27 Nis 2010

Ütopya ve Heterotopya ....



Çoğu siyaset bilimciye göre 20. yüzyılın asıl meselesinin modernite olduğu su götürmez bir gerçek.
Özellikle de karanlık çağlardan ileriye doğru bir sıçrama ; bir düşünce aşaması yapması beklenen bazı bireylerin şaşkınlık içinde bocaladığı ve oradan şuraya savrulduğu, giderek rasyonel aklın izinden ayrılarak daha farklı karanlıklara saplandığını da görüyoruz.

Anthony Giddens ’in (1) “Sağ ve Solun Ötesinde “ adlı kitabı üzerine bir makale yazan Hasan Bülent Kahraman ‘ın da vurguladığı gibi modernitenin artık sona eren ve bir çok alanda yetersiz kaldığı söylenebilir.Nitekim Giddens ‘de modernitenin artık önemini yitirdiğini sorunlar yarattığını söylemektedir. (2)
Bu da bizi Michel Foucault’un heterotopya açılımının kıyılarına ulaştırmaktadır.
Nedir bu sihirli kelime ?
“Ütopyalar gerçekle bağlantısı olmayan bölgelerdir. Bu bölgeler, toplumun gerçek mekanı ile direkt ya da tersine çevrilmiş bir ilişki içindedir. […] Her uygarlık, bünyesinde ‘ters’ olarak tanımlanabilecek bölgeler bulundurur ki bu bölgeler, bütün gerçek mekanların aynı yerde temsil edilmesi ve aynı anda tersine çevrilmesidir. […] Yansıttıkları ve bahsettikleri bütün mekanlardan tamamen farklı olduğu için, bu yerleri ütopyalardan ayırıp heterotopya olarak tanımlamak istiyorum. […] Ütopyalarla heterotopyaların aynı yerde var olmasının en güzel örneği aynadır. Ayna, yersiz bir yer olduğu için ütopiktir. Ben, aynada kendimi görürüm ama ben gerçekdışı, sanal bir mekanda değilimdir. Ben oradayım, ama orada değilim. Orada olan, beni kendime gösteren bir gölgedir ve bu gölge benim nerede olmadığımı görmemi sağlar: aynanın ütopyası budur. Heterotopya olmasının nedeni ise ayna gerçekte var olmaktadır ve var olmamın karşıtı bir hareketi simgeler. Aynanın var olduğu noktadan benim olmadığım noktayı görebilirim.”
Michel Foucault, Des Espaces Autres, 1984 [1967]Çeviri: Merve Ünsal
Newyork ‘da yaşayan Merve Ünsal ‘ın da mezarlık fotoğraflarında yakaladığı şey, modernitenin bireyi sürüklediği ve uğruna her türlü fedakarlığı göze aldığı ütopyanın ona sunduğu gerçekliği göstermesi açısından da yorumlanabilir. M. Foucault’ya göre modernite bugün ne olduğumuzu, ne düşündüğümüzü ve ne yaptığımızı belirleyen sorunun cevabıdır.İki yüz yıldır Kant ‘dan bu yana cevabı aranan bir soru.(3)

Günümüz Türkiyesinde yaşayan birey ,cumhuriyet rejimiyle batıya göre yüz yıl kadar geç girdiği modernitenin farkında bile değildir. Cumhuriyet rejimiyle alel acele çizilen çağdaş Türk toplumu ütopyası bir yerde moderniteyi de ırkçı ve şöven sayılabilecek bir tarzda kabul ettirmek istemiştir.
İmparatorluğun çok dinli ,çok dilli vatandaşları arasından bir grup seçilerek toplumun değer yargıları o gruba göre modernitenin çarpıtılarak uyarlanması yoluna gidilmiştir. Şiddet tekelini elinde tutan devlet gerektiğinde yarattığı bu gecikmiş ve çarpıtılmış moderniteyi bireye zorla kabul ettirmek istemiş, karşı çıkanları da şiddetle cezalandırmıştır. Çokluğu tekliğe indirme kuramı kimi bireylerde başarılı da olmuştur.

