26 Mar 2010

Akdamar mı Akhtamar mı ?


Bugün Van Gölü adacıklarından biri üzerinde bulunan tarihi Aght’amar Surp Haç Kilisesinde dini ayin yapma izni verildiği haberi medya kanalıyla dört yöne duyuruluyor.[1]

Tarihi kilisenin üç yıl önce restorasyonunun tamamlandığı da aynı “ramazan topu atışı” yöntemiyle belirli medya kanallarıyla özellikle de batı medyasına doğru olmak üzere duyurulmuştu.[2] O zaman söz konusu yumuşama müze olarak servis vermek üzere açılacağı vaadiyle yapılmıştı. Devlet o zaman hangi nedenle olduğu anlaşılamayan bir tavırla kilisenin esas özelliği olan kutsal haçın yerine takılmasına da izin vermemişti.[3] Aslında bu tavır bir kültürü Kabul etmeme ya da yarı Kabul etme anlamında da yorumlanabilir. Örneğin ünlü ermeni şair Hovhannes Tumanyan ‘ın bir şiirinde konu ettiği kilisenin Ermeni Katolikos ‘lar için ne anlama geldiğiyle çok kişi ilgilenmiyor olmalı.

Her ne kadar Halki Ruhban okulu ‘nun kültürel şövenist tartışmaları paralelinde körün sağlam gözüne parmak sallamak gibi Hıristiyan AB ‘ye şark kurnazı kıvraklığıyla mesaj yollamak gibi algılansa da; yine de özünde bir devletin kendi çoğunluğunun inanç sisteminin dışında başka bir inanç sistemine duymaya başladığı saygının ifadesi olarak algılanması gereklidir.


Devlet, burada hangi nedenle ve amaçla olursa olsun “ dini hoşgörü” tavrını ilk kez resmen ortaya koymaktadır. Bu önemsenmesi gereken bir gelişmedir. Binlerce kilise ve yüzlerce havra arkeolojik kalıntılarıyla dünyanın belli başlı üniversitelerinin bilim adamlarının çalışma yaptığı bir coğrafyada Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde ilk kez “ulusalcı” ve “milliyetci” ve “katı islamî” bir söylemi bırakıp “evrensel”, tarihi, kültürel ve inanç değerlerine sahip çıkmayı doğru bulduğu mesajını vermektedir. Devlet artık bu cesareti göstermektedir. Bu cesareti her ne kadar diğer inanç akımları olan Süryani, Yezidi, Hurufi,Alevi,Sabii,Batini inanç akımları için göstermese de yine de olumlu ve samimi bir başlangıç olarak algıladığımı söylemek isterim.

Bu kilise kültür politikasında bazı siyasetcileri “Aman AB ‘ye gireceğiz " Ermeni " , Hıristiyan kültür mirasına sahip çıkalım biraz.” kapsamında ele alınmasıyla da siyasallaştı. Coğrafyamızda Cumhuriyet dönemi öncesinde yaşanan etnik ve dini hadiselerle Cumhuriyet Devleti bir türlü uluslararası kurumlar nezdinde hesaplaşamadı. Aksine şöven ,ulusalcı katı bir tavır aldı ve bunu inatla sürdürdü. Her konu gündeme getirildiğinde tehditler savurarak kurtulmak istedi,uluslararası tepkinin de medyaya yansımasını sansürledi. Tepkileri hasır altı etme yolunu seçti. Aradan geçen yıllar boyunca sorun dallandı budaklandı ; kimsenin içinden çıkamadığı bir hal aldı.

İkinci dünya savaşı öncesinde yükselen Hitler ve Musolini söylemlerini uygulamakta hiç bir sakınca görmeyen Milli Şef ve Tek parti bürokratları uygulanan "etnik ve dini " ötekileştirme hareketinin siyasallaşmasını sağladı. İstihbarat örgütleri destekli etnik oyunlar,varlık vergisi [4] uygulamaları ve tüm sivil toplum kuruluşlarında akıl sır almaz oyunlar oynandı. 1951 yılında yıkım kararı alınan Akdamar Kilisesi’ni “İnce Memed ‘in izini süren Yaşar Kemal ‘in gazetecilik yaptığı dönemde bu konuda ciddi bir mücadele vererek kurtardığı söylenir.

Türkiyede bulunan tarihi kiliselerin bir envanteri var mıdır ? Bu envanteri çıkarmak kimin görevidir? Gibi aklımıza gelen soruların muhatabı Vakıflar İdaresi mi yoksa Kültür bakanlığı mıdır bilmiyorum.[5]

Van gölüne ve çevresine ailecek gezmeye gittiğimizi hayal meyal anımsıyorum . 5-6 yaşlarımda olmalıydım. Aslında bir kaç aile ve biz çocuklar oralara yüzmeye gitmiştik.Van gölünün sodalı suyunda mayolarımız bembeyaz olmuştu.Güneşten simsiyah olmuş balıkçılardan biri parmağıyla adayı göstererek :
" Ahaa .. Ermenü Kilüsesü " demişti.

Papazın kızına aşık olan müslüman gencin hikayesini anlatmıştı.En azından bu efsane yaşıyor ve yaşatılıyor.

İlk kiliseyi bana dedem göstermişti. "Keş Kuyusu" (Şimdi adı Keklik Kaya olarak değiştirilmiş) köyüne dedemi ziyarete gitmiştik. Dedem geniş bahçeye yukarıdan bakan kendi elleriyle yaptığı terasda parmağıyla ilerde ağaçların arasından çan kulesi görünen kiliseyi göstermiş ve hikayesini anlatmıştı. Arabistan 'da Yemen 'de savaşan ve esir düşen dedemin çocukluğunda o kilisenin nasıl dolup taştığını,özel dini günlerde çan sesinin dört bir yandan nasıl duyulduğunu, çocukların oyunlarını bırakıp kilise papazından nasıl şekerleme almaya koşuşturduklarını , Müslümanlarla Ermeniler arasında yıllardan bu yana süren karşılıklı bir hoşgörü havasının hakim olduğunu anlatırdı. 1870 doğumlu dedemin çocukluğunda birlikte oynadığı arkadaşlarının etnik kimliği ya da dini kimliği değil de oynadıkları oyunların daha önemli olduğunu söylerdi.

