26 Şub 2011

Özgür Medya


Bu sabah yerel basını taradıktan sonra iyice kafam karıştı.Mağrip ülkelerinde olup bitenler farklı biçimde yansıyor. Doğrusu ne acaba diye dış medyaya yönelmekten başka çare kalmıyor.

Bizde medya organları ve medya çalışanları birbirini kıyasıya eleştiriyor. “Yandaş”, “Candaş” ,”Sermaye yanlısı”, “Parti organı” gibi tanımlar havada uçuşuyor.

Tarafsız ve objektif haber acaba hangi medya organında bulunabilir?

Cevabını ben bilmiyorum. Çaresiz konuyu daha iyi anlamak amacıyla bir akedemisyen arkadaşımın geçenlerde bana gönderdiği bir doktora tezini okumaya başladım.

Doktora Tezinin adı : Türkiye’de Basın Özgürlüğü
Tezi yazan: Yaşar Salihpaşaoğlu
Kurum: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü,Kamu Hukuku
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Maksut Mumcuoğlu
Ankara, 2007

Önce tanımlar:
Çağdaş özgürlükçü demokrasi nedir?
“Gerçek anlamda demokratik bir devletin tüm toplumsal ve siyasal güçlerin katkısıyla gerçeklesebilecegi;devlet yönetimini elinde bulunduranların, toplumsal ve siyasal güçler tarafından sürekli olarak denetlenmesiyle saglıklı bir demokratik düzenin kurulabilecegi kabul edilir.”


Birinci soru şudur:


Devlet, hükümet denetlenmeye nasıl bakmaktadır? Bu anlamda Türkiye’deki hoşgörü katsayısı hesaplanabilir mi? Eğer hesaplanabilirse bu katsayı Britanya, Fransa, Almanya ve diğer çağdaş demokratik ülkelerle karşılaştırılabilir mi?

İkinci Sorumuz:

Türkiye’deki medyanın bu demokrasi denkleminde oynadığı rol nedir? Yaşar Salihpaşa cevabı şöyle veriyor:

“Türk basın tarihi incelendiginde, basına tanınan özgürlük alanının belirlenmesinde, “basın özgürlügü”nün bir deger olarak kabul edilmesinden ziyade, siyasal iktidarla basın arasındaki iliskilerin belirleyici oldugu görülür.”


Salihpaşa,yürürlükteki basın kanununun da önemli bir rol oynadığını belirtmekte AB uyum sürecinde verilen özgürlüklerin tekrar geriye alındığını vurgulamaktadır. Giderek devlet ve hükümetin kendisi gibi düşünmeyen bir medyaya tahammüllü olması gerektiğini de önemle belirtmektedir.

Salihpaşaoğlu'nun tezini okuduktan sonra Türkiye’deki basın özgürlüğünün yaklaşan seçimler paralelinde polarize olduğunu, kamuoyunun tarafsız ve objektif haber alma olanaklarının kısıtlanmış olduğunu düşünmeye başladım.

Giderek gerek iç gerekse de dış kaynaklı haberlerde siyasi polarizasyonun bariz bir biçimde görülebileceği gerçeği de oldukça ürkütücü.

Mağrip ülkeleri, “Libya kurtarma Operasyonu” kampanyasında servis edilen haberlerin, 30,000 insanın ve onlara bağlı olarak geçimlerini temin eden minimum 100 bin kişinin geleceklerini ilgilendirdiğini de unutmamak gerekmektedir.

Medyanın bu trajik olaylara yaklaşımının tarafsız olmadığını sanırım görenlerin sayısı az değildir. Türkiye’de basın özgürlüğünü kısıtlayan kanunların varlığının ötesinde “Çıkar” temelli polarizasyonun oluştuğunu da söylemek mümkündür.

Salihpaşaoğlu tezinin son paragrafında şu öneriyi getiriyor:

“Kanun koyucunun basına yönelik olumsuz algısından sıyrılıp bu özgürlügün önündeki anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasına ve yargının da daha özgürlükçü bir yorumla kanun koyucunun iradesine uygun olarak soyut
yasaları somut olaylara uygulamasına baglıdır. Basın özgürlügünden yararlananların, neredeyse paranoyaya varan kaygıları ancak, atılacak böyle bir adımla bertaraf edilebilir ve özgürlük bilincini hızlandırılabilir.”

Benim gördüğüm, bu coğrafyada geleneklerin belirleyici olduğu yönündedir: Bu konuda Türk Basın Tarihi incelendiğinde "Takvim-i Vekayi " üslubunun baskın olduğu görülebilir. Aşağıdaki linkte daha detaylı bilgi bulunabilir:

    24 Şub 2011

    Mağrip




    Bu kelimeyi ilk duyduğumda bende sanki kutsal bir kelime çağrışımı yapmıştı.

