31 May 2014

Göğe Yükselen Taht



Asur Krallığı’nı yıkan  Media Krallığının ulu kâhini Eletolues’in[1] boğa derisine yazdığı ikinci belgeyi Elburz dağlarındaki kral mezarlarındaki lahitlerden birinin içinde bulan Media topraklarını işgal eden, gözü dönmüş, eli kılıçlı Güneyden gelen beyaz çarşaflara[2] bürünmüş kara sakallı adamlar,  her yerde altın ve birlikte köle olarak götürmek için  genç kadın ve çocuk arıyorlardı.  Bir köye girdiklerinde önce erkekleri ve yaşlı kadınları kılıçtan geçiriyorlar sonra genç kadınları ve çocukları esir alıyorlardı.  Her girdikleri köyde aynı şey oluyordu.

 Hep birlikte köye saldırıyor, erkekleri ve yaşlı kadınları kılıçtan geçirdikten sonra kalanları boyunduruklara bağlayıp Güney’e doğru gönderiyorlardı. Bu Media ırkının sonu demekti. Her yerde yıkım sürüyordu. Media topraklarında ayak basmadık yer bırakmıyorlardı. Elburz dağlarının ücra köylerine kadar ilerliyorlardı. Kutsal kâhin Eletoules'in mezarını bulduklarında çılgına dönmüşlerdi. Tapınağın tüm heykellerini ve mozaik resimleri kırdılar. Sıra lahitlere gelince durdular. Anıt mezar tüm heybetiyle karşılarında duruyordu. Köy ahalisinden birine anıtın üzerindeki yazıları okuttular. Kutsal kahinin lahitini   açmanın  felaket getireceğini anlatan yazıları da kılıçlarıyla paramparça ettiler. Yine de lanete aldırmadan lahitleri birer birer açtılar. Altınlar, değerli taşlarla dolu lahitlerin içinden boğa derisine yazılmış dokuz rulo çıktı. Belgeleri bulduklarında onlara bir anlam veremediler. 

Güneyli halkların kültüründe yazı ve alfabe yoktu.  Birisi ruloları yakmak istedi ama başaramadı. Lanetten korkup yakmaktan vaz geçtiler.  Böylelikle rulolar kurtuldu. Altınları alıp ruloları bıraktılar. Tapınağın rahibelerinden genç bir kadın ruloların sekizini başka rahibelere  vererek saklamalarını istedi. Elindeki ruloyu ormanda bir  yere gömdü.  İşte o rulo ikinci ruloydu. Yıllar sonra Media ülkesi Batıdan gelen sarışın savaşçılara teslim oldu. Güneyli adamların çocuklarını doğuran kadınlar şimdi de sarışın adamların çocuklarını doğuruyor onların her isteğini yerine getiriyorlardı. Batıdan gelen sarışın adamların bazıları kadınlardan hoşlanmıyordu. Kadınlara karşı en acımasız olanlar onlardı. Sarışın kral kısa kılıcını sallayarak baş rahibeye ruloyu okumasını emretti. Rahibe önce tereddüt etti. Sonra okumaya başladı. Okurken titriyor, başına bir felaket gelecekmiş gibi siyah gözlerini etrafında gezdiriyordu. Orta yaşlı bir rahibeydi. Muhtemelen krallık döneminde tapınağa kabul edilen bakireler arasından seçilmişti.


" Bu göğe yükselen tahtın ve tahtta oturan kralın hikâyesidir[3].  Media halkını diğer halklardan ayırt etmek mümkün değildir. Çünkü herkes bir başka yönden göç etmiştir. Küçük krallıkların yaşama şansı kendilerinden güçlü olanlarla yaptıkları anlaşmalarla sağlanabilirdi. Media halkı  karma bir halk. Doğudan gelenlerle Kuzeyden gelenlerin yerli halkla uzun yıllar karışımından meydana gelen bir karma bir halk. Kuzeyden gelenlerin tanrıları çok farklıydı. Anlamak zordu. Krallar her halkın farklı tanrısını  kabul etmek zorundaydı. Halklar  krala hizmet eder ama kralın da onların tanrılarına  hürmet etmesini beklerlerdi.  Her özel mevsimde halklar tapınağa gelir tanrıların isteklerini krallardan duymak isterlerdi. İnanışına göre Halkların  Krallar tanrılarla konuşabilirdi.  Daha doğrusu benim aracılığımla konuşabilirlerdi. Tanrıların isteklerini ben krala bildirir kralın  isteklerini de tanrılara bildirmek benim vazifemdi. Çoğu kez bu istekler bitmek tükenmek bilmezdi. 