Özel günlerde evlere ziyarete gidilirmiş. Noelde,Paskalyada,Ramazanda,Kurban Bayramında hep birlikte olunurmuş. Kimse de bunu yadırgamazmış. Kilisenin harap duvarlarındaki renkli resimler belli birileri tarafından yer yer kazınmıştı. Rus harbi bu bölgeyi darmadağın etmiş . Ruslar gelmiş. Rusların gelişiyle huzur bozulmuş. Köydeki Ermeni nüfusu yavaş yavaş azalmış.

Son Ermeniler 'de köyü terk ettikten sonra kilise kapanmış. Ermenilerin evlerine "Kelkitli"ler yerleştirilmiş. Kilise depremlerle çok zarar görmemiş ama insanların saldırısından kendini kurtaramamamış. Zamanla da yıkılmış,duvarları ve resimleri tahrip edilmiş. Kelkitliler kilisenin duvarlarından taşları söküp kendilerine yeni evler ahırlar yapmışlar. Sokaklardaki parklardaki,çeşme ve okullardaki kesme taşlar geceleri birer birer yok olmuş.Evlerin etrafını çeviren duvarlar bile harap edilmiş,demirleri çalınmış. Hırsızlık kavga gürültü ve huzursuzluk dayanılmaz olmuş. Dedemin anlattıklarını bir masal gibi dinlerdim . Şimdi içimde yine oralara gidip o kiliseyi ve civarı görme arzusu kıpırdıyor ama cesaret edemiyorum . Dedemin anlattıklarının çocuk hafızamda kalan filminin olduğu gibi kalmasını istiyorum.

Anadolunun tarihine duyduğum merakla aldığım notlardan biri şöyle :

" Kutsal haç kilisesi ,Van’ın Gevaş ilçesinin sınırları dahindeki Akhtamar Adası'nda yer almaktadır. Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, Kutsal Haç adına Vaspura Kralı I. Gagik tarafından M.S. 940 yıllarında ünlü Mimar Keşiş Manuel'e yaptırılmıştır. Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde; batısındaki Jamaton 1793 tarihinde; güneyindeki çan kulesi ise 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiştir. Kuzeyindeki şapelin ise tarihi bilinmemektedir. İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı, sonradan manastır kilisesine dönüştürülmüştür. Kilise, mimarisi yanında dış cephelerindeki taş süslemeleriyle de dikkat çekmektedir. Planı merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç düşüülerek tasarlanmıştır. Orta mekan yüksek kasnaklı, içten kubbe, dıştan piramidal külahla örtülüdür.
Kiliseye batı ve güneyden birer kapı vasıtayla girilmektedir. Kilisenin çevresi daha sonraki dönemlerde ilave edilen göçmen ailelerin kerpiç yapılarıla kuşatılmıştır..

Kilisede büyük bir özenle resmedilen tasvirlerde Yunus peygamberin öyküsü , Hz. Meryem ve kucağında İsa, Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovulması öyküsü , Hz. Davut ile Goliat'ın mücadelesi, Samson Filistinli ikilisi, ; üç İbrani genci, Aslan ininde Daniel sahneleri dikkat çekmektedir.

Batı cephesinde Kral Gagik'i kilise maketini sunarken gösteren bir sahne yer almaktadır. Dört yöndeki alınlıklarda İncil yazarları boydan tasvir edilmiştir. Bunlardan başka cephenin alt ve üst kesimlerinde, asma sarmaşığından oluşan kuşakçepeçevre binayı dolanmaktadır. Bu kuşakların içlerinde çeşitli sahneler işlenmiştir. Av sahneleri, çeşitli hayvanlar, güreşçiler ve sarayla ilgili bir çok sahneye yer verilmiştir. Ayrıca doğu cephenin tam ortasında asma sarmaşığı içerisinde Abbasi Halifesi Muktedir, başı haleli, bağdaş kurmuş vaziyette bir elinde kadeh, diğer elinde üzüm tutar vaziyette, tasvir edilmiştir. Aralarda serbest biçimde, asma sarmaşıkları içerisinde ve çatıların alt kesimlerinde zengin insan ve hayvan figürlerini görmek mümkündür.”

İşte bu notları Vikipedya ’dan alıntı olarak almışım. Bir de kilisenin dini tarihi olmalı. Ermeni kiliselerinin bildiğim kadarıyla çok karmaşık bir tarihi var. M.S. 300 yıllarından itibaren kiliselerin yapımına başlanıyor bu bölgede. Gregoriyan mezhebi ayrımı Doğu Roma Ortadoks kilisesinden kopuşla gerçekleşiyor.Daha sonra Gregoriyan mezhebinden de kopuş gerçekleşiyor .
7. yüzyılla 14. yüzyıl arasında bu bölgede yaygın olan Zerdüşt (mecusi ) dini ve üç tek tanrılı semavi din arasında mücadeleler gerçekleşiyor.
Kilisenin yapıldığı yıllarda o coğrafya dünya tarihinin en hareketli mezhepler , kiliseler , kopuşlar ve iktidar savaşlarına sahne oluyor . Bu Anadolu kiliselerinin tarihini öğrenmek çok çaba gerektiren bir uğraş.
Bugün kilisede dini ayine izin verilmesi bir çok soruyu da beraberinde getiriyor.En önemlisi yortu günü ve vaftiz edilme gibi teknik konulardır.Bu hassas konuların çözülmesi de belli ki daha çok zaman alacaktır.

Bu soruların neler olacağını da zamanla göreceğiz ....

[1] “Kültür ve Turizm Bakanı Günay imzasını taşıyan resmi yazıda şu ifadeler yer alıyor. Söz konusu talep doğrultusunda, İnanç Turizmi kapsamında Van Akdamar Anıt Müzesi'nin (Akdamar Kilisesi) ziyaretçi sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümünde, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla, yılda bir kez olmak üzere Eylül ayının ikinci haftasında günü, saati ve süresi Valilikçe belirlenmek kaydıyla dini içerikli etkinlik düzenlenmesine izin verilmesi Bakanlığımızca uygun görülmüştür." Her kilisenin bir yortu günü vardır. Surp Haç yortusu, Eylül ayının ikinci Pazar günüdür. Bu gün değişemez, 2010 yılında Surp Haç Yortusu 12 Eylül Pazar günüdür. (Murat Bebiroğlu ‘ndan alıntıdır .Y.Ç.)

