![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6FvA8Wn6YD2uQ8wYBC5neMpYUGvWHCUFi0C5B08VZqblpq8Q-OCDpjRCd1VLsgqp466uxY_MFFMndTEvDM05I1CtM0MRYZ10GHuedGs2Zuv12KRiEQNFZi6piHteN6flTx4S9hLeTzRs/s400/Kemer+Country+Ev+Resimleri+008.jpg)
Ey beşer çehreli hayvan, heyhat,
Boyun eğme yalanı
Bu sosyal yalan, içinde bulunduğunuz grubun veya karşınızdaki kişinin düşüncelerine, ilişki veya ilişkilerinizin zarar görebileceği düşüncesiyle asla karşı çıkmamaktır.
Örneğin arabanızı tamir eden ustanızın ya da kayınvalidenizin aşırı uçta yer alan düşüncelerini dinleyip "duymamış gibi"davranabilirsiniz.
Davranışınız üstü kapalı bir boyun eğmedir.
Ustanın on kilometre içindeki tek usta olduğunu, kayınvalidenizin akrabanız olmayı sürdüreceğini ve aranızın bozulmasının iyi olmayacağını, zaten bu insanların düşüncelerini değiştiremeyecek olduğunuzu düşünürsünüz.
Şahsi nedenlerle konumun olduğu gibi kalmasını değişmesine yeğlediğimiz durumlar, boyun eğme yalanının oluşması riskini taşıyan durumlardır. Bu, ikiyüzlülük gerektiren bir yalandır, ancak her birimiz kendimizi boyun eğme yalanına kaptırarak, yalana uygun bir kılıf hazırlayacak mantığı oluşturmayı başarırız.
Erkeğin erkek, kadının kadın olmasına yardımcı olan, ancak ellerinden olası bir mükemmelleşme umudunu da alan küçük gündelik gevşeklikler yelpazesi içinde, kotarması kolay olduğundan çok yaygın bir toplumsal yalan daha bulunmaktadır:
Unutma yalanı.
Unutma yalanı sosyal açıdan kabul gören son yalan çeşididir ve bir önceki yalanın çeşitlemesidir. Görünüşte pek de önemli olmayan hilelerle, gerçeği bütünüyle söylemeyerek değiştirmemize neden olur.
Örneğin, önceki akşam eve geç döndüğünüzü söyler, ancak kiminle birlikte olduğunuzu söylemekten kaçınırsınız. Söylediğiniz tam olarak yalan değildir ama vermeyi unuttuğunuz bilgi gerçekliğin doğasını değiştirerek, gerçeğin arada bir yerde kaybolmasına neden olmuştur.
Unutma yalanı, gerçekliğe karşı dürüst olduğunuz an yok olacak olmasına rağmen, yapabileceğiniz bir şey yok, engel olamıyorsunuz...
"Peki ya vicdana ne oldu?" demek geliyor insanın içinden. Vicdanın görevi, kötü bir davranış sergilediğimiz her seferinde bizi azap vererek cezalandırmak değil midir? Burada da eğitim teorileri ile gündelik yaşam arasında büyük bir mesafe var.
Bu özet Bedenin İnce Dili- Sinergoloji -Dr. David J. Schwartz adlı yapıttan Sayın Halit Yıldırım tarafından derlenmiştir .
Bu söylemde “Artık önemli olan gerçek/doğru nedir?” sorusu değil, hakikatin/doğrunun nasıl kurulduğu sorusudur ya da önemli olan daha doğru bilginin araştırılması değil, yeni doğruların oluşturulmasıdır.
Genel ahlaksal anlayışlar-ilkeler artık geçerliliğini yitirmiştir; ahlaksal normların kaynağı yaşanan koşullardır, çağın, zamanın gerekleridir.
Postmodernizm, dış gerçekliğin nesnel ve kararlı temsil edilebileceği inancının bir aldanış olduğunu kabul eder.
Nesnel gerçekliğin bilgisinin olamayacağı kabul edilince bu bilgiye sahip olmanın, aydına ya da elite yüklediği öncülüğün, yol göstericiliğin dayanağı kalmaz.
Başkasının adına karar vermek olanağı kalmaz, kararı sahibine, yani bundan doğrudan etkilenecek olana bırakır.
