31 Oca 2010

Refet Angın



Sevgili öğretmenimiz (hocam denmesine çok kızardı ) Refet Angın
dün tedavi gördüğü hastanede vefat etmiş.

1915 doğumlu olduğunu biliyorum.

Ankara,Bahçelievler Deneme Lisesi 'ne başladığım ilk yılı anımsamaya çalışıyorum şimdi.

Bayrak törenindeyiz. 1 B sınıfının olduğu yere gidip hiç tanımadığım sınıf arkadaşlarımla sıraya giriyorum. Bahçe dediğimiz yer hatırladığım kadarıyla U şeklinde sıralanan dersliklerin ortasında asfalt beton ve toprak karışımı bir yer .Ağaç gördüğümü hatırlamıyorum.Çıt çıkmıyor.

Atatürk büstünün yanındaki kürsünün yanında bayrak tutan basketbolcu arkadaşımızın yanında ufak tefek bir bayan duruyor. Topuklu ayakkabıları olmasına karşın dikkat çekici derecede ufak tefek. Topuz yapmış olduğu saçları ,koyu renk kumaştan tayyörü,bağcıklı gözlüğü hafif sola eğdiği boynu ve bel hizasında bağladığı elleriyle hiç kımıldamadan ileriye bana/bize bakıyor.

Bu ufak tefek bayan öğretmen az sonra kürsüye çıkıyor.Her söylediği kelimeden sonra boyunun uzadığını ve irileştiğini görüyoruz. Eğitimin önemini anlatıyor. Neden eğitim yapmak zorunda olduğumuzu.Konuştukça uzuyor uzuyor büyüyor.

İşte böyle tanıştık Refet Angın öğretmenimizle...

"Atatürk 'ün manevi kızıymış","Atatürk ona öğretmen ol demiş. " ,"Türkiyenin ilk bayan öğretmeni " gibi sözler dolaşıyordu etrafta.Tenefüslerde koridorlarda dolaşırdı.Onu görenler donup kalırdı.Çıt çıkmazdı.Bir bakışı yeterdi. Okuldaki ağırlığı yalnızca biz öğrenciler için değil,okulda görev yapan öğretmenler için de çok özeldi.Herkesin saygı duyduğu ve korktuğu bir müdürdü. Okuldaki disiplinin ve rehberliğin kaynağı oydu.

Onu her gün görürdük.Sürekli bizimle (öğrencilerle) konuşur, bildiklerini anlatmak, aktarmak için çırpınırdı.Onun apayrı bir yeri vardı.Fakir öğrencilere hep destek olurdu.Şımarıklığa hiç tahammülü yoktu. Okuldaki zengin çocuklarının şımarıklıklarına hiç fırsat vermedi. Fikir özgürlüğü onun için en değerli hazineydi. Bir cumhuriyet ve Atatürk aşığıydı.Tembellik ve yalancılık en nefret ettiği huylardı.

En ağır ceza onun karşısına çıkıp :
"Söyle çocuğum , bunu neden yaptın ? " sorusuyla karşılaşmaktı.

O her öğrencinin bir an önce sorumluluklarını idrak edip yetişkin gibi davranmasını isterdi.

"Eğer ilkel insanlar gibi davranmak istiyorsan , o senin bileceğin şey.Sen de git cahillerin arasına katıl.Bu ülke de bir adım ileri gitmesin . Aferim sana ...."


O yıllarda birlikte okuduğum sınıf arkadaşlarımla sayısız anımız var. İki yıl sonra (sanırım iktidar değişti ) bakanlıkta onu başka bir göreve atadıklarını duyduk.Yeni bir müdür geldi. Okulda her şey değişti.

Yıllar sonra İstanbul'da mezunlar davetlerinde karşılaştık. Hep aynı cizgide yürüdü.Hiç taviz vermedi.İnandığı ve doğru bildiği eğitim seferberliğinin sadık bir neferi olarak 95 yıllık ömrünün her dakikasını öğrencilerine ayırdı. Mütevazi küçük bir evde kirada oturuyordu. Çok az bir parayla zar zor geçiniyordu.Kimseden yardım kabul etmiyordu.

"Devletin verdiği öğretmen maaşıyla geçiniyorum ben . " derdi.

Cumhuriyet tarihi eğitim seferberliğinin en belirgin öğretmen rolünü (Çalıkuşu ) oynamayı hep sürdürdü. Yıllar boyunca her iktidar ona eğitim alanında belirli bir idari sorumluluk verdi.
O hep kendini bir" öğretmen " olarak gördü. iktidarlar ve güncel politikalar üstü kalmayı başardı.

İnandığı ve sık sık söylediği gibi :

"Çocuklar en büyük kötülük cehalettir. Cehaletle her zaman ve herde savaşmalısınız."

Böyle yaşadı ve böyle de başı dimdik öldü.

Şimdi araftan bize bakan öğretmenimi ,öğretmenliğe ilk başladığı yıllardaki sağ üst köşedeki siyah beyaz fotoğrafındaki gibi kalbimde saklayacağım .

Işıklar içinde yatsın....



28 Oca 2010

"Ütopik Cumhuriyet "


Cumhuriyet binlerce yıldır bu topraklarda varolmuş bir kavram. MÖ 400 'lerde Perikles döneminde daha önce Likya ve Kilikya bölgelerinde varolan ve yüzlerce yıl ayakta kalan bir sistem.