[2] Nedense bizim Kütür bakanlığımız bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı ya da İlahiyat Üniversitelerinden uzmanlardan görüş almamıştır.Konu ehil olmayan bürokratların şekillemesine bırakılmıştır.

[3] ”Kilise geleneklerine göre onarılan bir kilisenin yeniden kutsanması (odzum) gerekir . Bu söz konusu değilse kilisenin kutsanması yerine Seyyar Sofra (Şarjagan Seğan) kullanılır. Daha önceden kutsanmış üzerinde haç olan bir mermer (Vemkar) ile Kutsal Sofra (Surp Seğan) oluşturularak ayin yapılır. Ahtamar Surp Haç Kilisesinde de ayinin böyle yapılması gerekir. ( Murat Bebiroğlu ’ndan alıntıdır.Y.Ç)

[4] Varlık Vergisi yasası 12.Kasım.1942 tarihinde yürürlüğe girdi. Yasa oylamaya katılan 350 milletvekilinin oy birliğiyle kabul edilmiş, içlerinde tanınmış yazarların da bulunduğu 76 milletvekili oylamaya katılmamıştı.

[5] Bu konuda cemaat liderlerinin de içinde bulunduğu geniş katılımlı bir uzmanlar kurulu Kültür bakanlığı insiyatifinde bir envanter çıkarılabilir.

(6) Değerli fotoğraf sanatçısı Bülent Özgören 'in son Van gezisinde çektiği fotoğraflar bugünkü durumu gösteriyor :http://bulentozgoren.blogspot.com/2010/03/akdamar-kilisesi.html

21 Mar 2010

Newruz


Şimdi , yani 20 Mart saat 17:31 itibariyle yaz ekinoksuna (gündönümü,YILDÖNÜMÜ diyorlar ) girdik.

Bu Pers takvimine göre yeni bir yılın başlangıcı ...

Pahlawi ,Mecusi ( Zerdüşt ) takvimine göre kaçıncı yıldayız ?

Kayhan Kalhor'un "Yüreğimdeki Ateş " Gazal 'ni dinlemiyenler varsa dinlesin...

İşte tam o yıldayız .... On iki bin yılının eşiğinde ...

Newruz kavramı malesef içi boşaltılmış bir su kabağı gibi ; ırkçı şöven yazarların söylemlerine bugün de malzeme olacak.

Binlerce yıldır Hara dağında yanan ateşler artık Khwaniratha 'ya indi.

Siyasi bir malzeme haline getirilen bu bayram artık kendi kültürel kimliğine kavuşacak mı ?

Saoshyant , Vuruksha üzerinde kristal dağda Newruz ateşini yaktığında tüm kötüler titreyecek mi ?

17 Mar 2010

17 Mart Saint Patrick Günü


Bugün 17 Mart .

İrlandalı dostlarımın “Kelt” ya da “Gelik “ dilinde söyledikleri “Lá Fhéile Pádraig” günü .

Dublin ‘de yaşadığım yıllarda İrlanda’ya özgü bir çok şey arasında bu festival de vardı. “Kelt” kültürünün çok derin “pagan” kökleri var.

Örneğin festivaller ve mevsimler ekinoks zamanlamasına göre odaklanmış. Bana kalırsa Saint Patrick günü de bir yerde “pagan “ geleneğin “katolik” uyarlaması gibi görünüyor.

Yemyeşil dekore edilen sokaklar, limandaki gemiler ,tramvaylar ve pubların görüntüsü çok farklı. Sokağa çıkartılan bira fıçıları ve sel gibi akan Guiness birası 5-6 litre bira içmelerine rağmen sanki hiç içmemiş gibi eğlenmeye devam eden İrlandalılara imrenmemek elde değil.

Ben orada yaşadığım sürede burnu iri bir bostan patlıcanı rengine dönmüş çok kişi gördüm ama asla kendini bilmez bir sarhoşa rastlamadım.

Keltlerin kendilerini kovalayan Gotlar ve Vizigotlardan kurtulmak için sığındıkları bu büyülü ada denizcilerin rüzgarları beklerken uğradıkları limanlardan biri olarak biliniyor.Saint Patrick ‘in Hıristiyanlığı yaymak için ilk kez ayak bastığı tarih ise 17 Mart 445 olarak biliniyor.

Vikingler ‘in adayı keşfetme tarihi ise 841 yılı .Norveçli Vikinglerin “ Dyffin” adını verdikleri bu ileri karakol limanı surlarla çevrilerek bir liman kentine Olaf De White yönetiminde yerleşen savaşçılar bugünkü kentin çizgilerini belirliyorlar.

Stockholm ‘de de yaşamış biri olarak her iki kentin birbirine ne kadar benzediğini söyleyebilirim.

Liffey Irmağı şehri tam ortadan ikiye bölüyor.Kuzey surları ve Güney surları ve kale bugün bile çok iyi durumda muhafaza ediliyor. Bir zamanlar İstanbul ‘da da bulunan ama şimdi bir kaç yerde rastlanan (Perşembe Pazarı ) yıkıntılarıyla Pera bölgesini çevreleyen Ceneviz surları gibi.

Dublin çok kanlı bir iç savaş sonrasında bağımsız bir devlet olarak 1922 yılında bağımsızlığına kavuşana kadar sürekli işgal ediliyor.Dublin halkı sürekli kılıç altında yaşamak zorunda kalan fakir bir halk olarak çok büyük acılar çekiyor.

St: Patrick Günü resmi tatil günü olarak kutlanıyor.Sadece İrlanda ‘da değil , İrlanda diasporasının bulunduğu her yerde kutlanıyor.”Shamrock” adı verilen ve İrlanda ‘nın sembolü olan üç yapraklı yonca her yerde karşınıza çıkıyor. İstanbul’da da Beyoğlu’ndaki “Irish Pub “ da kutlamalar yapılıyor.Geçen yıl oraya gittik ama kalabalıktan içeri giremedik.

