri kullanıyor. Tahran Üniversitesi'ni öğretime kapatan ve çağ dışı bir eğitim sistemi öneren 50 yaşındaki Rafsancani ,bugün düşüncelerinin tam tersini savunuyor. Hayret edilecek bir şey.
Dr.Freni Fairuz ,bugün yaşamıyor. Çünkü 1978 yılında döndüğü çok sevgili yurdunda ,Hizbullah militanları onu Tahran Üniversites'nde ders verirken linç ettiler.
Bugün artık bu konuyu hatırlayan bile yok.
Freni ile birlikte Stockholm Üniversitesi bahçesinde bir uçurtma şöleninde çektirdiğimiz grup fotoğrafında yanımda duruyor ,birlikte gülümsüyoruz.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...