27 Eki 2011

Hiç bi şey istemezük pasam.....






Dün Van depreminden görüntülere bakarken bir reklam filmi aklıma geldi. (Aşağıdaki linkten izlenebilir.)
http://www.dailymotion.com/video/xgyduc_anadolu-sigorta-ataturk-reklamy_shortfilms
Reklam filmi 1924  Pasinler  Depremi'nin alegorik anlatımını kurguluyor. (Filmde yer ve zaman Erzincan 1924  olarak altyazıyla belirtimiş)
Deprem felaketi "Devlet" ve "vatandaş"  kavramlarını  karşı karşıya getiriyor.
Pasinler 1924 depremi  6.9 Rihter şiddetinde kaydedildi.  Ölü sayısı 310 olarak bildirildi. (Kaynak:Belgenet.)
Aşağıdaki alıntı da Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bölgeye yaptığı ziyaretle alakalı olarak kaleme alınmış: vatandaş ve devlet kavram algısı açısından ilginç.
"3 Eylül 1924 tarihinde Pasinler'de (Hasankale) Hınıs, Narman ve Erzurum’u da içine alan şiddetli bir deprem olmuş. Pasinler (Hasankale)  ovasındaki köylerde ve Pasinler merkezde büyük hasar oluşmuştu. 
O sıralarda Karadeniz Bölgesinde gezide bulunan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Pasinler'de ki deprem ve kayıplar hakkında bilgi verilmişti. Cumhurbaşkanı, derhal geziyi yarıda kesmiş, Samsun-Sivas yolu ile Erzurum'a geleceğini deprem bölgesine dâhil olacağını haber verdi. 2 Eylül 1924 Perşembe günü Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ve mahiyetindekiler Erzurum'dan Pasinler’e hareket ettiler. Kafilede Eşi Latife Hanım, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Hamdullah Suphi (İstanbul Milletvekili), Kılıç Ali (Gaziantep Milletvekili), Rauf Bey (Rize Milletvekili), Cumhurbaşkanlığı Başkâtibi Tevfik Bey, Başyaver Rusuhi Bey, Muhafız Kıtalar Komutanı İsmail Hakkı Bey (Tekçe), Yaver Muzaffer Bey, Hususi Kalemden Memduh Bey, Vali ve diğer görevliler bulunuyordu. 
Cumhurbaşkanı heyetiyle birlikte Pasinler Halkının coşkun karşılamasıyla Hasankale' ye geldi. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Hasankale' de depremin hasarını halktan öğrendi. Kış yakın olduğundan zamanında gerekli yardımların yapılması emrini verdi. Hasankale yakınındaki harap 6 köy gezildi. 
Kurtarıcıyı aralarında görmenin gururunu taşıyan köylülerden biri, Atatürk’ün çok üzüldüğünü görünce, acıları ve yıkıntıları varken “esef etmeyiniz paşam. Hükümet-i Cumhuriyetimiz var olsun. Hiç bir şey istemeyiz. Onların sayesinde biz bu köyleri altından yaparız”, diye söylemiş, onu teselli etmiştir. Yoksul ama gönlü zengin yöre halkı, savaştan çıkmış devletimizin yoksulluğunu bildikleri için Kahraman Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın üzülmesini, kederlenmelerini istemiyorlardı. İşte, evleri yıkılmış, canlarını yitirmiş yöre halkı Atatürk’ü böylesine seviyorlardı." Cevat Kulaksız 
http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php/hm-yazarlari/cevat-kulaksiz/1073890-ataturk-039-un-erzurum-pasinler-depremi-ziyareti-animsattiklari-cevat-kulaksiz.html


Bölgede ne gibi çalışmalar yapıldığı, kayıplar ve yardımların kayıtları ortada yok. Devlet organları böyle bir sorumluluğu duyuyorlar mı? Duyuyorlarsa neden sorumlu oldukları işi yapmıyorlar?

Bölgeye ikinci felaket 27 Aralık 1939 tarihinde  geliyor. Hafızalardan nesiller bounca çıkmayan 35 bin vatandaşımızın öldüğü yüz bin kişinin yaralandığı korkunç felaket. Depremden kurtulanlar bir şey anlatırken "felaketten önce ya da felaketten sonra" gibi zaman kipleri kullanırlar.
Bir yanda ikinci dünya savaşı sürerken Erzincan kan ağlıyor.
Vatandaş can derdinde.... Devlet nerede diye soruyor.
Arşivlere bakıldığında  depremlerin yıllar içinde belirli bir sistematik içinde belirli bölgelerde meydana geldiği görülüyor.
http://www.belgenet.com/deprem/depremt.html
Devlet ne yaptı ? Aradan geçen bunca senede acaba ne değişti?