    "El Mağrip El Arabi"......

    Osmanlı idaresindeki ünlü Kuzey afrika vilayetleri ..

    Fas, Tunus, Cezayir ve Libya....ve uçsuz bucaksız çöl.... Sahara...

    Karmaşık din, ırk,nüfus ve kabile yapısıyla anlaşılması ve idare edilmesi çok zor vilayetler . Tam anlamıyle şövalye mottosu gerektiren içgüdüsel bir idare tarzı gerektiriyor her halde.


    "Ordo Ab Chao".

    Tarihleri boyunca bu barışçı insanlar uzaklardan gelen gemilerden inen zırhlı atlara binen ve silahlı yabancı güçlerin istilasına uğradı.

    Deniz ticaretinin ustaları Fenikelilerden bu yana değişmeyen kural.Kıyıya yakın zengin şehirler kurarsan istilaya da hazırlıklı olmalısın...
    Ticaret kolonilerinin kurulduğu,acımasız korsanların iki gümüş akçe için birbirini bıçakladıkları meyhaneleriyle (batakhane de diyen vardır) Mağrip limanları....
    Dünyada ne kadar gözü pek,kanun dışı, sert ve acımasız insan varsa, buralarda yuvalanmışlardı.

    Kilikya korsanları Doğu Akdeniz kıyılarında,Tarsus'da ve Beyrut'da neyse; Mağrip korsanları da Kuzey Arfika'da, Trablusgarp ve İskenderiye de oydu...

    Önce Yuna daha sonra da Romalıların korkulu rüyası "Barbar", yani Berberi kabileleri, çölden gelen, güzel atlara binen, şahinleri ve altın işlemeli maslahları, ceylan bakışlı kadınları ve ayışığında parıldayan yatağanlarıyla kum tepelerinden aşağıya uçarak inip istilacılara saldıran çöl savaşçıları....

    Mağrip'in yerli halkı. Berberiler.... Ne Arap ne Afrikalı ... Çölde çadırlarda yaşayan, kız çocuklarını kumlara gömerek öldüren, sert ve siyah erkekler. Hangi dine mensup oldukları çok iyi bilinmeyen, kendine özgü töreleri olan insanlar...

    Yavuz Sultan Selim Han'ın fethinden bu yana bu coğrafyaya hakim olan Osmanlı'nın hangi matbuatında bu halkı konu eden yazı vardır bilinmez.

    Kahire,ya da Trablusgarp valisinin okuma yazma bilen eşlerinin,oğullarının, kızlarının olmadığını mı düşünmeliyiz? Yoksa Osmanlı'nın yazmak eyleminden duyduğu içgüdüsel korkuya mı bahane bulmalıyız.

    Bugün Mağrip ülkeleriyle alakalı hiç bir şey bilmiyoruz. Kaç kabile olduğunu, hangi dilleri konuştuklarını, örf ve adetlerini de bilmiyoruz. Osmanlı resmi kayıtlarında 400 yılda ne yazıldı ben şahsen çok merak ediyorum...

    Cumhuriyet döneminde bilgi kapıları bize kapatılan Doğu'nun keşfi yakındır....

    21 Şub 2011

    Libya




    Tunus'dan esen "yasemin rüzgârı" önce Mısır'a, bu hafta da Libya yani eski dilde söylenişiyle Kartaca'ya ulaştı.
    Gelmiş geçmiş en küstah diktatörlerden biri olan Kaddafi'nin ülkeyi terk ettiği söyleniyor.

    Arap devrimi hızla tüm bölgeyi sarıyor. Demokrasi dalgası bu. Halkın artık tahammülü kalmadı diktatörlere. Halktan çaldıkları seksen milyar dolarlık servetleriyle bir yerlere kaçan bu diktatörlere kim hesap soracak? Yıllardır insanlık dışı, en çirkin baskı yöntemleriyle ezdikleri halkın artık ayağa kalktığı bu ülkelerde önümüzdeki dönemde sular hiç durulmayacak gibi görünmüyor.

    "Berberi" çöl kabilelerinden oluşan altı buçuk milyonluk genç nüfusuyla bir petrol ülkesi. Kişi başına düşen 14 bin dolarlık geliriyle Afrika kıtasının önde gelen ülkelerinden biri.

    Mısır'ın aksine kabile yapısı belirleyici bir siyasi unsur olan ülkede hakim olan ordunun ne gibi bir tavır takınacağı da merak konusu.