Bence İrlanda bayrağını “Shamrock”[1] olarak değiştirmeli.Bugünkü bayrağın İrlandalılar için pek anlamı olduğunu söylemek mümkün değil.Üç yapraklı yoncanın İrlanda ‘nın sembolü olarak patentinin alındığını, gerek güney gerekse de Kuzey İrlandalıların ortak etnik aidiyeti olan “Kelt “ bağlantılı olduğu da biliniyor.

Kanada’nın bazı vilayetlerinin bayrak ve amblemlerinde de Shamrock sembolü görülebiliyor.[2] Bu üç yapraklı yoncanın dört yapraklı yonca ile bir bağlantısı olmadığı söyleniyor.

Dublin ‘de limana yakın bir mahallede Ballsbridge , Anglesea Road ‘da iki katlı, kırmızı tuğlalı şirin bir evde oturuyoruz.Saint Patrick günü sabah erkenden limana doğu yürüyoruz. “Tall Ships“ adı verilen yelkenli gemiler filosu Dublin limanını ziyaret ediyormuş.Gemilerin gösterisini izleyeceğiz. Gemiler öğlene doğru demir alacak Dublin limanında bir gösteri turu atarken Dublin kalesinden tarihi toplar ateşlenecekmiş.İnanılmaz bir gösteri bizleri bekliyor.Shamrock bayraklarımız ve yeşil silindir şapkalarımızla bizde İrlanda’nın bu neşeli bayramına katılıyoruz.Öğle yemeğimizi limanı yukarıdan gören Dun Laoghaire ‘tepelerindeki küçük bir aile restoranında yiyecek dürbünlerimizle gemileri izleyeceğiz , daha sonra akşam Astons adlı mahalle Pub’ımıza davetliyiz.İrlandalı dostlarımızla buluşup pubda düzenlenen gösterileri izleyeceğiz.Kırk büyük yelkenli geminin oluşurduğu bu muazzam gösteri 40 metreden 120 metreye kadar değişen üç ve dört direkli tarihi teknelerden oluşuyor.Şili bandralı Esmeralda ,ABD bandralı “Gazela” en ilgi çeken tekneler.Önlerinde kuyruklar oluşuyor.Beyaz denizci kıyafetleriyle tayfalar güvertede misafirlerine egzotik meşrubat ve ananas sulu şampanya servisi yapıyorlar.

İrlanda Edebiyatı ve irlandalı yazarlar kültürlerinin bu vazgeçilmez olayını kitaplarında yansıtmışlar. Bu yazarların kitaplarını okumadım ama bir gün okurum belki diye not almışım:

Trinity by Leon Uris,A Star Called Henry by Roddy Doyle,Ireland: A Novel by Frank Delaney,1916: A Novel of Irish Rebellion by Morgan Llywelyn,The Princes of Ireland by Edward Rutherford,Consumed in Freedom’s Flame by Cathal Liam,Patric’s Saga by Leticia Remauro,Lake of Sorrows by Erin Hart,Another Kind of Life by Catherine Dunne,Death and Nightingales by Eugene McCabe,

O gece Astons ‘da Secret Garden grubu keman virtiyozu İrlandalı Sherry Fioniualla ile tanıştım.İstanbul ‘dan yeni dönmüş. Oradaki ve diğer kentlerdeki konserlerini anlattı.Çok başarılı genç bir müzisyen .İrlanda Dublin Trinity Müzik akademisini birincilikle bitirmiş.O akşam Saint patrick festivalinde bize Fionnuala rehberlik etti. Müzisyenleri tanıttı,Keltce okunan şiirleri İngilizce ‘ye çevirdi.

Kimbilir belki bir gün yeniden 17 Mart ‘da Dublin ‘e giderim. Temple bar bölgesindeki Publarda ve Astons ‘da şiirler okuyan halk ozanlarını,kemanlarından her türlü sesi çıkaran müzisyenleri dinlerken İrlandalıların yıllar sonra çok hak ettikleri huzur ve barış dolu neşelerinden bir parça da ben nasiplenirim.

İrlandalı dostlarımın Saint Patrick gününü kutluyorum.


[1] Kelt dilinde “seamair bhuí” ya da “ seamróg" . Giderek Anglo Sakson diline “Shamrock “olarak uyarlanıyor.

[2] Montreal,Quebec,

Saint Patrick Günü

Bugün 17 Mart .

İrlandalı dostlarımın “Kelt” ya da “Gelik “ dilinde söyledikleri “Lá Fhéile Pádraig” günü .

Dublin ‘de yaşadığım yıllarda İrlanda’ya özgü bir çok şey arasında bu festival de vardı. “Kelt” kültürünün çok derin “pagan” kökleri var.

Örneğin festivaller ve mevsimler ekinoks zamanlamasına göre odaklanmış. Bana kalırsa Saint Patrick günü de bir yerde “pagan “ geleneğin “katolik” uyarlaması gibi görünüyor.

Yemyeşil dekore edilen sokaklar, limandaki gemiler ,tramvaylar ve pubların görüntüsü çok farklı. Sokağa çıkartılan bira fıçıları ve sel gibi akan Guiness birası 5-6 litre bira içmelerine rağmen sanki hiç içmemiş gibi eğlenmeye devam eden İrlandalılara imrenmemek elde değil.

Ben orada yaşadığım sürede burnu iri bir bostan patlıcanı rengine dönmüş çok kişi gördüm ama asla kendini bilmez bir sarhoşa rastlamadım.

Keltlerin kendilerini kovalayan Gotlar ve Vizigotlardan kurtulmak için sığındıkları bu büyülü ada denizcilerin rüzgarları beklerken uğradıkları limanlardan biri olarak biliniyor.Saint Patrick ‘in Hıristiyanlığı yaymak için ilk kez ayak bastığı tarih ise 17 Mart 445 olarak biliniyor.

Vikingler ‘in adayı keşfetme tarihi ise 841 yılı .Norveçli Vikinglerin “ Dyffin” adını verdikleri bu ileri karakol limanı surlarla çevrilerek bir liman kentine Olaf De White yönetiminde yerleşen savaşçılar bugünkü kentin çizgilerini belirliyorlar.

