12 Kas 2012

Muharrem Orucu





“Yeryüzündeki her din, inanç ve ideoloji, bazı tarih, gün veya geceleri
diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı
kabul etmektedir. Buna bağlı olarak, toplumların hayatında inanç
ve gelenekten kaynaklanan bazı önemli günler, geceler ve aylar vardır.
Bu zaman dilimlerinde, meydana geldiği varsayılan veya gerçekten
meydana gelmiş olan bir takım olaylar sebebiyle, çeşitli kutlama
ve yas törenleri yapılagelmiştir. Böyle zaman dilimlerinin, ortak değerlere
sahip toplulukların sosyal ve kültürel hayatlarını hep canlı tutan
önemli unsurlar olduğu bir gerçektir.”Doç. Dr. Metin BOZKUŞ






“B-ism-i Şah, Allah Allah!
İmam Hüseyin’e, Onun soyuna ve dostlarına,
Selam olsun!
Yezid’e ve yandaşlarına yüz bin kere lanet olsun!
Hak matem oruçlarımızı kabul eylesin.
Gerçeğe hü!”[1]

İslam kültüründe Muharrem ayı  bir çok bakımdan önemlidir. İslam Kütürü’nün  1433 yılda göstermiş olduğu gelişmeye göre de farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların kaynağı zamn içerisinde oluşmuş mezheplere ve geleneklere göre de değişiklikler göstermektedir.  Her şeyden önce İslami takvimin birinci günü yani yılbaşı olması itibariyle önemlidir.
 Hicri takvime göre yılbaşı Muharrem ayının birinci günüdür. Cahiliye dönemi olarak kabul edilen Arap Yarımadasındaki İslam inanışı öncesindeki geleneklere göre haram aylardan biri olarak kabul edilen bu ayda Samî , İbrahimî geleneğe göre savaşmak yasaktı. Yasakların ötesinde Muharrem ayı İslamiyet öncesinde oruç ayı olarak da biliniyordu. Nuh Peygamber’den bu yana uygulanan bir ibadet bir ritüel olması itibariyle Muharrem orucunun  Yahudi dininde Yom Kipur[2] olarak bilinen kefaret orucuyla bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir. 
 Efsaneye göre rabbin yolundan çıkan insanları cezalandırmak için kararlı olan Rab , Nuh’a bir gemi yapmasını ve gemiye her canlıdan bir çift  almasını söyler. Yağmurlar başlar ve hiç durmaz. Dünya sularla kaplanır. Günahkar insanlar boğularak can verirler. Nuh ve ailesi ve gemiye aldıkları canlılar kurtulurlar. Tufan sonrası dünyayı kaplayan sularda uzun süre yol alan Nuh Peygamber ve ailesinin  yiyecekleri tükenmeye yüz tutmaya başlamıştır. Gemideki  tüm canlılar  açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.  Tanrının gazabı olarak nitelendirilen suların çekilmesi ve cezalarının bitmesi için  Nuh Rabbine yalvardı. Ertesi sabah ağzında bir zeytin dalıyla gelen beyaz bir güvercin suların çekildiği müjdesini getiriyordu. Elde kalan tüm yiyecekleri bir araya getirerek yapılan yemekle açlıklarını gideren peygamber ve ailesinin ölümden kurtuluşunu sembolize eden bu oruç ve Aşura geleneği tüm Samî dinlerle irtibatlandırılmaktadır.

İslamiyet’in doğuşu öncesinde Yahudi Hıristiyan kaynaklara göre özellikle Yom Kipur’da Yahudilerin Tişrin ayında tuttukları orucun  Muharrem orucuna sekretize olduğunu ileri sürenler az değildir. İslam kaynakları bu görüşü gerçeğe uygun bulmamışlardır.

Alevi kaynaklara göre bu yıl Muharrem Orucu, 12-13-14 Kasım 2012 tarihinde Masum-i Pak orucu ile başlayacaktır. Masum-i pak orucu isteğe bağlıdır. Muharrem orucu ise 15 Kasım 2012 tarihinde başlayıp 26 Kasım 2012 tarihinde tamamlanacaktır.