Yolunuz bir gün Kaş 'a düşerse kentin en yüksek noktasında,zeytin ağaçları arasında yarı yıkık duvarlarının kenarında keçiler otlayan bir anfitiyatro görürsünüz.İşte kent meclisinin toplantı salonudur orası.. Bir uygarlık mirası..Oligarşi ile demokrasinin mücadelesinin verildiği bu topraklarda hala aynı uğraş veriliyor.Birileri oligarşi istiyor , çoğunluk da demokrasi..Platon 'un değişime kapalı "devlet " modeli bir tür ütopyadır.Filozof kıralların yönettiği bir ülkenin siyasi düşünü kurar Platon. Oligarşiyi mi savunur yoksa? Üstün insanların yaşadığı ve yönettiği bir cumhuriyet düşüncesi ...Sparta oligarşisi. Güçlü ve akıllı olanın avamı ve zayıfı yönettiği amansız siyasi yönetim... Ege'nin öbür kıyısında Attika 'da bunlar tartışılırken Likya kent cumhuriyetlerinde daha farklı bir siyasi yöntem vardı...

Ütopya cumhuriyeti...

Türk üniversitelerinde siyasal bilimler fakültelerinde en çok tartışılan konulardan biri de "Modernite " ve " Türk Modernleşmesi " kavramıdır.

Batı ile doğu dünyasını ayıran en önemli çizgi işte burada ortaya çıkmaktadır.Felsefi anlamda belirleyici olan "Aydınlanma felsefesi" tam tamına iki yüz yıllık bir düşünce hareketi olarak ortaya çıkmıştır.

Batı dünyası, felsefi çatısı kurulan aydınlanma düşüncesinden hareketle gerek siyasi gerekse de ekonomik alanlarda 17.yüzyıldan itibaren bir dizi atılımlar yapmıştır.


1775 ABD demokratikleşme hareketi,1789 Fransız İhtilali, Özellikle de üretim ilişkilerinde siyasi ve ekonomik anlamda köklü bir değişim sürecine girip sanayileşme hamlelerine birbiri ardından gerçekleştirerek 1900 'lü yıllara girmiştir.

Aynı çizgi üzerinde 1876 yıllarında başlayan Osmanlı modernleşme süreci ise 1925 yıllarına yani Cumhuriyet yıllarına kadar inişli çıkışlı bir yol izlemiştir.

Bugün 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti henüz siyasi ve ekonomik anlamda atılımlarını yeterince tamamlayamadığı için ; toplumun bir kesimi aydınlanma ve modernite taraflısı diğer kesim ise içinde bulunduğu durumu kavrayamayacak kadar korku içindedir.Toplum iki ayrı gruba ayrılmış durumdadır. Toplumun üçte biri oranında bir kesim moderniteyi yaşarken çoğunluk bütün ortadoğu gibi modernite öncesi bir zihniyetin karanlığında korku içinde yaşamaktadır.

1925 yılının hızlı modernleşme sürecinin siyasi iktidarları , kağıt üzerinde yaratılan modern cumhuriyet vatandaşı elbisesini çoğunluğa giydirememişlerdir.Çoğunluk savaşlar ve yoksulluk içinde hiç bir zaman kendini yeterince güvende hissetmemiş, korkmuştur.

Ütopik cumhuriyetimizin en büyük sorunu,günümüz siyasi liderlerinin bu gerçeği görememesinden kaynaklanmaktadır.

Modernitenin ana prensipleri üzerinde toplumsal mutabakat sağlanamamıştır:Cumhuriyet dönemi iktidarları, bu mutabakatı aramak yerine kendi doğru bildikleri dar anlamlı ütopik cumhuriyet giysisini halka giydirmek için kaba güç kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Aydınlanma felsefesinin temel sütunlarından bir olan kişisel hak ve özgürlükleri konusunda gereken hukuki çatıyı kuramamış;endüstrileşme,kapital akümülasyonu,sekülarizasyon ve ulus devlet kavramları üzerinde bir mutabakat arayışına kalkışmamışlardır.

Bu konuların her biri halen ucu açık olarak tartışılmaktadır.Kimi güç odakları cumhuriyetin ana sorununun "bazı çevreler" olduğu şarkısını söylemeye devam etmektedirler...

Yüzyıllardır bu topraklarda huzur ve refah yüzü görmeyen büyük çoğunluk henüz,kokularını yenip aydınlanma çağına giriş yapmaya çalışmaktadır.En azından bu girişi kızları ve oğulları için yapma cesaretini gösterenler vardır ...

Ütopik Cumhuriyet anlayışı işte tam bu noktada mola vermiştir...

23 Oca 2010

Uğur Mumcu


Bu sabah,Der Saadet 'te Kılıç Ali Paşa Camii müezzininin sesi ve kar yağışıyla üşüyerek uyandık .

Elektrikler kesik. Beyoğlu ve Cihangir elektriksiz kalmış. Donuyoruz ...

Pilli radyomuzda dinliyoruz...Beşiktaş ve Karaköy daha da kötüymüş...

Kombi çaresiz....Dışarı fırlayıp bir yerlere sığınmayı planlıyoruz , ama kendimize yediremiyoruz.

Yoğun kar kar yağışı sürüyor...sanki hiç buralarda güneş doğmamış sıcak günleri görmemişiz gibi..

Sokakta birbiri ardından patinaj yapan otomobiller ...

Tüm uyarılara rağmen , bana bir şey olmaz diye düşünen ve zinciesiz çıkan araba sahipleri;

Kornalar... Küfürler ....

Ama yine de hoşgörülü insanlar yok değil . Hayret edilecek bir şey .. İnsanlar düşene ve düşküne her şeye karşın yardım ediyor...

Bu ne denli yüce gönüllülüktür .

Anlaşılması zor.


Kardeşim neden zincir takmadın ? diyen yok...

Kızan bağıran , hesap soran yok...

Eski "Demirel Günleri " diye anılan günleri anımsadım...

Yakıt yok.. Benzin yok ...Döviz yok...

Yok da yok....

Elektiriğimizin neden kesildiğini anlamak için , telefon etmek gerekiyor...

Telefon çalaışmıyor.. Elektrik yok .. Telefon yok ...

Çaresizsin ...

En kötüsü ..Eski günleri hatırlamak ..

Yokluk günlerini...

Darı ambarında ölen tavuk misali günleri....


Panikledim. Evden fırladık ...


Hemen Stockholm günlerini anımsadım...

