28 Tem 2012

Orta Doğu ve Zaman


Zamanın hiç bir iz bırakmadan akıp gittiğini düşünenler çoğunlukta olabilir.
Dünya medyasına bakarsak Orta Doğuda artık “zemberek kuşu”[1]nun sesini duyuyoruz; zamanı yeniden kurguluyor. Çok geçmeden yeni bir dünyaya gözlerimizi açacağımız günler yakın galiba…
Irak ve Suriye’de tırmanan ve git gide ilginç bir görünüm alan “halk isyanı”,  siyasi anlamda inanç ve etnik temeller üzerine doğru tırmanıyor. Bölgede sayıları  bir türlü tam olarak belirlenemeyen  Kürt nüfusun siyasi geleceği  giderek gündemi (medya) daha fazla işgal etmeye başladı.  Bölgede bir dönüşüm gerçekleşiyor. Soğuk savaş sürecinde  diktatörlerin insafına terk edilen böğe halkı  artık Batılı anlamda özgürlüklerini talep ediyor.  Bu siyasi dönüşümü tetikleyen teknolojik devim hızından hiçbir şey yitirmeden yeni kanallarda artan bir hızla haber taşıyor.
Bölgede dönüşümü  sağlayacak olan etnik ve kültürel unsurlar artık  siyasileşme sürecine giriyor. Bu da giderek haritaların bir kez daha değişeceği sinyalini veriyor bana kalırsa. Önümüzdeki süreç, Birinci savaş benzeri etnik bir kalkışmanın Kürtler üzerinden gerçekleşeceğini gösteriyor.
Türkiye, Suriye, Irak ve İran coğrafyasında yüzlerce yıldır yaşayan ve son derece karmaşık  inanç, dil ve kabile düzenine sahip olan Kürtler,  tarih sahnesine bir özne olarak  çıkmaya başlıyor. Birinci savaş sonrasında ortaya çıkan Arap Milliyetçiliği öncelikle koloniyal (dış) güçlere karşı yerel (etnik) unsurların siyasallaşmasıyla iktidar mücadelesinde söz sahibi olmaya başlamışlardı. Bölgede özellikle çoğunluğa sahip olan  etnik grupların siyasallaşması süreci 1860-2000 yılları arasında yükselen  milliyetçilik akımlarıyla kendini göstermişti.  
Ulusallaşma sürecinde çoğunluk etnik grupların iktidara gelmesiyle yeni bir denge kuruldu. Post koloniyal süreçte azınlıkların çoğunluk milliyetçi akımlar içine asimilasyonu  gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu anlamda Baas tipi siyasi oluşumlar ulusallaşma tezinde baskı unsurunu da kullanmaktan çekinmemişti. [2]
Geçen gün eski haritalara bakmak üzere AKMED kütüphanesine  gittim. Harita bölümünde ciddi bir  koleksiyon tutuyorlar. Koleksiyonda on altıncı yüzyıl öncesine ait harita hemen hemen yok. Daha öncesine ait haritalara bakmak için farklı taramalar yapmak gerekli. Haritacılık zaten o yüzyılda keşiflerle birlikte başlamış olmalı. M.Ö: 5 binli yıllardan günümüze kadar orta doğuda yüzlerce uygarlık izini bırakmış. Günümüzden geriye doğru gidildiğinde 1923 öncesi haritalarda ciddi değişimler olmuş. En büyük değişim aslında Birinci savaş sırasında ve  sonrasında meydana gelmiş. Koloniyalizm ustaları  İngiliz ve  Fransız  orduları bölgede derin izler bırakmış. Etnik ve inanç bağlamında çok karmaşık bir yapıya sahip olan bölgeye sık sık müdahaleler olmuş. Ortadoğuda zaman hiç durmadan harita çizmiş durmuş. Güç dengeleri hangi tarafa meylederse o tarafa doğru yönelmiş çizgiler. Osmanlı İmparatorluğu orduları “kutsal topraklar” a doğru hareket ederken hayatlarında ilk kez ateşli silah ve zırhlı atlar  gören Memlûk’lar teknoloji karşısında boyun eğmekten başka çare bulamamışlardı. Yavuz Sultan Selim Han iki hamlede doğuda Sasani güneyde Memlûk topraklarını ele geçirip vergiye bağlamayı başarıyordu. Osmanlı öncesi siyasi  yapının  bugünkü etnik ve kültürel yapıdan çok farklı olduğunu varsayıyorum. O dönemde etnik unsurlar yok muydu? Vardı ama etnik grupların değil, vergi ödemenin geçerli olduğu feodal düzen güçlü olanın zayıf olandan vergi alması üzerine kurgulanmıştı.  Vergi ödemeyi reddedenler şiddetle cezalandırılıyordu. Önemli olan vergisini ödemekti. Ulusal sınırlar yoktu. Vergi toplanan vilayetler sistemi vardı. İşte Bilad Ül Şam, yani Şam vilayeti bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail topraklarını kapsıyordu. Arap, Kürt, Rum, Ermeni, Türk, gibi etnik grupların yanı sıra, Hıristiyan (Ortadoks,Katolik,), Müslüman (Sünni, Alawi, Nusayri, yezidi, İsmaili, Wahabi, Şafi), Yahudi, Mecusi,vb. gibi inanç grupları da bölgenin dokusunu oluşturuyordu. Bugün bu doku değişmemiş, giderek keskinleşmiştir. Ulusal devletler mozayiğinde iktidara sahip olmak isteyen grupların siyasi mücadelesi sürmektedir.

