29 Ağu 2011

Dedalus'un Paradoksu


James Joyce'un alter egosu olduğu iddaa edilen , ya da Bergman'ın demesiyle "Persona"sı Stephan Dedalus bir çok yerde karşımıza çıkar. Yaşamın içinden çıkılmaz paradokslarından oluşan labirentlerin mimarı Dedalus'un Dublin kulesinde traş olmasının James Joyce'a göre bir anlamı vardır. Joyce epifanileri incelerken Hıristiyan ve pagan epifani karması yaratmış, kahramanının adını "Stephen" , "Dedalus" olarak kurgulamıştır. Katolik eğitimin etkisi altında Joyce'ın kahramanı Hıristiyan ve Pagan inanışları arasında zigzaglar çizen kafası karmaşık bir artisti resmetmeye çalışır. Pagan Dedalus Hıristiyan Stephan'ın alteregosu gibi resmedilir..
Sürekli yaşamını ve varoluşu  sorgulayan birey, ötekileştikçe kaybolur labirentin içinde. Dedalus labirenti icad ederken acaba ne düşünüyordu?
Atinalı çok yetenli bir mimar, sanatçı, heykeltraş ve mucit olan Dedalus kendisinden daha yetenekli olan çırağı yeğeni Talus'u öldürdüğü için Girit'e sürgüne gider. Dedalus'un paradoksu böyle başlar....
Girit kıralı Minos'un Dedalus'dan istediği yapı çok farklıdır: Öyle bir yapı olacaktır ki, saklamasını daha doğrusu hapsetmesini istediği karısının ucube oğlu Minotaur'a bir tür ev ya da hücre inşa edilecektir. Poseidon'un öfkesine kurban olan Minos'un karısı Pasiphae denizden gelen beyaz bir boğaya aşık olur ve onunla çiftleşir. Minos bu aşkın ürünü olan Minotaur'u Girit halkının gözlerinden saklamak ister. Öyle bir hapishane olmalıdır ki, girişi olsun da çıkışı olmasın... Atina'dan gelen yetenekli sanatçı Dedalus'dan söz ederler  Minos'a . Kıral Minos Dedalus'u himayesine alır ve ona dileğini söyler.
Dedalus merkeze çıkan koridorlardan oluşan klasik labirenti yapar. Minotaur labirentin merkezinde hapis kalmıştır. Labirente giren bir canlı en sonunda Minotaur'un bulunduğu yere gelecek ve bu yarı insan yarı boğa görünümlü varlık tarafından parçalanacaktır. Atinalıların kral Minos'a her yıl gönderdikleri yedi güzel kızla yedi yakışıklı delikanlı labirente teker teker girerler ve Minotaur'un kurbanı olurlar...Ta ki Minos'un kızı Ariadne Atina'dan gönderilen delikanlılardan birine aşık olana kadar. Theseus'a deli gibi aşık olan Ariadne Dedalus'dan yardım ister. Dedalus Ariadne'ye bir sicim yumağı verir. İçeri girerken r sicimin bir ucunu girişdeki sağlam bir kayaya  bağlamasını söyler. Minotaur'u öldürmesi için de bir silah verir.
Kıral Minotaur'un öldüğünü duyunca çılgına döner. Dedalus'u ve oğlu İkarus'u hapseder. Dedalus' un icatları bununla da kalmaz. Kendine ve oğlu Ikarus'a  Girit'den kaçmaları için kanatlar yapar. Dedalus'un paradoksu bir kralın emriyle  icatlar yapmak ve yaptığı icatlar için de cezalandırılmaktır. Ama bununla da bitmez paradoksu.
Dedalus aramaya devam edecektir...

18 Ağu 2011

Suriye (2)


Dünya merkez medyasının bu hafta  yıldızları : Suriye ve Sudan..

“Arap Baharı” adı verilen dalga Tunusdan başlayıp Suriyeye kadar geldi. Bu öylesine güçlü bir dalga ki, önüne kattığı diktatörleri alaşşağı ediyor... Sıra Esad’da... O da Kaddafi’nin yolunu seçti. Dünya siyaseti öylesine sıkıştırıyor ki, yakında Tahran’a kaçmak zorunda kalacak...