İnsanbilimi geliştirmek için yapılan yapısalcı çabaları, insanın evrensel değişmez özünün bulunabileceği düşüncesini metafizik olarak görür. Bu noktaya gelinince, evrensel bir ahlakın kurulması umutlarının de tükendiğini, kabul etmek gerekir.
(Kılıç, 2002)
Baudelaire'in modernizmi tanımlarken dayandığı, geçici ile kalıcı arasındaki gerilimin kalıcı yanı ortadan kalkmış, geçicilik, süreksizlik, parçalanma ve kaos yanı kalmıştır. Buna paralel olarak bir derinlik arayışı kaybolmuş, yüzeysel olunmuştur.
Modernizmde bilim, ahlak ve sanat alanları arasındaki aşılamaz ayrım, postmodernizmde anlamını yitirir. Epistemolojinin yerini yorumbilim alınca, ahlak alanı ile bilimin ayrımının da anlamı kalmaz.
Postmodernizm kabullerinin de, toplumsal sonuçları vardır. Postmodernizm, tarih içinde belirlenmenin de karşısında olduğundan, toplumsal ilerlemenin olabilirliğini kabul etmemektedir. (Tekeli, 1992)
Postmodernizm öncelikle evrenin bir kaos olduğunu, bu kaosa bir anlam verilemeyeceğini ve de hiçbir formülle açıklanamayacağını söyler.
Eğer doğrular varsa evrenin ancak bir parçası için doğru olabilecektir, anlam varsa, evrenin ancak bir parçası için geçerli olabilecektir. Evrenin tümünü tek formülle açıklamak, yani tek bir anlam bulmak olanaksızdır; çünkü ne doğada ne de evrende bizi böylesi bir açıklamaya götürecek bir tek ipucu yoktur.
Postmodernizm, modernizmdeki, görülen gerçeğin insan belleğinde hiç değilse belli bir bakış açısından kısmen algılanabileceği veya insan belleğinin, gerçeği, gördüğü biçimleri ile yapıtında yansıtabileceği düşüncesini de yadsır. İnsan, doğrulan veya genel anlamda ve de herhangi bir bağlamda gerçeği hiçbir zaman bilmemiştir, ancak onun kurmaca biçimlerini görmüştür.
Çünkü "mitos"lardan günümüze, bize gerçeği anlattığını savunan her türlü yapıt ve anlatım türü, gerçeğin yorumu ve kurmaca anlatımından başka bir şey değildir. Günümüzün karmaşık kültüründe bu iş daha da zorlaşmıştır.
Çağdaş bir örnekle açıklamak gerekirse: Medya en doğruyu yansıttığını iddia ederken aslında belli bir görüşün grup veya kişinin bakış açısından ve de o görüş, grup veya kişinin söylencesi içinden gerçeği verir, gerçeğin yalnızca yorumunu yaptığı için ikinci bir kurmaca gerçeği yaratmış olur. Günümüzde artık yorumun doğruluğu değil, inandırıcılığı önemli olduğu için gerçek belki de hiç bilinmeden kalmaktadır. Böylece postmodernizm, gerçeklerin kurmaca yapılarını gösterip, doğruların doğadan doğal olarak gelmediğini, kültür tarafından kabul ettirildiğini; dünyanın kendi kültür söylemimizden sosyal olarak kabul edilmiş anlamlar sistemiyle tanıtıldığını irdeler.
Toplumsal düzlemde de, bir sistemler karmaşası vardır. Sosyal kurumlar, insanla doğa arasındaki çatışma sonucu ortaya çıkarlar. Kurumlaşmak doğal olanı alıp, disiplin altına sokmak ve onu sistemleştirmek demektir. Görüldüğü gibi postmodernizmde sistemlerin tümüne bir güvensizlik söz konusudur. O halde sosyal ve kültürel kurumlar, doğanın kendisinde tartışılmaz doğrular olarak, yoktur. Tüm kurumlar ve onların getirdiği sistem, kavram ve doğrular kurmacadır.
