27 Haz 2011

Ami Koita

"I am proud to be a griot, I become a bird and fly above the people."


Öğrencilik  yıllarımda duyduğum ilk  özgürlük çağrısı buydu.....Afrika  kıtası ve kültürüyle  ilk kez Paris'de  1974 yılında bir akşam ansızın Sen nehri kıyısında   tanışmıştım.  Latin mahallesi'nde. Sen nehrinin en hareketli  kıyısında .

Ami Koita adlı Malili şarkıcının sokak daha doğrusu nehir  konseriydi bu.  Sen  kıyısında taşların üzerinde  bir "sahne" yapmışlardı... Bir yerli kalkanıydı . Onun üzerine çıkmış uzun boylu bir genç kız, uzun renkli giysileri içinde dans ederek şarkı söylüyordu.

Sen Nehri  kıyısında bir yerde, merdiven basamaklarının sonunda bir avluda.
Afrikalı bir genç kız  şarkı söylüyordu. Tek kelimesini bile anlamıyorduk. Ama sesi hepimizi büyülemeye yetiyordu.

Notre Dame kilisesinin binlerce gizli dehlizinin açıldığı o basamaklarda bir konser vardı.  Giriş ücreti bir Frank, şarap bardağı iki Frank.

Ami Koita .... Mali'nin ünlü müzisyen ailesi Koita'nın yetenekli kızı Ami, konser veriyordu...
N'Darila adlı bir ağıt söylüyordu.... Bir Mali destanı... halkın sözlü geleneği Bambara dilinde söylediği büyüleyici bir ağıt.

Balafon,  kora, ngoni, gibi Afrika çalgılarıyla da orada ilk kez karşılaştım. Ünlü Malili müzik okulu görevi yapan  aileleri de orada öğrendim: Kouyate,  Soumano, Diabate aileleri geleneksel müziklerini çocuklarına öğreterek devam etmesini sağlıyorlarmış. Eğer bir "jalimusolu" ya da " griot" iseniz ününüz tüm Afrikaya yayılırdı. Her köyden davet alırdınız. Hediyeler verilirdi size. paraya ihtiyaç duymadan yaşardınız tüm kıtada... Binlerce yıl sürüp giden bir gelenek...

Ami Koita'nın sesi nehrin iki yanındaki taşlara çarpıp yansıyordu. Kollarını havaya bir kuğu gibi kaldırmış şarkı söylüyordu...

"I am proud to be a griot, I become a bird and fly above the people."
"Bir kuş oldum uçtum,İnsanların üzerinden; aşık (ozan)  olduğum için kıvanç duyuyorum...."
Özgürlük şarkıları duymayalı o kadar çok oldu ki....

