21 Mar 2017

Tazı Kanyonu

Bu doğum günü haftamda farklı şeyler yapmak, farklı yerlere gitmek ve farklı şeyler görmek amacıyla Bilgelik Vadisi adı verilen tarihi Eurymedon (Köprüçay)  vadisinde keşif yapmaya karar veriyorum. Bu yıl her şey çok karmaşık. E. Cioran’ın anlattığı anlamda bir çürümenin içine her geçen gün daha fazla batıyorum.

Ne diyor üstat:
“Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet – geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki?
“Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkûm olmayan hiçbir ‘yeni’ hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm.” – E. M. Cioran
Bu kadar da karamsar değil yaşam. En azından büyük şehirlerden kaçıp kendini doğanın kucağına bıraktığın zamanlarda kurtuluyorsun o çürümenin vebasından. İnsanlar bir araya geldiklerinde başlıyor çürüme. Doymak bilmeyen egolarıyla ve şiddet eğilimleriyle yaşamınızı acıtmaya hazır bir düşman gibi sarıyor etrafınızı.
“Evet” cilerle “Hayır”cıların lüzumsuz kavgası yaşamını daraltıyor insanın. Orada önünüzde, gözlerinizin önünde onların da gözlerinin de önünde duruyor tüm çürüme. her şey hızla çürüyor. Gözünüzle görüyorsunuz. Tüm değer yargıları tükeniyor. İnsanlar boşlukta asılı kuklalar gibi yaşıyorlar artık. Birisi iplerini çekmezse öylesine kalıveriyorlar boşlukta.
Hızla yok edilen doğal cennetler, ellerinde motorlu testerelerle ormana dalıp metreküpü kırk beş liraya ağaç kesen işsiz çobanlar, sağa sola gelişigüzel atılmış ambalaj atıkları ve yığma beton çirkin yapılarıyla gözleme turizmi içinizi karartıyor.
Bilgelik Vadisi adı verilen Eurymedon (Köprüçay) vadisi tüm ihtişamıyla önünüzde uzanıp gidiyor. Antalya Büyük Şehir  Belediyesinin iş makineleri yol açmaya çalışıyor ormanın içinden. Ağaçları keserek, kayaları dinamitleyerek bir yerden bir yere yol açıyorlar. Ne amaçla? Beşkonak köyünden Gaziler köyüne kadar uzanan orman yolunu asfaltlamaya çalışıyorlar.  Borular döşüyorlar. Su boruları. Eurymedon nehrinin suyunu çalmak için yarış halinde olan şirketlerin şantiyeleri yol boyunca uzanıp gidiyor. Uzaktan karlı Anamas Sıradağları görünüyor. İki metre çapında borular dizilmiş yol boyunca. Sanki istila orduları. Doğayı istila edecek olan canavarlar. Bilgelik vadisinin damarlarından suyu çekip onu kurutacaklar. Vadiden geriye kısa sürede bir şey kalmayacak.
Her yürüdüğümüz adımda yerden tarih fışkırıyor. Yeter ki sen merak et ve araştır.  MÖ. 466 yılında Atina Delos Birliği ile Pers İmparatorluk ordusu Euromedon (Köprüçay) ‘un denize döküldüğü deltada Belek civarında karşılaşırlar. O zamanlar bu nehirde gemiler bile yüzebiliyordu. Öylesine geniş, öylesine bol suları olan muhteşem Eurymedon. Anamas Dağları’ndan doğan yüz seksen kilometre boyunca çılgınca denize koşan, Tazı kanyonunu altmış metreye varan şelaleleri oluşturan, tüm vadiye hayat veren  bir  doğa harikası.
Harpagos’un komutasındaki Pers ordusunun MÖ. 550 yıllarında tüm Batı Anadolu’yu işgal edip vergiye bağlamasından tam yaklaşık yüz yıl sonra Batı Anadolu şehir devletleri Atina’nın önderliğinde aralarında bir birlik kurdular. Atina Delos Birliği. Amaç: Persleri Anadolu topraklarından sürüp çıkarmak.Önce para gerekli. Pamuk eller cebe.  Dekodrahmi’ler kestirildi, gemiler inşa edildi, askerler toplandı, tüm şehir devletlerinin en kahraman komutanları bir araya geldiler.
O devrin savaş gemileri her biri iki yüz kürekçi asker alan bir tür çıkartma gemileri idi. Trireme adı verilen bu savaş gemileri kürek ve yelken donanımlı olarak geminin burnunda bulunan “mahmuz” ile düşman gemisini yandan mahmuzlayarak veya küreklerini kırarak etkisiz hale getirdikten sonra bordalamayla gemiye asker çırakdıktan sonra göğüs göğüse çarpışmayla sonuca gitmeye çalışırlardı.   Atina Delos  birliğinin büyük bir zafer kazandığı savaş Eurymedon savaşı ( The Battle of Eurymedon) olarak biliniyor. Bu savaşta Pers güçleri büyük bir yenilgiye uğrarlar. Batı anadolu’daki pers hakimiyetinin sonunu hazırlayan bu deniz savaşı çok önemlidir.