Oysa İstanbul valisi halkı sakin olmaya çağırıyordu...

Sadece 20 cm kar ..

Tanrım ..

Stockholm 'de kar kalınlığını kimse düşünmezdi...

Elektirkler de kesilmezdi...

O zaman sen Stockholm 'e git .. diyenler olacaktır belki....

Ama ben buranın vatandaşıyım ve vergimi aksatmadan ödüyorum....

Üstüne üstlük ... Türk ve İslam 'ım...

Farklılık nerede ?

Anlamak çok zor .


Yine de evden çıkıp İstanbul 'u karlar altında seyretmek ve yaşamak güzel ...


Ne de olsa ben burada, bu coğrafyada kendimi evimde hissediyorum ...


Yaşasın körler şehri....

İstanbul...

Sevgili Uğur Mumcu ,

Arafta bizi izlediğini söyleyenler var...

.(
24 Ocak 1993 tarihinde, evinin önünde park halindeki özel aracına konulan patlayıcı maddenin infilaki sonunda hayatını kaybeden, araştırmacı-gazeteci merhum Uğur Mumcu'nun, bu suikastı kendisine düzenleyen failin bir an önce bulunması konusunda verilmiş olan Meclis araştırma önergesiyle ilgili olarak, 14 Ekim 1996 tarihinde, bir yazımız üzerine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından almış olduğum yazılı bilgiyi, aynen, Yüksek Heyetinize arz edeceğim:

“Sanıkların araştırılması ve yakalanması işlemleri, Cumhuriyet Başsavcılığımızın (1994/86) hazırlık sayılı soruşturma evrakıyla sürdürülmektedir. Olayı müteakıp, gerekli çevre araştırması yapılmış, elde edilen maddî deliller uzman ekip ve bilirkişilerce incelenip değerlendirilmiş, şüpheli kişiler ve yerler soruşturmaya alınmış; daha önce meydana gelen ve benzer patlayıcı madde kullanmak suretiyle gerçekleştirilen öldürme olaylarıyla bağlantısı araştırılmış, alınan her türlü ihbar üzerinde durulmuş, konuyla ilgili basın ve televizyon kuruluşlarında yer alan haber ve yorumlar göz önünde bulundurulmuş, öldürülen Uğur Mumcu'nun yakınları tarafından ileri sürülen iddialar üzerinde durulmuş; gerek yurt içinde gerekse uluslararası alanda faaliyet gösteren örgüt ve dış mihraklarla bağlantılı olabileceği düşünülerek, MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı ile işbirliği içine girilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, öldürme olayının aydınlatılması, faillerinin tespit ve yakalanmaları hususunda olumlu bir sonuç elde edilememiştir
.

Seni saygıyla anıyorum .

Ruhun Şad olsun .....

"Gözü olan görür" ..."Kulağı olan duyar... "



"Esse est percepti."

22 Oca 2010

Esse est Percepti


Bugün "Balyoz Harekatı " üzerine ne düşündüğümü yazmak istiyordum .


İçinde yaşadığımız ülkenin geçmişini ve geleceğini ilgilendiren böylesine önemli bir konuda bir şeyler yazmak istedim .


Yazmaya da başladım .


Bir müddet sonra yazdıklarımı okurken bu olayın benim "anlama sınırı" mın dışına çıktığını fark ettim.


Birden üniversite yıllarımı anımsadım .


Notlarımı aradım neden sonra aradığımı buldum ..


"Esse est Percepti ", “to be is to be perceived”


İrlandalı düşünür George Berkeley (1685-1753) 'in kuramı .


İrlandalı Samuel Beckett de bu kavram üzerine bir film senaryosu yazmış.


Bu filmi Ankara 'da 1971 yılının soğuk bir gecesinde Kavaklıdere'de bir enstütüde bir grup felsefeci ile birlikte izlediğimi hatırlıyorum .


22 dakikalık filmde hiç dialog yoktu.


Üç bölümlü filmin sokak,merdiven ve oda adlı üç bölümü üzerine saatlerce tartışılmıştı.


Angilikan rahibi Bishop Berkeley 'in idealist kuramı aslında gerçeklerin artık kavranamadığı zamanlarda algılananla kavranan gerçekliğin üzzerine kurulu.


Bir kaç dilde uzun uzun notlar almışım .


It is evident to any one who takes a survey of the objects of human
knowledge, that they are either ideas actually imprinted on the senses, or else
such as are perceived by attending to the passions and operations of the mind,
or lastly ideas formed by help of memory and imagination, either compounding,
dividing, or barely representing those originally perceived in the aforesaid
ways. (PHK §1).


İnsanın bilgisi ve anlama sınırı bir yerde algıladığıyla sınırlı . Bu algılama sınırının ötesi farklı bir dünya .idealize edilen bir dünya ...


Bugün birileri tarafından idealize edilen bir dünyayı benim algılamam için benim de idealist olmam gerekiyor.


Oysa ben de bir çok sınıf arkadaşım gibi idealistliği 5 Mart 1971 yılında ODTÜ yurtları baskınında makinalı tüfek kurşunları kaldığımız odanın duvarlarında patlarken yitirmiştim..

16 Oca 2010

Avrupa Kültür başkenti olmak...


Bugün İstanbul Kültür başkenti oluyor.

Haliç 'te yapılacak açılış töreni ve havai fişek gösterileriyle kent ileriye iri bir adım atmış olacak.

1985 yılında ilk kez Atina bu girişime ev sahipliği yapmıştı. Zamanın Yunan kültür bakanı film yıldız Bayan Melina Mercouri 'nin çok büyük emeği olduğu söylenir.Fikir annesi olarak gereken mücadeleyi de vermiş "kültür " ve kent kavramını uluslararası temasların ortasına oturtmayı başarmıştır.(1)

Bugünden başlayarak bütün yıl (2010) sürecek olan etkinliklerle, İstanbul'u idare edenler bir kent olarak kültürden ne anladığını bütün dünyaya anlatmaya çalışacaktır.