Yağan kar altında çadır olmadığı için açık havada derme çatma yakılan ateş etrafında titreyerek oturan vatandaşların yüzlerinde ağır bir keder, yıkıntılar arasında gezinen devlet görevlilerini boş gözlerle izliyorlar.
Gözleri yaşlı bir dede ağlamaklı bir sesle kendisine uzatılan mikrofona şöyle söylüyor:
"Hiç bir şey istemezük pasam. Biz zaten bittük gayri,  ..."tükendük.."
Vatandaşın devletle olan diyaloğu 1924 yılından bu yana işte böyle...
1939 yılından medyadan seçme haberler :
  • Türkiye, İspanya'daki Franco rejimini resmen tanıdı.
  • Adalet Bakanlığı Arap harfleriyle ders verenlerin cezalandırılmasına ilişkin genelge yayımladı.
  • İktisat Bakanlığı kadın çoraplarında kalitenin yükseltilmesi için Avrupa'dan uzman heyet getirtti.
  • Nazi lider Adolf Hitler doğum günü kutlaması için Almanya'ya gelen Türk heyetini kabul etti. Heyette Ali Fuat Cebesoy, Falih Rıfkı Atay, Orgeneral Asım Gündüz, Yunus Nadi vardı.
  • Akşam gazetesi kapatıldı.
  • Enver Paşa'nın çocuk ve torunlarının vatandaşlığa alınmaları ve yurda dönmelerine izin veren yasa çıktı.
  • Valilerin Cumhuriyet Halk Partisi il başkanlığı görevlerine son verildi.
  • Film denetimine ilişkin sansür nizamnamesi yürürlüğe girdi.
  • 600 Yahudi mülteci taşıyan Parita gemisi İzmir Limanına geldi; Yahudilerin karaya çıkmalarına izin verilmedi Kaynak: http://www.tarihtebugun.org/tarihte_bu_sene/1939-senesi-yasananlar.html
Bugün gelinen noktada devlet hizmet etmekle yükümlü olduğu vatandaşlara nasıl yaklaşıyor?
Sorumlu mevkide olup da vatandaşın dar gününde yetişmesi gereken devletin memurları medya mikrofonlarına yaptıkları işleri anlata anlata bitiremiyorlar. Medya ise esas görevinin mikrofon uzatmak olduğu algısında.
Neden bu böyle? Nereden geliyor bu devlet algısı? Tarihçi  Prof. Dr. İlber Oltaylı'dan öğrenelim:
"Batı'da devlet ve toplum hayatı kontratlara dayanır.Osmanlı'da devlet ve toplum hayatında bu tip kontratlara dayanan bir tür kurumlaşma pek söz konusu değildir. (...) Burada hukukî bir akit sisteminden çok itaat edilen gelenekler söz konusudur."
Kaynak: Doğu Batı Dergisi,Sayı 1,1997 S.11
Bu açıklamadan ne anlamalıyız?

Bizdeki devlet ve vatandaş algısı, malesef Osmanlı geleneklerini korumuş cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu algı yeterince değişmemiştir. Ne devlet görevlileri kendilerini halkın memuru ne de halk onları yönetenin kendisi olduğunu anlamaktan uzak 88 yıl geçip gitmiştir. Bu algı değişmedikçe çağdaş toplumlarda görülen devlet kurumlarına kavuşulması mümkün olmayacaktır.

Son olarak 1999 Marmara Fay hatlarının kırılmasından bu yana İstanbul depreminin 7.5 ve üzeri bir şiddette olacağının defalarca bilim adamlarının kesin raporlarıyla  bildirilmesine rağmen devlet bu konuda önlem almak yerine fay hatlarına mega kentler kurmaya devam etmektedir. Donanmasının ve nüfusunun yüzde kırkının fay hatları üzerine kurulmasına izin veren bir devletin vatandaşına ölümden ve kederden başka verecek neyi olabilir ki?