“Arap Baharı”  adı verilen hareket bir yılda çok mesafe kat etti. Tunus, Mısır, Libya, Yemen diktatörleri birer birer yok oldu. Sihirli bir el bunları yok etti. Toplumda bireysel özgürlüklerin hayata geçebileceği batılı anlamda demokratik kurumlar olmadığı için yukarıdan aşağıya doğru bir hareket başlatıldı. Ne oldu da bu diktatörler şimdi yok oluyor. Gerçek halk devrimi mi yaşanıyor yoksa göstermelik bazı güç odaklarının senaryolaştırdığı bir oyunla mı karşı karşıyayız?

Gerçekten neler olup bittiğini anlamak için uzun boylu düşünmeye de gerek yok. Orta Doğu artık eski düzeninde devam edemez: uzatma dakikalarını yaşıyor. Bu içi barut dolu fıçı patlamaya devam ediyor. Her  taraftan patlama sesleri geliyor. ABD’nin dünya enerji kaynaklarını ne pahasına olursa olsun kontrol altına alma isteği var. Petrole dayalı bir dünya ekonomisinin ne kadar hassas bir dengede durduğunu söylememize gerek yok. Astığı astık kestiği kestik diktatörlerin insafına bırakılamayacak kadar değerli enerji kaynaklarını daha güvenilir güç odaklarına teslim etmenin yolları aranıyor.  Irak ile başlayan hareket ABD’nin ve bölgede söz sahibi olmak isteyen diğer güç odaklarının da  çok şey öğrenmesine neden oldu.

Askeri güçle siyasallaşmış dinsel (kültürel)  gücün ortaklaşa yürütebileceği bir denge sağlamanın denemeleri mi gördüklerimiz?  Irakta gerek dini gerekse de etnik anlamda halk arasında uçurumlar olduğu ortaya çıktı. Bugün Irakta nasıl bir rejimin hüküm sürdüğünü bilen var mı? Ekonomisi ve siyasi  mekanizmaları hala onsekizinci yüzyıl model olan bu ülkelere ne kadar güvenilebilir? Petrole dayalı ekonomileriyle üretmeyen ama tüketen, bireysel hak ve özgürlüklerin olmadığı siyasal yapıların dönüşümü nasıl sağlanacak? Suudi Arabistan gibi bir örnek ortada varken nasıl bir demokrasiden söz edilebilir. Arap baharı neden Suudi Arabistan’a  ulaşamıyor?