Dünyanın en istikrarsız bölgelerinden biri Ortadoğu. Bölgedeki güçlerin gövde gösterisi yaptığı bu sahnede savaşlar hiç  bitmiyor. Lübnan bir askeri garnizona dönüştü; silah tüccarlarının, paralı askerlerin ve radikal kanundışı örgütlerin “cennet”i haline geldi.

Ortadoğuda tüm barış umutları maalesef suya düşmüş durumda. İran, Suriye, Irak üçgeninin bir köşesi belirsizleştirildi. Irak fiilen üçe bölünmüş durumda. Kağıt üzerinde bir cumhuriyet. Yabancı güçlerin işgali altında anlaşılmaz bir siyasi yapıya dönüşen güçler dengesinin ibresi ABD’yi gösteriyor. Irak’ın güneyini kontrol eden güçlerin İran’dan ve Suriye’den destek aldıkları biliniyor. Sürdürülebilir siyasi otorite yokluğunda , Al Kaida , Hizbullah, Hamas  ve diğer  radikal İslami örgütlerin barınağı haline gelen Irak bölge için ciddi bir tehlike oluşturmaktadır .

İsrail ‘in  Lübnan ve Irak siyasetine etkisi küçümsenecek oranda değil. Ülkede savaş durulmuş gibi görünse de  henüz barış sağlanmış değil. Başkanlık seçimi konusunda başka bir kriz daha yaşanması bekleniyor. Hizbullah ‘ın  çabaları sürüyor. İsrail ile Filistinliler arasında Gazze’de, Batı Şeria’da her gün yeni çatışmalar yaşanıyor, binlerce ölüm ve masum kanı akıyor.

Öte yandan Irak ‘da ve tüm bölgede etkinliğini artıran bir İran faktörü var .  İran’ın nükleer programı ile ilgili kriz giderek büyüyor. Ortadoğu’da nükleer silahların yaygınlaşması tehlikesi var.  İran’a karşı olası bir Amerikan askeri harekâtının adım adım yaklaştığını görmek mümkün. Artık ABD tek başına bir askeri harekat yapmak istemiyor. Nato’nun vurucu gücü kullanılacak. Bunun bölge için yarattığı tehlikeler var. Savaş ve barış konusu, Ortadoğu’nun neredeyse değişmeyen gündemi, daha yaygın bir deyimle;  değişmeyen kaderi.

ABD’nin Ortadoğu’da etkinliği İkinci Dünya Savaşı döneminde başladı. 1943’te Başkan Roosevelt, petrol zengini Suudi Arabistan’ın savunulmasının ABD için yaşamsal  önem taşıdığını  açıklamıştı. Bu politika günümüze dek geçerliliğini koruyor.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, çok zayıflayan İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’yu yeni süper güç ve Batı’nın yeni lideri ABD’ye terkettiler. Ortadoğu Soğuk Savaş boyunca iki süper gücün kıyasıya yarıştığı arenalardan biriydi. Soğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası sistemde köklü değişikliklere neden oldu. İki kutupluluktan tek kutupluluğa geçildi. ABD tek süper güç oldu.

Ortadoğu’da günümüzdeki süreçler bu yeni uluslararası sistem içinde gelişiyor. Bu yeni ortamda önceleri Ortadoğu’da İsrail-Filistin sorununa çözüm bulunabileceği umutları oluşmuştu. 1993’te ABD’nin öncülüğünde Oslo Anlaşmaları imzalandı. Bilindiği gibi bu süreç başarılı olmadı. Başkan Clinton döneminde İsrail-Filistin sorununun çözümü için çok yoğun çabalar harcandı.

 Sonuç alınamadı.

Başkan Bush, 2001 yılında iktidara geldiği zaman, Bosna, Kosova gibi bölgelerdeki Amerikan askerlerinin sayısını azaltacağını ve ulus inşa etme (nation building) politikalarını desteklemediğini ilan etmişti.
ABD’nin sadece Irak ve Afganistan da 300 bin civarında askeri var. Amerikan askerleri Afganistan’da, Irak’ta ülkelerinden çok uzakta artık hiç bir şekilde izah edilemeyen bir nedenle  savaşıyorlar.  ABD’nin İran’a askeri müdahalesi olasılığının güçlendiğinden  söz ediliyor. ABD, Irak ve Afganistan’da ‘ulus’, “demokrasi” inşa etme çabası içinde. İsrail-Filistin anlaşmazlığında Obama  yönetimi İsrail’in politikalarını tam destekleme noktasına geldi. Lübnan savaşında da aynı tavır  sergilenmişti. 11 Eylül saldırıları sonrasında Bush yönetiminin dünyaya ve Ortadoğu’ya bakışı önemli oranda değişti. ABD yeni bir güvenlik stratejisi oluşturdu.