Stockholm ‘de de yaşamış biri olarak her iki kentin birbirine ne kadar benzediğini söyleyebilirim.

Liffey Irmağı şehri tam ortadan ikiye bölüyor.Kuzey surları ve Güney surları ve kale bugün bile çok iyi durumda muhafaza ediliyor. Bir zamanlar İstanbul ‘da da bulunan ama şimdi bir kaç yerde rastlanan (Perşembe Pazarı ) yıkıntılarıyla Pera bölgesini çevreleyen Ceneviz surları gibi.

Dublin çok kanlı bir iç savaş sonrasında bağımsız bir devlet olarak 1922 yılında bağımsızlığına kavuşana kadar sürekli işgal ediliyor.Dublin halkı sürekli kılıç altında yaşamak zorunda kalan fakir bir halk olarak çok büyük acılar çekiyor.

St: Patrick Günü resmi tatil günü olarak kutlanıyor.Sadece İrlanda ‘da değil , İrlanda diasporasının bulunduğu her yerde kutlanıyor.”Shamrock” adı verilen ve İrlanda ‘nın sembolü olan üç yapraklı yonca her yerde karşınıza çıkıyor. İstanbul’da da Beyoğlu’ndaki “Irish Pub “ da kutlamalar yapılıyor.Geçen yıl oraya gittik ama kalabalıktan içeri giremedik.

Bence İrlanda bayrağını “Shamrock”[1] olarak değiştirmeli.Bugünkü bayrağın İrlandalılar için pek anlamı olduğunu söylemek mümkün değil.Üç yapraklı yoncanın İrlanda ‘nın sembolü olarak patentinin alındığını, gerek güney gerekse de Kuzey İrlandalıların ortak etnik aidiyeti olan “Kelt “ bağlantılı olduğu da biliniyor.

Kanada’nın bazı vilayetlerinin bayrak ve amblemlerinde de Shamrock sembolü görülebiliyor.[2] Bu üç yapraklı yoncanın dört yapraklı yonca ile bir bağlantısı olmadığı söyleniyor.

Dublin ‘de limana yakın bir mahallede Ballsbridge , Anglesea Road ‘da iki katlı, kırmızı tuğlalı şirin bir evde oturuyoruz.Saint Patrick günü sabah erkenden limana doğu yürüyoruz. “Tall Ships“ adı verilen yelkenli gemiler filosu Dublin limanını ziyaret ediyormuş.Gemilerin gösterisini izleyeceğiz. Gemiler öğlene doğru demir alacak Dublin limanında bir gösteri turu atarken Dublin kalesinden tarihi toplar ateşlenecekmiş.İnanılmaz bir gösteri bizleri bekliyor.Shamrock bayraklarımız ve yeşil silindir şapkalarımızla bizde İrlanda’nın bu neşeli bayramına katılıyoruz.Öğle yemeğimizi limanı yukarıdan gören Dun Laoghaire ‘tepelerindeki küçük bir aile restoranında yiyecek dürbünlerimizle gemileri izleyeceğiz , daha sonra akşam Astons adlı mahalle Pub’ımıza davetliyiz.İrlandalı dostlarımızla buluşup pubda düzenlenen gösterileri izleyeceğiz.Kırk büyük yelkenli geminin oluşurduğu bu muazzam gösteri 40 metreden 120 metreye kadar değişen üç ve dört direkli tarihi teknelerden oluşuyor.Şili bandralı Esmeralda ,ABD bandralı “Gazela” en ilgi çeken tekneler.Önlerinde kuyruklar oluşuyor.Beyaz denizci kıyafetleriyle tayfalar güvertede misafirlerine egzotik meşrubat ve ananas sulu şampanya servisi yapıyorlar.

İrlanda Edebiyatı ve irlandalı yazarlar kültürlerinin bu vazgeçilmez olayını kitaplarında yansıtmışlar. Bu yazarların kitaplarını okumadım ama bir gün okurum belki diye not almışım:

Trinity by Leon Uris,A Star Called Henry by Roddy Doyle,Ireland: A Novel by Frank Delaney,1916: A Novel of Irish Rebellion by Morgan Llywelyn,The Princes of Ireland by Edward Rutherford,Consumed in Freedom’s Flame by Cathal Liam,Patric’s Saga by Leticia Remauro,Lake of Sorrows by Erin Hart,Another Kind of Life by Catherine Dunne,Death and Nightingales by Eugene McCabe,

O gece Astons ‘da Secret Garden grubu keman virtiyozu İrlandalı Sherry Fioniualla ile tanıştım.İstanbul ‘dan yeni dönmüş. Oradaki ve diğer kentlerdeki konserlerini anlattı.Çok başarılı genç bir müzisyen .İrlanda Dublin Trinity Müzik akademisini birincilikle bitirmiş.O akşam Saint patrick festivalinde bize Fionnuala rehberlik etti. Müzisyenleri tanıttı,Keltce okunan şiirleri İngilizce ‘ye çevirdi.

Kimbilir belki bir gün yeniden 17 Mart ‘da Dublin ‘e giderim. Temple bar bölgesindeki Publarda ve Astons ‘da şiirler okuyan halk ozanlarını,kemanlarından her türlü sesi çıkaran müzisyenleri dinlerken İrlandalıların yıllar sonra çok hak ettikleri huzur ve barış dolu neşelerinden bir parça da ben nasiplenirim.

İrlandalı dostlarımın Saint Patrick gününü kutluyorum.



[1] Kelt dilinde “seamair bhuí” ya da “ seamróg" . Giderek Anglo Sakson diline “Shamrock “olarak uyarlanıyor.

[2] Montreal,Quebec,

11 Mar 2010

12 Mart












Bizim kuşak için "12 Mart" tarihi, ağır ve sancılı bir "karabasan" dönemi olarak hafızalarımıza yerleşmiştir.

Üniversitede okuduğumuz yıllar...

Şöyle bir hatırlamaya çalışıyorum da ...

Boykotlar,forumlar,işgaller,mitingler birbirini izliyor.