 Kral benim kanımdan ama bir kardeş olarak görmüyorum onu. Annemizi hatırlıyorum. O Doğulu bir rahibin kızıymış.  Büyük savaşta kaçıp Media'ya gelmişler. Dedem de ulu rahipmiş. Babam askerdi savaşmaktan başka bir şeyden anlamazdı. Her savaşa gider yaralanıp geri dönerdi. Yaralarını annem sarardı. Öyle hatırlıyorum. Sonra bir gün kral olduğunu duyduk. Kralı öldürmüş onun yerine geçmişti. Kraliçe ona yardım etmişti. Kendi kocasını ölüme yollayacak kadar nefret doluydu. Babam kral olunca her şey değişti. Annemi ve beni tapınağa gönderdi. Kraliçeyle evlenip yeni kral oldu. Acılı günler geçirdik. Doğudan, Kuzeyden rahipler gelip yeni krala bağlılıklarını sundular. Babam birbirinden bilgili rahiplerin arasından hiç birini istemedi. Annemi baş kâhin ilan etti. Beni de onun yardımcısı. Annem iyi bir kâhin oldu. Aradan uzun yıllar geçti. Birlikte ne gerekiyorsa onu yaptık. Bir gün babam bizi çağırdı ve tanrılarla konuşmak için göğe yükselmek istediğini söyledi. O gün aklını kaybettiğini anladım. Yapacak bir şey yoktu. Onu soma içirerek birkaç ay oyaladık. Somanın etkisinde göğe yükseldiğini tanrılarla konuştuğunu söylüyordu. Kralın sözü tartışılmazdı. 

Hiç kimse de tartışmadı. Kraliçe ona halkın göğe uçtuğunu görmesinin çok önemli olduğunu söyledi. Babam tahtıyla göğe uçmayı kafasına koymuştu. Askerlerine emir verdi. Dağlardan kartal yavruları toplattı. Onları bol etle besledi büyüttü. Kısa sürede kartallar birer koyun kadar büyüdüler. Pençeleriyle kavradıkları her şeyi taşıyabiliyorlardı. Babam öd ağacından kendine bir taht yaptırttı. Öd  ağacı hafif olur.  Tahtın etrafına on palmiye boyunda mızraklar diktirip mızraklara envayi çeşit lezzetli et bağlattı. Mızrakların ortasına da kartalları sıkıca bağlattı.  Kartallar acıkmaya başlayınca babam geçti tahta oturdu. Tüm halk sarayın bahçesine toplanmış  onu seyrediyordu.  Kartallar giderek daha güçlü kanat çırpmaya başladılar. Taht yerinden birkaç kez  oynadı. 

Halktan bir uğultu yükseldi. Derken taht yerden kalkıp göğe doğru yükselmeye başladı. Yükseldikçe halktan çıkan uğultu artıyordu. Babam halka el sallıyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı. Nihayet istediği olmuş göğe yükseliyordu.  Bu onu son görüşümüz oldu. Göğe yükselip tanrılarla birleştiğine inanılıyordu. Bir yıl onun dönüşü beklendi. Gelen yoktu. Tahta erkek kardeşimi oturtmaktan başka çare yoktu.”



[1] Media Krallığı’nda (M.Ö: 858-M.Ö.549) Eletolues adlı bir kâhin yoktur. Bu yazar tarafından kurgulanmış bir kişiliktir. 
[2] Bu giysi bugünkü Arap geleneksel giysisi Thobe’ye benzemektedir. Tagiyah, Ghutra ve Agal adı verilen başlıktan da söz etmek gerekir.
[3] Bu hikâye Firdevsi’nin Şehname adlı eserinin Milli Eğitim Basımevi tarafından 1967 yılında basılan,  Necati Lugal çevirisinin ikinci cildinde s. 137 de yer alan  ‘Kâvus’un göklere çıkması’ hikâyesinden esinlenerek yeniden kurgulanmıştır. 