    Bir milyon nüfusuyla Warfali Kabilesi ülkenin önde gelen siyasi gücü olarak biliniyor. Kabile liderleri Kaddafi'ye olan desteklerini artık vermeyeceklerini bildiriyorlar. Bu da zaten pamuk ipliğinde duran Kaddafi rejiminin sonu demektir.

    Bir uluslararası gözlemcinin bildirdiğine göre, Mısır'da da görülen diktaya bağlı özel silahlı milis güçleri, damların üzerinden dürbünlü tüfeklerle göstericilerin üzerine ateş ediyorlar.

    Bu da tam bir katliam olarak nitelendirilebilir. Bugünden başlayarak silahlı güçlerin halkla, yani Warfali kabilesi başta olmak üzere diğer kabilelerle bir iç savaş başlatacakları Kaddafi'nin gözde oğlu tarafından devlet televizyonundan resmen ilan edildi.

    Ülkeleri konusunda neler söyleyecekleri merakla beklenen, yazar İbrahim al-Koni, genç kadın şair Meryem Salama, gazeteci Süleyman al-Barouni ağır sansür uygulanan ülkeden seslerini dünyaya duyurabilecekler mi?

    19 Şub 2011

    Cemre


    Bugün yılın ilk bahar müjdesi cemre havaya düşüyor.

    Arapça ateş halinde kömür, yani “kor” anlamına gelen “cemre” lerin eski Arap inanışlarına göre belirli tarihlerde havaya,suya ve toprağa düştüğüne inanılırmış. Yine bu inanışa göre kış faslından çıkışın işaretleri olan cemrelerin düştüğü yeri ısıttığı ve bu dönemin hep fırtınalı dönemler olduğu söylenegelir.
    • Şubat 19-20 Havaya
    • Şubat 26-27 Suya
    • Mart 5-6 Toprağa
    • Bu Arap geleneğinin Anadolu’ya yerleşmesi de İslam diniyle ve islam kültürü ile bağlantılıdır. Cemrelerin başlangıcı eski kozmik inanışlarla da bağlantılıdır.Sumer Babil takvimine göre 20 Şubat ilk cemrenin düştüğü tarih, aynı zamanda güneşin balık burcuna girdiği tarihtir. Kış faslının son ayı olan bu dönem 20 Martta sona erecektir.

      Araştırmalarımda bulabildiğim bilgiler sınırlı . Hep yüzeysel bilgiler var. Bu bilgileri Farsi ve Urdu dillerinde yapsak kim bilir neler buluruz. Ama ben bu cemreler döneminin astronomiye dayanan, baharı karşılama, yeniden doğuş ritüellerinin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

      Birinci alıntı :[1]

      “Arapça 'ateş parçası' anlamına gelen ve suyu ve toprağı ısıttığına inanılan cemrenin kökeni, iki ana mevsimli 'halk takvimi'.

      Bu takvimde bir yıl, 'Kasım' ve 'Hıdrellez' olmak üzere ikiye bölünüyor.
      Takvime göre, Kasım, kasım ayının başında başlar ve Hıdrellez'e kadar yani Mayıs'a kadar sürer. Bu kış mevsimidir. Hıdrellez ise 6 Mayıs'ta başlar ve Kasım'a kadar sürer, bu da yaz mevsimidir.
      Birinci cemrenin Kasım Günleri'nin 105'inci günü yani 20 Şubat'ta havaya,
      ikinci cemrenin 112'nci gün yani 26-27 Şubat'ta suya ve üçüncü ve son cemreninse 119'uncu gün yani 4-5 Mart'ta toprağa düştüğü kabul ediliyor. Saatli Maarif Takvimi'ne göre, cemre düşüşleri genellikle fırtınalı geçer ve kar yağışı görülür. Üçüncü cemrenin ardından da baharın geleceği kabul edilir. “
      İkinci alıntı :

      “Arap kabileleri kışı geçirecekleri yerde, tüm çadırları birleştirerek üç bölümlü olan büyük bir çadır kuruyormuş. İlk bölümde büyük baş hayvanlar, ikinci bölümde küçük baş hayvanlar, üçüncü ve en orta bölümde insanlar yerleştirilirmiş. Her çadıra da ayrı ateş yakılırmış. 20 Şubat'ta ilk çadırdaki ateş söndürülürmüş. Buna 'birinci cemre (ateş) düştü' denilirmiş. 27 Şubat'ta küçükbaş hayvanların olduğu bölümün ateşi söndürülürmüş. Buna da 'ikinci cemre düştü', denilirmiş. 6 Mart'ta ise insanların bulunduğu bölümdeki ateş de söndürülünce üçüncü cemre düştü denilirmiş. “