12 Mart 1971 tarihinden geriye doğru bakıldığında ilginç bir "seri" (Özel Kuvvetler senaryosu ) dikkat çekiyor.

60 darbesi'nden sonra AP etrafına toplanan geniş katılımlı muhalefet cephesi ve DP tabanı ,12 Ekim 1969 'da yapılan genel seçimlerde Adalet Partisi'ni % 46,55 lik oy oranıyla iktidara getiriyor.

AP 256 CHP 143 milletvekili ile ana muhalefet partisi konumuna düşüyor.

CHP içinde iktidar mücadelesi başlıyor.İnönü Ecevit mücadelesi partinin ikiye bölünmesine neden oluyor.


İşçilerin sendika seçme özgürlüğünün elde edilmesi için 15-16 Haziran 1970 tarihinde DİSK 'in organize ettiği yürüyüşe 75,000 kişinin katılması üzerine bakanlar kurulu üç ilde sıkı yönetim ilan ediliyor.

SBP ve Hacettepe Üniversite yurtlarından sonra 5 Mart tarihinde ODTÜ yurtlarında jandarma ve polis ortaklaşa operasyon düzenliyor.

Çatışma çıkıyor. Üç kişi ölüyor ,yüzlerce öğrenci tutuklanıyor .

9 Mart 'da askeri darbeye teşebbüs ediliyor.

12 Mart 'da Meclisde askerlerin muhtırası okunuyor...

Hükümet İstifa ediyor .


Askerlerin vesayetinde Nihat Erim hükümeti kuruluyor.

"Balyoz Operasyonu " Nihat Erim 'in emriyle başlatılıyor .

Binlerce masum yazar,sanatçı,öğrenci,üniversite öğretim görevlisinin tutuklanıp işkence gördüğü,faili mechul cinayetlerin ve insanların bir gece aniden ortadan kaybolduğu "karabasan dönemi" başlıyor....

Her yıl aradan geçen 39 yıla karşın bu ve diğer "Karabasan "ların suçlularının halâ ortalıkta (TV ve yazılı basında ) ellerini kollarını sallayarak küstahca gezinmeleri ve konuşmaları bana derin bir hüzün veriyor....


5 Mar 2010

Ejderha




Çok sık duyulan bir kelime değil..
Ama her dilde karşılığı var...genellikle de etimolojik olarak "yılan " kökünden ...[1]
Uzak Doğu ve Çin bağlantısı var ..."Lung Tik Chuan Ren" (Ejderhanın torunları )
Uzak doğu kültürlerinde ejderhaların kutsal olduğuna inanılıyormuş . Bir ejderha efnaseninden söz ediliyor . Aynen Ergenekon ve Kurt efsanesi gibi. Genel olarak insanların bir anneden doğmak yerine ejderha,kurt gibi mitolojik varlıklardan doğduklarını düşünmelerinin geçmişi çok eski kadim uygarlıklara kadar gidiyor.
Ejderha yılı... kutlamaları ... Yeni yıl kutlamaları .. Anadolu kültüründe ejderha var mı ?
Var...
Yoksa bu "varlık" tamamiyle bir uzak doğu fenomeni mi ?
Değil ..
Mecusilerde[2] ejderha kavramı var .
Doğudan mı gelmiş acaba .. Sekretize[3] mi edilmiş..?
Ejderha hiyerofanisi de var ...Hemen hemen her yerde rastlanıyor...
.Uçan yılan ....
Kadim Pers[4] kültüründe de var : "Azi Dahaka" ,"Azi Suruvara" , gibi çeşitli (renk) ejderhalardan söz ediliyor
"Avesta" 'da ....[5]
Anglo Sakson ve hıristiyan kültüründe ejderha sembolüne çok sık rastlanıyor ; göründüğü kadarıyla daha derin anlamda "cevval "... örnekler sunuyor.
Pagan dönemlerden Hıristiyanlığa miras kalan bir başka sembol ...Ben çocukluğumdan bu yana hep ejderhayı Çin kültürü ile bağdaştırdım...
Benim hafızamda kalan öykü, bir uzak doğu öyküsü... Delikanlı ... yakışıklı Prens .. elinde kılıçla ejderhayla yüzleşir...Ve Ejderhayı öldürür ...Ve kral olur ..En güzel kızı kraliçe olarak alır
İyon ve Karya mitolojisinde devler ve canavarlar var. Altın postu koruyan dev ....Aslında ejderha kertenkele görünümlü,ağzından ateşler çıkaran , yarasa kanatlarıyla uçabilen tuhaf bir yaratık.
.Ağzından ateş çıkaran ve uçan.... Yarasa kanatlı... Zeki ... Büyülü de olabiliyor... En önemli özelliği bu ...Büyülü .. Konuşabiliyor..İnsana değil de kertenkeleye ya da kobra yılanına benzeyen ...Pençeleri olan ...Pençelerinde dinozor tırnakları olan..Doğa üstü bir yaratık.. Mitolojik .....Neden var bu yaratık ? ..
.Böyle bir yaratığı gören var mı ?
MÖ. 600 yılında bile Isthar kapısının bekçisi olarak günümüze taşınmış..İyonya ve Karya mitolojisinde karşımıza harabe kapılarında çıkıyor .. Agamemnon 'un mavi ejderhası..Üç başlı ya da iki başlı ..Ejderhaların birden fazla başı olabiliyor.
Üç başlı kobra yılanı gibi ..Ama hep üç başlı...Neden üç ? Ejderhanın ezoterik anlamı da var . Bir çok ezoterik öğretide karşımıza çıkabiliyor.
..İnsanın egosu...Böyle sembolize (Remz) ediliyor...İçindeki ejderhayı (Nefs) dışarıya çıkarmak ....
Ne kadar şişkin ego , o kadar zalim ejderha...
Ejderhanı öldür ve huzura kavuş..
.İkdidar , güç .... zulüm...
Ejderhadan uzak dur ...
Ruhunu temizle ...
Uzak doğu kültüründe ejderha "iyi" anlamlı...Kişinin kendisiyle barışık olması ve "denge" de olması ejderha ile ifade ediliyor..
.Batıda tamamiyle farklı ...İktidar ... Güç ve ateş....
Hıristiyan geleneğinde ejderha "Şeytan " ile özdeşleştiriliyor...
.İyilik melekleri ejderhayı yerin altında zincirlere bağlıyorlar, 1000 sene orada mahkum olarak kalıyor ..
..Sonra serbest kalıyor ..
.. Tüm insanlığın üzerine ateş kusuyor
Kıyamet sembolizması.....
--------------------------------------------------------------------
[1] Sevan Nişanyan : Esas sözcük ejdehâ, r’siz. İslamöncesi İran mitolojisinde geçen bir figür. Pehlevice, yani İslamöncesi Farsça biçimi ajî dahak. Aj yılan demek. Dahak, efsane çağında Cemşid’i devirip bin yıl İran’a kral olan kötü bir mahlukun adı. Anlattıklarına göre üç başlı ve üç ağızlıymış, iki omzundan birer yılan başı çıkarmış. Yılanlar uslu dursun diye her gün iki gencin beyniyle beslenirmiş. Kürt mitolojisinde de geçer. Ama ejdehânın adı Dahak’tan mı gelmiş, yoksa mitolojik bir kavram Dahak adıyla insan kimliğine mi büründürülmüş, ondan emin değilim.
[2] Zerdüşt dinine bağlı olan kişi
[3] Birbiri içinde eriyen ve başkalaşan iki kültürün (dinin) oluşum süreci
[4] Zahhak ‘ın öyküsü Firdevsi’nin eserinde anlatıldığı şekliyle Ahriman ‘ın genç Zahhak ‘ı nasıl aldattığının hikayesidir.Aslında Arap ve Pers çelişkisi iki farklı kültürün mücadelesi olarak İran tarihinde ortaya çıkar.Arabistan ‘dan ellerinde kılıçlarla güçlü dalgalar halinde gelen yabancı bir kültürle yerli halkın mücadelesidir anlatılan.
[5] Zohak :

