20 Şub 2013

Öklid




Adrasan 17 Şubat 2013 010 Öklid


Her baharda nedense Öklid’in beş aksiyomunu hatırlarım:

‘Geometriyi bilmeyen hiç kimse bu kapıdan içeri alınmaz!”

Algılarımızın ve zanlarımızın bizi  içine düşürdüğü  yanlışlık kara deliklerinden , ancak matematiğin sağladığı evrensel ilkeler , akıl ve hikmet yöntemleriyle dışarı çıkabileceğimizi anlatmaya çalışmış üstat.
  • İki noktadan bir ve yalnız bir doğru geçer. (Karşı karşıya kaldığın sorunların yalnızca tek bir çözümü olabilir. O çözümü aramalısın.)
  • Bir doğru parçası iki yöne de sınırsız bir şekilde uzatılabilir. (Düşüncelerin ve duyguların sınırları yoktur. Sonsuz açılımlar yapabilirsin.)
  • Merkezi ve üzerinde bir noktası verilen bir çember çizilebilir. (Düşüncelerin ne kadar dağınık ve karmaşık olursa olsun yine de bir yere odaklanabilirsin)
  • Bütün dik açılar eşittir.(Hangi konumda ya da maddi olanaklara sahip olursa olsun tüm insanlar eşittir.)
  • Bir doğruya dışında alınan bir noktadan bir ve yalnız bir paralel çizilebilir.(Herkesle aynı düşüncede olmak zorunda değilsin. Zor olan şey seninle aynı fikirde olmayanlarla belirli bir mesafeyi tutmak olmalıdır.)

18 Şub 2013

Adrasan


Adrasan 17 Şubat 2013 003

Yıllar boyunca baharları ıskalamış biri olarak şimdi ağır ağır izliyorum Demeter’in dönüşümünü. Adrasan üç bin yıllık tarihi kalıntıları ve el değmemiş doğasıyla ilkbaharın izlenebileceği en uygun yerlerden biri.

Adrasan 17 Şubat 2013 002


Badem, kiraz, elma ve erik ağaçları çiçeklenmiş. Papatyalar, gelincikler ve diğer kır çiçekleri de bir halı gibi sarmış her yeri. Olympos dağına tırmanıyorsun. Kış mevsiminin yoğun yağışları dağ yolunu ortadan kaldırmış. Heyelanın izleri görülüyor her yerde. Toprak yemyeşil taze otlarla kaplı. Eriyen karların suları küçük derecikler oluşturmuş.


Adrasan 17 Şubat 2013 036


Bu kadar bol suyu olan bir yerde yaşayan bitki ve hayvanların şanslı olduğunu düşünüyorsun. Baharın havasına güvenilmez derler ya. Doğrudur. Güneşli hava birden değişip yerini güçlü ve soğuk bir rüzgârın getirdiği yağmur bulutlarına dönüşüyor. Hazırlıklısın. Yağmurluğunu giyiyorsun. Olimpos Yunanca dağ anlamına geldiğini söylüyorlar. Solymma da Luvi dilinde dağ anlamında kullanılıyormuş. Bu bölgenin Helen öncesi yani M.Ö: 7. yüzyıllarda yaşayan halkının konuştuğu dil Luvice. Adrasan ‘da o dönemin en kalabalık şehirlerinin kurulduğu bölge.
Çiçeklerle dolu Olimpos dağ yollarından geçerek Kadir’in Evi’nin de bulunduğu dereyatağına geliyorsun. Oradan denize kadar uzanan dere boyunca çarpık ve denetimsiz yapılaşma ve çevre kirliliği görülüyor. Ambalaj atıkları, plastik hurda demir ve akla hayale sığmayacak her türlü atık orada tüm çıplaklığıyla gözleriniz önünde. Bu manzaradan rahatsızlık duyan da yok. Çoğunluğu Karadeniz Bölgesi çıkışlı müessese sahipleri,dört bir şehirden akın akın oraya ciddi paralar ödeyerek gelip kalanlar, o pislikten ve görüntü kirliliğinden rahatsız olmuyorlar. Yerel yönetimler de rahatsız değil. Çevre doğa dostu SKT’ları da anlaşılan buraya uğramıyor.
Adrasan ve Olimpos bölgelerinde binlerce yıl önce yaşayan insanların inşa ettikleri su sarnıçları, stoalar, hamamlar, kütüphaneler, devlet binaları, limanlar ve mezarlar orada ibret timsali olarak ayakta duruyor. Bir de bugünkü demir ve tunç devri öncesi yapılaşmaya bakıp bir kez daha uygarlığın nereden nereye evrildiğini sorgulamak lazım.