24 Eki 2011

Deprem


Yine aynı fotoğraflar, yine aynı kelimeler, yine aynı maazeretler...

Bölgede 1976 yılında meydana gelen depremin yaraları daha sarılmadan bir yenisi daha yöre halkının kabusu oluyor. (*)

Elerini göğe kaldırmış gözü yaşlı insanlar yardım bekliyor. Bu bölgeyle alakalı ne biliyoruz?
Van gölü'nün bu bölgeye hayat verdiğini söylemek mümkündür. Bir yakasında Van diğer yakasında Tatvan ve Bitlis gibi illerin bulunduğu çetin bir coğrafya.

Sert doğa koşulları bir anlamda deprem fay hattı üzerinde olmasından da kaynaklanıyor olabilir...
Bir zamanlar Hurriler'in (MÖ: 2000) yaşadığı, sonra Asur ve Urartu( MÖ 900) uygarlıklarının hüküm sürdüğü  bu topraklarda deprem binlerce yıldır bilinen bir doğa felaketi. Kadim bilgeler bunu bildikleri için yapıları da bu felakete göre inşa ederlermiş. Bugün yöreye bakıldığında ayakta kalan tarihi binaların çoğu kadim bilge mimarlardan arta kalan yapılardır. Van Kalesi, Hoşap Kalesi ve diğer tarihi yapılar MÖ 800 lerde yaşayan  Urartu mimarların eserleridir.

Urartu'lar Tuşba (Van)  şehrini kurduklarında (MÖ 850 ) kraliçeleri için pagan tapınakları da inşa ettiler. Aktif volkan deliklerinin, ocult ayinlere konu olduğu da biliniyor...

Haldi, Teşşup ve Şivini tanrıları için inşa edilen kare biçimindeki tapınaklar günümüzde hala ayaktadır...
Aradan geçen üç bin yılda bilginin birikmediği nesilden nesile taşınamadığı çok acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Fay hattı üzerine bina ( Okul, hastane, hapishane,elektrik santrali,vb. gibi kamusal olanlar dahil) yapımına izin veren yerel ve merkezi yönetimlerin son yirmi, otuz ve hatta elli yılda nüfusun fay hatlarına toplanmasında ne kadar rolü olduğu hiç bir şekilde dile getirilmemiştir.

Bugün bu yanlışlıkların, mal ve can kayıplarının  hukuki anlamda davasını görecek bir mahkeme de yoktur.
Bölgede doğal felaketlerle mücadele etmesi gereken yerel ve merkezi yönetimler, bölge yaşayan etnik toplulukların aralarındaki gerilimleri tırmandıran uygulamalar içindedir. Bunun bilinçli olarak yapıldığını düşünmek bile korkunç.

Siyasi olarak çözülebilecek sorunların neden ve hangi gerekçeyle şiddetle çözülmeye çalışıldığı da bir muamma olarak karşımızda durmaktadır.

Sorular çoğalıyor?

Bölgede ne kadar kamu binası ihale edilmiştir? İhaleleri kimler kazanmıştır? Fay hattı üzerinde yapılaşmaya kim izin vermiştir?

Fay hatları üzerine kurulan fabrikalar, kamu binaları, nüfus yoğunlaşmalarının sorumluluğunu hangi siyasi organ üstlenecektir?

Bölgenin jeolojik yapısı 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi deprem sempozyumunda ele alınmış ve bir de sempozyum raporu yayınlanmıştır. (**)

1935 yılında meydana gelen Erzincan Depremi hâlâ kuşaktan kuşağa anlatılır durur:  Cumhuriyet kurulduktan sonra bile moderniteyi savunan ve uygulayan  yerel ve merkezi yetkililer  bu doğal felakatleri  önlemek konusunda bir adım bile atmamışlardır. (***)