1 Mar 2010

Melek, Şeytan ve Cin






Melek kelimesinin etimolojisine bakıldığına haberci ya da haber taşıyan anlamında kullanıldığını görmekteyiz : İbrahice malakh,Latince: angelus , Yunanca : ángelos kavramları aynı semantik kökten türemiştir.
Tanrının mesajını taşıyan varlık anlamında değişik kültürlerde bu kavrama rastlanmaktadır.[1] En eski tek tanrılı din olan kadim İbrani dilinde cherubim, elohim gibi tanrısal varlıklar ya da bene elohim (tanrının çocukları ) anlamındaki semantik köke bağlı ikinci türe de rastlanmaktadır.
Veda’lar ve Zerdüşt öğretilerinde de melek kavramı sık sık karşımıza çıkmaktadır.Bir anlamda haber getiren varlık ,kişi olarak nitelendirilen “Amesha Sphendas “; Ahura Mazda Öğretisi içinde de belirgin bir yer tutmaktadır. Yedizi öğretisi içinde “Yüce melek tavus “ da bir anlamda insan üstü güçleri olan varlıkların hiyerofaniler çeşitlemesinde tamamlayıcı bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dinler tarihine bakıldığında "Melek " yani "Angel" kavramının oldukça büyük ve çok değişken bir yer tuttuğunu görürüz.
Korkulacak bir varlık mıdır melekler ? Yoksa sevgi duyulacak ,koruyucu varlıklar mıdır ?[2]
Dinlerin meleklere bakışı da farklıdır .[3]
İslam Dininde Melek Kavramı :[4]
İslam dini meleklere iman etmeyi inancın şartı saymaktadır.
Dört büyük meleğin varlığına inanmak İslam Dininde inancın şartıdır .Melekler, yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği olmayan, uyumayan, günah işlemeyen, gözle g,örülmeyen, nurdan varlıklar olarak nitelenmiştir.Kutsal kitaplar, Ahura Mazda Tevrat,İncil ve Kur’an bu konuya açıklık getirmiştir.
Cebrail,Mikâil,İsrafil ve Azrail İslam dini inancına göre dört büyük melek olarak nitelendirilir.Öte yandan özellikle tefsirlerde karşımıza çıkan cinler konusu tartışmalıdır . [5]
Cebrail : Vahiy meleği, ya da Allahın gücü olduğuna inanılır.'Cibrîl, 'Rûh-ul-emîn', 'Rûh-ul-kuds', 'Nâmûs-ı ekber gibi adların da verildiği baş melektir.
Mikâil: Evrendeki doğal dengeyi korumakla görevlendirildiğine inanılır.Tüm doğa olayları onun kontrolündedir.[6]
İsrafil: İslam inancına göre, İsrafil Sûra yı üfleyerek kıyamet vaktinin geldiğini duyuracaktır.[7] Kur'an'da "İsrâfil" olarak ismi geçmemektedir. Ancak, kıyametin vukûu ile ilgili ayette "(İsrâfil tarafından birinci sefer) Sûr'a üflenince Allah'ın dilediği (melekler) müstesna göklerde olanlar ve yerde olanlar bayılırlar (ölürler). Sonra Sûr'a (ikinci defa) üflenince ölüler mezarlarından kalkıp bakınıp dururlar." (ez-Zümer 39/68) buyurulmakta, dolayısıyla isim olarak olmasa da bu meleğin vazifesi bu ayetle belirtilmektedir. Buradan kıyametin ve ahiret gününün yani yeniden dirilmenin başlangıcında bir Sûr'a üfürme olacağı anlaşılmaktadır ki, bu işle vazifeli melek İsrâfil'dır. Bu görevinden dolayı İsrafil'e "Sûr meleği" ismi de verilmektedir.
Azrail : melekü’l-mevt (ölüm meleği) şeklinde de bilinir . Görevi insanların canını almak olarak belirlenmiştir.
İslam dini inancına göre Kur'an meleklerin sayısını belirlememesine karşın hadis ve tefsirlerde bu konu detaylandırılmıştır.[8]
Kaç melek vardır ? Bu meleklerin görevi nedir ? Hangi dinde hangi melek yetkilidir ? Bir dinin tanıdığı melek öbür dinde de geçerli midir ?
En cevaplaması zor olan soru işte budur. Tevrat,İncil ve Kur’an melekler konusunda belirli açıklamalar getirmiştir.Bu açıklamaların yeterli olmadığı zamanlarda bazı din adamları kendi düşüncelerini belirtmiş ve bazı açıklamalar getirmişler, yani kutsal kitapları kendi anlayışlarına göre yorumlamışlardır.Kutsal kitapların tefsiri [9]değişik uygulamalara yol açmıştır.Bu uygulamalar zamanın akışı içinde iktidar-insan ilişkilerinde belirli olmuş,iktidarda olan güçlerin manipüle ettiği giderek yozlaştırdığı esnetmelere de maruz kalmıştır.Bu her dinde rastlanan bir olaydır.Tevrat’ın yorumunu yapan Farisi’ler ya da İncil ‘in yorumunu yapan Vatikan ya da Kur’an ın yorumunu yapan El Ezher ekolü oldukça tartışmalı yöntemler kullanmışlardır.[10]