M.F’nun sözünü ettiği heterotopya bu topraklarda batıya göre çok daha farklı bir oluşum süreci izlemiştir. Modernite 18. Yüzyılın sonlarına doğru bireyin batıda dinin ve taassubun baskısından,kölelik ve sömürüden kurtulmasını amaçlayan bir ütopyaya dönüşürken bu topraklarda tam tersine ağdalı ve şiddet dolu bir istibdat yönetimi ortaya çıkmıştır. Demokrasi ve özgürlük isteyen imparatorluk çok kültürlü tebası şiddetle susturulmak istenmiş, itiraz edenlere her geçen gün artan bir baskıyla karşı konulmuştur. 20. Yüzyıla girerken artık bariz bir çöküşe giren imparatorluğun kurtuluşu için dışarıya ve içeriye karşı bir ölüm kalım savaşı verilmiştir.
Her alanda isyan eden ve istibdat rejimine baş kaldıran bireyin demokrasi ve özgürlüklere kavuşmasını engelleyen güçler zamanla etkili olmuştur. Bu güçler moderniteyi de bir kabusa dönüştürmeyi başarmışlardır. Bugün batının ütopya ve heterotopya algısıyla Türk insanının algısı farklıdır.
Bu fark, hem iki yüz yıllık bir gecikmenin hem de özgürlük yerine tekil bir kültürü dayatarak şiddet uygulayan bir devlet yapısının yarattığı bir karabasana dönüşmüş durumdadır.
Askeri darbelerle yıllardır bir o yana bir bu yana savrulan cumhuriyet bireyinin dün meclisde oylanarak kaldırılması kabul edilen ve 12 Eylül başta olmak üzere diğer cuntaların da yargılanmasının önünü açan gelişme bu karabasan içinde bir umut ışığı olarak algılanmalıdır...

----------------------------------------------
(1) Anthony Giddens, çeviren: Sabir Yücesoy, Metis Yayınevi, 2002,
(2) 29 Kasım 2002 tarihinde Radikal Gazetesi’nde yer alan yazısında H.B. Kahraman şöyle söylüyor: “Hiç kuşku yok, kendisi, içinde bulunduğumuz dönemlerin en yaratıcı düşünürlerinden birisi. Bu kitabı hem bir modernite eleştirisi hem de bir çözüm önerisi olarak mutlaka okunmalıdır.”
(3)Sever Işık ‘ın makalesi de MF’un modernite yaklaşımı ve eleştirisini öne çıkarmaktadır : http://www.derindusunce.org/2008/10/21/aydinlanmanin-santaji-ve-foucault/

16 Nis 2010

Nükleer Güvenlik Zirvesi..




Son günlerin en önemli olaylarından biri Başkan B. Obama ‘nın insiyatifiyle Washington ‘da 47 ülkenin en üst düzeyde temsil edilmesiyle gerçekleştirilen nükleer güvenlik toplantısıydı.


Zirvenin ana amacının nükleer silahların terörist grupların eline geçmesini önlemek için gerekli adımların tartışılması olacağı açıklanmıştı.

Bu zirveden sonra bazı ülkelerin kontrolünde olduğu söylenen “bilindiği” kadarıyla yaklaşık 19,000 adet nükleer silahdan, masum insanların nasıl korunabileceği konusunda somut bir netice çıkmış mıdır ?

Voice Of Amerika ‘nın bildirdiğine göre iki günlük zirvenin ardından basın toplantısı düzenleyen ABD Başkanı Barack Obama gelişmeyi, “büyük başarı günü” diye nitelemiş.Toplantının nükleer silahlardan uzak bir dünya yaratma çabasının parçası olduğunu belirtmiş. Obama ,liderlerin tüm nükleer malzemeyi nükleer terörizm tehlikesini ortadan kaldırmak amacıyla, dört yıl içinde emniyet altına almayı kararlaştırdığını da açıklamış..

Anadolu Ajansının verdiği habere göre ise de ,Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy,Fransa'nın "güvenliğinin garantisi olan" nükleer silahlardan vazgeçmeyeceğinibildirmiş.