Adrasan 17 Şubat 2013 025


70′li yılların Woodstock türü özgürlüklerinin mekanlarından biri burası. Derme çatma kulübelerin bulunduğu bu pansiyonlar hiç de mütevazi fiyatlar uygulamıyor. Buraya gelen öğrencilerin çoğunun para sıkıntısı olmadığı anlaşılıyor. Bu doğa cennetinin ortasına bir de diskotek yapmışlar. Bu da gürültü katsayısının oldukça yüksek olduğu işkence geceleri anlamına gelebilir. Zaten buraya gelen keçi yoluna benzer şosenin her tarafı delik deşik olmuş. Yerel idareler de müessese sahipleri de yolu onarmayı bir görev olarak görmüyorlar. Deli Dumrul ticari anlayışı hakim pansiyon sahiplerinde. Gelen müşteriyi esir alıp işkence ederek paralarını soyuyorlar. Bundan da rahatsız olmak yerine zeytinyağı gibi üst perdeye erişen tavırlarıyla küstah küstah konuşuyorlar. Sadece paraya ve cinselliğe odaklı tek profilli öfke dolu erkeklerin yönettiği bu müesseselere müşteri olarak gelenlerin profili de farklı değil.
Şimdi baharın sızdığı bu vadide sessizlik hakim. Akan derelerin şırıltısı her kötülüğü örtüyor. Yeni olanın güzelliği ruhunu dinlendiriyor. Taze yaprakların ışıldayan yeşili patlayan sarı, beyaz, mor ve kırmızı çiçek cümbüşüne karışıyor. Yeni bir yıl başlıyor Adrasan’da. Şubat ayının eski yılın son ayı olduğu kültürlerde yeni bir yıla girerken arınma ritüelleri icra edilen günler yaşanıyor. Çin, Hindistan ve İran eski yılı uğurluyor. Burada bu topraklarda ise güneş balık burcuna girerken baharın müjdesi badem ağaçları çiçek açıyor.
Likyalılar ve daha sonra Yunanlılar her ayı onar günlük dönemlere ayırmışlardı. Romalılar, ayın bazı günlerine ayrıcalık tanırlardı, gitgide günleri haftalar halinde dizmeye başladılar ve bu uygulama İmparator Augustus zamanında tamamiyle törenler arasına girdi ve haftanın her günü özel bir Tanrıya adandı. İşte Demeter’in kızı Persephone’nin bu mevsimde ormanda çiçek toplarken Hades tarafından kaçırılması miti mevsimlerin hikâyesi olarak nesilden nesile anlatıldı.

Adrasan 17 Şubat 2013 015


Olimpus dağına bakıyorsun. Eriyen kar suları kayalardan aşağıya, denize doğru uğuldayarak akıyor.Suların her yıl bu dönemde denize akışını hiç bir şey engelleyemiyor. Binlerce yıldır hiç değişmeyen bu döngü zamanın doru bir çizgide olmadığını sürekli döndüğünü gösteriyor.

    14 Şub 2013

    Kumph Mela


    kumph mela 1
    Hindu inanışlarına göre belirli dönemlerde nehirlerde arınma törenleri yapılır. Bu arınma ritüelleri dört yerde yapılır. Prayag (Allahabad) , üç nehrin buluştuğu yer.(Ganj, Yamuna and Saraswati), Nasik, Haridwar ve Ujjain.