----------------------------------------------------------------------


[1] Hermes,ayakları kanatlı yarı tanrı, Grek mitolojisinde tanrıların mesajını insanlara taşıyan bir melek olarak tasvir edilir.
[2]Dini inanç ve yaşayışla bağlantılı olan değer yargıları, kötülük ve şeytan kavramları,Jung,Freud ve Wundt tarafından ve diğer psikologlarca da kapsamlı bir şekilde değerlendirilmistir.Bunun nedeni insanların iyilik ve kötülük kavramları üzerinde fikir birliğine varmamış olmasından kaynaklanabilir.
[3]Melekler tanrının,yani yüce yaratanın emirlerini yerine getirmek üzere yaratılmış varlıklardır.
[4]Melek denilen varlık türünün niteliklerini Kuran Mesajı su sekilde anlatmaktadır;Meleklerin cinsiyeti olmayıp, üremeyle soyunu devam ettirmeleri söz konusu degildir.(Zuhruf, 19) Sürekli Rab be kulluk ve ibadet eden (Bakara, 30), Allah izin verdiginde bedenlenip iman edenlere yardım edebilen (Al-i Imran, 124-125) varlıklardır. Ayrıca Sebe suresi 40 ve 41. ayetlerde melekler, cinlere tapınıldıgını söyleyerek kendilerinin
cin olmadıgını söyleyip, cin-melek farkını açıklamaktadırlar. (Dr. Elif Bulat . Marmara Üniversitesi ,Doktora Tezi ,2006 istanbul )
[5]Iblisin melek olmadıgı , cin türü varlıkların tüm özelliklerine cinlerden olması sebebiyle dogrudan sahip olabilecegi, ayetlerle anlasılmaktadır. Iblisin soyu olması, üreme ve cinsiyet özellikleri tasımasının bir sonucudur.Kehf suresi, 50. ayet bunun delilidir. “Onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz?”
Iblisin cin olması, soyunun olması dısında ordulara sahip oldugu da Kuran’ın verileri
arasındadır. “Iblisin orduları vardır ve toplu haldedirler.” (Suara, 95) Iblisin bedenlenebilme ve ordularının olması gibi özellikleriyle, meleklerle ortakpaydada bulustugunu söyleyebiliriz. Iblisin, melekler gibi Rahman’a sürekli ibadetve itaat eden bir varlık olmaması, onun melek olmayıp cin olması sebebiyle isyan ettigi
ve secdeyi reddetmesini bir sonuç olarak dogurmaktadır.
[6] Seytan, lügat anlamları çerçevesinde, batıl ve bos olan seylere baglayıp, insanı
bunlarla oyalayan ve bu sayede hakikatleri görmesine mani olan, dogrudan uzaklastırarak,
manevi karanlıkların derin kuyusunda insanı susuz bırakan, ayartıp azgınlıga, isyana
yöneltip, insanın iç dünyasını zehirleyen bir varlıgın adı olarak da betimlenebilir.
[7]Kıyamet günü gelene kadar Sûr borusunu çalmak için bekleyen bir melek görevi oldukça tartışmalıdır.
[8] Insan ve cinlerden olmak üzere iki varlık türünü içine alan seytanlar, her peygambere
düsman olmakta, aldatma maksatlı olarak birbirlerine yaldızlı sözler fısıldamaktadırlar.
(Enam, 112) Seytanlar, dostlarına iman edenlerle mücadele etmesi için vahiy
gönderen (Enam, 121), insana çirkin yerlerini açmak için vesvese veren ve aldatan
(Araf, 20-21), ilk insan olan Adem ve esini edep yerlerini göstermek suretiyle takva elbiselerini
soyarak cennetten çıkaran, insana fitne, vesvese tahrikle musallat olan, insanların
göremedigi ve fakat seytanın ve kabilesinin insanları görebildigi (Araf, 27) Allah’tan
korkup, onun cezasının siddetli oldugunu bilen (Enam, 48), batıl vaatlerde bulunup,
ahirette bu vaadinden cayacak olan seytanın insan üzerinde bir sultası, gücü yoktur.
Insanı davet eden seytan kendisinin sirk aracı yapılmasına karsı çıkmaktadır. Ref. Dr. Elif Bulat
[9] Tefsir . "Konulu Tefsîr" veya "Kavramsal Tefsîr" olarak tercüme edilen "et-Tefsîru'l-Mevdû’î" veya "et-Tefsîru't-Tevhîdî" tabiri yeni bir ıstılâhî tabirdir ki, şöyle tarif edilmiştir: "Herhangi bir konuyu, Kur’ân'ın bütünlüğü içerisinde ele alıp, ister aynı, isterse değişik sûrelerde olsun konuyu uzaktan ve yakından ilgilendiren Mekkî ve Medenî tüm âyetleri toplayarak, mümkün mertebe nüzûl sırasını göz önünde bulundurmak şartıyla ve Kur’ân'ın genel üslûbu çerçevesinde çeşitli mükâyeseler yapmak sûretiyle, istenileni ortaya çıkarmaktır."Tefsir ekolleri ...
[10] Mısır El Ezher Üniversitesi, müslüman erkeklerin İsrailli bayanlarla evlenmelerinin birçok zararları olduğunu ve Müslüman erkeklerin ehli kitap bayanlarla evlenmesinin haram olacağına dair fetva veren eski müftü Nasır Ferid Vasıl'a destek verdi.Haber Ajansları

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...