      Cemre eğer ateş demekse bu geleneğin mutlaka tarıma dayalı kültürlerle mitolojiyle, kadim inanışlarla bir ilgisi vardır diye düşünüyorum. Hint, Pers , İran hatta Anadolu kökenli bir gelenek olduğunu söylemek daha doğru olacaktır . Sasaniler döneminde yaşayan bazı geleneklerde ip uçları olduğunu düşünüyorum . Zaten bu cemreler yeni yıl olarak kabul edilen 21 Mart , yani yeniden doğuşun , gündüzle gecenin eşitlenmesi olgusunun bir işareti olsa gerek. Kadim bir takvimin unutulan parçaları gibi . Bunların ardından Nevruz geliyor . Nevruz ‘ da Zerdüşt dininde önemli bir gelenek. Yeniden doğuşu simgeliyor.Aynı gelenek zaten Asur,Sümer ve Hitit uygarlıklarında da var.

      Esas şifre Fenike "İştar" kültünde yatıyor. Baal inanışında İştar bitkilerin ve doğurganlığın tanrıçası olarak karşımıza çıkıyor. Ama tanrıça kültü binlerce yıl süren gelenekleriyle astroloji ve astronomi ile de yakından ilgili ritüelleriyle tek tanrılı dinler dönemine sekretize oluyor.
      -----------------------------------------------------------
      [1] Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü Türk Halk Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erman Artun, cemrenin, ilkbahara doğru önce hava, sonra su ve son olarak toprakta 7'şer gün arayla meydana gelen sıcaklık yükselmesi olduğunu söyledi.

      Cemrenin kelime anlamının "kor halindeki ateş" olduğunu ifade eden Artun,
      "Cemreler, havaların ısınmaya başladığının ve kışın soğuk günlerini geride bırakmak üzere olduğumuzun müjdecisidir" dedi.
      Artun, eskilerin 365 günlük yılı 179'u "kasım" ve 186'sı "hızır" günleri olarak ikiye ayırdıklarını, kış devresinin 8 Kasım'da başladığını ve 6 Mayıs'ta da Hıdırellez ile birlikte yaz devresi, yani Hızır günlerine girildiğini vurguladı.
      Kasımın 46'sında, 40 gün anlamına gelen "erbain", 86'sında da 50 gün anlamına gelen "hamsin"in başladığını belirten Artun, böylece kışın en soğuk zamanları olan 90 günlük sürenin geçtiğini, kasım günlerinin ortasını geçip 100 gün geride kalınca halk arasında zorlu kış günlerini geride bırakma düşüncesinin oluştuğunu kaydetti.
      Artun, kasımın 105'inde (19-20 Şubat) birinci cemrenin havaya, 112'sinde
      (26-27 Şubat) ikincisinin suya, 119'unda (5-6 Mart) üçüncüsünün toprağa düştüğüne ve 7 günlük aralıklarla buraları ısıttığına inanıldığını söyledi.
      Meteorolojik olarak ısınma sıralamasının toprak, hava ve su şeklinde olduğunu anlatan Artun, şöyle konuştu:
      "Cemre her ne kadar folklorik bir inanış olsa da cemre tarihlerinde hava sıcaklığı belirli oranda artıyor. Toprağa düşen üçüncü cemrenin ardından ise bahar geleceğine inanılıyor. Cemreler Türk dünyasının kültür ve edebiyatına da konu olmuşlardır. Örneğin, divan şairlerinin cemre zamanlarında, baharın yaklaşması dolayısıyla önemli kişiler için yazdıkları övgü şiirlerine 'Cemreviye' denilirdi.

      13 Şub 2011

      Mısır Dönemeci


      Nihayet beklenen oldu.

      Baskılara dayanamayan “Baas kalıntısı” Hüsni Mubarak, idareyi orduya bıraktığını söyleyerek ülkeyi terk etti.

      Nereye gittiği de merak konusu.

      Mısır halkından çaldığı 70 Milyar Dolarlık serveti de beraber götürdüğü ileri sürülüyor.

      Büyük bir olasılıkla Sudi Arabistan'a ya da Almanya’ya kaçmıştır deniyor.

      Mubarak’ın çöküşü Mısır’da zulmün sonu ve demokrasinin başlangıcı mı acaba?

      Tahrir meydanında toplanan milyonların özlemini çektiği bireysel özgürlükler ve demokrasi gelebilecek mi?

      Bölgede krallıklar ve diktatörlükler kurup halkın ezilmesine ve işkence görmesine göz yuman süper güçlerin sorumluluk taşımaya niyeti yok.