24 Haz 2011

Hatip Dicle

Yine “şark” usulü bir kriz yaşanıyor.
Parlementar demokrasi ile yönetilen Türkiye  Cumhuriyeti vatandaşı elli milyon seçmenin sandık başında 550 kişinin devleti idare etmek üzere milletvekili seçilmesi için ter döktüğü 12 Haziran Pazar günü üzerinden tam on iki gün geçmiş.
Nedir Parlementer Demokrasi?
“Parlamenter demokrasi halk tarafından seçilmiş olan ve yönetenler ile yönetilenler arasında detaylı bir ilişki kuran müzakereci bir meclis aracılığıyla faaliyet gösteren demokratik yönetimin bir türüdür. Bu anlamda demokrasi, esas olarak, sorumlu ve temsili bir yönetim anlamına gelmektedir. Bu çerçevede parlamenter demokrasi, elit yönetimine karşı halk katılımını dengeler; hükümet halka karşı değil ama halkın seçtiği temsilcilere karşı doğrudan hesap verir bir konumdadır. Bu tür bir sistemin çekiciliği, temsilcilerin eğitimli olmaları ile müzakere ve tartışma fırsatı bulmaları sayesinde, vatandaşların çıkarlarını onlardan daha iyi tanımlayabileceklerine ilişkin varsayımdan kaynaklanmaktadır. J. S Mill ve Burke’ün dile getirdiği gibi klasik şekliyle parlamenter demokrasi, parlamenterlerin onları seçenler adına kendilerinin düşünüp karar vermesini gerektirir. Bununla beraber modern parti siyaseti, parlamenter demokrasi fikriyle vesayetçi demokrasiyi birleştirmiştir.” Vikipedi
Yüksek Seçim Kurulu görev itibariyle  parlementoya girecek milletvekillerini adaylık ve seçim sürecinde denetleme yetkisine sahip.
Adaylığı onaylanan Hatip Dicle bağımsız olarak katıldığı seçimlerde yeterli oyu (yaklaşık seksen bin) alarak milletvekili olmaya hak kazanıyor. Sözün kısası seksen bin seçmen Hatip Dicle’nin parlementoda kendileri adına hükümeti denetlemesini istiyor…
YSK Hatip Dicle hakkında verilmiş bulunan hukuki bir karar nedeniyle milletvekilliğinin geçerli olmayacağını ileri sürüyor.
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mithat Sancar Bianet’e yaptığı açıklamada şöyle söylüyor:
“YSK’nın kararı hukuka uygun değil, bu kararla yetkilerini aştı. Çünkü YSK’nın görevi ve yetkisi seçim tamamlanıncaya kadar sürer. Seçimin ardından kararları Meclis verir. Dicle hakkındaki gerekçeli karar okunduğunda da açıklamalarının çelişkili olduğu görülebilir.* Dicle’yle ilgili hukuksal sürecin yorumlanmasında da aşırı yasakçı ve otoriter bir anlayış söz konusudur. Kesinleşen cezasının ardından, önceden fazladan yattığı sürenin mahsup edilmesi kararı da dikkate alınmadı. Bu tavır, demokratik bir hukuk anlayışıyla bağdaşmıyor. Hakimlerin, bunun gibi siyasi faaliyetlerle ilgili davalarda, özgürlükçü davranmaları, demokratik sistemin işleyişine katkı sağlayacak şekilde karar vermeleri beklenir.” Bianet,23 Haziran 2011
Zaman geçiyor. Süreç işliyor. Halk seçtikleri temsilcilerden görev beklerken, kriz patlıyor.
Eğer bu ülkede parlementer demokrasi sistemi geçerli ise parlemento tüm çözümlerin üretildiği yer olmalıdır. YSK ya da HSYK , Yargıtay, Danıştay  gibi siyasileşmiş bürokrasinin ve statükonun hakim olduğu yapıların çözüm üretmek yerine bürokrasi ürettiğini görmemek mümkün değildir.
Hatip Dicle 70′li yıllarda siyasete  İTÜ ‘nde DDKD ‘de başlamış ve Kürt kimliğiyle mücadelesini sürdüren bir Kürt siyasetçisi. Hakkında açılan vatan hainliği davaları da tamamiyle bugün serbestçe konuşulan Kürt açılımının 1993 yılında DEP başkanı iken konuşulamaması yüzünden. “Terör örgütü ile bağlantı ” suçlaması hangi çerçevede ele alınıyorsa alınsın, eğer hatip Dicle’nin eylemi fikri bir mücadele çerçevesi içinde kalıyorsa bu mahkumiyetin meşruluğu tartışılabilir.
Nitekim esas tartışma da budur. Bu ülkede söz ve fikir hürriyeti varsa bunu ilk önce devlet bürokrasisi YSK,HSYK,Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar savunmalıdır.