24 Kasım 2012 Cumartesi günü Hz Hüseyin’in şehadet günü olması nedeni ile anma ibadeti düzenlenir.  27.Kasım.2012 ise Matemin 13. Günü peygamberin soyunu devam ettiren imam Zeynel Abidin’in sağ kalması aşkına isteyen kurban keser.

Ayrıca matem bitimi Nuh’un tufandan kurtulmasını sembolize eden Aşure çorbası lokma olarak dağıtılır.
Muharrem’in onuncu günü Hz Hüseyin’in aynı zamanda kurtuluş günüdür. Bu manada bazı yörelerde ve dergahlarda Hz Hüseyin’in şehadet günü Aşure dağıtılmaktadır. İki günde diğer imamlar için oruç tutup matemin tamamlanması daha uygun görüldüğünden çoğunlukla aşure çorbası matemin 13. Günü yapılmakta ve matem tamamlanmaktadır.

Matem ayı boyunca su içilmez, et yenmez, kan dökülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, karı koca ilişkileri kesilir, Çalgı çalınmaz,eğlence düzenlenmez . Oruç tutanlar yatmaya yakın niyet ederek oruca başlarlar. Ayrıca sahura kalkmak yoktur. Güneşin batımı ile oruçlar açılır. Oruç gösterişten uzak sade yemekler ile susuz açılır.

Yoğurt, süt, gibi gıdalar az olmak şartıyla alınır. Kerbela çölünde şehit olan Hüseyin ve ailesinin halleri örnek kabul edilerek aşırılıktan kaçınılır. Gösterişe giren iftar yemekleri düzenlenmez. Başta fuzuli,yemini olmak üzere Hak aşıklarının deyişleri okunur.

Muharrem'in 10. Günü [3]

“Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70'den fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela'da şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir.”
 Diyanet İşleri Başkanı  Mehmet Görmez

Âşura  
Arapça “aşara” on demektir. Âşura kelimesi de Muharrem ayının onunu tasfir  etmesi gerekçesiyle Tükçeye  “Aşure” olarak girmiştir. Özel bir tatlının adı olarak bilinmektedir.  
“Muharrem[4] kelimesi de yine Arapçadan gelen bir kavram olarak Tükçeye girmiştir. Sözlük anlamı olarak: "haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan" demektir. Mekke’de “Cahiliye dönemi”nde  “Haram Aylar”dan biri olarak kabul edilen Muharrem ayı, savaşılmayan kutsal aylardan biri olarak bilinmekteydi.
Kimi araştırmacılara göre Âsûrâ Günü , Yahudi geleneklerine göre Musa ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve  oruç tutmakla mükellef olunduğu bir gündür. Bazı Araştırmacılara göre kutsal ay olarak kabul edilen Muharrem ayında aşağıdaki olayların meydana geldiği varsayılmaktadır.
1.      Âdem Peygamber ’in tövbesinin kabul edilmesi,
2.     Nuh Peygamber ’in gemisinin tufandan kurtulması,
3.      Yunus Peygamber’in balığın karnından çıkması,
4.     İbrahim Peygamber’in, Nemrut’un hazırlattığı ateşte yanmaması,
5.      İdris Peygamber’in diri olarak göğe çıkarılması,
6.     Yakup  Peygamber ’in oğlu Yusuf’a kavusması,
7.     Eyüp Peygamber’in  hastalıktan kurtulması,
8.      Musa Peygamber’in Kızıldeniz’i  asasıyla yararak geçmesi,
9.     İsa Peygamber’in doğum günü,
Bu kutsal günleri çoğaltmak mümkündür. Muharrem ayına atfedilen kutsallık bazı inanç sistemlerinde özel kutlamalarla, farklı ritüellerle de irtibatlandırılarak günlük yaşamın akışında farklılık yaratacak bir konuma erişmiştir. Örneğin Metin And’ın bazı çalışmalarında da etraflıca değindiği ritüeller ve değer yargıları karşımıza çıkmaktadır.
Bektâsîler, Alevîler, Kızılbaslar vb. kesimlerde Muharrem’in ilk on günü ve gecesinde su içilmez, tıras olunmaz, çamasır degistirilmez ve yıkanmaz/yıkanılmaz,aynaya bakılmaz, bir sey koklanmaz, sarkı söylenmez, çalgı çalınmaz, dans edilmez,gülünüp eglenilmez, dügün gibi toplantılara gidilmez, canlılar –böcek bile- öldürülmez,cinsel iliski olmaz, tütün içilmez, Ayn-ı Cem yapılmaz, zinet esyası takılmaz. Bu süre zarfında bir mâtem içerisine girilir. On iki İmam için on iki gün oruç tutulur.”[5]

Bu  inanca göre ibadet edenlerin uymaları gereken kurallar bütününü  özetleyen Metin And günümüzde giderek önemi artan bir Alevi Bektaşi geleneğini tasfir etmektedir.