      Mubarak gitti ama,Mısır'da "De facto" askeri dikta iktidarda.

      Batı basını yorum üzerine yorum üretiyor: Esas konu, şimdi ne olacak?

      Mısır'da tüm direniş organizasyonunun "Müslüman Kardeşler" tarafından yapıldığı söyleniyor.

      Bu doğru olabilir mi? Kaç parti var? Kaç akım var bilimiyor.

      Hasan El Benna'nın kurduğu örgüt İhvan –ı Müslimin, amacını şöyle belirliyordu:

      "Allah gayemiz, Peygamber aleyhisselam önderimiz, Kur'an yasamız, Cihad yolumuz, Allah yolunda ölüm en büyük hedefimiz"

      1929 yılından bu yana Mısır'da ve Orta Doğu’da çok şey değişti. Müslüman Kardeşler örgütü de değişti. Benna'nın ılımlı görüşlerinin ardından liderliğe gelen Seyid Kutup döneminde giderek sertleşen ve radikalleşen bir örgüt ortaya çıkıyordu. Zaten Seyid Kutup’un Hür Subaylar hareketinin sekreterliğini yaptığı da biliniyor. Sonrası hüsran ve ihanet....

      Bugün Mısır'da ve diğer Orta doğu ülkelerinde Müslüman Kardeşler felsefesinden türeyen, ancak metotları birbirinden oldukça farklı, çeşitli isimler altında birçok örgüt var. Mısır’da, resmi rakamlara göre 40’tan fazlası radikal olmak üzere toplam 72 İslamcı örgütün faaliyet gösterdiği, radikal olarak nitelendirilenlerin tamamının geleneksel çizgiyi izleyen Müslüman Kardeşler içerisinden çıktığı belirtilmektedir.

      Bu bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalıdır.

      Müslüman Kardeşler’in Seyid Kutub liderliğinde 1950 lerde Hür Subaylar hareketi içinde yer aldığı fakat Nasır döneminde tutuklamalarla ve işkencelerle ciddi ölçüde zayıflatıldığı, daha sonra Sadat ve Mubarak dönemlerinde tüm lider kadrosunun yok edildiği biliniyor. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Fas, Cezayir, Libya ve Sudan gibi ülkelerde de örgütlenen İhvan-ı Müslimin, mevcut rejimi tehdit etme kapasitesini her dönemde yüksek tutmaya çalışmıştır. Bu ülkeden ülkeye farklılık göstermiş, bu nedenle rejimlerin de Müslüman Kardeşler’e yönelik tutumlarında dönemsel olarak inişli çıkışlı bir seyir izlenmiştir.

      En büyük baskıyı Mısır'da gören örgüt, aradan geçen yıllar boyunca siyaseti itidalli yapmaya azami dikkati göstermiştir.

      Bölgede çıkarlarını korumayı ana hedefinde tutan süper güçlerin yıllar içinde "dengesizlik unsuru" olarak gördükleri siyasi hareketler arasında liste başı olan Ihvan-ı Müslimin hareketinin bugün gerçek gücünü bilmiyoruz. Bunu hiç kimsenin de tahmin edemeyeceği çok açık.

      1975-80 doğumlu gençlerin doldurduğu Tahrir Meydanı'nda hangi siyasi gücün hakim olduğunu söylemek de çok zor.

      Ihvan-ı Müslimin'in Tahrir Meydanı hareketine sahip çıkmak için gayret gösterdiği de pek söylenemez.

      İlk "özgür" seçimlerin yapılabilmesi ne gibi koşullara bağlı?

      Her şeyden önce orduya ve orduya komuta eden güçlerin amaçlarına bağlı olarak gelişecek olan siyasi olayların nasıl bir yön alacağını bilmiyoruz.

      ABD’nin İngiltere’nin Mısır stratejisinde hemfikir olmadıkları da biliniyor.

      Anlaşmazlık konusu ise İsrail.

      Şimdi Mısır’a bir “model” aranıyor gibi gösteriliyor. Bazı medya organlarında bu model konusu işleniyor uzun bir süredir. Türkiye ve AKP modeli ise özellikle Türkiye medyasında işlenen bir konu. Düz mantık kuruluyor...

      "Of countries in the region, only Turkey has managed to incorporate currents of political Islam into a system that has so far proven viable, but its bold experiment remains unfinished." The New York Times

      The NewYork Times yorumuna göre, Türkiye'de İslam dininin mevcut siyasi sisteme entegrasyonu şimdiye kadar bir sorun çıkarmadı, ama henüz tamamlanmadı.

      Bunu nasıl anlamalıyız acaba?