20 Haz 2011

Rory McIlroy


İrlandalı Rory, üç gün açık ara önde götürdüğü US şampiyonasını kazandı. Nihayet!!
Nefes kesen bir oyun sergileyen Rory, bu kez son günde heyecanını “kontrol” edip rekor bir sonuca ulaştı.
Bu muhteşem golf sahası Washington, Congressional Country Club filmlere konu oldu. “Tin Cup” filmini görenler belki anımsar: Saha öncelikle Washington ‘a yakın . Yani politikaya. Parlemento üyesi Oscar E. Bland tarafından inşa ediliyor. 1922 yılında. Bland’ın amacı, siyasetcilerle işadamlarının birlikte golf oynayarak farklı düşüncelerin  doğal bir atmosferde aynı amaca yönlendirilmelerini  sağlamak.  Bu saha gerçekten de Washington gibi bir başkente yakışan bir şöhrete sahip.
Söylemeden geçemeyeceğim. Aynı amaçla Ankara’da ve İzmir'de yapılan sahalar malesef amacına ulaşamamıştır. Nedeni son derece açık. O dönemde golf oynayan ne siyasi var, ne de iş adamı. Golf oynayanlar sadece Anglo Sakson yabancı misyon temsilcileri… 
Bu zaten bu coğrafyanın kaderidir. Spor yapan bir siyasetçi pek görülmez. O zaman golf sahasına da, tenis sahasına da  gerek yoktur. Ankara , İzmir golf sahaları cevval belediye başkanları tarafından (Dalokay ve Asfatl Osman'a selam olsun)  zalimce yok edilerek ,kapatılır. İstanbul golf sahasının önce mülkiyeti TSK'ne daha sonra da yarısı da kesilip emekli generallere lojman  yapılır. Burada bu coğrafyada Golf turistlerin yaptığı bir spordur.  Malesef hala da öyledir…. vatandaşların gelir seviyesi henüz sağlık için spor seviyesine  ulaşmamıştır… Turistler spor yapar, vatandaşlar avro toplar...
Washington sahası  Congressional  Country Club tüm dünyada çok ünlenmiştir. Saha  Robert Trent Jones  tarafından 1957  yılında ve  Rees Jones tarafından da iki kez yeniden inşa  edilmiştir: 1989 ve  2006 yıllarında yeniden yapılarak dünya spor medyasının gündemine yerleşmiştir.

İşte bu saha bu yıl US Open ‘ a evsahipliği yaptı. Saha bir rekora daha şahit oldu…İrlandalı 22 yaşındaki yeteneğin oynadığı golf tüm golfseverlerin gönlünü fethetmiştir. 
Rory bana kalırsa bu Majör turnuvayı kazanırken bize golfseverlere bir çok şey söyledi…
The Guardian, ve NewYork Times’ da önemli kalemlerin değindiği bu muhteşem golf şöleni Türkçe Medya’da hiç bir şekilde yer almadı…
Tebrikler İrlandalı …..
Tebrikler Türkçe Medya …