7 May 2014

Antik Yollar






Bu geziye çıkmadan önce araştırma notlarımı topladığım “Düğmeli Ev” adlı yazımdan  geniş ölçüde yararlandığım doğa yürüyüşü gerçek anlamda bir doğa ve kültür  harikası deneyimine dönüştü. Gezi notlarıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. 
http://yavuzcekirge.com/?paged=2
Patika grubu ile 6 Nisan 2014 Pazar günü  grup başkanı sayın Nusret Yakışıklı’nın “Anadolu Kervan Yolları ” olarak adlandırdığı etabı onun rehberliğinde yürüdük.  Her anı heyecan verici manzaralar, kuş cıvıltıları  ve bahar çiçeklerinin kokularıyla dolu geçen yürüyüş “seçkin anılar”  sınavını tam not alarak  geçti.
Akseki’nin Fakıllar Mahallesi ‘nden başlayan antik yol, yedi yüz metrelik bir tırmanışla   Sarıhacılar Köyüne  daha sonra Belenalan köyünden sonra yine yedi yüz metre inişle   son etabı Hüsamettin Köyü’nde sona eriyor. Yaklaşık on üç buçuk  kilometrelik  etabın tamamı bozulmamış taş döşeme antik yoldan oluşuyor. İzlediğimiz GPS koordinatlarını  aşağıda bağlantısını verdiğim “Wikiloc” kayıtlarında bulabilirsiniz:
http://tr.wikiloc.com/wikiloc/spatialArtifacts.do?event=search
Yürüdüğümüz “Anadolu  Kervan Yolu” olarak adlandırılan antik yolun M.Ö. 69 yılında yapımına başlanan Roma Asya vilayetinin Anadolu’yu fethetmek için yaptırdığı  “Via Sebaste” adı verilen stratejik taş yollarının bir kolu olup olmadığını tartışma konusu oldu. Güzergah kırmızı beyaz  iki şeritle işaretlenmişti. Yolu işaretleyen seyahat acentesi “Patika Tour” belirli yerlere  işaret levhaları da dikmiş. Yola verdiği ad : “Kervan Yolları”.Bu yola verilen bir diğer ad ise “St. Paul Yolu”.   Bu yolun Selçuklular tarafından inşa edildiğini iddia edenler de var. Bu iddiaya M.S. 1200 yıllarından itibaren bölgede görülen Selçuklu varlığı kanıt olarak ileri sürülüyor. Varsayımları gözden geçirmekte fayda var:
Antik Yol
  • Bu yol Selçuklular tarafından inşa edilmiştir,
  • Bu yol Roma ve Bizans tarafından inşa edilmiştir.
  • Bu yol İpek Yolu denen kervan yolunun bir parçasıdır.
  • Bu yol Likya, Pers ve Hellen uygarlıkları zamanında kronolojik olarak kullanılan kervan yoludur.
Bu ihtimallerin hangisi  doğru?  Kesin olan şey şu: Yürüdüğümüz yol, sanki yeni yapılmış kadar düzgün ve bakımlı idi. İkinci olarak Klimax (Döşeme Boğazı) geçidindeki antik yolla benzerlikleri çok. Kaynakları taradığımda yürüdüğümüz döşeme yolun bir çok medeniyet tarafından kullanılan ve değişik adlar verilen yol ağı olduğunu söyleyebilirim. Eski kayıtlarda örneğin, Likya, Helen, Pers dönemlerinde bu yola ne ad verildiğine ilişkin bir kayıt bulamadım.  Via Sebaste’nin  Antiokhea’dan ( Yalvaç) çıkan, Neapolis( Karaağaç), Mishia( Beyşehir) , Erymna ( Ormana),Seleukeia ve  Side’de limana ulaşan bölümü M. Özsait’in 2006 yılında çizdiği ve 1. Burdur Sempozyumunda sunulan Hellenistik ve Roma Döneminde Pisidia haritasında   Kuzey hattı olarak işaretlenmiş. İkinci kol ise Anabura (Enevre) , Tynada (Mirahor), Adada( Karabavlu) Pamukova üzerinden Selge ve Pednelissos antik kentlerinin batısından geçen Klimax yani Döşeme Boğazı (Kovanlık Köyü) hattı.  Klimax hattını daha önce yürümüştüm. İki yol arasında yol yapım tekniği  olarak çok büyük benzerlikler var. Dikine çakılmış taşlar ve basamaklara döşenen taş ocağı çıkışlı yontulmuş plaka halinde iri taşlar, tepelere ulaşmak için enine açılmış ve kıvrıla kıvrıla yükselen merdivene benzeyen basamaklı, kavisli yol tekniği Romalıların Etrüsklerden öğrendiği döşeme yol tekniğiyle benzerlikler gösteriyor. Bu benzerlikleri de kanıt olarak ileri sürebiliriz.
6 Nisan 2014 Via Sebaste Sarıhacılar 040
Taranan literatürde D.H: French’in 1980, 1990, 1991, 1992, 1993, 1995 yıllarında yayınladığı “Roma Yollar, miltaşları araştırma raporları öne çıkıyor. Bu raporlara göre yolların taş döşemelerinin bölgede görevli Roma valileri tarafından yapıldığı biliniyor. Ticaret yollarının binlerce yıldır kullanıldığı düşünülürse en kuvvetli ihtimal Roma valilerinin eski yolları tamir ederek geliştirdikleri ve bugünkü duruma getirdikleri ihtimali üzerinde durulmalıdır.
D.H. French’in döşeme yollar ile ilgili özet makalesinde bir hipotez olarak Roma Valileri’nin yeni yol açmadıklarını, Anadoludaki Achaemenid yani Pers yol sistemini geliştirerek taş döşediklerinden söz etmektedir. Asya Vilayeti valisi Manius Aquillius’un M.Ö: 129-126 yıllarında bu konuda bir kayıt tutmadığı anlaşılmaktadır. Mil taşları üzerindeki yazılar başvurulacak tek belge niteliğini taşımaktadır.[1]