Bu kentin 8000 yıllık geçmişini bir nefesde (bir yılda ) anlatmanın olanağı yoktur.
Programa bakılırsa yetkililer bir dünya kültür mozaiği oluşturmaya çalışmışlar :

Açılış töreni paralelinde müzik etkinlikleri ön plana çıkarılmış,
  • Taksim 'de "Tarkan",
  • Kadıköy 'de "Mor ve Ötesi",
  • Sultanahmet'te "Mercan Dede",
  • Müzeler gece yarısına kadar açık,

İstanbul kenti Cumhuriyet tarihinde ilk kez, uzun soluklu uluslararası ciddi bir kültürel proje sürecine başlıyor. Projenin başlangıcında 13 Aralık 2005 günü, Şubat 2009 da görevinden istifa eden Yürütme Kurulu Başkanı ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir heyet, başvuru dosyasını Avrupa Komisyonu Eğitim ve Kültür Genel Müdürü’ne teslim etmiştir. Aradan geçen dört yılda hiç bir ilerleme kaydedilmemiş olduğu ifade edilmiştir.

İstifa nedeni olarak kurucu ekip başvuru dosyasında verilen sözlerin yerine getirilmediğini ileri sürmüşlerdir.Bu konuda resmi bir açıklama yapılmamıştır. basında şu haberler yer almıştır:
"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansın’ın 9 üyeli Yürütme Kurulu’dan dün akşam Çolakoğlu ile baraber Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür istifa etti. 2010 yürütme kurulunda son birkaç aydır görüş ayrılığından dolayı çatışma vardı. İstifaların ardında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının uzun süredir proje üretememesi ve buna tepki olarak oluşan kamuoyu baskısı gösteriliyor."
Bir yıldan çok daha az bir sürede hazırlanan programın içeriğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Bu yıl Almanya 'da Essen ve macaristan 'da Pécs kentleri de kültür başkenti ünvanını alıyorlar.
Geçen hafta açılışı yapılan Essen Ruhr programında üç ana tema dikkati çekiyor.
Kent kültürünün Mitoloji,sanayi ve insan boyutları kavramsallaştırılıyor.
Belirli bir yaklaşım söz konusu.
Öte yandan benim İstanbul programında gördüğüm kadarıyla yıllardır tecrübe kazanılan "İstanbul Festivali" yaklaşımı belirleyici olmuş.
Eskinin mücevherleri ortaya çıkarılmamış: University of the palace hall of Magnaura yani Kral Teodisius 'un kurduğu ve dünyanın Bolonya Üniversitesi 'nde önce ilk üniversitesi Konstantinople Üniversitesi ile ilgili bir program göze çarpmıyor.
Fener,Balat,Pera,Galata,Beyoğlu yaşamı,inançlar mozaiği gibi çok kapsamlı projeler üretilmemiş.

Kentin vazgeçilmez dokusu olan Roman,Rum,Yahudi,Ermeni ,vb çeşitlilikler vurgulanmamış.

Aslında aradan geçen beş yılda bir kültür projesi üretilmemiş,bürokratik engellerin zorunlu kıldığı bir daralma olmuş.

Çok yüksek potansiyeli olan bu projenin yılın ilerleyen haftalarında daha da zenginleşmesini ve geniş açılara ulaşmasını dileyelim.

Kent yaşamının çok önemli günlerinin ıskalanmamasını dilemekten başka şansımız yok :örneğin .
  • Erguvan Dönemi,
  • Mimoza,manolya ve lale zamanları,
  • Göçmen kuşların gelişi ve gidişi,
  • Balık mevsimi
  • ,fener ışığında Lüfer,
  • Mehtap gezileri,
  • Kutsal günler,

Kenti kent yapan ve yaşamı anlamlı kılan değerler.....

------------------------------- (1) Dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri’nin önerisinin Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi tarafından benimsenmesiyle Avrupa kültürüne değer katan, Avrupa’ya katkı sağlayan kentlere verilmeye başlanan bu unvana ilk kez 1985’te Atina sahip olmuştur. Bu unvan, 1985-2000 yılları arasında AB’ye üye ülkelerin kentlerinden birine verilmiştir. 2000 yılına gelindiğinde ise, yeni bin yıl nedeniyle, Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem aynı yılda birden fazla kente, hem de AB adayı olan ülkelerin kentlerine verilmeye başlanmıştır. Avrupa Kültür Başkenti Projesi Tarihinde Bir İlk... İstanbul’un, Avrupa Kültür Başkenti yolculuğu da, yeni bin yıl nedeniyle, AB adayı olan ülkelerin kentlerine Avrupa Kültür Başkenti unvanı verilme kararıyla birlikte başlamıştır.

15 Oca 2010

Güneş Tutulması


Ay olmasa güneş tutulması da olmazdı .

Güneş tutulması, Ay'ın yörünge hareketi sırasında Dünya ile Güneş arasına girmesiyle oluşur.

Tutulmanın olması için Ay'ın "yeniay" evresinde olması gereklidir.

Kozmonolojik deyişle Dünya'ya göre Güneş ile örtüşme halinde olması, yani yörünge açısının Dünya'nın Güneş çevresindeki yörünge düzlemi ile tam çakışması gerekir.

Bir yıldız yılı içinde Ay Dünya çevresinde yaklaşık 12 kez dönmesine karşın, yörünge düzlemlerinde 5 derecelik bir açı olması sonucu, Ay her defasında Güneş'in tam önünden geçmez;yani bu çakışma seyrek olarak oluşur.

Güneş tutulması Dünya üzerinde çok dar bir koridor izler, bu yüzden herhangi bir bölge için güneş tutulması çok ender rastlanan bir olaydır.

Bugün bulunduğumuz koordinatlarda 15 Ocak 2010 'de yerel saatle (İstanbul ) saat 08:11 de "halkalı güneş" tutulması gerçekleşmiş bulunuyor.