    Kumph Mela 2
    Samudra manthan söylencesi : Hindu tanrıları giderek güç kaybetmeye başlarlar. Güçlerini yeniden kazanmak için yaşam iksiri üretmek zorundadırlar. Yaşam iksiri de okyanusların köpüklerinden elde edilmektedir. Bu binlerce yıl süren işlem için tanrılar zebanilerle anlaşma yapmak zorundadır. Anlaşma yapılır. Yaşam iksiri üretilip bir küpe doldurulur.

    Zebaniler anlaşmayı bozup yaşam iksiri dolu küpü çalarlar. Tanrılarla zebaniler arasında muazzam bir savaş olur. Bu savaş sırasında küpten dört damla iksir dökülür. Damlalar dört yere düşer.

    Prayag, Nasik, Haridwar ve Ujjain’e.

    Hindular her dört yılda bir bu dört yerde arınma törenleri yaparlar. Arınma törenlerinin en önemlisi Prayag’da her on iki yılda bir yapılan büyük Kumph Mela törenidir.

     Yüz milyona yakın insanın Ganj nehrinde 10 Şubat 2013 tarihinde arınma töreni gerçekleştirdiği söylenmektedir.

    Bu dünyanın en kalabalık ruhani toplantısında ilginç görüntüler oluştuğu gibi kalabalıktan ezilerek yaşamını yitiren Hindular da vardır..

    10 Şub 2013

    Baharı Beklerken


                                9 Şubat 2013 National Golf Club 








                                                                                Başlangıç




    Sarı 


    Baharı Bekleyen Salkım Söğüt 





    İkiz Fıstık Çam




    Mor 




    Sabır Taşı 


    Kızıl Çam Koridoru 


    Sarı Çalı 


    Palmiye 


                                                                       Papatya ve Misafiri 




    Par Garanti 

    6 Şub 2013

    Baharın Sarı[1] Yüzü







    Kemâl-i terbiyeti nevk-i hâre vermiş reng
    Latîf edip lakabın eylemiş gül-i ra’nâ
    (Fuzûlî)

    Nereden çıktı bu sarı[2] renk merakı?[3]
    Bir kış günü yürüyüşe çıktın.Güneş pırıl pırıl yükselirken gözlerin kamaştı. Doğayla başbaşa bir gün geçirmek istedin. Doğayla nasıl başbaşa olunur ki? Birden Dublin’de yaşarken İrlandalılar’ın güneş açtığında söyledikleri cümle aklına geldi. Aktif olarak doğayla başbaşa kalmanın senin için en az iki yolu var: Golf ve Trecking:  Golf oynamayı daha uygun buldun. National Golf Club  sahasında once kazağını çıkarttın. Tişörtle golf oynarken gördün o çiçekleri . Sahanın bulunduğu Belek bölgesi fıstık çamları ve mimoza çalılarıyla yoğun.  Resimdeki sarıların kaynağı  orası tam da  işte.
    Parkur boyunca uzanıp giden yirmi metre yüksek fıstık çamlarının arasında  mimoza ve adlarını bilmediğin yüzlerce ot ve çalı var. Kuş seslerini artık ayırt edebiliyorsun. Burada kırlangıçlar göç ediyor mu acaba? İşte  kuyruk sallayan, kızıl gerdan, kerkenez, doğan, karga, yalı çapkını, v.b.  Bu sarı çiçek açan çalının adını bilmiyorsun. Notlarına bakıyorsun.  “Uleks” olabilir mi? Resmini bulup bakmak gerek. Nedense temel referans kitapları bulunmuyor. Colins Pocket Guide gibi bir dizi olsa. Ağaçlar, çalılar, otlar, mantar, kuşlar, kemirgenler, sürüngenler, v.b. diziler yapılmıyor. Oysa doğaseverlerin el kitabı olmalı bunlar. Kelime haznesi az gelişmiş ama şiddet ve kabalık yönü oldukça gelişmiş vatandaşların bu dizilerden öğreneceği çok şey olurdu. Çalılar kitabını eline alıp yürüyüşe çıkardın. Oysa yok. Çaresiz iğneyle kuyu kazacaksın. Sarı çiçekli bir çalı türü deyip geçeceksin.  Golf sahası yapılırken saha mimarı mevcut bitki örtüsünü kullanmış ama gerektiğinde de boşlukları farklı türden çalılar ekerek peyzajını tamamlamış.  Mimozalar doğal çalı örtüsünün arasın ustaca dikilmiş  durumda. Dikkatle bakınca  tomurcukların  şişmeye başlamış olduğunu görüyorsun. Dallar renk değiştiriyor. Patlamaları yakındır. Bir haftaya kalmaz açarlar eğer havalar böyle giderse, diye düşünüyorsun. . Baharın çiçekleri her yerde olabiliyor. Yerde, çalıda, ağaçta. Papatyalar hemen hemen her yerde görülüyor. Menekşeler de öyle…