İslami Yılbaşı

Muharrem ayı aynı zamanda İslami yılbaşı olarak da kabul edilmektedir. Her inanış sisteminde özel günler vardır. İslam inanışına göre Muharrem ayı kutsal bir aydır. Bu ayla ve özel günlerle alakalı Kur’an’da ayetler mevcuttur.

“Doğrusu ayların sayısı Allah yanında on iki aydır. Gökleri, yeri yarattığı günkü Allah yazısında, bunlardan dördü haram olanlardır. Bu, işte en payidar, en doğru dindir; onun için bunlar hakkında kendini,ze zulmetmeyin de müşrikler sizinle topluca savaştıkları gibi, siz de onlara topluca savaşın ve bilin ki, Allah korunanlarla beraberdir.”
 Tevbe Suresi, 2-36 Kur’an –ı Kerim’in yüce meali, Elmalılı m. Hamdi Yazır, s.109


Kerbela

Muharrem ayının İslam dininde en büyük ayrılığın tohumlarının atıldığı bir ay olmasını da unutmamak gerekir. Haram aylardan kabul edilen bir ayda meydana gelen ve bir katliamla sonuçlanan saldırı islam dininde tamiri mümkün olmayan bir çatlak meydana getirmiştir. Bu olayı  Prof. Dr. B. T.Menemencioğlu’ndan[6] okuyalım.

“Hicri takvime göre, Muharrem ayı Bektasiler ve Aleviler için özel bir önem tasır. Muharrem ayını bu denli özel kılan, Bektasi ve Alevi dünyası için yine çok özel olan, “Kerbela” olayının bu ay içinde meydana gelmis olmasıdır. Her yıl “Kerbela” olayının yıldönümüne denk gelen dönemde, özel törenler uygulanır. Türkçe karsılıgı “tasa” anlamına gelen “kerb” sözcügünden hareketle olayın gerçeklestigi yere, “Kerb-ü bela” adı verilmistir. Bagdat’ın 90 km kadar güneybatısındadır. Fırat’a olan uzaklıgı ise 25 km.dir. Kerbela olayı sadece Bektasi ve Alevilerce degil, tüm islam dünyasınca bilinen, anılan ve üzüntü duyulan bir olaydır. Ancak, bu olay, Bektasiler’de ve Aleviler’de çok derin izler bırakmıstır ve bir “ibret olayı” olarak yasantılarında, günümüzde de önemli yer tutmaktadır. Kerbela olayının temelinde iki temel karsıtlıgın savası yatar. Bu karsıtlıklardın biri “iyi”yi, digeri “kötü”yü simgeler. Esit kosullarda bir savas olmadıgı için, diger bir deyisle taraflardan biri, bir anlamda tuzaga düsürüldügü için ise , “mazlum” ile “zalim”in savasıdır ve bir zulmün hikayesidir.”

Kerbela’da meydana gelen katliamın detaylı bir geçmişi de var. Günümüzde etkisisini sürdüren ve İki akraba ailenin birbiri ile mücadelesinin , bir iktidar mücadelesinin de trajik hikâyesidir bu. [7]

Kerbela olayı, bir çok din tarihçisi tarafından İslam dininde hizipleşmenin, mezhepleşmenin ana nedeni olarak gösterilir. Bu tartışmalarda görüldüğü kadarıyla ”Şia” ve ”Sünni” ve ”Harici” mezhep  ayırımının  ”teolojik” yanından çok siyasi sebep ve sonuçları belirginleşir. Din ve siyaset giderek   ”inanç” ve  esasları, ritüelik aykırılıklar, farklı bakış açıları yerine iktidar ve ”halifelik makamı”  kutuplaşması  büyük bir öneme sahip olur.