Bu halkalı tutulmanın belirli bir anlamı var mı ?

Kozmonolojik olarak yukarıda yaptığımız izahata ilave edecek ancak Ay ve Güneş kültleri hiyerofanileri yaklaşımları getirebiliriz.Uygarlık tarihinin çok ciddi bir sürecinde ; Yaklaşık on bin yıllık bir sürede geliştirilen epifanilerin paralelinde uygulanan ritüeller güneş ve ayın dönencelerine göre zamanlanmıştır.

Altın Çağ 'da (İlk Çağ ) özellikle de Sumer-Asur-Babil-Finike Kültlerinde çok yakından ve dikkatle izlenen gök olayları arasında baş sırada gelen güneş ve ay hareketleri temel teşkil etmiştir.

Yeni ayın yeniden doğumu gökdeki gizli kapıların açılması gibi yorumlandığı gibi , bazı hiyerofanilerde kötülüklerin ve karanlık güçlerin yeryüzünü istila etmesi olarak da yorumlanmıştır.

Halkalı güneş tutulmasının sembolik anlamı ,aytanırısı Nannar 'ın ya da Sin 'in tüm gizli güçlerinin Şamaş 'la yani güneş tanrısıyla birleşerek yeni bir oluşuma , ruhsal bir üst aşamaya ;doğuma ulaşmasını ve bu yeni doğumdan yeni ve iyiliklerle dolu kapıların açılacağına inanılırdı.

Ulu rahipler bu özel günlerde düzenledikleri ayinlerde tüm gün ve gece boyunca katılanların yeni ve gizli güçlerle donanması için dua ederlerdi.

Ayine katılanlar "Soma" adı verilen bir tür iksiri içer ve kişiliklerinde çok önemli değişimlerin gerçekleşeceğine inanırlardı .Nitekim bazı uyuşturucu mantarların ya da bitkilerin karışımıyla hazırlanan "Kutsal İksir" SOMA tesirini gösterir,törene katılanlar çılgınca dans eder ve esriyerek yüksek bir ruh haline yükselirlerdi.

9 Oca 2010

Jakobenist Devlet


AKP Hükümetinin siyasi projesi olan "Kürt Açılımı " görüldüğü kadarıyla hız kesdi.

Gündemi "Islak İmza" ,"Kozmik Oda " ,"mermili Mektuplar " gibi son derece karmaşık ve bir o kadar da anlaşılmaz konular istila etmeye başladı.

Neyin ne olduğunu anlamak iyice zorlaştı.
TV programlarında görüşlerini dile getiren "uzmanların" sözlerinden de bir şey anlamak mümkün değil.
Açılım konuları gündeme geldiği günlerde okumaya başladığım Prof. Dr. Metin Heper 'in "Devlet ve Kürtler" adlı kitabı,ilginç belgeler ve kaynaklar ihtiva ediyor.
Konuyu anlamak isteyenler için hazırlanmış mükemmel bir kaynak kitap. Bilimsel bir çalışma.Kaynaklarıyla,geçmişiyle ve arka planıyla geniş kapsamlı bir ufuk turu sunuyor.
En azından "Kürtler Sorunu" nun boyutunu ve sonuçlarını tarif ediyor:

"1920'li yıllardan itibaren Türkiye'de devletin Kürt kökenli vatandaşlarıyla ilişkilerinde zaman zaman büyük sorunlar yaşanmıştır.Yalnızca 1920-1938 yılları arasında ülkede on yedi Kürt isyanı çıkmıştır.Bunların arasında en önemlileri 1925,1930,1937 isyanlarıdır.Daha sonra ,1984,1999 yılları arasında,ülke Kürt ayrılıkçıların başlattığı uzun bir silahlı çatışmaya daha sahne olmuştur.Bu ikinci evrede,her iki taraftan toplam 35 000 kişinin yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir." Doğan Kitap 2008
Bu kısa özete ilave edilecek farklı sayılar da ortaya konabilir. Eğer söz konusu dönem cumhuriyet dönemi öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılırsa, en azından aradan geçen doksan yılda bu konunun çözülmek yerine çözümsüzlüğe doğru gittiğini de söylemek yanlış olmaz.

Heper 'in sonuç bölümünde yapmış olduğu tespit, cumhuriyet rejiminin ana işlevini ortaya koyması açısından da dikkat çekicidir :

" Cumhuriyet Türkiyesi kendisini toplumun üstünde gören jakobenist bir devlet yapısına sahip olmuştur. Faruk Birtek 'in belirttiği gibi ,geleneksel olarak Türkiye'de devlet,toplumu dönüştürmek ya da toplumu siyasal hayata katmak yerine kendisi ile toplum arasına bir mesafe koymuş ve kendisine özgü misyonunu,evrenselliğin öncüsü ve koruyucusu olarak belirlemiştir." S.269

Burada dikkatimizi çeken kavram "jakobenist bir devlet" vurgusudur.
Devlet ana görevi olarak topluma hizmet etmek yerine toplumu dönüştürmek misyonunu benimsemiş bir görüntü vermektedir.
Etnik bir aidiyet söz konusu olduğunda Kürt kimliği Türk kimliği ile çelişmektedir.Anayasa'da belirtildiği şekliyle cumhuriyet vatandaşı kimliği herhangi bir etnik ya da dini aidiyeti azınlık statüsünde ele almamaktadır.
Öte yandan Lozan 'da ortaya konan sav ; azınlık statüsünün ancak gayri müslim gruplar için geçerli olabileceğidir. Nitekim Lozan 'da "Türk","Kürt" ya da Ermeni gibi etnik bir vurgu yoktur.
Azınlık tarifinde dini azınlıklar tarif edilmiştir. "Müslüman" ve "gayri müslim" ayırımı yapılmıştır.
Cumhuriyet döneminde vilayetlerin 1920 -1938 yılları arasındaki müslim /gayri müslim nüfus oranı giderek göçler ve sair sebeplerle büyük ölçüde değişmiştir.