Yine haber ajanslarından anladığımız kadarıyla Kanada ellerindeki zenginleştirilmiş uranyumu Amerika'ya göndermeyi planlıyor.

İtalya, Çin ve Hindistan ise nükleer enerji ve sonuçları konusunda eğitim merkezleri açacaklarını taahhüt ediyorlar.

Rusya ise zenginleştirilmiş plutonyum kullanan sivil nükleer reaktörünü kapatacağı sözünü veriyor.Ukrayna ve Meksika gibi ülkeler de ellerindeki zenginleştirilmiş uranyumu kullanmayacaklarını taahüd ediyorlar.

Ukrayna stoğunda bulunan 100 kg uranyumdan vazgeçebileceği mesajını veriyor.Doğal olarak tüm bu taahüdlerin parasal aanlamda bir karşılığı da var.Bu finansmanı kimin sağlayacağı konusu da önümüzdeki günlerde yapılacak olan ikili zirvelerde ortaya çıkacaktır.
Zirveden sonra akıllara gelen esas soru, nükleer güvenliği sağlamak amacıyla gerekli yatırımın ne kadar paraya mal olacağı ve bu parayı kimin ödeyeceğidir.

Öte yandan ABD ‘nin askeri kanadının resmi sitesi sayılan Global Security.org ‘da yer alan bir değerlendirmeye göre teröristlerin ilk etapta nükleer bombaları Rusya’dan temin edebilecekleri ihtimali üzerinde duruluyor.Rusya ‘da 3,000 ila 15,000 arasında nükleer başlık bulunduğu varsayımı yapılıyor.

İkinci tehlikeli ihtimal Pakistan.ülkenin içinde bulunduğu siyasi karmaşanın yol açabileceği zaafiyetler üzerinde duruluyor.Pakistan ordusunun kontrolünde bulunan bombaların teröristlerin eline geçme ihtimalinin yüksek olduğuna da işaret edilmektedir.

Üçüncü ihtimal ise nükleer atıkların depolandığı Güney Afrika ve Şili gibi yerlerden teröristlerin rahatlıkla temin edecekleri zenginleştirilmiş uranyum atıklarının bombaya dönüştürülme ihtimali olduğu konusudur.

Geriye İran ‘ın üzerinde çalıştığı nükleer program kalmaktadır.
Bu konuda iki ayrı görüşün medya organlarında yer aldığını görmekteyiz.
ABD ‘nin basına açıkladığı resmi görüşü savunma bakanı Robert Gates ‘in NBS TV kanalına verdiği demeçle çerçevelenmektedir.

Gates ‘e göre İran ‘ın elindeki uranyumu zenginleştirme çabalarının devam ettiğini fakat bu çalışmaların beklenenden daha yavaş ilerlediği , dolayısıyla İran ‘ın yakın bİr gelecekte bomba yapma ihtimalinin bulunmadığı doğrultusundadır.

Öte yandan dışişleri bakanı Clinton İran ‘ın nükleer programının kontrol altında tutulması için uluslararası destek gerektiğinin altını çizmesinin; aralarında Türkiye ‘nin de bulunduğu bazı ortadoğu ülkelerine dolaylı bir mesaj gibi algılanabileceğidir.

ABD ‘de bulunduğu sırada başbakan R.T: Erdoğan ‘ın başta ABD başkanı B.Obama olmak üzere bir çok liderle istişarelerde bulunduğu haber ajanslarına yansımıştır.Bazı yorumcular,her şeyden önce İran ‘ın nükleer bomba yapma ihtimalinin sınır komşusu Türkiye aısından ne kadar kabul edilemez olduğunun gerek Erdoğan gerekse de dışişleri bakanı Davudoğlu tarafından ifade edildiği bildirilmektedir.

Bu zirveden ortaya çıkan sonuç ,giderek İran ve Pakistan üzerine yoğunlaşacak olan önlemler paketinin önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağını göstermiştir.