19 Haz 2011

Angelina Jolie


Medya’da bir iki satır haberle de olsa öğrendiğimiz kadarıyla, ünlü Amerikalı aktrist ve insan hakları savunucusu, BM temsilcisi Angelina Jolie, Hatay’da bulunan Kızılay göçmen kamplarını ziyaret etmiş. Medyanın görüntü almasına izin verilmeyen ziyaret sırasında bir dizi skandal yaşandığı bildiriliyor. Bunlardan ilkini Yılmaz Özdil köşe yazısında açıklıyor. “Yerel bürokrat eşleri  Suriyeli göçmen ayağıyla sofraya oturtuldu.” Bu doğru olabilir mi? Olabilir de olmayabilir de.
Suriye’de çıkan halk isyanlarının ve bunun etrafında şekillenen olayların başlangıcından bu yana medyada tam bir netlik algılamadım ben. Medya göçmen kamplarını göstermekten kaçınıyordu. On bin insanın yerleştirildiği çadır kentlerin ne durumda olduğunu bilemiyoruz. Nitekim Angelina Jolie ‘nin gelişi de bir tesadüf olamaz.
Bianet’in haberi yeterince ipucu veriyor.
“Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınan mülteciler, Antakya’da üç ayrı noktada kurulan kamplarda kalıyor. Bundan yaklaşık iki ay önce açılan Yayladağı Kampı’ndan sonra sırasıyla Altınözü Kampı ve son olarak da Reyhanlı yolu üzerinde bir kamp daha açıldı.
Şu an bu kamplarda 10 binin üzerinde mülteci kalıyor. Ancak sınırda Türkiye’ye girmeyi bekleyen 10 bin kişi daha var. Ayrıca bunların yanı sıra, pasaportlarıyla, resmi yollardan Türkiye’ye girenler de var. Resmi giriş yapanların en az üç ay kesintisiz Türkiye’de kalma hakları bulunuyor.
Kampların dış dünya ile tamamen bağı koparıldığı için Yayladağı Kampı’nda açlık grevi başlatıldı.” Bianet
Medyada bu konu yeterince işlenmedi. Yetkililerden de resmi bir açıklamaya rastlanmadı. Mülteci Hakları Koordinasyon kurulu aşağıdaki açıklamayı yapmış:
“Bugüne kadar Hatay ilinde kurulan kamplarda, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı koordinasyonunda yürütülen faaliyetin düzenli ancak yeterince şeffaf olmayan bir yaklaşım içinde devam etmekte olduğunu değerlendirmekteyiz. Gerek kamplardaki genel durum ve ihtiyaçların tespiti ve karşılanması, gerekse işleyişin sivil denetimi ve hesap verebilirlik gerekleri açısından faaliyetin ulusal ve uluslararası uzman sivil toplum kuruluşlarının da izleme ve katılımına açılması gerekmektedir. Bu çerçevede, ilk olarak Mülteci Hakları Koordinasyonu’nu oluşturan yedi örgütü temsilen bir delegasyonun kamplara girişine izin verilmesini talep etmekteyiz.”
Konu göründüğünden daha da karmaşık. Bir yanda Suriye ile ilişkiler, öte yanda uluslararası kuruluşlar yetkililerin ter dökmesine neden oluyor. Devlet bazı konuları hala kurumsallaştırmış değil. Özellikle de “İnsan Hakları” konularında yeterince şeffaf davranmıyor. Gerçeği saklama çabası bariz bir biçimde ortaya çıkıyor. Hatay vilayetine giden reportajlarla dönen gazeteciler yok. Angelina Jolie hepsine haber atlattı. Görüntülerin de medya aracılığıyla değil internet aracılığıyla dünyaya duyurulacağı bildirildi. Artık “vikileaks” ile başlayan Twitter ile süren internet haberleşmesi hızlanarak sürüyor. Birden bire internette sansür uygulamalarının gündeme gelmesinin nedeni acaba ne?
Geleneksel medya artık inişe geçti. Yaşasın internet.
“Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu gerçekten vahim ve işler her geçen gün daha da beter bir hal alıyor.” Ruşen Çakır , Vatan

16 Haz 2011

"Bloomsday"

Bugün 16 Haziran. Bloomsday.

1904 yılının 16 Haziran gününde geçen James Joyce 'un  Ulysses romanının anıldığı gün.

Leopold Bloom, romanın kahramanının hayatındaki bir günü anlatıyor  James Joyce:

841 sayfalık romanı Nevzat Erkmen çevirdi Türkçeye. 1996 yılında da YKY tarafından yayınlandı.
"İnsan ruhunun yaşı kaçtır?" diye düşünür Bloom...

O yıllarda Dublin'de yaşıyordum. Nevzat Erkmen aramıştı beni.  Sanırım onu Joyce Ensütüsü kutlamalara özel olarak çağırmışlardı.  Seyahat masraflarını paylaşacak sponsor arıyordu.
Yayıncıların sağlaması gereken olanaklar arasında sayılabilecek bu olayı çok yadırgamıştım. Nevzat Erkmen  cesaretle çok ciddi ve değeri oldukça yüksek bir  çeviri yapmıştı.

Sonra ne oldu bilmiyorum. Gitti mi, gidemedi mi hep bir soru işareti olarak kaldı bende.
Şimdi aradan geçen yıllar bu çevirinin değerini daha da anlamama yardımcı oldu.