Bu değişimin devletin izlediği bir program dahilinde mi yoksa kendiliğinden oluşan bir sonuç mu olduğu konusunda en azından benim elimde bir veri yok ;demografik yapının nasıl bir değişim gösterdiğini de izleyecek istatistik bilgiler benim ulaşabileceğim bir mesafede değil.

Türkiye 'de devletin değişik iktidarlar döneminde etnik ayırımcılık ya da dini ayırımcılık politikası izlediğini belgeleyen bir çok iddaa vardır. Giderek aynı iddaaalara göre devletin yasama organları da bu misyonu uygulamaya yönelik eğilimler sergilemektedir.
Anayasada 1980 yılı ve sonrasında yapılan değişiklikler zaten toplumun devlet üzerindeki denetimini azaltan unsurlarla doludur.

Türkiye'de iktidara gelen cumhuriyet yönetici elit grubun toplum tarafından hiç bir zaman denetlenmediği ,daha doğrusu kendini denetlettirmek istemediği savı acaba doğru mudur ?
Gördüğümüz kadarıyla devletin kurumları aksine topluma ve eğilimlerine rağmen kendi bildiği doğrultuda hareket etti, giderek tek parti sonrasında topluma kendi tercihlerini askeri darbelerle dayatma yolunu seçti. 12 Eylül 1980 toplumsal travması, kaba güçle milyonlarca insanın yaşamını değiştirirken insan hakları ve demokrasiden , toplumun devleti denetlemesinden söz etmek mümkün değildir.
Bugün aradan geçen doksan yılda çözümsüz kalan bu demokratik açılımlar ve denetleme eksikliklerinin yarattığı toplumsal sancılar açık seçik görülmektedir.Etnik kökene dayalı bir politika izlemeyen devletin inanç bağlamında bir ayırıma gittiği söylenebilir.Diyanet işleri başkanlığının katı "Sünnî" tutumu eleştirilere neden olmaktadır.Alevi inancı da aslında Kürt etnik kimliği gibi bir üst kimlik altına saklı olarak muhafaza edilmektedir.
Prof.Dr.Metin Heper 'in "Devlet ve Kürtler " kitabı bu anlamda da sorunlara ışık tutmaktadır.
Tavsiye ederim .

3 Oca 2010

Tiger Woods Skandalı...




Yıl sonuna yaklaşırken tüm dünya kamu oyunu özellikle de golf dünyasını şiddetle sarsan bir skandalla nutkumuz tutuldu, ağzımız açık kaldı. En azından benim şaşkınlıktan elimdeki kahve fincanını düşürdüğümü söylemeliyim .Birden tüm medya kanallarından bir bombarduman başladı.Sanırım ABD’nin en saygın medya kuruluşları bile bu konuya manşetlerini ayırdı.The NewYork Times skandalı tam yirmi kez manşetten vermiş. Medya analistlerine göre bu belki de savaştan sonra en fazla yer verilen haber olmuş.

Önce inanmak istemedim .Tiger Woods gibi golf dünyasına ve dünya spor camiasına kendini yıllarca kabul ettirmiş olan bir sporcunun böylesine bir skandala karışmadığını düşünmek istedim. Bizi özel hayatı ilgilendirmez diye düşündüm. Aslında küçük bir otomobil kazası olarak başlayan olaylar dizisi bir haftada giderek spor tarihinde gelmiş geçmiş en büyük skandalını bile sönük bırakacak bir düzeye fırlayıverdi. Ünlü karikatüristlerin birbirinden ilginç yapıtları Tiger ’ın yarattığı skandalın boyutunu vurguluyor.

Bir hafta içerisinde Tiger’la ilişkisi olduğunu ileri süren yirmi civarında kadın ellerinde yazılı ve elektronik belgelerle açıklamalarda bulundular.Bunlardan on dördünün ifadeleri teyid edildi. Tiger Woods’un karısı hariç on dört kadınla cinsel ilişkide bulunduğu kanıtlandı. Medya bu açıklamaları hiç tereddüt etmeden yayınladı. Dünyanın en önde gelen sporcusunun , en çok kazanan sporcusunun ,medyanın en fazla dikkatini çeken sporcusunun karıştığı seks skandalı giderek büyüdü,içinden çıkılması çok zor bir hal aldı.


Ben bu satırları yazarken halâ yılın en önemli golf olayı olan The Masters turnuvasına Tiger Woods ’un katılıp katılmayacağı belli değildi. Büyük bir olasılıkla da katılmayacak.İstese de katılamayacak . Woods ’un sahalara dönüp dönmeyeceği konusu da belli değil. Woods medyaya yaptığı açıklamada zaten golfü bıraktığını ve bir daha asla sahalara dönmeyeceğini belirtmişti.


Bu skandalın altından nasıl kalkakacağı konusunda da değişik görüşler var :

Tieger Woods adı skandala karışan ne ilk ne de sonuncu sporcu olacak. Burada önemli olan sponsorların bu olayı nasıl paraya dönüştürecekleriyle alakalı. Adı skandala karışan ünlülerin listesi oldukça kalabalık. Bu ünlüler çıkardıkları skandallarla da tarihe geçmiş durumdalar : Gerek siyaset,gerekse de diğer alanlarda skandallar eksik olmuyor. Şöyle bir hatırlayalım:

Kobe Bryant
Michael Phelps
Magic Johnson
Bill Clinton
Dennis Rodman
Hugh Grant
David Letterman
OJ Simpson
Prince Charles
Andre Agassi
Lance Armstrong
Michael Jordan
Gene Simmons
Ozzy Osbourne
Ben Johnson
Carl Lewis


Tiger Woods ’un durumu da diğerlerinden farklı değil. Öncelikle sponsorlar birbiri ardından aleyhte tavır almaya başladılar . Tiger ’a yıllarca destek veren büyük markalar AT&T,Accenture,Gillette,Tag Heuer ve diğerleri.PGA Tour yetkilileri de 2010 yılı takviminde bazı değişiklikler yapmayı düşündüklerini ifade ediyorlar.Sanıyorum Nike da yakında bir açıklama yapacaktır. En azından Tiger ’ın resim ve filmlerinin ortadan yok edileceğine kesin gözüyle bakabiliriz.