Alınacak olan ekonomik önlemlerin neler olabileceğini , giderek bu önlemlerin masum insanları ne kadar koruyabileceğini hep birlikte göreceğiz.

13 Nis 2010

2010 Pulitzer ödülleri açıklandı.


Pulitzer ödülleri açıklandı. The Washington Post, "uluslararası habercilik", "yazı", "yorum" ve "eleştiri" dallarında ; The New York Times gazetesi de "ulusal habercilik" ve "açıklayıcı habercilikle" ödüle layık görüldü. Ayrıca New York Times,’a "araştırmacı gazetecilik" dalındaki ödülün "Propublica" adlı online haber sitesine yaptığı katkılardan ötürü verildiği Ödül Komitesi başkanı Sig Gissler tarafından vurgulandı.

Her yıl yalnızca bir adet verilen altın madalyayı Bristol Herald Couier gazetesi kazandı. Bilindiği gibi “Kamu Hizmeti “ dalı en önem verilen dal olması itibariyle altın madalya ile ödüllendiriliyor. Gazetenin doğal gaz yetkililerinin Virginia’halkını istismar ederek gerektiğinden fazla ücret aldığını ve yöneticilerin adlarının karıştığı yolsuzlukları ortaya çıkaran haberiyle Kamu Hizmeti haberciliği alanında bir fark yarattığı gerekçesiyle verildiği açıklandı.

Tüm meslek yaşamı boyunca yolsuzlukların üzerine giden Pulitzer’in aşağıdaki sözleri ödülün kapsamını ve maksadını açıkca anlatmaktadır.

"Cumhuriyetimiz ve basın birlikte yükselecek ya da batacaktır. Saf , kokuşmuşluktan arınmış habercilik ,popülist hükümetlerin etkisiyle değil ,iyi eğitilmiş zekaların halkın haber alma isteğine saygı duymasıyla ortaya çıkacaktır. Ticari kaygılarla ,demagoji içine yuvarlanan gazeteler,giderek kendilerine benzeyen gazeteciler üreteceklerdir. Cumhuriyetimizin geleceğini oluşturma sürecinde özgür gazetecilerin rolü büyük olacaktır . " Joseph Pulitzer 1847-1911


Amerikan gazetecilerinin rüyası bir 'Pulitzer ' kazanabilmek . Bu ödülü almak ne demek?

Colombia Üniversitesi tarafından her yıl Nisan ayında açıklanan ödüller bir kaç dalda veriliyor?

Joseph Pulitzer, Mako, Macaristan da 10 Nisan , 1847 de Yahudi bir bir tahıl tüccarı olan baba ve Roman Katolik olan Alman asıllı bir annenin çocuğu olarak doğdu. Çok iyi okullarda okudu.

Hamburg 'da çalışırken ,ABD içsavaşı sırasında Avrupa'dan asker topalayan bir acente vasıtasıyla Boston ' a geldi. Orduya katıldı. Lincoln Süvari birliğinde Alman asıllı bir çok asker vardı. İyi bildiği Almanca ve Fransızcasıyla kısa sürede kendini gösterdi. Savaştan sonra .St.Louis 'e yerleşti . Her işi yapıyordu. Boş vakitlerinde de kent kütüphanesinde İngilizce ve Hukuk çalışmalarına katılıyordu.

Kütüphanenin satranç odası tatil günlerinde satranç meraklılarıyla dolup taşardı.Pulitzer ,bir tatil günü final karşılaşması yapan iki satanç oyuncusunun hamlelerini dikkatle izliyor , bir yandan da Almanca kendi kendine konuşuyordu.

Tesadüfen yanında duran Almanca olarak yayınlanan , Westliche Post, gazetesi sahibi onu dinliyordu. Pulitzer artık bir gazeteciydi..Dört yıl sonra bu dinlenmek bilmeyen sonsuz enerjisi olan gazeteci 25 yaşında neredeyse iflas etmekte olan gazetenin hisselerini aldı. Pulitzer artık yayıncı olmuştu. Daha sonra 1878 yılında St. Louis Post-Dispatch, gazetesini de satın aldı. Aynı yıl Kate Davis, ile evlendi.