French’in tespitlerine katılmamak elde değil. Nitekim bazı eski miltaşlarının zamanla yenileriyle değiştirildikleri de biliniyor. Klimax yolunda halen yerinde bulunan miltaşının üzerinde tespitlerde bulunan French yazıyı şöyle deşifre ediyor:
Bülent Özkan Klimaks Mil Taşı
Fotoğraf : Bülent Özkan (Klimax, Döşeme Boğazı,Kovanlık) 
Bu taşın orada öylesine koruma altına alınmadan durması da ayrı bir muamma: Miltaşının üzerindeki yazıların tercümesini Burak Takmer ve Nihal Tüner Önen’in  ve D.H. French’in makalelerinden okuyoruz:
“Başrahip 11. Kez consul ve 12. Consul’lüğüne aday 15. Kez imparator olarak selamlanan halk idaresi yetkisini 18 yıldır elinde tutan, Tanrı’nın (Julius Caesar’ın) oğlu imparator Caesar Augustus, Via Sebaste olarak bilinen bu yolu yaptırdı. İnşaatı valisi Cormutus Aquila denetledi 139 mil.”
” Imp Caesar Divi f Augustus pont maxim sebasten cuarte Cornuto Aquila leg suo pro praetore CXXXVIIII[2]
Bir diğer kaynak: Batı Pamphylia Antik Yol Araştırmaları adlı makalede ise Perge-Klimax arasındaki yol kalıntılarından söz ediliyor.[3]  Yol güzergahlarını gösteren bir çok sayıda harita mevcut. Haritaları incelediğimde bazı yolların daha geniş ve sağlam diğer yolların ise daha dar ve engebeli araziler için tasarlandığı sonucuna vardım. Nitekim askeri teçhizatın öküz ve katırların çektiği arabalarla yapıldığı düşünüldüğünde “on iki levha kanunları”nda da söz edilen yol standartları  düz yerlerde 8 ayak (2,48 m) ve virajlarda ise 16 ayak (4, 96 m) genişliği belirtiliyor. Yürüdüğümüz yolun 2,48 den daha dar olduğunu söylemek gerekir. Tam olarak ölçüsünü almadığıma üzülüyorum şimdi. Yürüdüğümüz yol güzergahı üzerinde virajların 16 ayak yani 4,96 m olmadığını söyleyebilirim. Bu da yürüdüğümüz Sarıhacılar etabının en azından ana yol yani Via Sebaste olmadığı kuşkusunu doğuruyor. Bir diğer hipotez ise yol ağının farklı genişlikte yollardan oluşabileceğidir. Dağlık bölgelerde genişlik standartlarına uyulamayacağı son derece aşikâr. Bu da düzlük yerlerde daha geniş   dağlık bölgelerde ise daha dar yolların yapıldığını düşündürüyor. Bazı kayıtlarda Anadolu Roma yollarının diğer Avrupa bölgelerindeki yollardan daha az itinayla yapılmış olabileceği varsayımını ileri sürülüyor.
6 Nisan 2014 Via Sebaste Sarıhacılar 024
Yürüdüğümüz güzergâhta tekerlekli bir arabanın hareket etmesi, virajları dönmesi o basamakları tırmanması  hemen hemen imkansız. Öte yandan bu tür dağ yollarında deve ve/veya katır kervanlarının geçebileceği varsayımı daha kuvvetli. D.H. French’in raporlarındaSarıhacılar köyünde bir mil taşı bulunduğu bilgisi de doğru fakat bu Akseki Sarıhacılar köyü için değil, Bilecik Sarıhacılar köyü için geçerli. Bu varsayıma göre  bizim yürüdüğümüz yol Via Sebaste olamaz.
Sarıhacılar köyü konusunda yaptığım kaynak taramasında köyün tarihi konusunda şu bilgiye ulaştım:
“Sarıhacı: Kırgızların sağ şubesinden Sultu, Edigene ve Çerik boylarının bir oymağının adı Sarı’dır. Sarıhacı Köyü Aladağ Nahiyesi’ne bağlıdır. 1905 yılında Sarıhacı Köyü hâlâ Aladağ Nahiyesi’ne bağlı idi ve köyde 47 hane vardı. Nüfusu ise o yıl 127 idi. 1922 yılında ise nüfus 199 ve hane sayısı 40’tır.Günümüz kaynaklarına baktığımızda Sarıhacı Köyü’nün Konya’nın Güneysınır İlçesi’ne bağlı olduğunu görmekteyiz. Nüfusu ise 241’dir”[4]
Böylelikle köyün eski bir yerleşim yeri olup olmadığı konusunda elimizde yeterli bilgi de yok. Köyü gördükten sonra yapıların mimari stilinin Türkmenistan ya da Kırgızistan değil,  Toroslarda bir çok yerde görülen  geleneksel Likya taş yapı tekniğiyle  akrabalığı olduğu söylenebilir. Binaların ahşap aksamındaki oyma sanatı ise gerek işçilik gerekse de kullanılan semboller açısından  çok zengin. Bu da Anadolunun karmaşık kültürel yapısını yansıtıyor. Tek bir kültür ile izah etmek mümkün değil.
Hiç bozulmamış antik yolun üzerinde yürürken tarih ayaklarınızın altından akıp gidiyor sanki. Sihirli bir köprüyle antik çağa bağlanıyorsunuz. Yanınızdan deve ve katır kervanları geçiyor. At üzerinde hızla ilerleyen askerler, siyah cüppeleriyle rahipler, köleler, eşkıyalar ve çocuklar.  Kervan yollarında zaman hızla akıyor.
Bu yolu yürürken heyecanlanıyorsunuz. Çok  farklı duygular çıkıp geliyor bir yerlerden. Ruhunuz sakinleşiyor.  Sanki bir  tür büyü bu.
Fotoğraf Nusret Yakışıklı 10
Fotoğraf:  Nusret Yakışıklı,  
[1] Pre and Early Roman Roads of Asia Minor, D.H. French
[2]Roma Yolları ve Via Sebaste adlı makaleden alındı.
3] Burak Takmer, Nihal Tüner Önen:
[4]1917 Tarihli Karaman-Konya-Ereğli Haritası ve Değerlendirilmesi, ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 – 4688 (Print)
Volume 5 Issue 2, A Tribute to Prof. Dr. Halil INALCIK p. 443-470, March, 2013