Urartu Kraliçesi Semiramis, her halde ışıkların içinden vatanına bakıp ağlıyordur....
------------------
(*) VAN-ÇALDIRAN DEPREMİ(1976):
24 Kasım 1976’da Çaldıranda oluşan şiddetli deprem. Şiddeti Richter ölçeğine göre 7.5 olan ve Van iline bağlı Muradiye, Erçiş ve Özalp ilçeleri ile Ağrı iline bağlı Diyadin ve Taşlıçay ilçeleri dolaylarını da etkileyen deprem, 3.840 kişinin ölümüne, 497 kişinin yaralanmasına ve 9.232 konutun tümüyle yıkılmasına yada onarılamayacak düzeyde hasar görmesine yol açmıştır.
(**) http://kocaeli2007.kocaeli.edu.tr/kocaeli2005/deprem_sempozyumu_kocaeli_2005/8_deprem_ve_insan/d_49_deprem_tehlikesi_riski_ve_deprem_senaryolari/van_yerleskesinin_deprem_tehlikesi_ve_olasi_bir_depremin_sonuclari.pd
(***)  kaynak: Anadolu Ajansı
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünün verilerine göre,
Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi 27 Aralık 1939'da Erzincan'da meydana geldi. 7,9 büyüklüğündeki bu depremde 32 bin 968 kişi öldü, yaklaşık 100 bin kişi yaralandı. Kışın en şiddetli günlerinde meydana gelen bu felaketin ardından yurt çapında yas ilan edildi. Yardım konvoyları, soğukla da mücadele eden depremzedelere ancak iki gün sonra ulaşabildi.
20 Aralık 1942'de Tokat'ın Niksar ve Erbaa ilçelerini etkileyen 7 büyüklüğündeki depremde yaklaşık 3 bin kişi yaşamını yitirdi, 6 bin 300 kişi yaralandı.
26 Kasım 1943'te Samsun'un Ladik ilçesinde meydana gelen 4 bin kişinin hayatını kaybettiği depremin büyüklüğü de 7,2 olarak ölçüldü.
1 Şubat 1944'te Bolu'nun Gerede ilçesinde meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde 3 bin 959 kişi öldü, çok sayıda insan evsiz kaldı.
18 Mart 1953 yılında Çanakkale Yenice'de meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde 265 kişi yaşamını yitirdi.
25 Nisan 1957'de Fethiye açıklarında, aynı yıl Mayıs ayında ise Bolu Abant'ta 7,1 büyüklüğünde depremler oldu. Fethiye'de 67, Abant'ta ise 52 kişi öldü.
19 Ağustos 1966'da Muş Varto'da meydana gelen depremde 2 bin 396 kişi öldü, bin 489 kişi yaralandı. Varto'nun karşılaştığı bu en şiddetli depremin büyüklüğü 6,9 olarak ölçüldü. Bir yıl sonra 22 Temmuz 1967'de Adapazarı Mudurnu'da meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremde de 89 kişi yaşamını yitirdi.
28 Mart 1970'de Kütahya Gediz'de meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde bin 86 kişi öldü, bin 260 kişi yaralandı.
6 Eylül 1975 yılında Diyarbakır Lice'de 2 bin 385 kişinin öldüğü depremin büyüklüğü ise 6,6 olarak ölçüldü.
24 Kasım 1976 Van'ın Muradiye ilçesinde meydana gelen depremin büyüklüğü 7,5 olarak ölçüldü. Bu depremde 3 bin 840 kişi yaşamını yitirdi, birçok kişi yaralandı.
30 Kasım 1983 yılında ise Erzurum ve Kars'ı etkileyen 6,9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremde bin 155 kişi öldü, bin 142 kişi yaralandı.
13 Mart 1992'deki Erzincan depremi bu ille birlikte Tunceli'yi de vurdu. 6,8 büyüklüğündeki bu depremde 653 kişi yaşamını yitirdi. Yaralı sayısıysa 3 bin 850 olarak belirlendi.
Dinar'da 1 Ekim 1995'te meydana gelen 6,1 büyüklüğündeki depremde 90, 27 Haziran 1998'de Ceyhan'da meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremde ise 146 kişi yaşamını yitirdi.
17 Ağustos 1999'da Gölcük'te meydana gelen depremin büyüklüğü 7,8 olarak ölçüldü. Felakette resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişi yaşamını yitirdi. Onbinlerce kişinin yaralandığı bu depremde 73 bin 342 ev hasar gördü.
12 Kasım 1999'da deprem bu kez Düzce'yi vurdu. 7,5 büyüklüğündeki bu depremde 763 kişi hayatını kaybetti.
3 Şubat 2002'de Afyon-Sultandağı'nda meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depremde ise 44 kişi yaşamını yitirdi.
1 Mayıs 2003'te Bingöl'de meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depremde de 176 kişi hayatını kaybetti.