Gerçeklikleri göreceli ve tartışmaya açıktır. Gerçek varsa, her zaman insana, ancak yorumları ile ulaşmıştır. Tüm kavramlar kurmaca oldukları gibi, ait oldukları söylence grubuna göre de farklılık gösterirler; her farklı dil grubu, her söylence kendi kavramlarını, dolayısıyla kendi doğrularını ve yaşam deneyimini yaratır. Yani tüm kavramlar ideolojiktir. O halde tüm insanların bağlayıcı bir kavramdan söz etmesi olanaksızdır. (Kılıç, 2002)
Onlar, yumuşama bilmez olumsuzlukları ve kuşkuculukları ve daha olumlu ahlaki veya politik tavsiyelerde bulunmayı reddetmeleri nedeniyle, çok sıklıkla eleştirilirler. Bununla birlikte, postmodernist eleştirinin değeri, şüphecilik düzeyinde dahi olsa, küçümsenmemelidir. Bu eleştirinin duyarlı noktalara dokunduğu kuruntusu, postmodernizmin Soğuk Savaş'ın ardından, son zamanlarda, Batı Avrupa ussallığı ve özgürlüğünün “öteki” konumuna -komünizmin yerine- yükselişiyle, sağlam bağıntının karşılaştığı sıklıkla kurala bağlanışı ve saygısız küfrün hedefi haline gelişiyle doğrulanır.
Hiç olmazsa, postmodern tanı, batı tarihinin karanlık bölümlerinin yararlı bir anımsatıcısı olmuştur. Yalnızca yirminci yüzyıl totalitaryanizmleri, modernitenin özünde var olan tehlikelerin en çarpıcı kanıtıdır. Postmodern durum, aynı zamanda yerleşik bir kaygıyı, (Giddens'ın deyimiyle) 'ontolojik bir güvensizlik' duygusunu, bürokratik sosyalizmin kendisi de bir alternatif olarak görülmese bile, bürokratikleşmiş kapitalist toplumla ilgili yaygın bir hoşnutsuzluğu ifade eder. Kolonyalizm ve bağımsızlık mücadelelerinin küçük ölçekli sarsıntıları kadar, güçlü dini fundamentalizmlerin yeniden dirilişi de, batının özgüvenini felsefi köklerinden çekip koparmıştır. Postmodernite, ortak bir politik tutum benimsenmese bile, çağdaş toplum ve kültüre ilişkin kavrayış için yararlı bir kavram olabilir.
Gerçekten, postmodernizmin olumsuz, kuşkucu tavrı çoklukla, anti-otoriter içerikleri olan bir tavır olarak değerlendirilir. Postmodernistler, çeşitlilik ya da farklılığı, her ne kadar gizliden gizliye de olsa, teröristçe bastıran tüm söylem biçimlerini (elbette, yalnızca politik söylemi değil), altüst ederler. Derridacı dekonstrüksiyon, batılı aklının 'korkunç hiyerarşilerine' meydan okurken, postmodernistler de, 'öteki'nin reddine, farklılığın, kendi kimliğimizin güvenliği adına değersizleştirilmiş bir 'öteki'ne indirgenmesine karşı çıkarlar. Postmodernistler, sisteme karşı, yeni ve büyük bir birleştirici teori üretmek veya kışkırtıcı bir örgütlü savaş açmak yerine, söylemler, bilgiler, kültürler, mücadele ve sesler çokluğunu güvence altına almanın yollarını ararlar. Onlar, tüm liderlerin, özellikle de uzman ya da entelektüel oldukları iddiasıyla ortaya çıkan, hatta direniş veya Marksist devrimde uzmanlık taslayan önderlerin, iddialarını sorgularlar.
Onlar, Habermas gibi entelektüellerin, demokratik irade biçimlenimini veya 'değiştirilmemiş' iletişimin koşullarında otorite olma iddialarını bile, reddederler. Postmodernistler bu bakımdan, Frankfurt Okulu'nun, 'olumsuz diyalektiği' pozitif düşünmenin kötülük eğilimlerine kişinin elinden geldiği ölçüde azimle karşı koyan Adorno gibi, eski düşünürlerine çok daha yakındırlar. Postmodernist düşüncelerin sağladığı oldukça nazik itici güç (hiç şüphe yok ki, yalnızca onda olmasa bile), batı düşüncesi içinde daha önce marjinalleştirilmiş bir dizi perspektif ya da söylemde yankı bulmuştur.
Postmodernizmle feminizm arasındaki, herhalde en fazla Lacan ve Derrida'nın yazılarının etkilemiş olduğu bir karşılıklı etkileşim, özellikle verimli olmuştur.