Buradan kanyonun derinliklerine bakarken dört yüz metrelik kanyon yanaklarında hızla uçan kırlangıçları, onları avlamaya çalışan yırtıcıları düşünüyorum. Doğal denge sürüp gidiyor. kırlangıçlar sinekleri avlıyor, kırlangıçları kartallar ve şahinler avlıyor. Yiyecek zincirinin en üstünde kim var acaba? Bu kanyona tazı kanyonu denmesinin sebebini araştırdım ama bulamadım. Akıl yürütmekten başka çare yok. Tazılar av köpekleri olarak kullanılıyor. İlk çağdan bu yana tazıların av da kullanıldığını duymuştum. Özellikle de kayalık arazide ceylan avında kullanırlarmış. Bu kanyonun kayalık yapısı ve yerleşim yerlerinden uzaklığı göz önüne alınırsa  tazı kanyonu denmesinin sebebi bu olsa gerek.  Bilgelik vadisi yakıştırmasını ise hiç çözemedim.
Kanyonun belki de en yüksek noktasındayım. Aşağıda dört yüz belki de beş yüz metrelik sarp bir uçurum. En ufak bir hata, ayak kayması, sendeleme uçurumdan aşağıya yuvarlanma riski taşıyor. Orada uçurumun kenarında bir garip ardıç ağacı var. Kökleriyle kayalara tutunmuş yer çekimine direniyor. Ona tutunup kendimi emniyete aldıktan sonra uçuşan kırlangıçları seyretmeye koyuluyorum. Büyüleyici bir manzara. Kırlangıçlar o kadar hızlı uçuyorlar ki takip etmekte zorlanıyorum.
Kırlangıçları seyrederken günlük yaşamımı saran çürümeyi unutuyorum.  Yine Emil Michel Cioran’a dönelim. Bugünlerde gündemi giderek daha da saran ve neredeyse boğan “din” söylemleri ve yaptırımları mide bulandırıcı seviyeleri çoktan aştı. Cuma çıkışı, cuma öncesi, cuma sonrası gibi açılımlarla başlayıp camilerde parti propagandalarına kadar uzayan bir sahtekarlık bataklığında ilerlemeye çalışıyoruz.
“Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar.” Ne demek istiyor üstat? Benim içimde uyuklayan peygamber var mı? Var olanları biliyorum. Ağızlarından düşürmedikleri din söylemleriyle “Selamın Aleyküm”, “İnşallah”, “Maşallah”, “Allah korusun”, “töbe de”, vb. toplum hayatında bir üslup yaratan din sahtekarları özellikle medyada boy gösteriyorlar. Perşembe ve cuma günleri TV kanallarında Q&A seansları yapanların aldıkları ücretler asgari ücret ile kıyas kabul etmiyor. Asgari ücretle çalışan bir işçi ayda 1400 TL alırken bu tüccarlar program başına elli bin Türk Lirası alıyorlarmış. Yani ayda iki yüz bin.  Gelen soruların çoğu evlilik, akrabalık ilişkileri, ticari ilişkiler ve cinsel yaşam üzerine. Oysa medeni kanun bu tür ilişkileri düzenliyor olması gerekiyor. Demek ki yeterince düzenlemiyor. Bir din adamının düzenlemesi gerekiyor.
Nedir bu kadar dine bağlılık? Nereden geliyor bu ihtiyaç? E.M. Cioran’a göre tapınma ihtiyacından kaynaklanıyor. İnsanlar  kendilerine tapınacak bir tanrı arıyorlar. Bulduktan sonra da başkalarının da o tanrıya tapınmasını istiyorlar. Eğer tapınmazsa o insanı öldürmek istiyorlar. Din savaşlarının kökünde de bu var. Başkasının tanrısına tapınmayı reddedersen ölürsün. Fanatizm denen “veba” da böyle bulaşıyor işte.
İşte şehirden kaçtım buraya bu doğa harikası kanyona geldim. Kırlangıçları seyrederken yine şehir hayatını düşünüyorum. Elimde değil. Bu kanyonda yaşamıyorum ki ben. Burada bir kaç saat kaldıktan sonra yeniden şehir hayatına döneceğim. O telaşlı insanların çılgınlar gibi çırpındığı sokaklara. En ufak bir şeyde hemen parlayıp birbirlerine giren testesteron yüklü erkekler ve suratı asık korkak kadınlar, yol ortasında haykırarak ağlayan çocuklar mı şehir hayatı? Herkes telaşlı. Herkes korkuyor. Herkes birbirinden korkuyor. Artık böyle oldu. İnsani ilişkiler çürüyünce karşılıksız iyi davranmak yürürlükten kalktı. Artık herkes herkesi azarlıyor. Hesap soruyor. Üniformalılar seslerini yapma bir otoriter tona çekip suratınıza haykırıyor. El kol hareketleriyle size haddinizi bildirmek için fırsat kolluyor.
Beşkonak ‘da bir kahvede çay içerken oralılara sordum: Eurymedon nehrine acaba neden “köprüçay” adı verildi?  Bu adlandırma nasıl oluyor?  diye sorduğumda aldığım cevaplar genellikle hiç tatmin edici olmuyor.