    Gözün yine sarı çiçekli çalıya takılıyor. Sarı rengin farklı kültürlerde farklı anlamlara geldiğini biliyorsun. Anglo Sakson dünyada sarı rengin “yellow” dikkat çeken anlamında bir etimolojisi olduğunu duymuştun. . İskoç dilinde “yella”, Germen dillerinde “gelb”, İskandinavya dillerinde “Gul” hep dikkat çekici bir renk olarak biliniyor. İlk kaya resimlerinde kullanılan rengin de  sarı renk olduğunu bir yerde okuduğunu hatırlıyorsun.  Orta Doğu’nun beyaz taştan imar edilen büyülü şehirleri, Bağdat, Halep, Şam, Kudüs ve diğerleri sarıya boyanmış gibi kum rengine yakın sarı şehirler değil mi?

    Eski Türkçe’deki “sarığ” ,Moğolca ‘sıra’, Sanskrit ‘hari’, Zend dilinde ‘zairi’, Pehlevice ‘zarin’, Sümerce’de ‘ara, aru’, Latince’de ‘aurum’, Almanca’da ‘gelb’, Fransızca’da ‘jaune’, Arapça’da ‘esfer’, Farsça’da ‘zerd’ anlamı birbirinden ne kadar uzak duruyor.
     Oysa aynı renge verilen adlar bunlar. Babil Kulesi’nde yaşayan insanların konuştukları binlerce farklı dilde aynı renge verilen değişik adlar. Ne kadar yalın bir gerçek esasında.
    Hangi coğrafyada olursa olsun aynı renge bakan insanların verdikleri değişik adlar ve kavramların oluşturduğu bir kaos değil mi bu? Diller ve dinler farklılıklardan meydana gelmişse eğer sarı rengin tonlarını bir ressamın fırçasında da sorgulayabilirsin. Tasavvuf un renklere nasıl baktığını merak ediyorsun. Araştırmalara ulaşıp okuyorsun:  
    ”Renkler, tasavvufta beşerî bağlar, ilişkiler ve âdetler olarak değerlendirilmiştir ki, buda âlem ve âlemdeki çalışma ve gayreti simgelemektedir. “Tasavvufta renk ve renksizlik deyimleri çok kullanılır. Hâtem Asam, ölümün türlerini renklerle ifade etmiştir. Halvetîler’de nefsin emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râziye, marziye ve kâmile hallerine sırası ile şu renkler tekabül eder: ezrak(mavi), asfer (sarı), ahmer (kırmızı), esved (siyah), ahdar (yeşil),ebyaz (beyaz), bilâlevn (renksizlik). Bu yedi renk yedi nurun rengidir. Nakşbendîlere göre dezikirle meşgul olan sâlikin kalbinde sırasıyla kızıl, sarı, beyaz, yeşil ve mavi renkte nurlarzuhur eder (Uludağ 1995: 433). Ölüm denince daha  çok, nefsin ölümünü anlayan mutasavvıflara göre, nefsi aç ve susuz bırakmak beyaz ölüm, halkın eza ve cefasına katlanmak siyah ölüm, nefse muhalefet etmek kırmızı ölüm, yama üstüne yama dikmek ise yeşil ölümdür (Uludağ 1995: 364)”[4]
    Altın Çağ olarak anılan ilkçağın rengidir sarı. Altın renginden ötür. Bozulmayan ve değerli olanın simgesi olarak binlerce yıl en gözde renk olarak kalmıştır. Kimilerine göre hala öyle. Sonra Orta Çağ’la birlikte öteki olanın rengine dönüşmüştür. Sarı renk dikkat çekici özelliğinden ötürü aykırı olan, uyumsuz olan daha doğrusu farklı olan bir anlama yelken açmıştır. Kölelerin işaretlendiği renktir sarı. Köle ticaretinin bir hastalık gibi tüm dünyayı sardığı yüz yılların çok da uzak olmadığı biliniyor. Şunun şurasında kölelik yasaklananı ne kadar oldu ki? İmparatorluklar kölelerin oluşturduğu ordularla korunuyordu.