Baranda Gölü



Bugün 1 Mayıs. Bütün gün medyadan uzak durdum. Söz birliği etmişçesine hep aynı penguen türü haberler hep aynı eğilim. Bıktığımız yalanlar ve yalan söyleyenlerin kakafonisi artık tahammül edilmez hale geldi. Ekranlara nasıl olup ta çıkarıldığı anlaşılamayan beceriksiz ve sahtekâr ordusunun yalanlarına  ben artık  tahammül edemiyorum. Bir hamaset yarışıdır gidiyor. İki kelimeyi bir araya getiremeyen henüz egosu şişmemiş güzel yüzlerle, egosu şişmiş amacı ve adresi belli kaşarlanmış yüzlerin ilkokul iki seviyesinden yaptıkları  konuşmaları tahammül sınırlarımın dışında artık. Medyanın hali gerçekten içler acısının da ötesine geçti. Sırtını birilerine yaslayarak kamera karşısına geçenlerin komedisi artarak sürüyor.
 
İşçi ve emekçinin bayramı artık idarenin istediği şekilde kutlanacak. Biz zamanlar “Newruz” için yapılan güvenlik alarmı uygulaması şimdi demokratik haklarını  kullanmak isteyen muhalifler için kullanılıyor. Hükümete muhalif olanlara karşı ciddi bir şiddet ve yıldırma kampanyası sürüp gidiyor.  Büyük kent meydanlarında  kendi halkına biber gazı ve tazzikli suyla saldıran güvenlik güçlerinin her geçen gün daha da artırdıkları şiddet bakalım nereye kadar sürecek?
Yürütmeden sorumlu valiler öyle karar vermiş. Şiddet tekelini elinde bulunduran “Polis” yani Yunanca kent anlamına gelen güvenlik güçleri  kent meydanlarını halktan koruyacaklarmış. Elinde her türlü silahla halka saldıran unsurları kışkırtan idarenin neyi amaçladığı çok açık.  Kutuplaşan siyasi eğilimlerin sokaklara yansıdığı bir gerçek. Halkın sorunlarının başında gelen ve hassas olunması gereken bireysel haklar ve özgürlükler alanında giderek kararan bir sahneyle karşı karşıyayız. Devletin idare gücünün ana konulara adaklanmak yerine kaynaklarını boş yere harcaması uzun vadede herkesin  zarar görmesine sebep olacak.
Hemen hemen her alanda reformlar gerekiyor. Özellikle de kent yaşamını sindiremeyen yığınlara temel eğitim verilmesi çok önemli. Her gittiğim doğa yürüyüşünde arttığını gördüğüm çöp dağları, dağaya verilen türlü zararı önlemek yerine kent meydanlarını kendi halkından koruyan bir zihniyet nasıl çözecek dağlar gibi biriken  sorunları? Özellikle de bilgisiz idarecilerin elinde yaz boz tahtasına dönen su havzaları, kurutulan göller ve yeniden doldurulan göl havzaları. Ekosisteme verdikleri zararın hesabı sorulmayan idarecilerin elinde yok olan doğa hazineleri.


