25 Kas 2011

Dersim Açılımı..

Dersim konusu tam anlamıyla “patladı”.

Gündeme bir “bomba” gibi düştü. Yankıları hâlâ sürüyor.
Gün batarken sığırcık sürülerini izleyenler bilir. Milyonlarca sığırcık kuşu bir arada, dalgalanarak, göklerde helezonlar çizerek uçarlar.
Batan günün ışıkları kanatlarına vurdukça onların ateşten kuşlar oldukları duygusuna kapılırsınız.
Türkiye medyası da böyle, sığırcık kuşları gibi hareket ediyor.
Bir konuyu ele alıp onu bir süre işliyor, siyasileştiriyorlar.
Dersim konusu da, Van depremi haberlerini bir aydır yazıp çizen ve gerçekleri bir türlü yazamayan ve siyasileştiremeyen  medyanın havada helezon çizerek oluşturduğu bir başka fotoğraf oluverdi.
Orada, Dersim’de  1930 yılları ve öncesinde  insanların yaşadığı trajedyi incelemekten çok “Katil Kim” soruşturmasına dönüştürüldü.
Elli bin kişinin katilinin kim olduğu sorusuna cevap da bulundu.
Başbakan medyanın araladığı kapıdan içeriye süzülüp, siyasi alanda çok az lidere nasip olacak bir hamle gerçekleştirdi.
Dersim katliamının faturasını CHP’ye çıkardı. Tüm medya organları da bu hamleyi naklen yayınladı.
Bu darbeden CHP’nin ciddi bir hasar göreceği yorumu yapılıyor.

Sığırcık kuşlarının Van depremden zarar gören binlerce kişinin  karlar altında kuyruklarda titreşirken görüntülerini yayınlayarak kamuoyu baskısı oluşturacağını beklerken yön değiştirip Dersim göklerine yöneliyorlar.
Dersim konusunda belgeleri ortaya koyan en belirgin yazıyı Hasan Cemal  yazmış:

Yıl 1925.    Şark Islahat Planı’ndan:  “Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar cezalandırılacaktır. Dersim bir an evvel Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır.”

Yıl 1930. Mahmut Esat Bozkurt der ki:“Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.

Yıl 1925.Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’nın Doğu Raporu’ndan:“Fırat’ın batısındaki vilayetlerin bir kısmında dağınık vaziyette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak… On sene müddetle bölgede sıkıyönetim ilan etmek…

Yıl 1926.Mülkiye müfettişi Hamdi Bey Raporu’ndan:“Dersim gittikçe Kürtleşiyor. Tehlike büyüyor. Dersim, cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yaparak acı sonuç ihtimali önlenmelidir.”

Yıl 1930.Başvekil İsmet Paşa, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet’e der ki:
“Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”
Yıl 1931.Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın raporundan:

“Dersim cahildir. Zorunlu iskan uygulanmalıdır. Yüksek memurlara koloni (sömürge) yönetimlerindeki yetkiler verilmeli. Türklük telkini yapılmalı. Kürt kökenli yerli memurlar tümüyle bölgeden çıkarılmalı. Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir.”
Yıl 1932.
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya raporunda der ki:

“Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri Harekat  başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar, (yani Kürtler) casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır.”
Yıl 1940.
Bir CHP raporundan:
“Kürtler Türkleştirilmelidir! Kürt meselesi Türkiye ’nin en mühim meselesidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir.”

Yıl 1961.

27 Mayıs Darbesi’nin lideri Orgeneral Cemal Gürsel Diyarbakır’da der ki:
“Bu memlekette Kürt yoktur. Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm.”
Yıl 1986.
Demirel döneminin dışişleri bakanlarından, yıllar yılı valilik,  yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil, kendisi de Dersimli olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun teybine der ki:
“Dersim’de mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu, zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden… Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler.”
Sonuç olarak “Pandora” nın kutusu açılmıştır.

Cumhuriyet Tarihi dersleri artık başlayabilir:

Kimler yazdı kimler : Cemil Koçak ve Mete Tunçay’ın yıllardır yazdıkları cilt cilt kitaplar sığırcık kuşlarının yönünü değiştirmeye yetmedi ama, ne olduysa Van Depremi Faciası İktidarın kucağından fırlayıp Dersim faciası’na dönüşüp muhalefetin kucağına düşüverdi…

İşte siyaset dersleri ….