    Saçları sapsarı Kuzey insanları uzun gemilerle geldiler siyah Güney illerine. Doğuda upuzun akan Sarı nehir “Huangho” ya da “Pingyin” uzakdoğu uygarlığının ana damarı.  Sapsarı akan bir nehir. Sarı rengi de çamurun renginden kaynaklanıyor.
    Çin kültüründe sarı rengin önemi büyük. Beş temel elementin simgesi olarak kabul edilen rengin toprağı simgeliyor. ”Ming” ve ”Qing” hanedanlarının resmi rengi de sarı. Çin uygarlığının kurucusu İmparator Huangdi ”Sarı İmparator” olarak biliniyor.
    Hindistanda  ”Vaisya” kastının ve ilkbahar festivalinin rengi.
    Fransa’da kıskançlığın rengi ve onuncu yüzyılda hainlerin ve suçluların evlerinin kapıları sarı renge boyanırmış.
    İskoçyada korkaklığın rengi Japonyada cesaretin rengi.
    ”Yellow Dog Democrat”  ABD de gerçek demokratlar için kullanılan bir terim. Siyasi olarak sarı liberalizmin rengi . Sendikacılıkta sarı sendika kavramı işverenin tarafını tutan sahte işçi sendikası anlamında kullanılıyor. 
    Tıpta karantina rengi.
    Trafikte sarı ışık dikkat, hazır ol anlamında iken futbolda oyuncular sarı kartla uyarılıyor.
    Gazetecilikte ”Yellow Journalism” kavramı gerçeği ve tarafsızlığı çarpıtan gazetecilik anlamında kullanılıyor. Özellikle  gazetelerin tek haber kaynağı olduğu dönemde sarı gazetecilik yüksek tirajlar uğruna icra ediliyordu.
    Renklerin en sıcağı, en parlağı, en iddialısı kabul edilen sarı, gücün, sevincin, gençliğin, sonsuzluğun, olgunluğun rengidir. Aynı zamanda sona yaklaşımın, yaşlılığın, ölümün habercisidir.
    ”Siyahın karşıtı ve tamamlayıcısı olan sarının kötülük, şiddet, ikiyüzlülük, (gizlilik), edepsizlik, taşkınlık, ihanet, gözü dönmüşlük gibi birçok karşıt yananlamı vardır. Bu yananlamların deyimlere nasıl yansıdığını incelediğimizde,özellikle Türkçede siyah,.beyaz ve kırmızıda olduğu gibi çok çeşit olmadığı görülüyor.[5] Fransızcada rire jaune ("sarı gülmek": zoraki gülrnek, acı acı gülmek); enfaire une jaunisse ("sarılık olmak": üzüntü, pişmanlık duymak ya da çok kızmak) ve Türkçede kızgınlık, aksilik, ya da huysuzluk belirten sarı damarı tutmak, sarı çıyan aynı kavram kapsamı içinde değerlendirilebilir. İhanet, ikiyüzlülük yananlam arını ise Fransızca şu deyimlerde buluyoruz:montrer(faire voir) tl quelqu'un son bec jaune ("birine sarı gagasını göstermek": birine gerçek yüzünü, yanlışını göstermek, yalanı.nı ortaya çıkarmak); ve bugün pek kullanılmayan faire des contes jaunes ("sarı masallar anlatmak": gerçek olmayan olaylar anlatmak); etre peint en jaune ("sarıya boyanmış olmak": karısı tarafından aldatılmış olmak). Sarı renk isminin yer aldığı ender deyimlere aşağıdaki birkaç örneği ekleyebiliriz: Fransızcada ten rengine gönderme yapan basit benzetmelerden oluşan Jaune comme un citron, un cierge, un coing ("çok sarı") ve Türkçede sarı çizmeli Mehmet Ağa (adresi ve kimliği bilinmeyen kişi). Bu son deyimde sarının ne anlama geldiğini yorumlayabilmek için yeterli bir ipucu olmadığını belirtmeliyiz. Ama, sarının burada gözeçarpıcılığı çağrıştırdığı kanısındayız.”
    Kötülük, şiddet ve ikiyüzlülük gibi kötülüklerin sarı çiçeklerimizle ne alakası var diye düşünüyorsun. Türkçede sarı rengin nerelerde kullanıldığını hatırlamaya çalışıyorsun.
    ·       Benzi sapsarı kesilmek,
    ·       Sarı Çizmeli Mehmet Ağa,
    ·       Sarı Çiyan,
    ·       Sararıp solmak,
    ·       Sarı benizli
    ·       Sarışın,
    ·       Kirli sarı,
    ·       Limon sarısı,