Teröre karşı savaş (war on terror) başlatıldı. Bu strateji çerçevesinde ABD’nin Ortadoğu’daki faaliyetleri büyük yoğunluk kazandı. ABD eskiden beri bölgedeki enerji kaynakları, bu kaynakların uluslararası pazarlara güven içinde taşınması, İsrail’in güvenliği nedenleriyle Ortadoğu’ya büyük önem veriyordu. 11 Eylül sonrasında buna bölgeden kaynaklandığına inanılan terörle mücadele de eklendi.

Eylül 2002’de açıklanan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin dört önemli noktası var:
  1.  Kitle imha silahları geliştirmeye çalışan hasmane tavır içindeki devletlere ve terörist gruplara karşı önleyici askeri operasyonlar yapmak.
  2. ABD’nin dünyadaki askeri üstünlüğünün ne pahasına olursa olsun korunması.
  3. Gerektiği hallerde ABD’nin  yanına müttefikler alması.
  4. Özellikle İslam dünyasında demokrasi ve insan haklarının yayılması için çaba harcamak, parlementer demokrasinin yerleştirilmesi için önlemler almak ..

ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesi 2006 yılında yenilendi.  ABD’nin, askeri saldırıya uğramadan, önleyici saldırı yapma hakkı bu belgede de yer alıyor.

Şeytan ekseni içindeki üç ülkeden ikisi Türkiye’nin komşularıdır. ABD’nin şimdiki BM daimi temsilcisi John Bolton, şeytan eksenine üç ülkeyi daha eklemişti. Bunlar Suriye, Libya ve Küba olarak sıralanmıştı. Suriye’nin de listeye eklenmesi ile Türkiye’nin Ortadoğu’daki tüm komşuları ABD’nin hedefi haline geldi. Dünyanın tek süper gücü, üç komşunuzu hedef seçer, rejim değişilikliği peşinde koşarsa, bunun etkilerini hissetmemek mümkün değildir.

Türkiye Dışişleri Bakanı  Suriye'ye bir tür ültümatom verdi.  Eğer sivil halka uygulanan şiddet sona erdirilmezse askeri müdahalenin yapılacağı bilgisi Esad yönetimine bir kaç kanaldan iletildi.

Bekleyip göreceğiz..
.Çok  yakında, yaz sona ermeden  ortaya net bir resim çıkacaktır ...

15 Ağu 2011

Tabula Rasa



Dün (Pazar) Atlanta Athletic Club’da oynanan 93′cü  US PGA Şampiyonası, tüm tahminlerin ötesinde hiç kimsenin adını duymadığı  Keegan Bradley’in zaferiyle sonuçlandı.
Bu yılın son “major” turnuvası sona erdikten sonra golf sporunda yıldızların sürdürülebilir bir grafik çizmediklerini görüyoruz. Profesyonel golfün son yıldızı Tiger Woods, giderek hafızalardan silinmeye başladı. Elemeleri geçemeyen Woods’un düşüşü devam ediyor. Özel yaşamıyla profesyonel yaşamı arasında meydana gelen derin çelişkiyi bir türlü çözemiyor. Atlanta Athletic Club’da kariyerinin en kötü skorlarından birini yaparak turnuvaya erken veda eden Woods’un eski formuna kavuşamayacağı artık belli oldu sayılır. Bu turnuvada tüm favori gösterilenler adeta döküldü… McIlroy’un oyun sırasında  sakatlanması, Phil Mickelson’un sıcakla arasının iyi olmaması, Lee Westwood’un formsuzluğu dikkat çekti.
Yıldızların yokluğuna rağmen bu yılın majör turnuvalarında heyecan hiç eksik olmadı.
Nisan ayında Charl Schwartzel  Masters’ı,  Haziran ayında Rory McIlroy US Open’ı , Temmuz ayında Darren Clarke   Royal St George’ ‘da oynanan The British Open’ı kazandılar.  Yılın son majörü The US PGA, de   Keegan Bradley’in zaferiyle sonuçlandı.
Keagen Bradley, altı majör kupa ve 31 şampiyona kazanan bayan golfçü Pat Bradley’in yeğeni. Çocukluğunda halasıyla sık sık golf oynayan Keagen artık kendi kariyer çizgisinde yürüyecek.
Bu yılın golf turnuvalarına bakarak artık bir ya da bir kaç yıldız golfcüden değil yirmi otuz golfcüden oluşan ve sürekli değişen çok yetenekli oyunculardan söz ediyoruz. Turnuvalarda sergilenen golfün kalitesi her geçen gün daha da artıyor. Bu sadece bir ya da iki yıldız oyuncuya da bağlı değil. Sürekli kendini yenileyen,  yükselen bir golf seviyesinden söz edilebilir.
Golf medyası için sanırım “Tabula Rasa” zamanı…