Muharrem ayı, günümüzde toplumun Şiî  kesimi tarafından ”Matem” ayı olarak kabul edilir. Bu matem Kerbela’da işlenen cinayetin matemidir. İnananlar bu ayda oruç tutarlar. Muharrem  orucu 12 gün sürer. Muharrem ayının onuncu günü ise âşure kaynatılır ve  matem sona erer. Muharrem Orucu, bir susuzluk orucudur. Kerbela’da Yezid tarafından uzun süre susuz bırakılan ve sonra katledilen Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in ve ailesinin  anısına yas tutulur, su içilmez bir tür empati yapılır. Muharrem ayı ve onu takip eden Sefer ayı boyunca yas tutulur. Caferiler özel olarak ”Taşura” (dokuz)  ve Aşura (on) günlerinde siyahlar giyerek, elleriyle başlarına ve göğüslerine , ellerindeki zincirlerle de sırtlarına  darbeler indirerek yürürler. Bu  yürüyüş Hz. Hüseyin ve ailesinin  çektiği ızdırabı   remzeder.

Hilafet Mücadelesi

Hz. Muhammed’in vefatından sonra oluşan idari ve ruhani boşluğu doldurmak amacıyla  ”Halifelik” makamı etrafında ileri gelen kabileler arasında bir iktidar mücadelesi ortaya çıkmıştır.[8] Hz. Muhammed hem devlet başkanı hem de dini lider olarak müstesna bir iktidara sahipti.

Ebubekir’in (632-634) ilk halife seçilmesi konusunda  farklı görüşler mevcuttur. Ali taraftarları Ebubekir’in halife seçilmesini ruhani değil siyasi bir manevra olarak görürler. Esas fikir ayrılığı Kur’an’ın muhtevası üzerinde değil,Hz. Muhammed ile   ”kan bağı ” konusunda ortaya çıkmaktadır. Ali taraftarları ”Ehl-i Beyt” mensubu  olmayan birinin halife seçilemeyeceğini ileri sürerler. Bazı tarihçilere göre Hz. Muhammed sonrası ”Dört Halife Dönemi” olarak bilinen dönemde hilafet mücadelesinin çok kanlı geçtiği anlatılır. Ebubekir’in vefatı etrafında da farklı görüşler vardır. Onun vefatıyla vasiyeti üzre  yerine Ömer(634-644) seçildi.

Ömer’in vefatı üzerine halife olan Osman(644-656), Mısır, Küfe ve Basra’dan gelenler tarafından  Miladi 656 yılında öldürüldü. Onun yerine Ali (656-661) seçildi. Burada seçimlerde belirgin rol oynayan Haşimi, Emevi, gibi kabilelerin ileri gelenleri olduğu söylenir. Ali’nin halifelik dönemi anlaşmazlıkların arttığı, kabileler arasında husumetin çoğaldığı bir dönem oldu.

Cemel savaşı, Sıffin savaşı, Ali, Ayşe, Muaviye taraftarları arasında binlerce müslümanın öldüğü üzücü olaylardır.Ali’nin bir suikastle öldürülmesi ardından Ali’nin oğlu Hasan, halife ilan edildi. Mısır ve Şam valileri ise Muaviye’ye bia’at edip Hasan’a  itiraz ettiler. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Hasan belirli şartlar ileri sürerek halifelik talebinden vaz geçebileceğini Muaviye’ye bildirdi. Muaviye şartları kabul etti ve halife seçildikten sonra oğlu Yezid Hasan’ı zehirleyerek öldürmesi için eşi Ca’de yi bir şekilde ikna etti. Sözlü tarihe göre Yezid’in , Ca’deye 10 bin dirhem gümüş, Irak’ta 10 pare köy ve kendisini alacağını vaat ettiği söylenir. Hasan ’ın yüz kadar kadınla evlilik yaptığı da rivayetler arasındadır. Ca’de’nin de cinayet sonrasında gittiği Şam’da  Muaviye tarafından öldürüldüğü söylenir.
Muaviye dönemi İslamiyet Tarihi’nin dört halife döneminde başlayan ”hilafet”[9] geleneğinin ”saltanat”[10] haline dönüştüğü ve rekabetin ortadan kaldırılması için suikastlerin yapıldığı,  cinayetlerin işlendiği ve toplu katliamların yapıldığı çok kanlı bir dönem olmuştur. Yezid babası Muaviye’nin işaret ettiği Ehl-i Beht muhtemel muhalefeti ortadan kaldırmak için kendisine bi’at eden valilere Hüseyin ve ailesinin ortadan kaldırılması talimatını vermiştir.Bu talimatlara göre hareket eden Ubeydullah, Rey valisi tayin ettiği kıyıcılığıyla bilinen Ömer’i Hüseyin ve ailesini ortadan kaldırmakla görevlendirdi.[11]