    Bu kadar mı? En iyisi akademik çalışmaları okuyup daha geniş bir bakış açısı oluşturmak. Renklerle ilgili araştırma yapan akademisyenlerin çalışmalarından alıntı yaparak devam edelim:

    ”Renkler kavram açısından soyut sözcükler olmasına karşın; Türkçede renk tonlarında somutlaştırma göze çarpar. Sarı renk adının çeşitli tonlarını gösterirken kullanılan başak, saman, yumurta, safran, kehribar, civciv, kanarya ve altın sözcükleri; sarının bir kavram olarak somutlaşmasına örnektir. Sarı için bu kadar fazla ayırıcı ton bulunması bu rengin Türk kültüründeki önemine de işaret etmektedir.
    ·       açık sarı
    ·        kara sarı
    ·       saman sarısı 
    ·        sarıca
    ·       Aksarı
    ·        kehribar sarısı
    ·       sapsarı
    ·       sarıgelen:
    ·       sarımsı
    ·       altın sarısı
    ·        kirli sarı 
    ·        sapsarı kesil-/ol
    ·        sarılgıt/sarıılgıt:
    ·       çok renkli başak sarısı
    ·         koyu sarı saral-/sarar-
    ·         sarımsı civciv sarısı 
    ·        limon sarısı
    ·       sarı muhâlif 
    ·       sarımtık
    ·        kanarya sarısı
    ·       safran sarısı 
    ·        sarı yağız: at donu
    ·         sarımtırak
    ·       yumurta sarısı”[6]