Meraklısına Kaynakça:

22 Kas 2011

Dersim






Bugün medyanın tartışma odağında Dersim var. 1938 yılına geri dönüp bugünün gözlükleriyle “tarafsız” bir bakış açısı yakalamak hiç de kolay değil. Gerçekleri ararken geçmişin karanlık sayfalarında olanları anlatan birden fazla gerçek var. Bu gerçekleri anlamak da kolay değil. Ölümler hakkında yazılanları okuyanların kanı donuyor adeta. 
Aradan  80 yıldan fazla zaman geçmiş . Daha cumhuriyet döneminin gerçek tarihinin hangisi olduğu  bilinmiyor.
Kim doğru söylüyor?
Kim yalan söylüyor? 
Sade vatandaş nasıl ayıracak eğriyi doğrudan? ….  Radikal’den okuyalım:
“Sarp bir coğrafyaya sahip Dersim, tarihi boyunca ‘devlete kapalı’ bir yapı olarak bilindi. Etnik ve dini yapısıyla hep ‘farklılık’ gösteren, çok sayıda aşiret ve oymaktan oluşan Dersim’de Ermeniler de yaşıyordu. Dersim’e Cumhuriyet’ten önce, Osmanlı döneminde de harekâtlar düzenlendi. 1907, 1908, 1909, 1916, 1926, 1930, 1931, 1935, 1937 ve 1938’de büyük çaplı 10 askeri harekat yapılan Dersim’de bu askeri harekâtlar sonucunda kaç insanın öldüğü, kaçının başka bölgelere sürüldüğü, kaç kişinin yaralandığı henüz tam bilinmiyor. Ancak bilinen bir gerçek var: Asileri bastırmak için yapılan operasyonlarda gühahsız halk katledildi.” 

Bir haber sitesinden okuyalım:
“Tunceli milletvekili Aygün, Dersim’le ilgili kitabında, Mustafa Kemal’in katliamı gerçekleştiren Korkomutan Alpdoğan’ı tebrik ettiğini yazdı.”
Giderek olaylar anlaşılmaz hale geliyor. İnternet ortamında yapılan basit bir araştırmada yüzlerce dokümana erişilebiliniyor.
Aslında yeterince belge de var. Orada ölenlerin, asılanların, görev yapanların kayıtları tutulmuş. Resimler var,reportajlar var. Bütün bu bilgiler neye yarayacak?
Devlet geçmişiyle nasıl yüzleşecek? Alışılmadık, denenmemiş bir şey bu.
Hep birlikte işin nereye kadar gideceğini göreceğiz…
Kim ne derse desin herkesin üzerinde anlaştığı bir nokta var. O da Dersim’de insanların, sivil insanların öldüğü gerçeği.


Devletin açıkladığı sayı ölenlerin 6,500  civarında olduğu. Bu ölümlerin çoğunun da bebek ölümleri olduğu belirtiliyor. Kısacası devlet Dersim kayıtlarını açıklamıyor. Açıklamak istemiyor. Bir tür savunma refleksi. Devletin sır saklama kaygısı. Oysa çağ değişti. Artık hiç bir sır gizli kalmıyor. İngiliz belgeleri açıklandı. Belgelerde Dersim’de zehirli gaz kullanıldığı belirtiliyor.




Sabiha Gökçen’in Dersim’i bombalayan pilotlar arasında olduğu söyleniyor. 1938 yılında devlet kendi halkı üzerine bomba atıyor.

 Bugün Suriye yönetimini kendi halkına bomba atmakla suçlayanlar buna ne diyecek?

Cumhuriyet tarihinin bir çok karanlık konusu arasında en acılı olanlarından biri de Dersim olayları.
Bu katliamı hala gizlemek isteyenleri anlamak mümkün değil…

16 Kas 2011

Suriye'de Savaş Rüzgârları....