Pulitzer kısa sürede güney bölgesinin en tanınmış simalarından biri olmuştu. sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar gazetede çalışıyordu. En ilgisini çeken konu yolsuzluklardı. Resmi kurumların yaptığı yolsuzluklar , kanun dışı işlemler en büyük ilgi alanıydı. Kokuşmuş politikacıların peşine düşüp iz sürmesiyle ,her türlü yolsuzluğu belgeleriyle gazetesine taşımasıyla ayrı bir ün edinmişti. Yolsuzlukları ortaya çıkarmasını alkışlayanların yanında , güçlü düşmanlar da edinmeye başladı .Sansasyonel haber yapan bir çok gazeteyle mücadele içine girdi. Skandallar birbirini izledi . Zor günler geçirdi . Yalan haber yazmakla suçlandı.1890 yılında New York 'da yayınlanan The World 'ü satın aldı. 1896 - 1898 yılları arasında Pulitzer , William Randolph Hearst's Journal ile muazzam bir tiraj savaşına girdi. Karşılıklı suçlamalar ,asparagas habercilik suçlamaları , tehditler santajlar ve baskılara karşın Pulitzer geri adım atmadı .

1909 yılında , The World gazetesinde 40 milyon dolarlık bir rüşvet skandalı yayınlanmaya başladı.ABD hükümetinin Panama Kanalı Şirketi'ne ödediği paranın hukuki statüsü tartışılıyordu. Başkan Theodore Roosevelt ve Banker J.P. Morgan, ve daha başka senatör ve yerel politikacıların da adlarının karıştığı bu skandal tüm ülkeyi sallamaya başladı . Baskılara dayanamıyan hükümet mahkemelere baş vurdu ve gazetenin yayınlarının durdurulmasını istedi. Pulitzer hakkında da suç duyurusunda bulunuldu.

Mahkeme tüm ülkenin merakla izlediği celse sonunda suç teşkil edecek bir gerekçe görmediği nedeniyle davayı reddettiğini açıkladı . Bu karar ABD hukuk sistemi ve basın özgürlüğünün büyük zaferi olarak nitelendirildi. Amerikan özgür haberciliğini için bir dönüm noktası oldu.Hiç bir etki altında kalmadan özgür yayın ve dürüst gazetecilik ilkelerinin savunuculuğunu yapan Pulitzer ,1904 yılındaÜniversitede Gazetecilik Okulu kurulmasını önerdi..

Pulitzer 'in maddi ve manevi desteğiyle 'Columbia School of Journalism' -Gazetecilik yüksek okulu kuruldu.

1911 yılında Pulitzer öldü. Ertesi yıl Pulitzer Ödülü vakfı kuruldu. İlk ödül 1917 yılında verildi. Pulitzer ,vasiyetnamesinde vakıf yönetimini çok dikkatle seçmişti. Gazete yayıncıları, Columbia Üniversitesi başkanı ve öğretmenleri,gazeteci olmayan saygıdeğer kişilerden oluşan 19 kişilik bir kurul. Bu kurul daha sonraki yıllarda değişti. Günümüzde tanınmış gazete yazarları ve yayıncılarından kurulu bir kurul görev yapmaktadır . Ayrıca dört Gazetecilik Akademisi öğretim üyesi teknik danışman olarak kurulda asil üye olarak yer almaktadır. Kurula Columbia Graduate School of Journalism dekanı başkanlık etmektedir .

Pulitzer Ödülü Konusunda beş konu özellikle vurgulanmaktadır.

· Jüriyi dolaylı yollardan etkilemek mümkün değildir .Jüri üyelerini isimleri gizli tutulmaktadır.

· Ödül kimseyi zengin edecek kadar büyük değildir. 10,000 dolarlık ödül kimseyi zengin etmez.

· Sadece finale kalanlar ödüle ”aday” statüsünü kazanmaktadır . Diğer ödüllerde olduğu gibi adaylık üzerinden prim yapılamasına izin verilmemektedir.