Dublin'de  ilk ziyaret ettiğim yerlerden biri de Dûn Laoghaire bölgesindeki   "James Joyce Tower" olarak bilinen müzeydi." Martellos" olarak bilinen bu kuleler Napolyon'un İngiltere'yi işgal edeceği varsayımıyla on dokuzuncu yüzyılın başlarında yapılmış. 12 metre yükseklikte iki katlı kuleler.

James Joyce 16 Haziran 1904 tarihini anlattığı Ulysses romanının başlangıç bölümü bu kulede geçer.
1997 yılının 16 Haziran akşamı limana yakın bir yerde bulunan Astons adlı Pub'da özel bir program vardı. Joyce'un eserlerinden seçilmiş bölümler okunacak, viski içilecek ve müzik dinlenecekti.

Oturduğum sokağa Anglesea Road'a yürüyüş  mesafesi. 1955 baskısı Ulysses kitabımı koltuğumun altına alıp pub'ın yolunu tuttum. İsteyen bir paragraf okuyabilecekti.

Pub tıka basa doluydu. Barda kendime bir yer buldum. Gecenin sponsoru Jameson vikisinden ısmarlayıp "Bloomsday"  havasına girdiğimi anımsıyorum.

"Kentdolusu insan ölür gider, başka kentdolusu insan doğar gelir ki onlar da ölür giderler: Gelir durur başkaları, ölür giderler. Evler ,sıra sıra evler, sokaklar, kilometrelerce kaldırımlar, yığın yığın tuğla, taş. El değiştirirler. Bir sahip gider, başka bir sahip gelir. Ev sahipleri asla ölmez diyerler. " James Joyce,  201-580, Nevzat Erkmen Çevirisi  , YKY,1996

13 Haz 2011

Yeni Anayasa

Seçimler beklendiği gibi AKP’nin yeniden iktidar olmasıyla sonuçlandı.
Bundan sonraki siyasi reformların gerçekleşmesi beklenen süreç çok daha güçlükle ilerleyecek.
Kürtlere, Alevilere ve ötekileştirilenlere hak ve özgürlüklerinin hangi siyasi formülle verileceği tartışılacak.
TSK’nin ve yargının “vesayet” özgül ağırlığı hesaplanacak.
Bu sorunların üstesinden gelebilecek “akil adamlar” siyasi kimlikleriyle mi, yoksa akademik kimlikleriyle mi sürece dahil olacaklar?
Daha aradan yirmi dört saat geçmeden iki muhalefet liderinin isifası isteniyor.
Beklenen ve vaad edilen istikrar ve huzur acaba sağlanabilecek mi?
Bazı medya çalışanlarının, köşe yazarlarının ve “yorumcuların” bir yılda ikinci doksan derece dönüşleri dikkat çekti; iktidar partisinin dümen suyuna ani direksiyon kıranları görmek gerçekten ızdırap verici.
Takvim-i Vakayi gazeteciliği yeniden hortladı. Çare yok.
Kişiliğini ve mesleki saygınlığını koruyamayan köşe yazarlarının içine düştükleri durum, demokrasi açısından çok endişe verici.
Bugünkü gazetelerin tüm köşe yazıları “padişahım sen çok yaşa ” biatlarıyla doluydu….
Bağımsız medyanın her halde son günlerini yaşıyoruz artık.
Entelektüel duruşu olanların ötekileştirildiği, sancılı dönemlerinin başlangıcı, “liboş”laşmanın hızlandığı günlerdeyiz..

