5 Eki 2013

Dünya[1]




“İnsan, o kadar çok duygusunu gizlemek zorunda kalıyor ki, utançtan yüzü kızarıyor.”
Jorge Luis BORGES:

Dünya kelimesinin kökeninin Arapça olduğunu ileri sürenler var. Bu araştırmacılara göre de etimolojik anlamı ise “aşağıda olan” , “aşağılık olan” demek oluyormuş. Dünya kavramının biri somut diğeri ise soyut olmak  üzere iki anlam alanı olduğunu söylüyorlar.

Somut anlamlara bakıldığında  yeryüzü, yerküre, soyut olarak bakıldığında ise  iki farklı yaşamdan söz edildiği söylenebilir: Aşağıdaki yaşam ve yukarıdaki yaşam. Değişik dillerde farklı soyut anlamların yüklendiği “dünya” kelimesinin bir çok disiplinin yer aldığı sosyal bilimler alanında siyaset, hukuk, müzik ve felsefenin konusu olduğu da söylenebilir.

Dünya aslında bir varoluş alanı olarak çıkıyor karşımıza. Varoluşun miti, varoluşun hikayesi hep dünya ile ilişkili. Dünyaya gelen insan, ölünce bu dünyadan “ebedi maşrık” a yolcu ediliyor; ya toprağa gömülüyor ya da yakılıyor. Kimi inanışlara göre öteki dünyada bilinmeyen bir yere bilinmeyen bir zamana göç ediyor. Özel bir törenle  öbür dünyaya yolcu ediliyor. Fani dünya, yalan dünya gibi tanımlarla bazı inanışlar yaşanan ortamın ve çağın anlamsız kılınmasına, yaşanan dünyanın esas olmadığını bir suret olduğunu serzeniştiriyor.  Dünya yaşamı bir yerde asıl yani gerçek olmayan bir kavrama indirgenmek isteniyor. “Boş dünya”, “yalan dünya” tanımı da bir yerde bir başka soyut kavramı güçlendirmeye çalışıyor. Vaat edilen dünya da diyebiliriz buna. İnançla ilişkilendirebileceğimiz bu soyutlama ölümlü insan için ölümsüz olma fırsatı oluyor bir yerde. Dünyanın bu halleri inançla bağlantılı denebilir. Öte yandan siyasetin de dünya kavramıyla yakından ilgilendiğini biliyoruz. Dünyanın hakimi olma rüyasıyla yığınları peşinden sürükleyen İskender, Sezar, Napolyon ve Hitler unutulmamalı.   Para kazanan insan ise dünyalığını yapıyor. Yaşam alanı olarak dünya bir zindan da olabiliyor bir cennet de. Dünya tersine dönebiliyor. Birilerine dünyayı dar etmek isteyenler de olabiliyor. Bir anlamda dünya kavramı yaşamla eşanlamlı gibi. Yaşam ve dünya her çağda farklı kavramları taşıyor.

Dünya varsa zaman da var; Dünya yoksa zaman da yok diyebilir miyiz? Kimi Yunan filozoflarına  göre iki tür zaman var: “Kronos” zamanı ve “Aion” zamanı. Zamanın anlamlandırılması ise soyut düşüncenin gelişimi ile alakalıdır. Deleuze ‘ a göre düalist düşünce paradigması gerçeğin zıtlıklar ötesindeki nüanslarının ortaya çıkmasını engellemektedir. Ampirist felsefenin önde gelen filozofu  Descartes  ise duyuların tanıklığına başvuruyu,  deneyimler hakkındaki yargıları reddeder;  matematik ve mantıktan da kuşku duyar. İnsanın deneyim elde etmeden “cogito” benlik bilgisi elde edebileceğini savunur. “Cogito ergo Sum” sözü ünlüdür. Bu Türkçeye “Düşünüyorum öyleyse varım.” olarak çevrildiğini görürüz. Bu çeviri ne kadar doğrudur? Kartezyen cogito düşüncesi deneyimden çok inanca dayanmaktadır. Cogito ise benlik bilgisi olarak çevrilmelidir. Düşünerek kendi benlik bilgisine erişen öznenin (insanın) gerçeklerden uzaklaşacağı kuramı Deleuze ‘a aittir. Deleuze insanı eylem yapmaya, deneyim elde etmeye ve ancak bu sayede gerçek benliğine yaklaşabileceğini ileri sürer. Deneyimi olmayan bir özne giderek kendi algı sınırı dışındaki kurgulanmış olayları gerçek gibi algılama eğilimine ulaşacaktır.