Müslüman Kardeşler, tüm Ortadoğuyu saran bir siyasi ağ görünümü veriyordu. Mısır’dan Suriye’ye kadar uzanan hatta etkili olan örgütün önümüzdeki günlerde daha da güçleneceğini söyleyebiliriz. Sünni geleneğin daha hakim olacağı bir İslam dünyası da en azında Suud’lu aileler tarafından destekleniyor. Müslüman Kardeşler’in tüm bölgede yeni bir siyasi yapı oluşturacağına kesin gözle bakılabilir. Bireysel özgürlüklere susamış Ortadoğu bakalım bu badireden nasıl çıkacak?

Şia ve İran ötekileştirilirken Sünni güçler silahlandırılıyor. Suriye işte tam bu noktada önümüze bir sorun olarak geliyor. Şia Esed rejimi azınlıkta olmasına rağmen İran’dan aldığı güçle ayakta kalabiliyordu. Esed rejimi sona ererse İran’ın nüfuzu da zayıflayacaktır. İran rejiminin siyasi yapısı incelendiğinde karşımıza yine aynı yapı çıkıyor. İnanç temelli, bireysel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği baskı rejimi. Bugün Mısır’da ya da Tunus’da İran benzeri teokratik  bir siyasi yapının kurulmayacağını kim söyleyebilir? Otokratik rejimlerin alternatifi olarak sunulan teokratik yapıların önümüzdeki süreçte etkili olacağını söylemek mümkündür.

Orta Doğuda zaman akıp gidiyor. Yüz yıldır otokratik rejimlerle helak olan insanlar bir çıkış yolu arıyorlar. Mevcut siyasi mekanizmalar, siyasallaşmasına izin verilmemiş sivil toplum örgütleriyle sınırlı. Sendikalar, işçi örgütleri, baskı grupları yerine yeraltına inen dini yapılanmalar var. Bölgenin kültürel yapısı da buna müsait. Ulusal yapıların parçalanarak etnik ve dini temelli yeni siyasi yapılara dönüşeceği sinyalleri uzun bir süredir var. Eğer Irak’ta Kürdistan bağımsız bölge hükümeti varsa Suriye’de neden olmasın diye soruyor muhalifler. Irak’ın kuzeyinden sınırı geçen  gönüllü peşmergeler Ayn-El Arab bölgesine  konuşlandırılıyor. Bu organizasyonu kim sağlıyor?  Bilmiyoruz. Eğer Sünni bir devlet oluşumu gerçekleşirse Nusayri, Yezidi, gibi grupların durumu ne olacaktır?
“Suriye Kürtleri, daha çok ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda yaşarlar. İran, Irak ve Türkiye’deki Kürtlerin aksine birkaç bölgeye dağılmışlardır. Kuzeydoğu’daki Haseke vilaye-tinin kuzeyi -özellikle Türkiye sınırı boyunca-, Halep’in kuzeybatısında yer alan Kürt Dağı (Afrin) ve Fırat Nehri’nin Suriye sınırlarına girdiği yerde bulunan Ayn el-Arab, Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu yerlerdir.”[3]

Bütün bunların ötesinde Türkiye siyasi dengesinde iki önemli konu hala çözüm beklemektedir. Kürt ve Alevi açılımlarıyla başlayan siyasi süreç sonuçlanmamıştır. Özellikle Suriye ve Irak merkezli Kürt hareketleri giderek dünya kamuoyunda ses getirmeye başlamıştır. Göründüğü kadarıyla demokratikleşme yerine otokratikleşme, laikleşme yerine teokratikleşme açmazlarına düşen siyasi güçlerin çözümden uzaklaştığı bariz bir biçimde görünmektedir.