· Büyük kutlama törenleri düzenlenmemektedir. Ödülü kazananlar Columbia Üniversitesinde mütevazi bir öğle yemeğinde ödüllerini almaktadırlar.

· Ödüle layık eser bulunamazsa ödül verilmemektedir. Ödül komitesi herhangi bir dalda yeterli düzeyde bir eser bulamazsa o yıl ödül vermeme yolunu seçmektedir.

12 Nis 2010

US Masters ‘da kupayı Phil Mickelson kazandı..


U.S. Masters (ustalar turnuvası) dördüncü ve son turunda; İngiliz Lee Westwood ve ABD’li Phil Mickelson arasındaki başabaş mücadeleden daha tecrübeli ve sinirlerini daha iyi kontrol edebilen Phil Mickelson galip çıktı..

Final turuna başabaş giren ikili arasına zaman zaman oyunun akışı içerisinde K.J.Choi ve Anthony Kim de dahil oldu. Lee Westwood son turun ikinci yarısında daha az risk alırken Phil Mickelson ciddi riskler almaya başladı..

Daha önce bu kupayı iki kez kazanan ve geleneksel yeşil ceketi iki kez giyen Phil Mickelson, her vuruşta daha da rahatladı . Kendine güveni artarken daha fazla risk aldı ve rakipleriyle arasındaki puan farkını daha da artırdı.

İngiliz Lee Westwood ‘un dünya sıralamasında dördüncü olmasına karşın hiç bir majör şampiyonluğu yok. İlk majör şampiyonluğu kazanma ihtimalinin psikolojik baskısıyla giderek heyecan katsayısı artan oyuncunun son çukurlarda bir iki önemli vuruş kaçırdığı gözlendi.

Dördüncü ve son gün toplam sonuçları :

· Phil Mickelson (-16)

· Lee Westwood (-13)

· Anthony Kim (-12)

· K.J. Choi (-11)

· Tiger Woods (-11)

· Fred Couples (-9 )

Bu yılın US Masters turnuvası üç golfcünün psikolojik savaşına sahne oldu.

Phil Mickelson eşi Amy ‘nin ve annesinin göğüs kanseri teşhisiyle geçen yıl zor günler geçirmişti. Bu turnuvaya da üç kız çocuğunun annesi eşi Amy ve annesi ağır hasta olan bir insanın psikolojisiyle girmişti. Ağır bir ilaç tedavisi (muhtemelen Kemoterapi )gören eşi ve çocukları için kiraladıkları sahaya yakın bir evde turnuvayı TV den izledikleri bildirildi. Phil Mickelson iradesinin gücüyle engelleri bir bir geçmesini bildi. Törene katılan eşi Amy yaptığı açıklamada,15.çukurdan sonra Phil 'in turnuvayı kazanacağını anladığını ve derhal hazırlanarak sahaya kupa töreni için geldiklerini söyledi.Mickelson ‘un oyun stilini çok yakından tanıyan biri olarak bunu hissettiğini de ayrıca belirtti.

Bu turnuvayı son tura bir puan önde giren Lee Westwood, git gide açılan farkı kapatmak için risk almadı.Phil 'in hata yapmasını bekledi .Stratejisi gerçekleşmedi . Westwood 'un majör bir turnuva kazanma heyecanı yeteneğini gölgeledi. Westwood bu yıl geriye kalan üç majör turnuvada özellikle de İskoçya’da tarihi ST: Andrews sahasında yapılacak olan The Open şampiyonasında bu şansı tekrar yakalayacak ve zorlayacaktır.US masters ‘da edindiği bu tecrübe ona kalan turnuvalarda mutlaka ışık tutacaktır.

Turnuva boyunca mükemmel bir oyun çıkaran iki oyuncunun başarısından da söz etmek gerekir. Güney Koreli K.J: Choi ve ABD ‘li genç yetenek Anthony Kim turnuvayı kazanabilecek teknik altyapıya sahip olduklarını tüm seyircilere sergiledikleri oyun ve sempatik davranışlarıyla gösterdiler.