Dünyanın seni etkileyen yanı ise bir gezegen olarak büyüklüğü. Kırk bin kilometre uzunluğunda çapı olan bir küre. Dünya üzerinde kaç ülke yaşadığı, kaç dil konuşulduğu, hayvan ve bitki türleri gibi muazzam bir aritmetik yığınını oluşturan sayısal değerler ise bir bilgi yığınından öte bir şey değil. Bu bilginin neye yarayacağı ise ayrı bir tartışma konusu olabilir. Dünya konusunda bilgi edinmek için öncelikle bu bilgiyi ne yapacağını düşünmen gerek. Dünyanın çapını bilmek ne fayda sağlayacak? Uzay endüstrisi için faydalı olabilir, metroloji için faydalı olabilir. Başka alanlar için de faydalı olabilir ama aç Afrikalı yığınları doyuracak bir işe yaramadığı kesin.

İnsan yaşamı yani ömrü mevsimlerle de ölçülebilir. Kaç bahar görebilirsin? Kaç kez denize girebilirsin? Ölmeden önce yapmak istediğin on şey nedir? İşte bunlar hep göreceli sorular olarak karşına geliyor. Bugünden başlayarak geriye gitsen, doğduğun güne örneğin ve oradan babanın doğduğu güne oradan da dedenin doğduğu güne. Bu zaman yolculuğunu yapmak için bilgiye ihtiyacın var. Bu bilgilerin zaman ekseninde dizilişi ayrı bir sorunu beraberinde getirecektir.

Büyük medya devlerinin sayfalarına  bakıyorsun. Sayfanın sol yanında en yukarıda “world” kelimesini görüyorsun. Yani dünyadan haberler. Özellikle de Ortadoğu ülkelerinden haberlere rastlıyorsun. İran bu aralar dünyanın en sıcak ülkesi. Sonra Irak, Suriye ve Mısır. Ortadoğu ülkelerinin haberleri dünyadan haberlerin odağında yer alıyor.

Ülkeleri tanımak, sorunları anlamak farklı kültürden olan insanların birbiriyle barış içinde yaşaması için gerekli. İranlı bir taksi şoförü ile New Yorklu bir taksi şoförü oturup konuşsalar acaba birbirlerini anlayabilirler mi?  Farklılıkları ne kadar önemli bir sonucu doğurur. Öte yandan İranlı bir politikacı Birleşik Devletler  politikacısıyla oturup konuştuğunda dünya geriliyor. Nükleer bomba tehdidi, kimyasal silahlar ve diğer tehditler havaya savruluyor. İşte tam burada ülkeleri bir tespih  tanesi gibi bir ipe dizemeyeceğinizi anlıyorsunuz. Kültürlerin çatışması, kültürlerin odağında insan gibi bir çok kavramla boğuşmak zorundasınız. Dünya başlığı altında yer alan yazılar biraz da bu öteki olanı anlama uğraşısının kayıtları olarak değerlendirilmelidir.

İlkçağlardan beri evrensel kültürün bir öznesi olma uğraşı veren insan  inanç ve güç dengesinde ince bir çizgide yürüyerek yol almıştır. Bilgili ve eğitimli olan azınlıkla bilgisiz ve eğitimsiz olan çoğunluğun orantısız ilişkilerini yönlendiren bir seçkinler grubu hep var olmuştur.

Kanun koyucu seçkinler sınıfı öncelikle kendi çıkarlarını  gözeterek güç piramitleri oluşturmuşlardır. Yığınlar birey olduklarını idrak etmede zorlanırlar. Çağımızın felsefecilerinden Deleuze’ün  bir özne olarak bireye yaklaşımı beraberinde bir çok felsefi soruyu da getirmektedir.
Bireyselleşme sürecine giren idrak etmeye çalışan insan olayların kurgusu içinde yığınların yapay kollektif bilinci altında ezilebilir de. Yığınların  cehalet fırtınalarında sürüklendiği yapma limanlarda bireyselleşmeden söz etmek bireyselleşme sürecini yaşayan insanın güvenliğini ve özgürlüğünü tehdit edebilir. İnandırılan ve sorgulamayan yığınların acımasız infazlarına yön veren seçkinler bazı durumlarda dünyanın gidişini farklı coğrafyalara sürükleyebilecek yalanlar üretebilirler. Bir özne olarak insanın dünya üzerinde tek başına olmadığını söylemek gerekir. Bireyselleşme sürecinde değişim geçiren “ego” düşünce yeteneğini yani “cogito” özelliğini düalist bir dar alana hapsedip özgürlüğünden fedakarlık edebilir. Olaylar bütünü içinde bir zaman örgüsü üzerinde hareket eden “ben” düalist dünyanın  var olduğu ikili alanda kamayı veya kalmamayı seçecektir. İyinin kötüyle var olduğu bu dünyada “ben” bir özne olarak görünmeyecektir. Her zaman bir yığın olarak görünecek ve görülecektir. Kültür sınırlarıyla etiketlenen “ben” o etiketin tutsağı olacak, yeni bir “ben” yaratmaya çalışsa da bunda başarılı olamayacaktır.