(West, 1996:339-340)
Postmodernistler, "gerçek diye bir şey yoksa geriye kalan tek şey(in) oyun" olduğunu, gerçeğin "güçlü olanın tercihlerini yasallaştırdığını", "özel politik tercihleri kanıtlamak" amacıyla gerçekten söz edildiğini öne sürmektedirler.
Lyotard'ın, "Bilim, kendisini yararlı düzenlilikleri koymakla sınırlamadığı ölçüde ve gerçeği aradıkça, kendi oyununun kurallarını yasallaştırmakla yükümlüdür" ifadesi, gerçeğin bir "oyun" olduğu düşüncesinin bir örneği olarak verilebilir. Lyotard'a göre; bir "önermenin doğruluğu, bir temel üzerinde uzman olan bir grup insanın, kolektif onayına bağlıdır" ve "gerçek, iktidarın yasallaştırılmasıdır."
Gerçek diye öne sürülenlerin "uzlaşım önermeleri" olduğunu dile getiren Lyotard'ın görüşleri, bu noktada Kuhn ve Feyerabend'in görüşleri ile uyum içerisindedir.
(Kılıç, 2000)
Postmodernizm ile yapısökümcülük, bazı açılardan benzeşmektedir. Derrida'nın yapısökümcülüğün yıkmak, devirmek, yok etmek gibi bir amacı olmadığını, tam tersine kimi şeyleri koruma altına almak adına belli yapıları sökmeyi temel bir ödev olarak gördüğünü söyleyen kendi sözleri, postmodernistlerin yapısökümcülüğe yönelik saptamalarını doğruluyor gibidir.
Buna karşı postmodernizmin, göndermeye dayalı dilin yitirilmesinin yasını tuttuğu söylenemez. Eğer gösterge, hep belli bir şeye, her durumda aynı şeye göndermiyorsa, yapılması gereken göstergenin ait olduğu anlam ile değer dizgesi üstüne yoğunlaşarak, ne türden bir dizgenin içinde ne tür dil oyunlarının oynamakta olduğunu izleyerek gerekli çıkarımlarda bulunmaktır. Postmodernizmin, bu genel yaklaşımı, kuramsal içerikli metinlerden çok, sanatçıların yaratıcı yapıtları ile pek çok felsefe eleştirisini öncelemeyi başarmış toplum, bilim, din ve bir bütün olarak kültür eleştirisi içerikli yazılara uyguladığı görülmektedir.
(Felsefe Sözlüğü, 2002)
Postmodernizmi zayıflatan, hatta kimi yazarlara göre öldüren niteliklerinden bazıları şunlardır:
—tüketim ekonomisi tarafından benimsenip kullanılması,
—geçici olan şeylere bu denli bağlanması,
—sanki gerçek tarih ve coğrafyayı, çoğu kez en ağır şartlar altında yaşanan ve yitirilen hayatların mücadelesi değil de, süper market raflarındaki eğretilemelermişçesine birkaç fikir ve görüntü uğruna talan etmesi,
—yitirilen zaman-mekân anlayışının yerine düzmece ve öykünmeli bir zaman-mekân anlayışı koymaya çabalaması,
—kültür mirasıyla alay etmesi,
—dar kapsamlı bir yerellik politikasına saplanıp kalması,
—eklektizmi kültürel, politik ve toplumsal farklılıkların uzlaştırılması çabalarıyla karıştırması,
—postmodernizm konusunda bitmeyen akademik tartışmalar,
—yeni bir şey yaratmayıp durmadan geçmişi-var olanı tekrarlayıp yıkmaya çalışması,
—bölünmeye oradan da yok olmaya gidişi,
—iç çelişkileri,
—yapıtların rahatsız edici oluşu,
—özellikle medyanın ve tüketim ekonomisinin eline geçtikten sonra şiddet ve çirkinlikle beslenmesidir.