[1] Yrd. Doç. Dr. Erdal YILDIRIM, TUNCELİ YÖRESİ ALEVİLERİNDE MUHARREM AYI’NIN ÖNEMİ VE AŞURE GELENEĞİ,  Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
[2] Yom Kippur (Kefaret Günü)
Musevilikte Musevi Takvimi'nin ilk ayı olan Tişri ayının 10. günü yaklaşık 26 saat boyunca tutulan büyük oruç.
Museviliğe göre bir insanın kaderi bir yıl önceki hâl ve hareketlerine göre yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen kişilerin kaderi bir yıl sonra için iyi yazılır.
Musevi Yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kippur arasındaki 10 gün boyunca bir vicdan muhasebesi yapılır ki buna İbranice teşuva (geriye dönme) denir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı davranışlar gözden geçirilir insanlara karşı yapılan haksızlıklar için insanlardan özür dilenir ve helalleşilir. Tanrı'ya karşı işlenen suçlar için de tövbe edilir. 9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce oruca başlanır. 26 saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca yemek yemek ve içmek, yıkanmak, parfüm sürünmek, çalışmak, ateş yakmak yasaktır. Güneşin batmasıyla Sinagog'a gidilir ve 2 saat süren dini törenden sonra eve dönülür ve yatmadan tekrar vicdan muhasebesi yapılır.
Sabah erkenden kalkıp Sinagog'a gidilir ve yaklaşık 12 saat boyunca Sinagog'da aralıksız Yom Kippur için yapılan dualar, tövbeler ile vakit geçirilir. Güneşin batmasından yaklaşık 40 dakika sonra Tokea adı verilen kişi koç boynuzundan yapılmış bir boruyu (Şofar) çalarak orucun bittiğini ilan eder. Bu oruç yaklaşık 25-25.5 saat sürer.
Şofar'ın çalınmasıyla birlikte tören sona erer ve Tanrı'nın insanların gelecek yıl için kaderini yazdığına ve iyi kişileri hayat kitabına (Sefer Hayim) yazdığına inanılır. Kaynak: http://www.turkyahudileri.com/content/view/722/277/lang,tr/


[3] Şii ve Sünni Topluluklarda Muharrem Ayı Etkinlikleri,Nuh Çakır, Yüksek Lisas Tezi, Erzurum 2008
[4] “Muharremü’l-Haram”
[5] Metin And,
[6] Bektasi ve Alevi Geleneklerinde “Muharrem”Prof. Dr. Belkıs (Temren) Menemencioglu
[7] Menemencioğlu
[8] Kerbela Methiyeleri, Bünyamin Çağlayan,Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü, Doktora Tezi, Ankara 1997