Turnuvayı beşinci olarak tamamlayan elli yaşındaki Fred Couples her yerde seyircinin büyük desteğiyle karşılaştı.Binlerce hayranının alkışları her yerden duyuldu.Sempatik tavırları,gülümsemesi ve nezaketiyle göz doldurduğu kadar mükemmel golf tekniğiyle de tanınan “Freddy “ turnuvanın en renkli simalarından biriydi.

Son olarak Tiger Woods’un yaşadığı psikolojik mücadeleden de söz etmek gerekir:

Ağır bir medya ve seyirci baskısıyla adeta bunalan yetenekli oyuncu özel hayatında yaşadığı fırtınaların yeteneğini ne kadar gölgelediğini idrak etmiş oldu. Tiger Woods daha önce turnuvalarda gördüğümüz Tiger gibi değildi. Siyah güneş gözlükleri,sessiz ve somurtkan hali, üzerindeki psikolojik ağırlığı gösteriyordu. Her vuruşundan sonra kameralardan yüzüne yansıyan hayal kırıklığı ifadesini saklamak için kullandığı siyah gözlükleri her ne kadar medya danışmanları polen alerjisine bağlasalar da bana pek inandırıcı gelmedi.

Dünyanın bir numaralı golf şampiyonunun geçirdiği sosyal sarsıntının oyununa yansıdığı her vuruşunda belli oluyordu.Tüm bu baskıya rağmen arada sırada yeteneğinin yüzeye çıktığı anlarda mükemmel vuruşlarla puan toplayarak (-11 ) gibi son derece zor bir derece yaparak sahalara ikinci dönüşünde US Masters turnuvasını Güney Koreli K.J. Choi ile paylaştığı dördüncülükle tamamladı. Sonuç olarak Tiger Woods sahalara ikinci dönüşünü başarıyla gerçekleştirdi.

Görünüşe bakılırsa bu yıl Temmuz ayının 15’inde başlayacak olan “The Open”da çok farklı bir Tiger Woods ve Lee Westwood oyununa şahit olacağız .... Büyük bir olasılıkla “Freddy “ de geniş hayran kitlesiyle tutucu İskoç tribünlerini ve turnuvayı renklendirecektir.

1 Nis 2010

“1 Nisan” ya da “Fools Day” (1)