Postmodernizmin pozitif yanı; farklılığın, çeşitliliğin önemini irdeleyip, dünyayı betimlediğimiz dil ve söylem üzerinde önemle kafa yormamız gerekliliğinde durmasıdır. Buna karşın, farklılıkları üretken biçimde nasıl birbiriyle uzlaştırabileceğimizi belirtmemiş, temel bir savunusu olmadığı gibi belli uslamlamalarla özetlenebilecek genel öğretisi de olmamıştır. Karşımızdakinin dilini parçalarına böldükten sonra, nasıl birbirimizle iletişim kurabileceğimiz konusunda hiçbir ipucu vermemiştir.
(Kılıç, 2002)
Ayrıca, modernizmin evrensel anlamda bir zamansallığın, uzamsallığın ve etik koordinatların olmayışından ileri gelen güçlüklerle boğuştuğu yerde, postmodernizm hiçbir mücadele içine girmeksizin, hiçbir sorun yaşamaksızın gerçeküstünü, doğaüstünü, belli bir kalıba sığdırılamayanı, bildik bir yere oturtulamayanı benimsemektedir. Modernizmin, gerçekliğin incelenişinden gözlemin incelenişine geçerken yaşadığı sorunlu durumu ya da sıkıntılı geçişi olumsuzlamaya çalıştığı yerde, postmodernizm hiçbir sıkıntıya meydan vermeden gözlemin değerle dolu olduğunu ve bütün değerlerin kullanılan dil doğrultusunda yapımı, kurmaca, yerel, öz-göndergeli olduğunu daha baştan olurlamaktadır. Modernizmin derin ile soyutu aradığı yerde, postmodernizm duraksamadan yüzünü, yüzeydekine, tikelliğe, sıradanlığa, her günkü yaşama dönmektedir. Modernizmde, başat bir değer olarak görülen “düzen” kavramının yerine, postmodernizmde “tasarım” ile “örüntü” geçmektedir. Sonuç olarak, modernizmin, doğrudan kendine dönük oluşundan ileri gelen kendine yönelik farkındalığı, postmodernizmde çok daha köklü ve kesin bir biçimde öz-göndergeliliğe yönelik farkındalığa, dolayısıyla bütünüyle bağımsız olma anlamında kendine yeter olmaya dönüşmektedir.
(Felsefe Sözlüğü, 2002)
Şu halde, modernitenin krizi, mantıksal olarak, hem 'modern' sosyoloji için potansiyel bir kriz ve hem de topluma ilişkin araştırmaya postmodern bir yaklaşımı içerir. Giddens, bir dizi değişikliğin, deliller göstererek yanında olur. Örneğin, finansman üretim ve tüketimin, iletişimlerin, kültürün, vb. küreselleşmesinin bir sonucu olarak, ulus-devlet sosyolojik araştırma için, bundan böyle uygun bir odak değildir. Gerek dünya çapında ve gerekse 'mikro-toplumsal' analiz düzeyleri, aşırı derecede ihmal edilmiştir. Toplumsal hareketlerin, karakteristik “küresel düşün, yerel olarak eyle” başyasasıyla ön plana çıkışı da, bununla ilgilidir.
Sosyoloji ve gelişme teorileri, geleneksel olarak Avrupa merkezci kabule, yani batı toplumunun en modern ya da en ileri toplum olduğu ve diğer toplumların da, aşamalı olarak aynı yol boyunca evrim geçirmesi gerektiği kabulüne dayandırılmıştır. Bu kabulün de, yeni baştan düşünülmesi gerekmektedir. Benzer bir bakış açısı geliştiren Barry Smart, daha az dışlayıcı ve hayal gücü daha geniş bir sosyolojinin savunuculuğunu yapar.
Geleneksel ve dini toplumların kültürleri de dâhil olmak üzere, bir kültürler çeşitliliğinin perspektifleri, 'modern akıl'dan ziyade, 'postmodern imgelem'e dayanan bir sosyolojinin bir parçası olmalıdır. Başka bir deyişle, modernitenin felsefi kabullerinin yıkılışı, Baudrillard'da olduğu gibi, hem sosyoloji ve hem de 'toplum'dan vazgeçmeyi değilse bile, onun kendi sosyal bilimsel imajının kökten bir biçimde yeniden düzenlenmesini gerektirir.
(West, 1996:337-338)
"İlk adım istemektir,
İkinci adım inanmaktır,
Üçüncü adım almaktır, "
"İçgüdülerinize güvenin. Evren size ilham verir ve elde etme frekansında sizinle iletişim kurar. Sezgisel ve içgüdüsel hisleriniz olduğunda, onları izleyin; Evren’in sizi manyetik bir biçimde istemiş olduğunuz şeyi elde etme noktasına doğru götürdüğünü anlayacaksınız."