    ”Güneşin ve ışığın Rengi: Sarı san sivri, parlak: ve keskin görünümü ile renklerin en sıcak, en ateşli ve en genleşici olanıdır. Sarı ile olumlu anlamlara göndenne yapan anlatım ve deyim bulunmamaktadır. Ancak san sıcak bir renk olması nedeni ile insanı karamsar ve melankolik duygulardan uzaklaştırarak sempati ve neşe uyandırmaktadır. Güneşin ve ışıgm rengidir. Sarı düşünmeyi seven yönetıneye ve egemen olmaya ilgi gösteren insanların tercih ettigi, zihni açan ve dikkati arttıran bir renk olarak görülmektedir. İki betimsel anlamı ile sarı, san ırktan olan insanları ve sanlIk. Olarak bildigiıniz hastalıgı adlandmnaktadır. "Zoraki gülrnek, hastalık., heyecan ve korkudan sararıp so!mak" gibi olumsuz yan anlamlar içeren deyimlerm d1şında sarı ile oluşmuş başka deyim bulunmamaktadır. Ancak san pek ç.ok uluslarm kültUrlerinde de sonbahar mevsimi ile eşdeger görülerek insan yaşamındaki y~lılIk. dönemi ile bütünleşmiştir. İnsanın ölüme yaklaşma anlarını çagnştırd1gı için bu anlamda sarı, ayrılIk. ve hüznü simgelemektedir. Sonbaharda doğanın rengini, dökülen yaprakları, verimsiz toprakları ve çöııeri anımsatmaktadır.”[7]
    Doğada sarı rengin hakim olduğu mevsim acaba hangisidir? Bahar mı ? Yoksa sonbahar mı? [8] Sararan yapraklar, otlar, olgunlaşan başaklar hep yaz sonu, sonbahar başlangıcını simgeler. Sarı renge dönüşür her şey. Yeşil otlar sararır. Beyaz taşlar sararır. Sanki güneş kendi rengini aktarır bu nesnelere. Güneşin dönüştürdüğü bir renk olur sarı.

    Japonya’da sonbaharda tüm restoranlarda ve evlerde sofra ve yemek dekorasyonları sarı rengin tonlarıyla yapılır. Bir Eylül ayında katıldığın bir akşam yemeği Japon dostun Akira Takamaya ve eşi tarafından organize edilmişti. Özel olarak seçilen sarı rengin tüm tonlarını görmüştün o yemekte. Hayretler içinde kalmıştın. Mevsimlerle yaşayan uygarlıkların ilgi çekici adetleri üzerine konuşarak yemeğinizi yemiştiniz. Sidney Üniversitesi’nde dilbilim profesörü olarak çalışan bayan Takayama uzak doğunun sarı tutkusundan söz etmişti.
    İnanışların renklerle bağlantısı üzerinde de konuşmuştunuz. Siyah ve beyaz renklerin önemi üzerinde durmuş, erguvan renginin Bizans için ne demek olduğunu anlatmıştı. İslamda renk kavramından da söz etmişti. Şimdi yeniden bu konuya bakma ihtiyacı hissettin.
    ”Sarı Renk: Sarı renk Kur’ân’da,Q/Safrâü” şeklinde bir kere;musferren” şeklinde üç kere ve Sufrun” şeklinde bir kere olmak üzere toplam beş ayette geçmektedir. Bunlardan aşağıdaki üç ayette yani “musferren” şeklinde geçen ayetlerde dünya hayatının geçiciliğinden, aldatıcılığından, çekiciliğindenbahsedilerek nihayet yeşeren otlar ve ekinler gibi  kuruyup solacağına, son bulacağına vurgu yapılmaktadır.  Aldatıcılığı, çekiciliği, geçiciliği ve izafiliği temsil etmekte olan sarı renk yakından çok güzel görülür ama biraz uzaklaşınca o  çekiciliği kaybolur. Fazla uzaklaşınca da görünmez olur. Sarı renk insan idrakinde ilk anda bir zeval, sona erme, gurup etme, sönme, ışığın ve parlaklığın çekilmesi, hüzün ve keder, yalnızlık[9]
    Hüzün ve yalnızlık  zikir yapan Sufi nin kaderi değil mi? Şubat ayının beşinde Antalya’da golf oynarken sarı çiçekleri gördüğünde bu rengin sonbaharla ilişkisi olduğu kadar ilkbaharla da ilişkisi olduğunu anladın. Tüm ormanı kaplayan çalılar sararmıştı. Giderek yaz mevsiminde safran tarlaları, ayçiçeği tarlaları ve altın başakların uçsuz bucaksız uzandığı tarlalar aklına geldi. Kış mevsiminde açan bazı çiçeklerin de sarı renkli olanlarını hatırlıyorsun. Demek ki dört mevsimde de görülen bir renk sarı. Baharın müjdesi de olabilir bu çiçekler.. Baharın müjdesi renk değil çiçek esasında. Hangi renkte olursa olsun. Açan bir çiçek gerek bahar için.