12 Haz 2011

Seçim 2011

Biraz sonra Cihangir İlköğretim Okuluna gidip oyumu kullanacağım.
Kime oy vereceğimi biliyorum.
Neden vereceğimi de biliyorum.
Ama endişeliyim.
Endişeliler ve düşünce yapısı hiç bir mevcut siyasi partiye uygun olmayanlar arasındayım.
İnsan (birey) hak ve özgürlükleri konusunda geçen seçimlerden bu yana fazla bir mesafe almadığımızı düşündüren olaylar ve raporlar var.
Bu beni endişelendiriyor.
Liderlerin farklı düşünceden olanlara karşı aldıkları tutum beni endişelendiriyor.
Tutuklanıp aylarca yargılanmayı bekleyen insanlar beni endişelendiriyor.
Sokakta yürüyen vatandaşa taksi şöförlerinin uyguladığı taciz beni endişelendiriyor.
Polisin vatandaşı biber gazıyla terbiye etme isteği beni endişelendiriyor.
En ufak bir tartışmada birbirinin boğazına sarılan insanlar beni endişelendiriyor.
Parlementoda milletvekillerinin yumruklaşması beni endişelendiriyor.
Heykellere ucube denmesi ve yıkılması beni endişelendiriyor.
Uluslararası toplantılarda devleti temsil eden kişilerin diplomasi normları dışında davranması beni endişelendiriyor.
Siyasi gücü kendi çıkarlarına göre kullananların yargılanmaması beni endişelendiriyor.
Sokak ortasında bıçaklanan kadınlar, dayak atılan çocuklar, taciz edilen kadınlar beni endişelendiriyor.
Metroda erkeklerin hiç bir şey okumadan gözlerini dikip etrafındaki kadınları seyretmesi beni endişelendiriyor.
Endişeliler grubundayım…Bu endişelerimin bu parlemento tarafından çözülemeyeceğini de biliyorum…
Seçimlerin galibinin AKP olacağı, CHP nin ve BDP ‘nin oylarını artıracağı, MHP’nin ise barajı geçemeyeceği tahmin ediliyor.
Bu tahminlerin ana dayanağı geniş çapta yaptırılan seçim barometre çalışmaları.
Konda, Sonar, Başkent, Odak, Anar, Metro, Estima gibi araştırma şirketlerinin raporlarına ilaveten partilerin kendi yaptırdıkları araştırmalar da var.
Seçmenin en önem verdiği konu ise ekonominin gidişatı.
Ekonomik alanda AKP’nin gösterdiği performans seçim başarısını getiriyor.
Seçmen bunu nasıl anlayabiliyor?
Demek ki ekonomik alanda, yani cebine giren parada bir artış görüyor.
CHP ‘nin başarısız olmasının nedeni ise geçmişi. Güven vermiyor.
MHP’nin milliyetçi söylemleri artık seçmene bir şey söylemiyor.
BDP ise bölgesinde oy oranını artırarak, siyasi bir güç olduğunu ispat ediyor.
Genel tablo bu.
Seçimlerden sonra oluşacak olan 2011 parlementosunun önüne çıkacak olan en önemli konular şunlar:
Yeni sivil Anayasa
Kürt Açılımı
Alevi Açılımı
Yargı Reformu
AB ile entegrasyon
Bu konuların üstesinden gelebilecek bir parlementonun oluşmasını dileyelim..

6 Haz 2011

Kimin Umurunda?


Divriği Ulu Camii Batı kapısındaki Çift Başlı Kartal taş işlemesi
Üstad-ı mermer bu camiyi öyle nakş-ı bukalemun eylemiş ki methini anlatmaya diller kısır, kalemler kırıktır’’ Evliya Çelebi
“Kültür Mirası Listesi’nde yer alan 755 yıllık Divriği Ulu Camii bugüne kadar yapılan yanlış restorasyonların kurbanı oldu. Taş işlemeciliğinin en harika örneği ‘Çarşı Kapı’ yıllar önce yapılan yanlış müdahaleler neticesinde çökme tehlikesi yaşıyor.” Radikal Haberi
Anadolu barok mimarisinin en iyi örneklerinden biri olan Divriği Ulu Camii’nin 1228 yılında Ahmed Şah tarafından Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırıldığı söylenir. 1985 yılında Dünya Mirası kapsamında korunması gereken tarihi yapılar listesine alınan eser yanlış “restorasyon” nedeniyle yok olmak üzere.
Anadolu’nun sekiz bir yıllık tarihinin değerini anlayacak kültürel birikime sahip olmayan sorumluların bir gün hesap vermek zorunda kalacakları günü bekleyenler arasında Ahlatlı Muğis oğlu Hürremşah’ın ruhu da var….