"Her şeyi kendinize çeken bir mıknatıs olduğunuzu unutmayın. Zihninizde ne istediğinizi net olarak belirlediğiniz zaman, onları kendinize çeken bir mıknatısa dönüşürsünüz ve istekleriniz de size doğru manyetize olur."
"Evrenin kusursuz düzeni, yaşamınızın her anı, yaşadığınız her deneyim bu yasaya göre belirleniyor. Kim olursanız olun, nerede yaşarsanız yaşayın; tüm yaşantınız çekim yasası tarafından şekillendirilirken, bu her şeye muktedir yasa, düşünceleriniz aracılığıyla işliyor. Çekim yasasını harekete geçiren ise siz kendinizsiniz ve bunu düşüncelerinizi kullanarak yaparsınız."
"Sizden başka hiç kimse size kendinizi iyi ya da kötü hissettiğinizi söyleyemez.
Bilmeniz gereken en önemli şey, iyi şeyler düşünürken insanın kendisini kötü hissetmesinin imkansız olduğu."
"Kendinizi kötü hissediyorsanız, aklınızdan size kendinizi kötü hissettiren düşünceler geçiriyorsunuz demektir."
"Moraliniz bozuk olduğunda, kendinizi daha iyi hissetmek ve düşüncelerinizi değiştirmek için çaba sarf etmediğiniz taktirde, verdiğiniz mesaj: “Bana kendimi kötü hissetmem için daha fazla sıkıntı ver. Sıkıntıları bana getir!” olur."
"Hem olumsuz düşüncelere sâhip olup, hem de kendinizi iyi hissetmeniz imkansızdır. Kendinizi iyi hissediyorsanız, bunun sebebi iyi şeyler düşünüyor olmanızdır. "
"Görüyorsunuz ki, hayatta her istediğinize sâhip olabilirsiniz. Bunu bir sınır olmamakla birlikte işin içinde bir bityeniği de yok değil: Kendinizi iyi hissetmek zorundasınız."
"İnsanların ayak parmaklarını yataktan dışarı çıkarır çıkarmaz bir sarmalın içine düşme eğiliminde olmalarının nedeni de budur. Tüm günleri aynı gider. Duygularında yapacakları basit bir değişikliğin, günlerini-ve hayatlarını bütünüyle değiştireceğini bilmezler."
"Güne güzel başlar ve o mutluluk duygusu içinde kalırsanız, herhangi bir şeyin ruh halinizi değiştirmesine izin vermediğiniz sürece, çekim yasası gereğince, yaşadığınız mutluluk duygusunu sürekli kılacak birçok durumu ve insanı kendinize çekersiniz"
"Hayatın Büyük Sırrı çekim yasasında gizlidir.
Çekim yasası “benzer benzeri çeker” der. Böylece bir şey düşündüğünüzde ona benzeyen diğer düşünceleri de kendinize çekersiniz.
Düşünceler manyetiktir ve birer frekansları vardır. Aklınızdan geçirdiğiniz düşünceler, Evren’e yollanarak, aynı frekansta bulunanları manyetik güçlerin etkisiyle size doğru çekerler. Göndermiş olduğunuz her şey kaynağına-Size geri döner.
Siz düşünceleriniz aracılığıyla frekans yayan birer yayın kulesi gibi insanlarsınız. Hayatınızda herhangi bir şey değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştirerek frekansı değiştirin."
"Şu an düşünmekte olduklarınız, gelecekteki yaşantınızı oluşturmakta. Üzerinde en çok düşündüğünüz ya da üzerine en çok odaklandığınız şey hayatınız olarak karşınıza çıkacaktır."
Kitaptan yaptığımız bu kadar alıntı yeterli .
İnsanın toplumsal konumu ve özgürleşmesine ilişkin öğütleri kapsıyor mu ? Evet ve Hayır .
Bana bir tür bir aralar çok moda olan 'GURU' kitaplarını anımsattı.
Dini öğeler de ihtiva eden , kutsal kitaplardan aşırılmış tümcelerle süslenmiş popülist bir kitap.
Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...