      “Orta Doğu ülkelerinde “laik” Baas modeli iflas ettiğine göre laiklik konusunda israr etmenin anlamı yoktur.” Gibi yorumları da görüyoruz.

      Son olarak şunu söylemek gerekir:

      “Mısır dönemeci”tüm ortadoğuyu ilgilendirmektedir. O dönemeçte bireysel hak ve özgürlükler anlamında ister “Baas modeli” olsun ister “İslam modeli ” olsun dikta tipi idarelerin artık tarihe karıştığı bir gerçektir. Mısır’da özgürlükleri kısıtlayan hiç bir idare ayakta kalamayacaktır.

      Mısır halkı bu çok pahalıya mal olan kıymetli hakkı kolay kolay geriye vermeyecektir.

      Bunu en yakından takip eden bir ülke olarak Türkiye’deki AKP iktidarı AB uyum sürecinde başlattığı reformlara hız verecektir.

      AKP kurmayları, Haziran seçimlerinden başarıyla çıkmaları için, en önemli faktörün “Türban” sorunu değil, bireysel özgürlüklerin ve ülkedeki gelir dağılımının sorunlarının çözülmesinden geçtiğini anlamalıdırlar.

      Mısır dönemeci, her iktidara bu mesajı göndermiştir.

      5 Şub 2011

      Lena Nyman


      Yıl 1967 Olof Palme 39 yaşında Ulaştırma bakanı, Lena Nyman meraklı genç kız sorular soruyor, cevaplar arıyor .

      İsveçli tiyatro ve film sanatçısı Lena Nyman uzun süredir tedavi gördüğü hastalığa yenik düşerek 66 yaşında Stockholm’de dün (4 Şubat 2011) vefat etmiş.

      İsveç’e gittiğim yıl (1972) bir filmini görmüştüm. ”Jag är Nyfiken”, “Meraklıyım” dizisi. “Sarı” ve “Mavi” . “Gul” och “Blå”.

      O zaman İsveç başbakanı olan Sosyal Demokrat Partisi lideri Olof Palme ‘ de filmde kısa da olsa rol alıyordu.

      O zamanlar “12 mart “ baskı rejimi, Türkiye’de yavaş yavaş toplumu pençesine alıyordu. Tutuklamalar, sansür, işgal ve işkence kol geziyordu. Bir derneğe üye olmak, gösteri yürüyüşüne katılmak baskılara davetiye çıkarmak anlamına geliyordu. Devlete ve rejime itiraz eden herkes “anarşist”,“komunist”,vb. olarak nitelendiriliyordu. O zamanlar terörist kelimesi kullanılmıyordu. Özerk olan üniversitelere polis ve jandarma baskınlar düzenliyor, her türlü gösteri yürüyüşü, toplanma ve boykot gerekçe gösterilerek müdahale ediliyordu. Sıkı yönetim şemsiyesi altında faili mechul cinayetler ve hukuk dışı uygulamalar bugün eleştirilen Mısır ve Tunus’daki diktatörlükleri aratmıyacak derecedeydi.

      Bu baskılara dayanamayıp yurt dışına gidenler arasında ben de vardım. Sosyal Demokrat parti idaresindeki İsveç’te o zamanlar bireysel hak ve özgürlükler bizim algımızın çok ötesinde , bugün bile aradan kırk yıla yakın zaman geçmesine rağmen malesef erişemediğimiz bir noktadaydı.

      Vilgot Sjöman ‘ın yazıp yönettiği ve Lena Nyman’ın başrolünü oynadığı “Jag är Nyfiken- Gul ” ,”Jag är Nyfiken- Bl唑 adlı filmler, İsveç bayrağındaki sarı ve maviyi çağrıştıran protesto filmleriydi.

      Sjöman, 68 ruhuyla moderniteyi sorguluyordu. Bo Widerberg, Stefan Jarl ve Jan Troell gibi o da toplumun tutucu kanadına Michel Foucault’un tezleriyle yükleniyordu. Paris’de modernitenin iflası üzerine ders veren Faucault’un konferans salonundan taşan öğrencilerin haddi hesabı olmazdı.

      Nitekim o yıllarda benim oturduğum Stockholm’ün işçi mahallesi Södermalm’daki Lasse’nin “Krog” unda (İsveç tipi taverna) cinsellik ve sınıf bilinci gibi kavramlar o derslere katılan gazeteci ve yazarlar tarafından her gece masalara yatırılır, üzerine dökülen şarap ve biranın marifetiyle geceyarılarına kadar cebelleşirdik. Son sözü eski komunist Lasse söylerdi.:

      “Özgürlük mücadelesi sonsuza kadar sürecektir”.