15 Eki 2011

Tebaa


                                                           Fotoğraf: Ersin Alok 


Özgün düşünce var mıdır? Ya kendi görüşüne sahip çıkma cesareti?

Şiddet tekelini elinde tutan “Hükümdar”, “Kral”, “Tiran”, “Çar”, “Firavun”, “Padişah”, “Hünkar” tebaasının farklı düşünmesini ister mi?

On altıncı yüzyılda bilimin gelişmesine paralel olarak  başlayan; “Aydınlanma”nın ana unsurunun din dışı, gözleme dayalı ve araştırmacı bir düşünce yapısının yavaş da olsa toplumun “belirli” bir kesimine yayılması olduğu söylenir. Okumuş yazmış tabakalar din ile ahlak ayırımının farkına varmaya başlamışlardır.

Kıralın tebaası artık “hürriyet” istediği kadar kellesinin omuzları üzerinde kalacağından emin bir şekilde  kendi görüşüne sahip çıkmak da isteyecektir. Kıralın memuru, militanı ve müriti olan kesimlerde başlayan fokurdama giderek geniş halk tabakalarına doğru sirayet edecektir. Artık  halk şiddet tekeline mesafeli yaklaşacaktır.

Hürriyet  toplumun dönüşmesi hızlandıracaktır. ”Takvim-i Vakayii” aydını yani “Tebaa” ya da “Kul” olmanın ayrıcalıklarından istifade eden  tabakalar  bu dönüşümden hoşlanmayacaktır. Menfaat çarklarının köprü başlarında duran tebaa, statükoyu ne pahasına olursa olsun korumaya meyledecektir.

Kıralı ve onu tahtta tutan değer yargılarını her ortamda ne yapıp yapıp yüceltecektir. Kıraldan daha kıralcı tebaa bu çalışmalar sonunda kendi görüşü olmayan tebaanın görüşü haline gelecektir.
 Avamın menfaati statükoyu belirleyecektir. Tebaa başkalaşacak ve “kul” a dönüşecektir. Kıralın kulu olmak akan menfaat kanallarından faydalanmak demektir. Kul menfaatlere kavuşurken kul olmayan geniş menfaatlerinden uzaklaşacaktır. Kul her an kıralı konuşacak, kıralın konuşması ve duyulması için çalışacaktır.

 Milyonlarca tebaanın sesi duyulmayacak, tek sesli kıralın şarkısı her yana dağılacaktır.  Binlerce senedir değişmeyen “Yaşasın Kıral” yaltaklanmaları günümüzde artık daha ustaca yapılabilmektedir. Bireysel hak ve özgürlüklerden yana olan “burjuva devrimi”  gerçekleşene kadar bu denge değişmeyecektir. Britanya Adaları’nda “Magna carta ” nın imzalandığı tarih on ikinci yüzyıl. Asillerin kıralın yetkilerini paylaştığı tarih. Bugün bu siyasi sistemin geldiği nokta daha da ibret verici:

BBC’nin verdiği habere şöyle bir göz atalım:

Birleşik Kırallık Muhafazakar Partili Savunma Bakanı Liam Fox, istifa etti. Liam Fox’un yakın arkadaşı Adam Werritty’nin, hiçbir resmi ünvanı olmamasına karşın, bakanın 18 dış gezisine katılmış olduğunun anlaşılması, İngiltere’de bir süredir yoğun tartışmalara yol açmıştı. Gerekçesi ise kendi kelimeleriyle şöyle: 


“Hatalı bir şekilde, kişisel çıkarlarıyla hükümet içindeki faaliyetleri arasındaki çizginin bulanık hale gelmesine izin verdiğini”  


Kaynak: BBC

Bu siyasi olayın benzerlerinin olduğu bilinmektedir. Demokrasilerde bazı değer yargıları , “Tebaa” , “Kul”, “Birey”, “Vatandaş” tarifine göre değişebilmektedir.

İtalya’da Berlusconi skandalları sürüyor: Adı seks skandallarına karışan İtalya başbakanının hakkında açılan davaların sayısı bilinmiyor. Başbakanın otuz üç hayat kadınıyla para karşılığı seks yaptığı iddaaları var.

Berlusconi’nin başbakanlıkta görevini sürdürme olanağı sağlayan oylama sonucuna göre, 316 milletvekili olumlu, 301 milletvekili ise olumsuz oy kullandı.”