Suriye’de artık bombanın pimi çekildi. Ülke bir iç savaşın eşiğine geldi.
Ekonomik ve siyasi anlamda sert rüzgârlar esiyor.
Mezhepler arası çelişkiler en üst düzeye çıktı.
Sünni- Şia farklılığının ötesinde Beşar  Esad yanlısı memurlarla (Buna ordu mensupları ve aileleri de dahil) nüfusun  çoğunluğunu teşkil eden gruplar arasındaki sosyal uçurum giderek krizi  tırmandırıyor.
Esad rejiminin sonu çok yakın…
Son perde oynanırken. Suriye Bass rejiminin çöküşü de bariz bir hale gelmiş bulunuyor. Kendisine  karşı direnen grupların üzerine şiddet tekelini acımasızca süren  Esad rejimi,  kent merkezlerinde rejim  yanlısı gösteriler düzenliyor.
İçine doğru kapanan ve her tür muhalefeti lanetleyen aşırı milliyetçi, kendi halkının kanını  döken ve gerekçe olarak da sadece “itaat” ölçüsünü  kullanan çağdışı bir yönetim.
Baas Arap Milliyetçiliği Sovyetlerin çözülmesiyle birlikte çürüme sürecine girdi:
19. yüzyılın başlarında koloniyalizmin sona ermesini müteakip  bir “uyanış” olarak ortaya çıkan  Arap milliyetçiliği düşüncesi, 20. yüzyılın başlarında siyasal bir anlam kazandı. Baas Partisi, Osmanlı İmparatorluğu çöküş sürecinde, Mısır ve Suriye başta olmak üzere;  Irak, Libya, Tunus gibi İngiliz ve Fransız işgali altındaki sömürgelerde giderek  güçlendi.  Baasçı düşüncenin önemli ideolojik unsurları Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi ve hürriyet olarak kitlelere yaygınlaştırıldı.
Bu ideolojik söylem, Mısır ve Suriye’de yeni gelişmekte olan post koloniyal ekonomik dengelerde ortaya çıkan ve devletin maaş bağladığı orta sınıflara ve sınıfsal konumlarıyla etnik kimlikleri örtüşen kırsal bölgede yaşayan azınlıklara hitap etmekteydi. Bu azınlıkların Parti’de ve orduda artan oranda kabul görmeleri ve örgütlenmeleri , Parti’nin ideolojik oluşumunu hızlandırdı.
Ülkede liberal ekonominin kurulamayışı, parti’nin iktidara geliş sürecinde ve sonrasında yaşanan parti içi iktidar mücadelesinde soğuk savaş detant politikasının yarattığı  ekonomik ve silahlı güçlerin  eylemlerinin yanı sıra, azınlıklara özgü mezhep, bölge ve aşiret bağları çok önemli rol oynadı.
Sivil toplum kuruluşları oluşmadı. Baas’ türü Liderlik kültü mutlak itaat talebini öngörmesi itibariyle Batı türü  Liberal düşünce yapılanmasını şiddetle bastırdı. Ekonomik enstrümanların devlet eliyle yönlendirilmesinin Orta Doğu ‘nun siyasi gelişimine engel olan ana unsur olduğu söylenebilir.
Siyasal anlamda sivilleşemeyen, ekonomik anlamda liberalleşemeyen kapalı bir sisteme dönüşen Suriye, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra desteksiz kaldı. Körfez sermayesinin giderek azalması Suriye’yi İran ‘a yaklaştırdı. İsrail ile olan ilişkiler, Lübnan krizi, Suriye’nin giderek uluslararası siyasette yalnız kalmaya başladığı zamanlardır. Bugün gelinen noktada Esad liderlik kültünün içine kapanarak kendi halkına zulüm etmesinin arkasında bu yabancılaşma vardır.
Suriye’nin etnik yapısı :
  • % 88 Arap,
  • % 6 Kürt,
  • % 2.8 Ermeni,
  • % 1 Türk,
  • % 1 Rum.
Suriye halkının dini kimliği de şöyledir:
  • % 74′ü sünni Müslüman,
  • % 11′i Nusayri. (Gulatu’ş-Şi’a -Şiilerin taşkınları) dedikleri , Hz. Ali ‘nin ilâh olduğuna inanan bir kitledir. Hıristiyan inancındaki teslise (üçlemeye) benzer bir inanç sistemleri vardır. Lazkiye bölgesinde çoğunluğu oluştururlar.
  • Nüfusun % 3′ü Dürzidir ve es-Suveyde (Cebelu Duruz) bölgesinde yoğundurlar.
  • % 0.8 oranında İsmaili vardır.
  • Nüfusun % 10′a yakın bir kısmı da Hıristiyandır.
  • Binde bir oranında Yahudi mevcuttur.
  • Bunların yanı sıra az sayıda da Yezidi bulunmaktadır.
Esad rejiminin sonu yakın…Bugünden başlamak kaydıyla Suriye gökleri savaş bulutlarıyla kaplanacak. masum insanlar ölmeye devam edecek. Baas Liderlik Kültü kan dökmeye devam edecek. Esad diğer diktatörlerin yaptığı hatayı yapıp kendisinin ve  yakınlarının canını kurtarma imkanını da heba etti. Ama tünelin sonunda uzun bir süredir acı çeken Suriye halkının layık olduğu hürriyet ışığı göründü…
———————————————————————————-
Yararlanılan Kaynaklar:

    11 Kas 2011

    Van ‘da Yaşam Mücadelesi .....



    Dün Van’da 5.6 şiddetindeki depremde yine binalar çökmüş, yine enkaz altında kalan insanlar kurtarılamamış. Bölgede bulunan başbakan Yardımcısı Beşir Atalay medyaya yaptığı açıklamada 25 binanın çöktüğünü bildirmiş. 
    Yıkılan binalar arasında kent merkezinde bulunan genellikle kenti ziyaret eden turistlerin kaldığı “Bayram” ve “Aslan” otelleri de var. Kayıpların bu iki otelin yıkılmasıyla meydana geldiği ileri sürülüyor.Otellerde geceleyen medya mensupları ve yabancı misyon temsilcileri arasında kaybolanlar olduğu bildiriliyor.  

     Haber ajanslarına göre bölgede kurtarma çalışmalarına katılan Japon ekibinden bir doktor ve 17 vatandaşımız  enkaz altında can vermiş. Medyada bu konuda  çelişkili haberler var. Hasarlı olduğu bilinen otelleri kapatmadığı gerekçesiyle Van valisini  devletin ihmali olduğu gerekçesiyle protesto etmek için vilayet binası önünde toplanan halk emniyet güçleri tarafından  biber gazıyla dağıtılmak istenmiş.

     Bu arada enkaz kurtarma çalışması yapan ekiplerin biber gazından yaralandığı kameralar tarafından tespit edilmiş.

    Bölgede deprem hareketleri devam ediyor. 

    Kırılan faylar yeni çatlaklar oluşturuyor. Jeoloji uzmanlarına göre Van şehrinin ve bazı önemli kasabaların  üzerine kurulduğu fay hattının  önümüzdeki altı ay süresince hareketli olacağı 5-7 şiddetinde depremlerin süreceği söyleniyor. Bölgede çalışma yapan tüm devlet birimlerine ve on binlerce görevliye karşın halkın can güvenliği sağlanamıyor.

    Yetkililerin sorumluluğunu yerine getirmesini isteyen felakete maruz kalmış acılı  halkın üzerine biber gazı atılması emrini  veren  bir devlet görevlisi olduğunu düşünmek bile korkunç…

    3 Kas 2011

    "Kasım ya da "Tişri" Günleri

    Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları öncesine kadar uzanan "Tişri günleri", Babilcedir. Resmi İbrani takviminde   yılbaşı dini takvimde ise Nisan 'la başlayan yılın yedinci ayıdır. Rumi takvime göre ise "Teşrin", öncesi ve sonrasıyla iki sonbahar ayını ifade eder. 
      "Teşrin-i Sani", Türkiye Cumhuriyeti'nde 15 Ocak 1945 yılında yürürlüğe giren kanunla birlikte "Kasım" ayı olarak ilan edildi. Osmanlı döneminde kullanılan takvimler düşünüldüğünde ; Şemsi, Kameri, Rumi, Miladi, vb.  içinden çıkılması son derece karmaşık bir tablo göze batar.(*)

     Halk takvimi olarak ifade edilen Pers - Arap takvim geleneğine göre "sene"nin  iki bölümden oluştuğu bilinirdi. Bu da tarım topluluklarının sosyal gerçeklerini yansıtan ekme ve hasat zamanlarına odaklanmıştı. Tarım toplumunun insanı belirli zamanlarda belirli işleri yapmak zorunda olması itibariyle takvimler de bu yaşam biçimine göre şekillenmişti.