Medya bir sporcuyu ne kadar yükseklere çıkarırsa o sporcunun düşüşü de o kadar ses çıkarıyor.Burada söz konusu edilen skandalın türü sporla alakalı değil. Eğer Tiger Woods bir müsabakada hile yapsaydı,topunu tekmeleseydi ya da kadisi top düşürseydi, beş yaptığı halde dört yazsaydı ; bu bir spor skandalı olarak nitelendirilir ve pek o kadar da gürültü çıkarmayabilirdi. Bu tür skandalların ayrı bir listesi var. Geçmiş yılların en büyük spor skandalları arasında rüşvet,doping ,elle gol atma gibi türler sayılabilir .Bir kaçını hatırlamak istersek:


Cantona ’nın uçan tekmesi :
Manchester United'ın unutulmaz yıldızı Eric Cantona, 1995 yılında Crystal Palace maçında bir taraftara tekme atıyor.
Tyson ’un kulak ısırması :
1997 yılındaki Mike Tyson,karşılaşmada rakibi Evander Holyfield'ın kulağını ısırdı
..

Ben Johnson ’un doping olayı:
1998'de Seul'de , 100 metrede 9,79'luk derecesi ile dünya rekoru kıran Kanadalı atlet Ben Johnson'un madalyası, doping yaptığı anlaşılınca geri alındı.

Capriati’nin market hırsızlığı
Amerikalı ünlü tenisçi Jennifer Capriati, bir süper markette hırsızlık yaparken yakalandı ve uyuşturucu kullandığı tespit edildi.

Maradona ve ”Tanrının eli” :
Dünyanın en iyi oyuncusu olarak gösterilen şu anda Arjantin Milli Takımı teknik direktörlüğü görevini yürüten Diego Armando Maradona ’nın 1986 yılında yapılan Dünya Kupası çeyrek final maçında İngiltere’ye attığı golle adını tarihe yazdırdı. Elle attığı gol hala tartışılırken futbolcu alkol ve kokain kullandığı için büyük sorunlar yaşadı.

2002 KIŞ OLİMPİYATLARI RÜŞVETLE ALINDI2002 Kış Olimpiyat Oyunları’nı düzenleyen ABD’nin Salt Lake City şehri yetkililerinin, IOC jüri üyelerine, 1995 yılında olimpiyat oyunlarını şehirlerine vermeleri karşılığında rüşvet verdiği ortaya çıktı.

SVEN-GORAN ERİKSSON’UN SEKS SKANDALI 2004 yılında İngiltere Milli Futbol Takımı’nın teknik direktörlüğünü yapan Sven-Goran Eriksson, Faria Alam adında bir kadınla gizlice ilişkiye girdiği gerekçesiyle büyük eleştiri aldı. Eriksson ile ilişkisini detaylı bir şekilde grafiklerle anlatan Alam, aynı zamanda İngiltere Futbol Federasyonu (the FA) üst yöneticisi Mark Palios ile de aşk yaşadığını itiraf etti. Palois, görevinden istifa etmek zorunda kalırken, Eriksson da milli takımın başında daha fazla kalamadı.

Tiger ’ın adının karıştığı skandal ise en ağır sonuçlar doğuran ”Seks Skandalı ” grubuna giriyor. Doping ya da uyuşturucu kategorisinden daha çok ses getiren bir tür. Sadece sporcular için değil,siyasetçiler,film artistleri ve diğer tanınmış şahsiyetlerin de sonunu getiren en ağır hasar veren skandal türü . Çünkü seks skandalı toplumun ahlaki değerlerine ers bir gönderme yapıyor.Toplumun ahlaki değerlerine ise bir medya kuruluşunun ya da ünlü ve büyük markaların prim vereceğini düşünmek saflık olur. Tiger da malesef böylesine ağır bir skandalın tam ortasına düşmüş görünüyor . Çarmıha gerilme karikatürü bu bakımdan doğu bir resim ortaya çıkarıyor diyebiliriz.


Medya izleyicilerini etkileyen bir çok seks skandalı var. Örneğin , TV sunucusu Dave Letterman , Louisville Üniversitesi takımı basketbol koçu Rick Pitino’, yine ünlü basketbol oyuncusu Kobe Bryant ’ın 2003 yılındaki tecavüz davası ve daha sayısız skandal ortaya çıktı. Bunların hiç biri Woods skandalı kadar medyada yer almadı . ABD’nin ünlü medya analistleri bu konunun en az 9/11 yani ikiz kuleler faciası kadar sütunlarda yer işgal ettiğini hesaplamışlar. Yazılı ve görsel medya Tiger ’ı yıllar boyunca sanki uzaydan gelen bir yetenek gibi gösterdi. Sanki özel hayatı yoktu. Evliliği,çocuğunun dünyaya gelişi,toplumsal destek programları ortaya neredeyse bir ”aziz” fotoğrafı çıkardı. Bu fotoğrafla milyonlarca kişi golf sahalarına koştu,ekipmanlar satın aldı,dersler aldı.Golf endüstrisi bu altın yumurtlayan tavuğa hiç bir insana nasip olmayan medya desteği verdi. Son on yılın en önemli sporcusu bir haftada tepetaklak oldu.

Sonuç olarak spor dünyası ,izleyicisiyle ve medyasıyla bu aziz fotoğrafıyla karısını bir değil bir çok kadınla, üstelik porno yıldızlarıyla defalarca aldatan ”seks tutkunu” Tiger Woods ’u nasıl algılaması gerektiğine karar veremedi. Bu kararsızlık hala da sürüyor.Tiger ’ın sempati barometresi malesef sıfıra düşmüş durumda. Kim ne derse desin Tiger ’ın sahalara dönmesi hiç kolay olmayacak.