Avlan Gölü ve Elmalı Platosu  üzerine bir yüksek lisans tezi yazan sayın Özgür Burhan Timur’un tespitleri yenilir yutulur gibi değil. Tarım arazisi kazanmak amacıyla kurutulan göllerin gerçek sahibi olan kuşlar ve bitkilerin yok oluşuyla çölleşen verimli arazilerin hazin hikâyesini okumak gerek. Antik çağda Elmalı platosu belki de dünyanın en verimli bölgelerinden biriydi. Phaselis limanlarından denize açılan ticaret gemileri Elmalı Platosu’nun zenginlikleriyle doluydu. Şimdi ise cahil idarecilerin yönetiminde çölleşmeye bırakılmış fakir alanlara dönüşmüş durumda. Yüksek lisans tezini okumak isteyenler aşağıdaki linkten indirip okuyabilirler:
http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/2770/
Geçen yıl Haziran ayında gittiğim Baranda Gölü’ne yeniden gitmeyi planlıyorum. Elmalı ovasının sunduğu doğa hazinelerinden biri de bu göl. Göle yine cahil yerel idarecilerce yapılan müdahaleler sonucunda ekosistem zarar görmüş durumda. Kış aylarında biriken suların düdenlerden yeraltı su kaynaklarına akışı engellenmiş. Düden ağızlarını killi topraklarla tıkayıp borularla suyu köye taşıyanlar neden yeterince kar yağmadığını hiç anlayamayacaklar. Bu çılgınca ruhsat verilen taş ocaklarının verdiği zararı ise nasıl anlatmak gerek bilmiyorum. Geçen yıl karlı tepelerden gelip göl çanağını yalayarak geçen oldukça sert esen serin rüzgâr herkesi şaşkına döndürmüştü. Çobanların hayvanlarını yağış ve fırtınalardan korumak için yaptıkları derme çatma barınaklarda yemeğimizi yiyebilmiştik. Göl kıyısında iki çoban kulübesinden başka yerleşim yoktu. Geçen yıl yazdığım yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://yavuzcekirge.com/?p=3856
İslamlar Köyü’nün kalın borularla aşağıya bastıkları göl suyu giderek her yıl daha da azalıyormuş. Bu yıl yeterince kar yağmadığı düşünülürse göl sularının iyice azaldığını göreceğimizden kuşkulanıyorum. Karstik bir göl olarak nitelendiriliyor Baranda Gölü. Acaba Karstik kelimesi neyi anlatıyor diye merak ediyorum.


“KARSTİK GÖLLER Türkiye’de kireç taşı (kalker) ve alçı taşı (jips) gibi eriyebilen taşların çok yer tuttuğu bölgelerde erimelerle oluşmuş çanaklardan suların birikmesiyle göller doğmuştur ki, bunların sayısı çoktur.Bunlar memleketimizin kimi yerlerinde yan yana toplu halde bulundukları gibi kimi yerlerinde de tek tek bulunurlar.En yaygın oldukları yerler Batı Toroslar, Orta Torosların bazı yerleri, İç Anadolu’da Obruk Gölleri alanları ve Sivas bölgesidir.Bunların dışında da karstik göller yer yer ve tek tek vardır.Bu göller dolin, düden, obruk, polye gibi karstik çukurlarda suların birikmesinden doğmuşlardır. Bunların kimisi devamlı göldür,kimisi geçici göldür, kimisi de bataklık ve geçici bataklık özelliğindedir.İçlerinde derin olanları bulunduğu gibi, derinliği birkaç metreden çok olmayanları da vardır. Çoğunun dipten sızıntı yeri veya yerleri vardır.Bu yüzden bu türlü göllerde seviye oynamaları, başka göllere göre, daha çok olur.Böyle göllere yer olmuş çanakların toplu halde bulundukları dağlarda yağmurlar ve kar erimeleri mevsimlerinin hemen ardından birbiri ardından çok sayıda gölcükler belirir. Bir süre sonra bunlar çekilir veya büsbütün kuruyarak çanaklar aylarca susuz kalır.Bu göl çanaklarının bir kısmı, özellikle büyükçe olanları, yalnız karstik erimelerle değil aynı zamanda yer kabuğu çöküntüleri de eklenerek oluşmuşlardır. Böyle yerlerde göl suları, çanağın bir bölümünü örtmüş bulunur, mevsimlere göre genişler veya daralır. Böyle çanaklara bu nedenle gölova (polye) denir.Böyle göllere de gölova gölü (polye gölü) adı verilir.” yazının devamı da son derece faydalı bilgiler ihtiva ediyor. 