1 Haz 2011

Sansür

Sansür, bir toplulukta, kurumda veya ülkede düşünce ve kavramların çeşitli yollarla kontrol altına alınması ve kontrol altında tutulması için uygulanan yöntemlerin tümüne verilen addır.
Düşünce özgürlüğü, insanın herhangi bir konuda istediği biçimde düşünme hakkıdır. Bu düşüncelerini ya da inançlarını kendince uygun gördüğü biçimde ifade edebilmesidir. Tüm iletişim araçları aracılığıyla hiçbir biçimde engellenmeden tüm bilgiye ve fikirlere ulaşabilme hakkıdır.
Düşünce özgürlüğü aklın özgürlüğü anlamına geldiği için tüm özgürlüklerin temelini oluşturur.
Her türlü yayın, haber ve bir yerden diğer yere gönderilen şeylerin, gönderilene ulaşmadan önce gerektiğinde bir birim tarafından kontrolü; bâzı fikirlerin yazılıp yayılmasının engellenmesi sansür kapsamına girer. Sansür, her şeyin zararlı ve kötü tarafının bulunabileceği gibi fikrin de kötüsünün toplum ve insanı, olumsuz yönde etkileyip, tahrip edeninin bulunduğu gerçeğinden doğmuştur.
Genelde baskı rejimlerinde siyasi iktidarlar tarafından uygulanır. En somut amacı, toplumu kendi “ideolojisi” doğrultusunda yönlendirmek için farklı fikir ve ideolojilerin yayılmasını engellemektir. Bunu yaparken de kullanılan gerekçe ; “toplumsal ahlakı” korumak ve devletin bireyler ve sivil toplum kuruluşları üzerinde kontrol sağlayacağı şekilde geliştirmektir. Genellikle toplumu etkileyen medya ve iletişim kurumlarında denetimsizce uygulanır ve ifâde özgürlüğünü bastırma amacı güdebilir.
Ayrıca, sansür, toplu iletişimden kimi düşünceleri ve konseptleri çıkarma yoluyla algıyı kontrol etme eylemi olarak da nitelendirilebilir. Halkın belli olayları iktidarın istediği yönde algılaması için iletişim elemanlarında filitreleme de yapılabilir. Sansüre uğrayan şeyler tek bir kelimeden başlı başına bir kavrama bir cümleye ya da paragrafa kadar değişebilir. Yöntem ulusal ve milli değer sisteminden, dini ve ahlâkî yargılardan yararlanarak kendini geniş kitlelere kabul ettirme yoluna gidebilir.
Sansür, bir sanat eserinin, bir kitabın veya bir konferansın gösteriminden önceki denetimini, fikirlerin ve haberlerin toplanması, bunların açıklanması ve yayılması işlevine karşı yöneltilen tüm engellemeleri ifade etmektedir. Devlet sansürü çoğunlukla toplumsal çıkarın bireysel çıkardan önde geldiği veya otoriter sistemlerin uygulandığı ülkelerde görülmektedir.
———————-
Sözlük Anlamları:
sansür; fr. neşr olacak şeylerin (kitap, film veya mektubların) hükümetçe kontrol edilmesi işi. İng: n. censorship, blue pencil, expurgation, news blackout, 1530s, Roman magistrate who took censuses and oversaw public morals, from L. censere “to appraise, value, judge,” from PIE base *kens- “speak solemnly, announce” (cf. Skt. śamsati “recites, praises,” śasa “song of praise”). Transferred sense of “officious judge of morals and conduct” is from 1590s; of books, plays, later films, etc., 1640s. The verb is from 1882. Related: Censored; censoring.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...