Kimse bilmiyorum demiyor. “Büyüklerimiz öyle der, biz kendimizi bildik bileli bunun adı Köprüçay’dır.” Nesilden nesile geçen bir adlandırma. ” Köprü” de Oluk Köprü olarak bilinen antik köprüden kaynaklanmaktadır. Köprünün esas adı Eurymedon Köprüsü’dür. Selge liler tarafından antik çağda yapıldığı daha sonra Romalı taş ustaları tarafından onarıldığı rivayet ediliyor. Köprü tek kemerli tiptedir. Uzunluğu 14 metre genişliği 3,5 metredir. Akarsu üzerindeki ikinci köprü ise Belkıs köprüsü olarak bilinmektedir. Bu da Roma döneminde dokuz kemerli olarak inşa edilen ikinci Eurymedon köprüsüdür. Bu köprüler yaklaşık ikin bin yıldır orada durmaktadır. Bugün buralarda yaşayan halkın Eurymedon’a Köprüçay demesinin sebebi bu olsa gerek. Bu isimlendirmelerin geçmişi yok ettiğini neden kimse fark etmez?
Birinci varsayım şu: Başka yerlerde yaşayan  başka kültürlerin insanları şu veya bu nedenle göç etmeye mecbur olurlar. Dağlar tepeler aşarlar. Eurymedon nehrinin kıyılarına gelirler. Bir köprü ile karşılaşırlar. Bu Eurymedon köprüsüdür. Ne köprünün adını ne de nehrin adını bilirler. Terk edilmiş taş evlere keçi ve koyunlarını yerleştirir kendileri çadırlarını kurarlar. Bereketli ovada (Pamphyllia) tarım yaparlar ve kış aylarında burada yaşarlar. Yaz aylarında hava ısınınca Eurymedon nehrinin çıktığı Anamas dağlarındaki yaylalara  göç ederler.
İkinci varsayım: Bölgede yaşayan halk göçlerle gelenlerle karışırlar. Zamanla birbirlerinin dillerini öğrenirler. Yeni gelenlerin kültürü baskın kültür olmaya başlar. Kısa sürede tüm bölgede yeni gelenlerin dili ve kültürü hakim olur. Bin yılda meydana gelen bu ikinci değişim bu topraklara hakim olur. Eskiyle kimsenin bağı kalmaz artık. Eurymedon nehri Köprüçay olarak isimlendirilir. Geçmişle tüm bağlar kopar geriye iki köprü kalır. Oluk Köprü ve Belkıs Köprüsü.
Yine döndük dolaştık bu toprakların kültürel değişimine geldik. Her bin yılda bir kabuk değiştiren bu topraklarda karmaşa hiç bitmedi. Sürekli birileri geliyor, orada oturanları taciz ediyor. eskiler göç ediyor. Yeniler onların yerine yerleşiyor. Her otorite boşluğunda yeni bir düzen çıkıyor ortaya. Bu devirde daha farklı dengelere ihtiyaç var. Büyük şehirlerin doymak bilmeyen ihtiyaçları için kıyıların, göllerin, ormanların, nehirlerin, dağların, yaylaların ve ovaların ranta dönüştürülmesi gerekli. Bu dönüşümü sağlayacak güç dengesinin sağlanması için gerekli siyasi adımların atılması da sağlandıktan sonra geriye eski değer yargılarının çürütülmesi yerine yenilerinin konması gerekiyor. Bu kimsenin planladığı bir dönüşüm değil. Kendiliğinden olan bir sosyolojik olay. Siyasi dengeler ve ekonomi ortaya böyle bir mühendislik çıkarıyor.
Tazı Kanyonu’nu seyrederken tüylerim diken diken oluyor. Kanyon İspanyolca bir kelime. Boru anlamına geliyor. Akarsu yeryüzünü bir boru gibi oyuyor. Geçtiği toprakların kalker gibi aşınması kolay kısımlarını alıp denizlere taşıyor. Geriye granit gibi sert kayalar kalıyor. Tazı kanyonunun oluşumu da en az dört beş milyon yıl sürmüş olmalı. Dile kolay. Bu geçen zamanı algılamak hiç de kolay değil. Bu doğa harikasının oluşumu zaten zamanın bir göstergesi değil mi? Peki bin yıl sonra buralarda kimler yaşayacak? Kırlangıçlar uçmaya devam edebilecek mi? Tazı kanyonu bu güzelliğini koruyabilecek mi?
Bu soruların cevabını vermek hem zor hem de kolay. Eğer insan müdahalesi olmazsa bu güzellikler bozulmadan kalabilir. Ama her geçen yıl artan nüfus en büyük sorun. Şimdiden buraları saran ormanların tahribatı başlamış. Eurymedon üzerine kurulan HES’ler ve döşenen su boruları kötülük tohumlarının ekildiğini gösteriyor. Doğal kaynakları bu kadar hızlı tüketen bir siyasi sistemin geleceğe ilişkin kaygılar taşımadığı kesin.
Yazı 

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...