      Sjöman, 2006 yılında vefat etti. İsveç film rejisörleri arasında belki de modernitenin vaad ettiği bireysel özgürlükler konusuna en çarpıcı eleştirileri yansıtmasıyla tanınmaktadır.

      Bireysel özgürlüklerin derecesinin ülkeden ülkeye ne denli değişiklik gösterdiği, özellikle “12 mart Türkiye” sinden giden bizler için çok öğretici olmuştu.

      Lena Nyman babasıyla birlikte Stockholm’de yaşayan meraklı bir genç kız rolünü oynuyordu. Babası Franko rejimine karşı İspanya’da mücadele edenler arasında yer alan meraklı bir genç kız. Fimin ana konusu Lena Nyman ‘ın sokakda herkese sorular sorarak bilgi toplaması üzerine kuruluydu.

      Filmde yer alan çıplak sahneler o zamanlar çok eleştirilmişti. Cinsel özgürlüklerin de geniş çapta işlendiği film dizisinde Lena Nyman saflığı ve güzelliğiyle beni büyülemişti. Onu hep böyle hatırlıyorum…

      3 Şub 2011

      Tahrir Meydanı


      Ekranda izliyoruz. Meydana atlar, develer üzerinde giren eli kılıçlı yüzü maskeli, sivil kıyafetli ama her hallerinden polis oldukları anlaşılan iri yarı adamlardan oluşan bir grup dalıyor. İki gündür barış içinde gösteri yapan gençlerin üzerine saldıran bu grup da nereden çıktı?

      Peki otuz yıldır sesi çıkmayan bu halk nasıl oldu da birdenbire meydanları doldurdu? Nasıl oldu da iki milyon insan bir anda mobilize oluverdi.

      Dış güçlerin organize ettiği anti-Mubarak gösterileri…. ve

      intikamla yanan Mubarak’ın gizli polisi ve paralı milislerinin devreye girişi yorumu yapıldı.

      İki büyük kalabalık karşı karşıya geldi. Bir yanda Mubarak’çiler diğer yanda devrimciler.

      Bana göre Mubarak kesin bir karar vermiş. Koltuğunu bırakmayacak.

      Dış güçlerin düzenlediği isyanı kanla bastıracak ve düzeni sağlayacak. Kimin yardımıyla? Paralı milisleri ve gizli polisleri vasıtasıyla.

      Parayı kim veriyor?

      Süveyş Kanalı ve ABD …

      Düzenin sağlanması sihirli eylem. Kimlerin işine geliyor düzenin sağlanması?

      Bölgede kargaşadan rahatsız olanlar belki de derin bir nefes aldılar.

      Mubarak rejiminden nemalanan grup saldırıyor. Belli ki emir almışlar.

      Tahrir Meydanı’nı boşaltın…

      Mubarak ülkeyi kanla yıkamaya niyetli. Uluslararası kamuoyu seyirci durumunda. merakla Mubarak’ın bir uçağa binip oğullarının yanına Londra’daki malikhanelerine gitmeleri beklenirken tam tersi oluyor…

      Özgürlük isteyen bu barışçı insanların üzerine milislerini yollayan Mubarak kendi sonunu da hazırlamış oluyor.

      Seksen yaşındasın, sağlığın bozuk, 35 milyar dolar zimmetine geçirmişsin. Daha ne istiyorsun? Güç. Daha fazla güç. bağımlı olmuş Mubarak. Güç bağımlısı….

      Anlaşılır gibi değil.

      Tahrir meydanı bu yılın en önemli meydanı olarak daha bir çok olaya sahne olacak.

      Mubarak’ın o meydanda asılmasını isteyenler çoğalıyor.

      Öte yandan bazı yorumcular Mısır’da ABD’nin rejimi değiştirmek istediğini , İngiltere ve İsrail’in ise mevcut rejimin bir müddet daha kalmasını istediğini ileri sürüyor.

      Tahrir Arapça Kurtuluş anlamına geliyor.

      Mısır halkı göründüğü kadarıyla yabancı güçlerin oyuncağı olmaktan kurtulamayacak…. Onları ve Ortadoğudaki diğer ülkeleri çok zor günler bekliyor…

      Meraklısına Okuma : Simon Tisdall , köşesinde oldukça ilginç bir analiz sunuyor

      http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/feb/02/egypt-protests-mubarak

      1 Şub 2011

      MASR



      Bugün Kahire’nin ünlü Tahrir Meydanı’nda toplanan bir milyonun üzerindeki genç Mısırlı ( Sayı konusunda çelişkili haberler var), tüm dünyaya bir işaret gönderiyor. Firavunlar döneminden bu yana esaret altında yaşayan halk nihayet genlerindeki isyan bayrağını yeniden dalgalandırıyor.