Dünya ve varoluş ilişkisi düşünüldüğünde insanın yıllar öncesinden gelen “düalist” düşünce geleneğinin insanın özgür düşünme eyleminde bazı engeller oluşturduğunu ileri süren felsefecileri hatırlamamak elde değil. Yıllar boyunca insanlar karşıt anlamlar üretilerek ilerleyen düşünce yapısı gereği zıtlıkların ötesine geçemeyen, yeterince detaylı düşünmeyen kolaya kaçan beyinlerin ürettiği düşüncelerle beslendi. İnanç ve bilim ortaçağda birbiriyle zıt kutuplara yerleştirildi. Bilim adamları dinsiz kafirler olarak ilan edildi. Yakıldı, asıldı ve yok edildiler. Bilim adamları din adamlarını öldürdü mü? Tarih sahnesinde böyle bir şey yok. Hep din adamlarının kıyımı ve zulmü var. Bilim adamlarının doğrudan zulüm ve kıyım yapıp yapmadıkları Hiroşima’ya atılan bomba kapsamında tartışılmaktadır. Bir yerde paralellik kurulabilir. Ortaçağdaki Tapınak Şövalyeleri dışında din adamlarının doğrudan insanlara zarar verdikleri çok az görünür. Din adamları etkiledikleri kralın askeri gücüyle ölümlere sebep vermişlerdir.  Bu anlamda dolaylı olarak zulüm etmiş ve kıyım yapmışlardır. Aynı şekilde bilim adamları icat ettikleri silahlar vasıtasıyla insanlara zarar vermişlerdir. Günümüzde bu zarar sürmektedir. Zaman ekseninde geçmişe bakan öznenin şimdi ve gelecek sarmalında deneyimlerine dayanarak algıladığı gerçek önem kazanmaktadır. Deleuze’un “Kronos” ve “Aion” zaman kavramlarına değinmekte sonsuz fayda var.

“Deleuze Ayrım ve Yineleme’de zamanın üç sentezi üzerinde durur ve oluşa izin vermesi açısından Nietzsche ile birlikte gelecek zamanı olumlar. Ama daha sonra gittikçe zamanı olayla olan birebir ilişkisi içinde düşünür ve Aion ve Kronos zaman ayrımı yaparak geçmişin ve geleceğin şimdi içinde kasıldığı bir olaysal zaman düşüncesi geliştirir. İkinci zaman (virtüel geçmiş), şimdiyi tasarlamayı bırakmadığı sürece, birinci zamanın (edimin şimdisi) tamamlayıcısı olmaktan çok rakibidir. Bu
düşünce artık Kronos’un egemenliğine izin vermeyen bir düşüncedir. Tamamlama daha çok ikinci zaman ile üçüncü zaman (bengi dönüşün geleceği olumlaması) arasında gerçekleşir: “geçmişi ve geleceği genişleten ve içine çeken bir şimdi yerine, Aion ile birlikte yayılan şimdi, geçmişin kısımlarına ve geleceğin kısımlarına bölünme süreci içinde buharlaşır” (Deleuze, 1969: 78). Yani artık Kronos’un yayılan şimdisi yoktur, sadece Aion’un sonsuz geçmiş ve geleceği vardır.”[2]Kudret Aras, Doktora Tezi, S. 142


Kudret Aras’ın doktora tezinde kapsamlı olarak incelediği Deleuze düşüncesine göre, Aion’un sonsuz geçmiş ve geleceği vardır. Yani zaman bin parçaya bölünmüştür. Bu ne anlama gelmektedir? “An-ı Daim” kavramı Aion’u açıklamaya yeterli midir?  Aslında değildir. Paradoksal bir şimdi yerine interaktif ve dönüşüm geçiren ve sürekli hareket halinde olan deneyimlerin varettiği bir öznenin  şimdisinden söz ediyor. Bir kısmı geçmişte olan bir kısmı gelecekte olan ve sürekli değişen bir şimdiden söz ediyoruz. Bu dünyaya geri dönen insan varolduğunun da bilincine erişecektir. İnsan toplumsal olayların tam ortasında deneyim kazanmaktadır. Algıladığı olaylar onun varlığının bir parçasıdır. Siyasi ya da gayri siyasi diye düalist bir düşünce tarzının ürettiği  aion yerine siyasi olayları algılayan özne kendine göre çıkarımlar elde etmek için o olayların ortasında yer aldığının bilincinde olmalıdır. Deleuze  dünya yaşamını yani insanın varoluş paradoksunu  aion kavramıyla çözümlemeye çalışmaktadır. Nasıl bir dünya ? Şizofrenik bir dünya .





[1] Bu denemeler 2007-2013 yılı arasında yazarın  www.yavuzcekirge.com ve www.yavuzcekirge.blogspot.com adresinde yayınlanan blog metinlerinden  derlenmiştir.
[2] Kudret Aras, GILLES DELEUZE FELSEFESİNDE ÖZNE-OLUŞ’UN  ONTOLOJİK TASARIMI, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2013 

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...