Böylesine büyük bir skandalın bir kaç ayda külleneceğine inananlar var, örneğin bir golf yazarı Tiger’ın boşanma işlemlerini tamamladıktan sonra Masters’da oynamasını imkan dahilinde gördüğünü yazdı. Nihayetinde kazancı büyük bir tazminatı ödemeye yeterli olduğu gerekçesiyle ,Tiger ’ın ahlak kurallarıyla değil,oynadığı golf ile değerlendirilmesi gerektiğini düşünenler de var.

Nihayetinde hukuk dilinde ”Adultery ” yani ”Zina ” olarak tanımlanan seks skandalının ABD deki etkisiyle Avrupa ülkelerindeki etkisi aynı değil. Hele hele Türkiye ’de bu konunun nasıl değerlendirildiği ayrı bir araştırma konusu.Türk golfcülerin bir bölümü olayın abartıldığı düşüncesinde.

”Adamın özel hayatı. ” ”Ne var yahu adam çapkın işte”, Tiger ’ın çapkınlıkları ” ya da ”Erkek adam ,iyi de para kazanıyor ,güzel kadınlar da peşini bırakmıyor, bunlar Tiger ’ın kaçamakları ”,”Golf oyununda kural hatası yapmadığına göre özel hayatı kimin umurunda.”


ABD yasalarına göre Tiger ’ın cezalandırılıp cezalandırmayacağı sorusu gündeme getiriliyor. Aslında İsveç Asıllı Elin Nordgren ile bir evlilik kontratı imzaladığını biliyoruz. Bu anlaşmanın 5 ve 80 milyon dolarlık iki bölümü olduğu söyleniyor. Kusurlu taraf Tiger olduğu için ,bir de eğer boşanma davası açılacaksa son beş yılda kazandığının yarısını ve belirli bir tazminat bedelinin yaklaşık 400 milyon dolara varabileceğini söyleyenler var.

Giderek golf sporuyla alakası tartışılır hukuki bir konunun Suudi Arabistan ya da diğer Şeriat kanunlarıyla yönetilen ülkelerde olduğu gibi cezalandırılmasını isteyenler de var . ABD ’de kamu oyu ikiye bölünmüş durumda . Bir grup olayın abartıldığını ve bir an önce boşanma davasının sonuçlanmasını ve Tiger Woods ’un da bir kaç sene sonra sahalara dönmesinin mümkün olacağını düşünüyor . Öte yandan koyu Hıristiyan çevreler ise olayı büyüterek medya marifetiyle bir ”Ahlâki Hesaplaşma ” haline getirme peşindeler . Golf dışı bu değerlendirmelerin golf sporuna ne katacağı da ayrı bir araştırma ve merak konusu.

Golfün yeni yeni gelişmeye başladığı ülkemizde büyükler, gençler ve çocuklar arasında bir kahraman olarak kabul edilen ve golfe yeni başlayan bir çocuğun kendine örnek olarak aldığı Tiger Woods ’un bu hallere düşmesi , tam tabiriyle ”Karizmayı Çizdirmesi ” nasıl bir etki yapacaktır? Golfe yeni başlayan Ali’ler , Mehmet ’ler,Ayşe’ler ve Fatma’lar ne düşüneceklerdir ? Bu skandal onların golf oynama isteğine nasıl bir etki yapacak tır ?
Bu bağlamda sporda etiket ve ahlak konusu çok tartışmalı bir konu olarak önümüze gelmektedir.

Tiger Woods golf sporunda kural dışı bir harekette bulunmamış, bilakis genç yaşında hiç bir golfçünün ulaşamadığı 58 şampiyonluk ve 12 majör şampiyonluk elde etmiştir.Bu başarıyı görmezden gelmek mümkün değildir. Tiger Woods ’un golf sporunun efsanesi olarak kalacağını düşünüyorum.
Öte yandan bu başarının faturasının da özel yaşamındaki fırtınalara bağlanması yanlış olmaz. Nedeni de golf liginin her yıl 26 haftalık sürekli ”deplasman”da geçen tur süreci. Turnuvanın yapılacağı yere geliş,adaptasyon dört gün müsabaka iki gün antrenman bir gün dinlenme .Ertesi hafta yine yollardasın. Bu tur hayatını yaşayanların anlattığına göre en zor olan şey insanın ailesinden ve normal hayatından uzakta olmasıymış. Zaten bu durumda özel hayat sürekli seyahat etmeye ve otellerde gecelemeye endeksli oluyor.

Zaman içinde Tiger Woods , nice başarılara imza atmış olan yeteneklerin özel hayatlarını düzene sokamadıklarının bir örneği olarak gündeme gelecektir.
Medyanın son yıllarda ortaya çıkardığı ve sürekli takip ettiği iki şampiyon var : Tiger Woods ve Roger Federer .

Woods gelmiş geçmiş en büyük golf şampiyonu olarak kabul ediliyor. Bunun aksini söyleyen yok . Özel hayatındaki bu skandalın arkasında gerçekten ne olduğunu zamanla anlayacağız .

Golden Bear ünlü golf şampiyonu Jack Nickolson ve Arnold Palmer hakkında hiç bir zaman böyle bir kampanya yürütülmedi. Belki de onların aile yaşamı gerçekten dört dörtlüktü. Öte yandan Woods ’un önünde daha en az PGA tour için on yedi sene ,on beş yıl da Senior Tour toplam otuz iki senelik golf oynama imkanı ve zamanı var.Tiger Woods eğer bu ağır toplumsal ve medya baskısını kaldırabilirse ve bununla yaşamayı öğrenirse ; bu uzun zamanın bir yerinde kafasını topladığında sahalara geri dönecektir.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...