    Hızır Günleri (Yeşil Mevsim) ve Kasım(Koç Katımı)  Günleri.(**)

     "Kasım Günleri ", Kasım ayının 8'inde başlar, Şubat ayının 29 çektiği yıllarda 180 gün, diğer yıllarda ise 179 gün sürer ve 5 Mayıs günü biter. Mayıs ayının 6'sında Hızır Günleri ile yaz başlar ve 186 gün sürerek 7 Kasım'da sona erer.

    Latince kökü "Novem" den kaynaklanan "November"   dokuz sayısını ifade eder.
    M.S 835 yılında yayınlanan "canon" bildirisine göre Katolik Kilisesi Kasım 1 tarihini "Azizler Günü" yortu günü olarak ilan ediyordu.

    Eski Hint Avrupa dillerinde  "Saint",   "Hollow" olarak bilinirdi. Bu günün halk arasındaki söylenişi ise "All Hollows" ya da "Hallow'en" olarak yerleşti.

    4 Kasım ise ABD'de "Thanksgiving" , şükran günü olarak bilinir.  Bu gelenek ise  1620 yılında ünlü "Mayflower" gemisiyle Amerika kıtasına yelken açan hacı rahiplerin yeni topraklarda yptıkları  ilk hasadın anısına  kutlanmaktadır: ( The Pilgrim Father's first harwest.)

    Günümüzde ise Kasım ayı onbirinci ay olması itibariyle sonbaharın kışa dönüştüğü zamanı ifade etmektedir. Çağdaş kent yaşamında insanın yaptığı işe göre bir iş takvimi oluşturması giderek daha da önemli olmaktadır. "Hasat" mevsimi ya da "ekim" mevsiminden ziyade şehir insanının gerçeği,  çalışma günleri, hafta sonları, yıllık izinler, dini bayramlar, milli bayramlarla sınırlı olmaktadır. 

    Mevsimlerin değişmesi, kar yağışı, baharın gelişi, yaz  kapalı mekanlarda çalışan şehir insanını doğrudan ilgilendirmekten çok özel yaşamında etkili olabilecek bir etkiye sahiptir. Turistik yörelerde çalışanlar için sakin günler, Kuzey ülkelerde yaşayanlar için kısalan günler ve karanlık söz konusu olacaktır.

    Stockholm'de yaşadığım yıllarda Kasım ayından çekinirdim. Sadece ben değil tüm Stockholmlüler için "kabus" günleri başlardı. Soğuk ve karanlığın pençeleri arasında soluk almakta zorlanırken insan sıcaklığını arardınız. Södermalm'de Jan'ın tavernası bizim için bir kaçış noktasıydı. Sert İskandinav rakısından iki kadeh içtikten sonra gülümsemeye bile başlardınız. Gecenin ilerleyen saatlerinde efkârlanan Jan,  muhabir olarak bulunduğu Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde savaş maceralarını anlatmaya  başlardı. Çıt çıkarmadan dinlerdik onu. Gece ağır ağır tükenirdi.

    Şehir insanları için Kasım ayları karamsarlıkların, kabusların ortaya çıktığı sevimsiz zamanlardır. Oysa, kamerasıyla Yedigöller'de, Como ya da Taho  Gölü'nde doğa keşfine çıkanlar için sarı rengin çıldırdığı zamanlardır. Doğa gezginleri, kuşgözlemcileri ve golf severler için sarı, yeşil ve kahverenginin mavi rengin içinde eridiği kutsal zamanlardır. 

    Yürürken sarı yaprakların hışırtısını duyarsanız eğer yeni yılın başlangıcını "Tişri" yi de  hissedersiniz...