      Mısır yani Masr, işgallerle, savaşlarla ve despotlarla savaşarak yaşamayı öğrenmiş onurlu bir halk. Müslümanı, Hıristiyanı Yahudisiyle tek vücut halinde kenetlenmiş durumdalar. Mubarak’ın gizli ajanlarının provakasyonlarına meydan okuyorlar.

      Geçtiğimiz gün Kahire Müzesi’ne saldıran ajanlar şimdi de İskenderiye Kütüphanesi’ne saldırıyor. Romalıların yaktığı söylenen İskenderiye Kütüphanesi. Gençler kütüphanenin ve müzenin etrafında insan zinciri oluşturmuş ajanların planını boşa çıkarmak için medyaya açıklamalarda bulunuyorlar.

      Masr’ın despotlarla dolu tarihinin belki de son halkası Mubarak, ısrarla direniyor. Servetinin yaklaşık 35 Milyar dolar civarında olduğu söyleniyor. Bir hava subayının elde edebileceği en kirli servet bu her halde.

      Rüşvet ve yolsuzlukların kol gezdiği ülkenin güzel insanlarının hak ettikleri demokratik düzene kavuşmaları ne zaman mümkün olacak acaba?

      Bu isyan bu direniş nihayet demokrasiyi getirecek mi? Bunu söylemek çok zor.

      Halife Ömer’in M.S: 639 yılında dört bin Arap atlısını Bizans idaresindeki Heliopolis’e göndermesiyle Mısır İslamiyetle tanışmıştı. Yaklaşık üç yıl süren zorlu savaştan sonra şehir düştü.

      Yaklaşık yüz yıl süren Emeviler döneminde Mısır’da önemli değişiklikler oldu. Konuşulan ve yazılan Mısır dili, Mısır dini ve Mısır Kültürü hızla değişmeye, Araplaşmaya başladı.

      750 yıllarına gelindiğinde Abbasiler’in hakimiyetine giren Masr, bu kez de Kop’ların isyanlarına sahne oldu. Müslümanlığı kabul etmeyen Kop’lar direndiler. 829-830 yıllarında Kop isyanı kanla bastırıldı. Fatimilerin 969 yılında Mısır’ı fethetmelerine kadar olan dönemde göreceli olarak valiler tarafından idare ediliyordu.Mısır hep işgal edildi, halk hep isyanlarla cebelleşti. Emeviler, Abbasiler, Memluklar, Fatimiler, Osmanlılar, Almanlar, Fransızlar, İngilizler yüzlerce yıldır halkı baskı altında tutuyor.

      Şimdi yeniden özgürlük şarkıları söyleniyor. Acaba bu kez özgürlük elde edilebilecek mi?

      ABD ve Avrupa endişeyle bekliyor. Otuz yıldır dengede duran bir kaya dağdan aşağıya yuvarlanmak üzere. Mısır sallanırsa tüm Ortadoğu sallanır . Ortadoğu'da Mısır olmadan barış, Suriye olmadan savaş olmaz derler...

      Kahire de Tahrir meydanında toplanan Mısır halkı şimdi tüm bölgeyi sallıyor. Domina taşları birbiri ardından düşüyor. Tunus, Yemen, Ürdün, Suriye, Lübnan, İsrail...

      Evet, bu sallantı büyük bir olasılıkla İsrail'den de hissediliyor. Netanyahu ve kabinesi acaba ne yapacak? Mubarak'ı desteklemeye devam edecekler mi?

      Ümmü Gülsüm'ün bir şarkısının sözlerini anımsıyorum.

      INTA OMRE :(Sen Benim Ömrümsün)

      • Gözlerin beni kaybettiğim günlerime döndürdü
      • Bana geçmişten ve onun acılarından pişman olmayı öğrettiler
      • Senin gözlerini görmeden benim gözlerimin gördüğü herşey boşa geçmiş bir yaşamdı
      • Hayatımın bu kısmını nasıl kabul ettiler?
      • Nurunla yaşamımın gündoğumu başladı
      • Senden önce yaşamımın ne kadar fazlası kaybedilmiş?
      • O boşa giden bir geçmişti sevgilim.
      • Kalbim senden önce mutluluk görmedi.
      • Kalbim hayatta acı ve ıstırabın tadından başka asla bir şey görmedi.
      • Hayatı sevmeye henüz şimdi başladım.

      “Kremna (Κρεμνα)`

      Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...