    11 Ağu 2011

    The US PGA Championship



    The fourth and the last major championship of 2011 will be played this week in Atlanta.
    Atlanta Athletic Club is hosting the event. Heat and humidity will be added on top of 7.500 yards and plenty of water for the challengers.
    Who is out there to win the 93 th US PGA Championship?
    Tiger Woods in his interview the other day said:
      ”In order to win I had to be healthy. That’s what I’m trying to get to so I can do the practice sessions. I think that that’s the only way that my game will get to where I need to get to.”  
    Rory McIlroy and Lee Westwood are very strong candidates:
    Lee Westwood has improved his game dramatically in the last few years. He has a great caddie, Billy Foster.  Westwood has new additions to his team, the psychologist Bob Rotella and the putting guru Dave Stockton.  He definitely will be on top of the leader board. Maybe this could be his week.
    On the Other hand the US OPEN champion Rory McILroy said:
    “I love how the PGA of America set the course up at this event, I think it really suits my game, puts a premium on ball-striking. I have always thought this one and the Masters are the majors that suit me best.”
    Let us not forget  Adam Scott.
    After the victory at The Bridgestone Invitational with ex caddie to Tiger Woods, Steve Williams he seems to have found the right combination for the winning mode…
    Steve Williams said the other day:
    “My emotions following Adam ‘s victory were running very high and at the time I felt like my emotions poured out and got the better of me. I apologize to my fellow caddies and professionals for failing to mention Adam’s outstanding performance,” 
    Let us wait and see…

    2 Ağu 2011

    Suriye



    Suriye’de neler oluyor?
    Masum sivillerin  katliamı sürüyor. Yine aynı şehir.
    Hama ….
    Silahsız göstericilerin üzerine tanklar ve makinalı tüfeklerle yürüyen Suriye Ordusuna dur diyen yok.
    Öldürülen göstericilerin sayısının seksen civarında olduğu bildiriliyor.
    Bu bilgiyi doğrulayacak bir kaynak da yok…
    Aynen 2 Şubat 1982 yılında Hafız Esad’ın Hama’da kardeşi Rifat Esad’a yaptırdığı katliamda olduğu gibi..
    Kimi kaynaklara göre 10 bin diğerine göre de 35 bin civarında insanın öldürüldüğü Hama katliamı, otuz yıl sonra Oğul Esad tarafından  tüm uygar dünyanın gözleri önünde tekrarlanmak üzere.
    Birleşmiş milletlerin müdahale etme niyeti yok gibi.. Rusya ve Çin herhangi bir müdahaleye onay vermeyecek gibi görünüyor.
    Bir ülkenin içişlerine karışmak hangi hukuki şartlarda mümkün olabilir?
    Tartışmanın ana ekseni bu…
    ABD’nin Irak ve Afganistan müdahalesi, Nato’nun Libya müdahalesi birer örnek teşkil etmiyor mu?
    Suriye’ye neden müdahale edilemiyor?
    Dünyanın bu en zalim dikta rejimlerinden birini sürdürmekte olan Baas kalıntısı askeri elitin bu kadar güçlü bir konumda olmasının nedeni ne?
    Ortadoğunun siyasi  iklimi, bireysel özgürlüklere ve hukukun üstünlüğü gibi değer yargılarına değil de , masum ve silahsız halka korku saçan silahlarla  donatılmış, kime hizmet ettiği anlaşılamayan orduların yarattığı  kan ve gözyaşına endekslenmiş durumda…

    “Kremna (Κρεμνα)`

    Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...