Kaynak: AP

Avrupa Birliği 2011 yılı  ilerleme raporu yayınlandı.

Bu rapora göre Türkiye’nin AB yolculuğu ciddi anlamda ertelenmiş gibi görünüyor.

 İçpolitikadaki siyasi konjüktür ilerleme raporunun gündeme alınmasına engel oluyor. Kürt sorunu, parlemento ve yeni anayasa çalışmaları, süregiden hukuki davalar gündemin tepe noktalarından bir türlü inmiyor. Genel seçimlerin yapıldığı 12 Hazirandan bu yana parlementonun somut bir çalışma yaptığı görülmedi.  Yemin krizi tüm gündemi işgal etti.

Dün açıklanan zamlarla birlikte ekonominin gidişatının pek o kadar başarılı olmadığı da bazı çevrelerde  tartışılmaya başlandı.

Siyasi sistemlerin ve uygulamaların “Tebaa” ya da hukukla korunan “birey” odaklı olup olmadığının tartışıldığı günleri yaşıyoruz…

6 Eki 2011

Tomas Tranström


2011 Nobel Edebiyat Ödülü İsveçli şair Tomas Tranström'e verildi. 

Fırtına

Gezgin aniden karşısına çıkan dev gibi

meşe ağacına bakakaldı.

Taşlaştırılmış bir ren geğiğinin başında

biteviye uzayıp giden bir taç yansıyor

Eylül denizinin yeşil siyah sularında.

Kuzey fırtınası bu.

Üvez ağacının meyvalarının olgunlaştığı

zaman esmeye başlıyor.

Karanlıklarda yıldız haritalarının ağaç tepelerine 

vurduğu damga sesiyle uyanıyor insan.

Tomas Tranström'ün "Storm" adlı şiiri
(İsveççe'den Çeviren . Yavuz Çekirge)


5 Eki 2011

Nobel




Adonis, Amos Oz, Thomas Tranströmer( Fotoğraf: AFP)

Edebiyat dünyasının merakla beklediği an geldi. Yarın ( 6 Ekim Perşembe,2011) Stockholm saatiyle  tam 13:00 de , İsveç Akademisi’nin daimi sekreteri  Peter Englund, Gamla Stan’daki akademi binasındaki toplantı odasının kapısında görünecek.  Kısa bir metni okuyacak ve bu yılın seçilmiş edbiyatçısının adını ve seçilme kriterlerini açıklayacak.
Geçen yıl  Adonis’in ödülü alacağına kesin gözüyle bakılırken ödülün sahibi  Mario Vargas Llosa oldu. Englund, yaptığı açıklamada oldukça dikkatli seçilmiş bir cümle kullanmıştı.
“for his cartography of structures of power and his trenchant images of the individual’s resistance, revolt, and defeat”.
Bu yıl kimler aday?
The Guardian’a ve diğer gazetelere  göre  favoriler listesi şöyle:
  • Assia Djebar -Cezair
  • Philip Roth -ABD
  • Thomas Tranströmer-İsveç
  • Peter Nadas-Macaristan
  • Haruki Murakami -japonya
  • António Lobo Antunes-Portekiz
  • Les Murray -Avustralya
  • Nuruddin Farah-Somalia
  • Margaret Atwood, Kanada
Akademi adayların adlarını gizli tutması nedeniyle kimlerin aday olduklarını bilmiyoruz. Hiç kimse bilmiyor. Spekülasyonlara göre bu yılın teması olan “Arap baharı” ödülün Adonis ya da Assia Djebar ‘a verileceği ihtimalini güçlendiriyor ama ben buna ihtimal vermiyorum.
Akademi uluslararası siyasal olaylara çok temkinli yaklaşıyor. Böylesine bariz bir biçimde tercih kullanırlar mı?
Sanmıyorum.
Öncelikli tercih “edebiyat” olacaktır. Akademi’nin yıllardır hangi tür edebiyatı ödüllendirdiğini biliyoruz. Bu yıl da üslup değişmeyecektir…
Büyük bir olasılıkla bu yıl ödül bir şaire verilecektir. Adonis de olabilir.  Kanadalı Margaret Atwood’ da ….
İsveçli Thomas Tranströmer’ de ….

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...