Baranda Gölü’nün DSİ tarafından kaleme alınan hikâyesine google üzerinden ulaşıyorum. Cümle düşüklükleriyle dolu imzasız metni yeniden kurgulayarak aşağıda araştırmacıların bilgisine sunuyorum:
“Baranda Gölü, Antalya Elmalı Platosu İslamlar Köyü hudutları içerisinde denizden 1500 metre yükseklikte doğal karstik bir göldür. “Karstik” bir yapıya sahip göl havzasında , kışın yağan kar ve yağmur suları birikmektedir; ayrıca daha yüksek kesimlerden de derelerin yan kolları göle su taşınaktadır.
1970’li yıllarda DSİ tarafından zamanın şartlarına göre tarımda kullanılmak üzere göl rezervuar alanına bir su deşarj ünitesi yapılmıştır. Bu yapının amacı, fazla suyun kontrollü bir şekilde gerektiğinde göl dışına salınımı, ihtiyaç halinde ise kapatılarak suyun göl rezervuarında tutulmasıydı.
Fakat bölgenin karstik yapısı göl alanındaki suyun kontrollü bir şekilde tutulmasını ve salınmasını engellemekteydi. Pek çok yerden su, kendisine bir yol bulmuş ve çatlaklardan kontrolsüz bir şekilde hareket edebilmektedir. Bu amaçla 2005 yılından itibaren suyun kontrollü hareket edebilmesini sağlamak amacıyla DSİ tarafından çalışmalar yapıldı.
Yaklaşık 1000 metrelik uzunluğa sahip su kaçaklarının olduğu gölün, 500 metrelik kısmı tamamen “kil dolgu” ile kaplandı. Bu da yaklaşık 1 milyon m3’lük suyun kaçmasını ve göl rezervuarında kalmasını sağladı.
Baranda Gölü depolama hacmi, mevsimsel yağış perspektifleri, arazi eğimleri ile hiç bir alternatif sisteme dahil olmadan Elmalı Ovası’nın 500 hektarlık sulanmasını sağlayacak bir özelliğe sahiptir.
DSİ Baranda Gölü islâh projesinin temel amacı, kışın biriken suyun yazın, tarım arazilerinin sulanmasında kullanılması ve fazla suyun ise kontrollü bir şekilde Akçay Deresi’ne bırakılarak, bu sayede Avlan Gölü’nün su miktarına artış sağlamaktır.
Baranda Gölü’nün su hacmi 3 milyon m3 olarak tahmin ediliyor. Gölün belirli yerlerinde 16 bin 167 metre boru döşemesi yapıldı.
Bir makale  daha buluyorum.Murat Eliçalışkan’ın hazırladığı Coğrafya blogundan okuyorum:

“Karstik Şekiller : 
Yağışlar ve yer altı suları, kalker, jips, kayatuzu, dolomit gibi eriyebilen, kırık ve çatlakların çok olduğu taşların bulunduğu yerlerde, kimyasal aşınıma neden olurlar. Kimyasal aşınım sonunda oluşan şekillere karstik şekiller denir.
Yağışların ve yeraltı sularının oluşturduğu karstik aşınım şekillerinin aşınım şekillerinin büyüklükleri değişkendir. Karstik aşınım şekilleri şunlardır :
Lapya : Kalkerli yamaçlarda yağmur ve kar sularının yüzeyi eriterek açtıkları küçük oluklardır. Oluşan çukurluklar keskin sırtlarda yan yana sıralandığından yüzey pürüzlüdür. Büyüklükleri birkaç cm ile birkaç metre arasında değişir.
Dolin : Kalker platolar üzerinde görülen, oval şekilli erime çukurluklarıdır. Genellikle derinlikleri az, genişlikleri fazladır. Türkiye’de özellikle Toroslar’da dolinler yaygın olarak görülür. Halk arasında kokurdan, koyak, tava gibi adlar verilir. Dolinler oluşum şekillerine göre iki gruba ayrılır :
Erime Dolini : Kalker yüzeyler üzerinde, yağış sularının eritmesiyle oluşan karstik şekildir. Erime dolinlerinin tabanında yüzey sularının derine doğru sozdığı çatlak ve delikler bulunur. Dolin tabanlarında erimeden geriye kalan killi materyalin birikmesiyle oluşan terra rossa toprakları bulunur.
Çökme Dolini : Yeraltında bulunan mağara sistemlerinin tavanlarının incelerek çökmesi ile oluşan karstik şekillerdir. Çökme dolinleri, derinliklerinin fazla oluşu, yamaçlarının eğimli oluşu ve tabanlarındaki iri bloklar halinde maddeler bulunması nedeniyle erime dolinlerinden kolayca ayırtedilirler.
33-Baranda Gölü 1 Haziran 2013 119
Uvala : Genişleyip, derinleşen dolinlerin birleşmesiyle oluşan, dolinlerden daha büyük çukurluklardır. Uvaların düzensiz şekle sahip olması ve tabanlarındaki erimeden geriye kalan kalker çıkıntıları dolinlerden kolayca ayırtedilmesini sağlar.
Obruk : Baca veya kuyu şeklinde, keskin köşeli, derin çukurluklara obruk denir. Derinliği 250-300 m’yi bulabilen obrukların bazılarının tabanında göl bulunur. Türkiye’de İç Anadolu’nun güneyinde ve Toroslar’da yaygın olarak obruklar görülür. İçel’deki Cennet-Cehennem mağaraları ve Konya’daki Kızören obruğu ülkemizdeki en güzel örneklerdir.
Polye : Karstik yörelerdeki genişliği birkaç kilometre olan, uzunluğu 20-30 kilometreyi bulan, hatta geçebilen ova görünümlü büyük karstik çukurlara polye denir. Türkiye’de özellikle Toroslar’da polyeler yaygındır. Örneğin; Akdeniz Bölgesi’ndeki Ketsel, Elmalı ve Akseki ovası birer polyedir.
Mağara : Kalkerli arazilerde çatlaklar boyunca yeraltına sızan suların oluşturduğu büyük boşluklara mağara denir. Damlataş, Narlıkuyu, Düden, İnsuyu, Kızılin mağaraları en ünlüleridir.
Düden : Kalkerli arazide erime ile oluşan daire biçimli kapalı çukurluklara düden denir. Düdenler yer altı sularını birbirine bağlayan kanallardır. Düdenlere halk arasında su çıkan, su batan gibi adlar da verilir.
Kör (Çıkmaz) Vadi : Karstik yörelerdeki akarsular bir düdende kaybolarak akışını yeraltında sürdürür. Bu akarsuların yeryüzünde süreklilik göstermeyen vadilerine kör (çıkmaz) vadi denir.
Karstik Birikim Şekilleri
Kimyasal birikim şekilleri, kalsiyum karbonatça zengin suların içindeki karbondioksit gazının uçması ve kalsiyum oksidin (kirecin) tortulanmasıyla oluşur. Karstik birikim şekilleri sarkıt, dikit ve travertendir.
Sarkıt-Dikit: Kalsiyum karbonatça zengin suların mağara tavanından sızarak içindeki kirecin tavanda birikmesi ile sarkıtlar, damla¤¤¤¤¤ tabanında birikmesi ile dikitler oluşur. Karstik alanlardaki mağaralarda görülen bu şekillerin en güzel örnekleri Damlataş Mağarası’nda bulunmaktadır.
Traverten: Genellikle sıcak su kaynaklarının yakınında ve kalsiyum karbonatlı suların yayılarak aktığı alanlarda, kirecin çökelmesi ile oluşan basamaklardır. En güzel örnekleri Denizli-Pamukkale’dedir.
Türkiye’deki Karstik Şekiller
Türkiye’de karstik şekiller yaygın olarak,
– Toros Dağları’nda
– İç Anadolu’da Sivas ve çevresinde (özellikle jips kartsı)
– Batı Karadeniz’de ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin güneyinde görülür. Bu alanlarda çıplak kayalar geniş yer kaplar. Toprak erime sonucunda oluşmuş çukur alanlarda toplanmıştır. Karstik alanların yüzeyinin su bakımından fakir olması, tarım olanaklarını sınırlamaktadır. Türkiye’nin yüzölçümünün yaklaşık 1/5’inde bu tür şekiller görülmektedir. Karstik şekillerin en yaygın olduğu bölge ise kalkerli arazinin geniş alan kapladığı Akdeniz’dir.”  
kaynak: (http://www.cografya.gen.tr/egitim/fiziki/karstik-sekiller.htm) 




Bu pazar 4 Mayıs 2014 günü yapacağımız yürüyüşte özellikle bakmak istediğim bir kaç şey var. İlki göl suyunun seviyesi ikincisi ise yaban hayvanları, kuş,bitki ve çiçek çeşitliliği. Göl kıyılarını otlak olarak kullanan köylülerin (İslamlar Köyü) hayvanlarından  geriye çiçek kalmışsa fotoğraflamak istiyorum. Koyunlar özellikle bu mevsimde çıkan çiğdemlere pek düşkünlermiş. Sulak alan olması itibariyle göçmen kuşlara ev sahipliği yaptığı da bir gerçek. Geçen yıl her tarafta gördüğümüz avcılardan geriye kalan boş saçma kovanları düşünüldüğünde kuşların bu gölde pek de emniyette olmadıkları söylenebilir.
Gölün etrafında yer alan dağlar uzaktan da olsa tüm heybetleriyle görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam ; Tezekli Dağı, Bozburun Dağı ve Akdağlar Kızlar Sivrisi isimlerini hatırladıklarım. Bu kez haritadan daha iyi incelemeyi umuyorum.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...