    Baharın müjdesini taşıyan bu dallarda açan sarı çiçeklerin ardından mimozalar gelecek. Sonra da erguvanlar…Döngüsel zaman esasında gerçek olan. Uzayıp gitmiyor hiçbir şey. Dönüyor..

    Baharın sarı yüzünü izliyorum…


    [1] Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde sarı renk  için: 1.isim Güneş ışığının ayrışma tayfında yeşil ile turuncu ya da portakal rengi arasında olan renk, altının rengi, limon kabuğu rengi. 2. sıfat Bu renkte olan. 3. sıfat Soluk, solgun. ; “beniz rengi, uyuşturucu madde, sinsilik, hastalık,  uğursuzluk”anlamları da olumsuz  bir yönü de olduğu görülmektedir.
    [2] yellow (adj.)
    Old English geolu, geolwe, from Proto-Germanic *gelwaz (cf. Old Saxon, Old High German gelo, Middle Dutch ghele, Dutch geel, Middle High German gel, German gelb, Old Norse gulr, Swedish gul "yellow"), from PIE *ghel- "yellow, green" (see Chloe).

    Meaning "light-skinned" (of blacks) first recorded 1808. Applied to Asiatics since 1787, though the first recorded reference is to Turkish words for inhabitants of India. Yellow peril translates German die gelbe gefahr. Sense of "cowardly" is 1856, of unknown origin; the color was traditionally associated rather with treachery. Yellow-bellied "cowardly" is from 1924, probably a rhyming reduplication of yellow; earlier yellow-belly was a sailor's name for a half-caste (1867) and a Texas term for Mexican soldiers (1842, based on the color of their uniforms). Yellow dog "mongrel" is attested from c.1770; slang sense of "contemptible person" first recorded 1881. Yellow fever attested from 1748, American English (jaundice is a symptom).
    yellow (v.)
    "to become yellow," Old English geoluwian, from the source of yellow (adj.). Related: Yellowed; yellowing.
    Kaynak: http://www.etymonline.com/index.php?term=yellow
    [3] http://www.academia.edu/1980851/TURK_YE_TURKCES_NDE_RENK_ADLARI_VE_OZELL_KLER_THE_NAMES_AND_SPECIALITIES_OF_COLOURS_IN_TURKEYS_TURKISH
    [4]RENK SİMGECİLİĞİ VE ŞEYH GÂLİB’İN ÜÇ RENGİ : Doç. Dr. Ali YILDIRIM, Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/ali_yildirim_renk_simgeciligi.pdf

    [5] Fransızca ve Türkçe isimleri içeren Deyimlerin Karşılaştırmalı incelenmesi : http://www.efdergi.hacettepe.edu.tr/200120NAZM%DDYE%20TOP%C7U.pdf
    [6] KAVRAM VE ANLAM BOYUTUNDA SARI VE TONLARI ,Yrd. Doç. Dr. Nesrin BAYRAKTAR
    Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat akültesihttp://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_20/16_%20209-218_%20syf.pdf
    [7] ANLATıM VE DEYİMLERDE RENKLERİN DİLİ Sadık TÜRKOĞLU,
     http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/kkefd/article/viewFile/3863/3689
    [8] http://imgelersimgeler.blogspot.com/2012/05/sar-rengi-hakknda-her-sey.html
    [9] KUR’AN’DA RENKLER : Yrd. Doç. Dr. Abdulmecit Okcu, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 28, Erzurum, 2007, http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/ilahiyat/article/viewFile/2839/2738

    “Kremna (Κρεμνα)`

    Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...