Ortadoğuda “zemberek kuşu”  zamanı yeniden kurguluyor. Çok geçmeden yeni bir dünyaya gözlerimizi açacağımız günler yakın galiba…




[1]Haruki  Murakami’ye Selam Olsun
[2] Suriyede toplumsal yapının dönüşümü ve Arap milliyetçiliğinin gelişimi, Fatih Koraş, Yüksek Lisans tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 2009 
[3]  Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin,Politikaları, Abdi Noyan ÖZKAYA



5 Tem 2012

Begonvil Esintileri


Fransız amiral Louis Antoine de Bougainville’e selam olsun …

Onun sayesinde bu muhteşem bitkiyle tanışmış olduk. Aslında “yeni dünya” dan “eski dünya” ya getirilen o kadar çok şey var ki?

İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler yeni dünyada ayak basmadık yer, keşfetmedik bitki bırakmamışlar.
Amerika kıtasının  1492 yılında Avrupalılar tarafından keşfedilmesi üzerinden  yüzyıllar geçmesine rağmen  begonvil keşfedilmeyi beklemiş.

Ta ki tüm dünyayı titreten Fransız Amiral 1780′li yıllarda onu Brezilya’da keşfedene kadar. Bu seyahatin de ayrı bir öyküsü var. Bu öyküyü Vikipedia’dan derliyorum.  Fransız amiral “circumnavigation.” adı verilen dünya turuna çıktığında onunla birlikte gemi doktoru olarak seyahat eden Dr. Philibert Commerçon, seyahat edilen yörelere ilişkin bilimsel kayıtlar tutuyormuş.

 Bahriyede bu bir gelenek olarak bildiriliyor. Doktorun sevgilisi ve asistanı Jeanne Baret, erkek  kılığında gemide onunla birlikte seyahat ediyormuş. Kadınların Fransız askeri gemilerinde bulunmalarının yasak olduğu  bu dönemde ilk defa bir kadın dünya seyahatine çıkıyormuş.

 Baret ile doktorun hikâyesi çok ilgi çekici.  Aradan çok zaman geçmiş ama yine de bu seyahatlerde Commerçon’un keşfettiği bir çok bitki var.  Bu keşfin amiralin pek umurunda olup olmadığını da bilmiyoruz. Aslında begonvil bitkisinin de umurunda olup olmadığını bilmiyoruz ama, ekvatordan Şili ‘ye kadar uzanan Güney Amerika’nın kadim bitkisi begonvil , amiral Louis Antoine de Bougainville tarafından sponsor edilen bir dünya turunda doktor tarafından keşfediliyor. İki gemiden meydana gelen filonun ana gemisi the Étoile’un kaptanı da bu keşif sırasında yerliler tarafından öldürülüyor

 Medeni dünyaya tanıtılma işlemi de bilim akademileri tarafından yapılmış. Bu bana geçtiğimiz yılllarda gördüğüm bir filmi anımsattı. “Master and Commander”  Patrick O’Brain ‘ın romamnından uyarlanan filmde gemi doktoru da kayıt tutan bir bilim adamı ve müzisyendir. Uzun gemi yolculuklarında keman çalarak seyahat ederler. Bol bol Lokatelli dinleriz filmi izlerken. İşte tam burada yüzyıllar boyunca deryaları titreten Osmanlı bahriyesinin hangi bitkiyi ya da hayvanı keşfettiğini sorgulamak gerekir. Bu her şeyden önce bir ilgi alanı meselesi. Bu konuda bir araştırma yaparak daha fazla bilgi toplamak gerekli.


Begonvili  ilk kez öğrencilik yıllarında Bodrum’da kaldığımız Mercan Pansiyon’un balkonunda görmüştüm. Çok farklıydı. Denizden gelen hafif esintinin yapraklarını titreştirdiği kokusu fark edilmeyen pembe çiçeklerin hafızamda durduğu yerde daha bir çok ilk arasında o da var. Begonvil deyip geçmemeli insan.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...