[9] “Bir fıkıh terimi olarak hilâfet, İslâm toplumumun ve devletinin başkanlığını ifade etmektedir. Hilâfette:
a) Hâkimiyetin kaynağı Allah'tadır, bunu, -Allah böyle istediği için- ümmet temsil eder ve bir elde toplanması gereken selâhiyetleri seçim ve bey'atla halîfeye devreder, ümmetin denetim selâhiyet ve sorumluluğu devam eder. Halkın hâkimiyeti Allah'tan geldiği ve O'nun rızâ ve irâdesi istikâmetinde kullanılıp temsil edildiği için hilâfet demokrasiden de farklıdır. Demokrasilerde hâkimiyet -teorik olarak- kayıtsız, şartsız halkındır.
b) Halîfe ümmetin rızâsı ile iktidara gelir ve iktidarda kalır.
c) Halîfe olma vasıfları devam ettiği ve görevini uygun bir şekilde yürüttüğü müddetçe iktidarda kalabilir.
d) Teşrî yetkisi Allah'a aittir (Kanun vâzıı Allah Teâlâ'dır). Ümmetin, müctehidlerin ve bunlardan birisi olarak halîfenin yetkisi, araştırma, yorum, ictihad, istişare yoluyla ilâhî kanunu keşfedip ortaya çıkarmak ve uygulamaktır. İlâhî kanunların kaynağı vahiy ve akıldır. Hüküm ve kanun önce açık vahiy ifadelerinde (âyetlerde ve hadîslerde) aranır, burada bulunanlar kanun şekline sokulur ve uygulanır. Meselenin, hâdisenin, konunun özel hükmü vahiy kaynağında yoksa, bu kaynağın genel (çerçeve) hükümlerine bakılır. Burada da aranan bulunamazsa yine -geniş mânâda vahye dayanan- fayda prensibine (akla) başvurulur; akıl, dînin amaçlarını ve bilimi, tecrübeyi, ihtiyacı.. göz önüne alarak en faydalı olan çözümü, uygulamayı keşfeder ve bu kanunlaştırılarak uygulanır. Zamanın ve şartların değişmesi ile fayda ve zarar durumu ve hükmü değişirse kanun da buna göre değiştirilir ve yeni kanun yine ilâhî ve şer'î olur (çünkü uygun metodlarla hep O'nun irâdesi keşfedilmeye çalışılmıştır, O'nun irâdesine uygundur diye benimsenmiştir).
Kazâ ve icrâ yetkileri ümmet adına halîfededir; halîfe bu yetkileri, ümmetin temsilcileri ile danışmalar yaparak Allah'ın irâdesine ve ümmetin menfâatine uygun olarak kullanır, kullandırır.
e) Halîfenin yerine geçecek olanı belirleme selâhiyeti halîfeye değil, ümmete aittir. Halîfe aday gösterebildiği gibi, başkaları da aday gösterebilir. Adayın halîfe olması ümmetin seçip, rızâ gösterip bey'at etmesine bağlıdır. Halîfenin çocuklarının ve yakınlarının, yerine geçme bakımından bir imtiyazları yoktur.
f) Hükümdarlar diledikleri kimselere danışarak veya hiçbir kimseye danışmadan devleti yönettikleri hâlde halîfe ümmete veya onun temsilcilerine -yönetimin amaca uygun olabilmesi için kimlere danışmak gerekiyorsa onlara- danışarak devlet işlerini yürütür.” Kaynak: http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0988.htm
[10] Hilafet şûra esasına dayanır. Yani halife müslümanların istişâresi ve seçimi (bey'at) sonucunda işbaşına gelir. Saltanatta ise buna yer yoktur. Saltanat babadan oğula geçen bir hak olarak kabul edilir. 
[11] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa,