    -----------------------------------------
    (*)  3 Mart 1840 miladî tarihi 1 Mart 1256 cuma günü olarak Rumî takvimin yılbaşı kabul edildi. Bu tarihten sonra çift takvim uygulaması başladı, aynı anda hem hicrî takvim hem de Rumî takvim 1870 miladî yılına kadar birlikte uygulandı. Hicrî takvim ay yılına göre Rumi takvim ise güneş yılı esaslı hesaplandığı için hicri takvimde senenin son günü Rumî takvimin çakışan senesinden her yıl 11 gün daha geriye düşüyordu. İkiliğin önlenmesi için o tarihten sonra artık sadece Rumî takvim kullanılmaya başlandı. Rumî takvim, batının kullandığı Gregoryen miladî takvimden 13 gün gerideydi. Rumi ile miladi arasında -her iki takvim de güneş yılı esasına göre düzenlendiği için- aradaki 13 günlük fark sabitti, böylece hicrî takvimin aksine mevsimlerin hep aynı aylara denk gelmesi temin edilmiş oldu, yıl farkı da takvimin başladığı zamanki fark olan 584 yıla sabitlenmiş oldu. Bu fark; Rumi Takvim'in Julyen Takvimi'ni, miladi takvimin ise Gregoryen Takvimi'ni esas almasından ileri gelir. 8 Şubat 1332 tarih ve 125 sayılı kanunla Julyen esaslı Rumî takvim yürürlükten kaldırılarak Gregoryen esaslı Rumî takvime geçildi. Bu değişiklik miladî takvimde 1917 senesine denk gelir. Kaynak: Vikipedi
    (**)  KOÇ KATIMI : 
    Kars yöresinin en eski geleneklerinden biriside koç katımıdır. Koç katımı günü mahalli takvimde de önemli bir yer tutmuştur. Çobanlar yanaşmalar ona göre hesap yılını anlaşır ve konuşurlar. Kars ve Kağızman yörelerinde ekim ayının son haftası ile kasım ayının ilk haftası koç katımı günleri olarak bilinir. Daha yayla yerlerinde koyunculuk yapanlar koç erken katıp koyunun ilk baharda otluğa çıkmadan doğurmasını hesaba katarlar. Gün olarak Cuma ve Pazartesi günlerinin hayırlı olacağına inanmışlardır. Katım günü yaklaştıkça koç sahiplerinde de bazı hazırlıklar başlar. Koçları süslemek için
    Valalar koyunları süslemek içinde boyalar alınır. Evin kızı, gelini koç bezeği denilen renkli örgü ve süsleri hazırlamağa başlamış olurlar. Koçların boynuzlarına ve boyunlarına takılacak meyveleri iplere dizerler. Köylerde sürü sahipleri toplanıp koç katımını ve o yıl ki sürü idaresini konuşur, anlaşırlar. Köy genellikle bir mahallede koçu katmayı kararlaştırır. O gün koyun sahipleri pişirdikleri yemeklerle süsledikleri koçlarla sabahın erken saatlerinde katım yerine giderler. Koçlar götürülürken bazı inanışların da yerine getirilmesine son derece dikkat edilir. Koçlar evden çıkarılmadan önce koça erkek çocuk bindirilirse o yıl doğacak kuzular erkek, kız çocuğu bindirilirse dişi doğarlar. Koçlar katılıp yerine götürülürken aniden yol üzerine erkek veya kadın çıkarsa o yıl yola çıkanın cinsiyetine göre doğacağına inanılır. Sürüye ilk katılan koç siyah koyunla ilgilenirse o yıl kış hafif geçer. Yolda gebe kadına rastlanırsa o yıl koyunların ekseriyetle ikiz doğuracağına inanılır. Koç katım günü köyün neşeli günlerinden biridir. Katım için koçları götürürken silah atma, oyun oynama, tekbir getirme ve türkü söyleme gibi törenleri de yerine getirirler.
    Koyun sürüleriyle ilgili bazı törenlere de son derece dikkat edilir. Yürüyen koyun sürüsünü ikiye bölüp geçmenin sürü içerisinden boş kova ile geçmenin ve doğum (döl) günlerinde evden tuz, ateş gibi şeylerin dışarıya verilmesi günah sayılmaktadır. Bunlar herkes tarafından bilinen ve dikkat istenen şeylerdir. Kaynak: http://www.karskulturturizm.gov.tr/belge/1-56427/gelenek--gorenek-ve-inanislar.html


    “Kremna (Κρεμνα)`

    Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...