Uzun bir süre “Hicri”[2] ve “Rumi”[3] takvimleri kullanan bir kültürün aniden Gregoryen takvime geçişi de cumhuriyet döneminde gerçekleşiyor. Dedemin köstekli saatine bakarak yeni tarihe göre , eski saate göre gibi açıklamalarını hatırlıyorum. Saatin üzerinde de sayıları eski yazılışıyla çok ilginç bulurdum.İlkokula başladığım yıllarda tam olarak anlayamadığım konulardan biri de “1 Nisan şakası”, ya da “Nisan Balığı “ gününde yapılanlar pek ilgimi çekmez , hatta biraz da yapma ve itici bulduğumu hatırlarım. Bu kültürün içinden gelen Newruz’un kutlanması yasaklanırken,Hıdırellez’in gününün hangisi olduğu anlaşılamazken; ne olduğu ve nereden geldiği hiç de belli olmayan ve cumhuriyet döneminde idealize edilen üst kimliğin “kopye” kültürün bir diğer uzantısı olan “1 Nisan Şakası “ uygulamaları da yaşamımıza giriyordu.
Her kökü bir yerde olan konu gibi bunun da aslı astarını bilen fazla değil. Günümüz popüler kültür yaşamında 1 Nisan genellikle birilerine şaka yapılan , saf kişileri aldatarak eğlenmeye dayalı bir eğlence türü gibi algılanmaktadır.
Okullarda sınıf değiştirerek öğretmenleri aldatmak,değerli eşyaların saklanması gibi uygulamalrıyla başlayıp her ilişkinin derecesine ve samimiyetine göre azalan ya da artan oranda şakaların yapıldığı gün olarak da tanınmaktadır.
Bu tarihi günün esas başlangıcının eski takvimle alakalı olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. Roma ve Hindu geleneklerinde yaz ekinoksunu takip eden sürecin sonunda 1 Nisan tarihi yeni takvim yılının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
1 Nisan söylencelerinden biri şöyle :
Ortaçağda Jülyen takvimine göre 25 Mart tarihi yeni yılın başlangıcı kabul edilirken , 1582 yılında Papa 13. Gregory Jülyen takviminin iptal edilerek yerine yeni bir takvim yapılmasını emretmiş. Bugün kullanılan “ Gregoryen Takvimi “ ne göre bu nedenle yeni yılın başlangıcı yeniden ayarlanarak 1 Nisan ‘dan 1 Ocak tarihine alınmıştır.Bu değişime karşı çıkanların cephesi ve değişimi kabul edenlerin cephesi (muhafazakar-ilerici ) arasında o dönemde oluşan şakaların Başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkelerine yayıldığı bir dönemden kalan bir kültürel miras olarak yaygınlaşıyor.
Oysa Gregoryen takvimi 1752 yılına kadar kabul etmeyen İngiltere ‘de “All Fools Day “ kültürünün bu tarihten önce de tespit edilen varlığı takvim söylencesini zayıflatmaktadır.
Roma imparatoru Konstantin’e uyarlanan bazı söylentiler de vardır ama , bunların aslı astarı olmadığı anlaşılmıştır.
Anadoluda binlerce yıldır süregiden kültürel uygulamalarda 1 Nisan tarihin önemi yaz ekinoksuna yani baharın kutlanması ya da güneşin kutsanması törenlerine bağlanabilir.Bu anlamda kadim geleneklere göre Dionysos şenlikleri ,“Bahar Sarhoşluğu” ,” Bahar Yelleri “ gibi insanı “aptal”laştıran ve başını döndüren hava değişiminin günlük yaşama yansıması olarak da düşünülebilir.
Yahudi takvimine göre 1 Nisan yeni yılın başlangıcı kabul edilir.Yahudiler’in Mısır ‘dan çıkışı ve büyük göçle bağlantısı olan “Pesah Bayramı”[4] başlangıcıdır.”
Sümer , Asur Babil geleneğine göre de 1 Nisan tarihinin önemi ayrı bir araştırma konusu olabilir.
Günümüz popüler batı kültürünün 1 Nisan ‘tarihine yüklediği “Safları Kandırma” tarzının tarihsel bağlantısı sınırlıdır.Her geçen yıl daha değişik şakaların icat edilmesiyle zenginleşen “1 Nisan Şakaları “ ya da İngilizce tabiriyle “Fools Errand” örnekleri, özellikle medyada “Kamera Şakaları “ gibi günümüz teknolojisi vasıtasıyla geniş halk kitlelerine ulaşabilmektedir.
Son olarak, kültüründe böylesine bir birikimi olmayan kişilerin masum da olsa bu artık bir “şaka günü” haline gelen günün tatsız hale getirilmesini kolaylaştıracaklarını da unutmamak gerekir.Durup dururken uçakta ,vapurda bomba ihbarı yapıp tutuklananlar olduğu gibi,yeni aldığı giysileri başından aşağıya inen bir kova pis suyla mahvolan insanların duygularını da hatırlamak gerekir .



[1] İngiltere’de All Fools Day, Fransa ‘da ise “Poisson d'Avril” olarak da biliniyor.
[2] Hz. Muhammed ‘in Mekke ‘den Medine ‘ye göç etme tarihini (MS.622) ve ayın hareketlerini temel alan takvim.
[3] Hicri takvimin (MS. 622) ,1840(1256) yılında Şems takvimine uyarlandığı karma bir takvim.
[4] Pesah Bayramı,Hamursuz Bayramı ya da Passover olarak da adlandırılan bayram 1 Nisan ‘dan başlayarak 8 gün sürer. Dengeli Güneşay” takvimini kullanan Yahudi Takvimi özel bayramları Gregoryen takvime uyarlamış ve günleri sabitlemiştir.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...