5 Kas 2012

Açlık Grevi


  Açlık grevlerinin ne anlama geldiğini anlamak için günbatımını izlemek yeterli oluyor. Yaşamın  tükenen saatleri. Hapishanelerde yaklaşık 900 tutuklunun açlık grevine başlamasıyla  siyaset sahnesinde yeni bir sayfa açıldı. Açlık grevi yapanların PKK örgütü üyeleri oldukları bildiriliyor. Acaba bu doğru mu? Hiç bir bilgiye güvenilmiyor artık. hele resmi kayıtlar artık iyice güvenirlikten uzak. Adalet bakanı 66 hapishanede 770 tutuklu diyor, başbakan bir kişi diyor. Trajikomik bir durum. Basında ise bu konuda yeterli bilgi yok.
Pazar gününün medyaya yansıyan üç yurtiçi  haber ekseni vardı.
  • Açlık grevlerine destek vermek isteyenlere biber gazıyla müdahale eden polis,
  • MHP kongresinde yeniden ortaya çıkan ulusalcı milliyetçi damar,
  • Kızılcahamam’da ne amaçla biraraya geldikleri çok iyi anlaşılmayan AKP milletvekilleri toplantısı.
Tüm medya bu üçlemenin peşine düştü. Toplama uzmanlar, yıldız gazeteciler ve sözüm ona yorumcular döndüre döndüre bu üçlemeyi sakız ettiler.
Ekranları başında  oturan oyverenler kendi sorunlarıyla alakalı hiç bir şey duyamadılar. Bireysel özgürlükler, İşsizlik, sağlık, eğitim, güvenlik, kültür, vb. gibi oyverenleri yakından ilgilendiren konularda tek bir program yoktu. Toplum yeniden “Takrir-i Sükûn” günlerine döndürülmüştü. 1925 yılında çıkarılan kanunla ülkede huzuru sıkıyönetimle sağlamayı düşünen zihniyetin çok değiştiğini söylemek mümkün değil. Devlet yine aynı devlet. Özgürlükleri baskıyla kısıtlayıp muhalefeti yok ederek huzuru sağlamayı amaçlayan zihniyet çok değişmemiş.
Acaba açlık grevi yapan Kürtlerin istekleri nedir? Tutukevlerine “PKK örgütü üyesi”, “PKK sempatizanı” şüphesiyle alınan kişilerin yargılanması yapılmış mıdır? Bu kişilerin hapishanelerde çok zor koşullar altında bulunduklarını uluslararası kuruluşların raporlarından biliyoruz. Bu koşulların iyileştirildiği konusunda da bir haber yok. Açlık grevi yapanların hukuktan umudu kestikleri ve bir intahar eylemi olan açlık grevine başvurduklarını söylemek mümkün.
Tarihsel olarak bakıldığında antik çağda da görülen bu şiddet içermeyen eylemin geçmişi çok ilginç.
M.Ö. 800 yılarından itibaren İrlanda ‘da “Troscadh” veya  ”Cealachan” olarak bilinen eylem, davacının davalının kapısında hakkını alana kadar oturarak açlık grevi yapmasını kayda alınmış. Hindistan’da “Valmiki ramayana” olarak bilinen aynı tür eylem ise MÖ. 700 yıllarında ilk kez görülmüş. Gandi’nin 1922 yıllarında açlık grevi yaptığı bilinmekte. İngilterede ise süfrajet olarak bilinen kadın hakları savunucularının açlık grevleri de biliniyor.
Türkiye’de açlık grevleri tarihinde yerini alan ülkelerden. Nazım Hikmet’in yaptığı açlık grevi biliniyor. 1970′li yıllarda tek tük vakalar görülmesinin ötesinde en vahim olay  1980 yıllarında açlık grevi yapan dört tutuklunun ölümle sonuçlanan açlık grevi olarak  dünya literatüründe yerini almış durumda. Daha sonra 1996, 2000 yıllarında yapılan açlık grevlerinin de elim sonuçları var.
Açlık grevlerinin 54-72 gün içerisinde ölümle sonuçlanacağı tıbben biliniyor. Sıvı alarak açlık grevi yapanların 72 saat sonra ciddi tıbbi hasarlara açık duruma gelecekleri ifade ediliyor. Neresinden bakılırsa bakılsın açlık grevleri vücutta kalıcı hasarlar meydana getirebiliyor.
Hukuki olarak bakıldığında uluslararası hukuk kuralları Tokyo Bildirgesi’nin 6. maddesinde doktorların belli sınırlar dahilinde müdahale etmesi ve ikinci bir hekime danışarak hareket etmesi öngörülmüş:
“Bir hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim, beslenmeyi gönüllü olarak reddetmenin yol açacağı sonuçlar üzerinde kişinin tam ve doğru bir yargıya varacak yetenekte olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından hükümlüye anlatılması gerekir.”
Öte yandan Malta Bildirgesi olarak bilinen dokümanın  21. maddesinde zorla beslemenin insanlık dışı ve aşağılayıcı bir hareket olduğu belirtiliyor. Bu anlamda devletin açlık grevi yapanlara zorla müdahale etmesi söz konusu bile değil.

Yaşamlarını sonlandırmak üzere tek umutlarını oyverenlerin ve dünya kamuoyunun merhametine bırakan bu insanlara destek vermek isteyenler de cezalandırılıyor. Ülkenin dört bir yanında eylemlere destek vermek isteyenlere biber gazıyla ve suyla müdahale ediliyor.
İşin en üzücü tarafı ise 89. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi partileri, sivil toplum kuruluşları, medyası konuya insani açıdan bakmıyor.
——————————————————–
 Yararlanılan kaynaklar:  Ahmet Taşkın, Türkiye’de ve Dünyada Açlık Grevleri, Ankara, 2006. Vikipedi

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...