Din ile mitolojinin daha birbirinden ayrılmadığı dönemde zamanı ölçen
en önemli iki şey güneş ve aydı. Şems ve kamer. Doğumlar ve ölümlerin de zamanın ölçüsü olarak düşünüldüğü hatta kullanılmaya
başladığı dönemde ölülerin gittikleri sanılan yerlerde ruhlar aleminin olduğu, gidenlerin neden geri dönmediği ve doğan çocukların nereden geldiği de merak edilmeye başlandı.
Zaman kavramı güneş, ay, yıldızlar gibi doğumlar ve ölümler gibi merak
ediliyordu. Her sabah güneş doğuyor her akşam güneş batıyordu. Mevsimler geçiyor
bereketli olduğu kadar kıtlık günleri de
oluyordu. Her gece yıldızlar görünüyor, bazı yıldızlar belirli dönemlerde yer
değiştiriyordu. Değişen gök cisimlerini, mevsimleri izleyerek kayda alma geleneği ortaya
çıktığında dinler ve din adamları da ortaya çıktı.
Dinlerin ortaya çıkmasıyla tanrılar da ortaya çıktı. Güneş, ay, rüzgâr,
şimşek, fırtına, kültleri v.b. gibi doğa olayları tanrılarla açıklandı. Her
bölgenin koruyucu tanrıları vardı. Binlerce tanrının ortaya çıktığı çok tanrılı
dönemlerde tanrıların temsilcisi olduğu söylenen krallar ve tanrıların buyruklarını ileten ve yorumlayan ulu rahiplerin ve de ortaya çıktığı dönemdi.
Ulu rahipler kralların en önemli yardımcısı olarak
devlet hiyerarşisinde yerini alıyordu.
Zamanın çocuğu olmak kolay mı? Akıp giden bu nehir nereye
doğru akıyor acaba?
İki makale kaleme alan Ahmet e. Uysal’ın [1]
zaman konusundaki incelemelerini ilginç bulduğumu kaynak taramalarımda bana çok
yardımcı olduğunu söylemeliyim.
Makalelerde Hint kültüründe “Kalâ” olarak anılan zaman
tanrısından söz ediyordu. Mısır dininde
ise “Thot” zaman tanrısı olarak algılanıyormuş. Döngüsel
zaman ve yatay zamandan da söz ediliyor. Makale esasında zaman algısının
edebiyata nasıl yansıdığı konusunda yaklaşımlar getiriyor. Öte yandan
edebiyatın mitolojiden mitolojinin de dinden tefrik edilmesinin gerçekleşmediği
dönemlerde her üç boyut da birbirinin içinde algılanıyor. Çok tanrılı dinlerden
tek tanrılı dinlere geçişte, güneş ve yıldızlar kültünü uzun yıllar sürdüren
Mısır ve Babil dinlerinin etkisinin ne kadar olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bir diğer çalışmada ise Prof. Dr. Erman Artun[2] zamanı
şöyle açıklıyor:
“Takvimin
olmadığı dönemlerde insanlar hayatlarını temel uğraş konularına göre
düzenlerlerdi. Bunlar; ekin ekme, bağ bozumu, hasat, koç katımı, baharın
gelmesi, tabiatın canlanması vb. gibi olaylardı. (Genç, 1995:15). Ayların,
mevsimlerin, yılların düzenli geçişleri bunlara bağlı olarak bitkilerin düzenli
olarak yeşermesi ve sararması, törenleri belirli bir takvime bağlamıştır. Bir
yıl içerisinde doğadaki değişiklikler toplumların hayatını her zaman etkilemiş
ve bu değişiklikler tarih boyunca bütün halklar tarafından çeşitli tören, ayin ve
bayramlarla kutlanmıştır. (Pirverdioğlu, 2002:44). Hayvancılıkla, tarımla
uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden
dirilişin sembolleşen başlangıcıdır.”
Gün batımı, gün doğumu, dolunay, hilâl gibi somut kavramların ötesine geçen soyut
zaman kavramının tarihsel süreç
içerisinde çok farklı şekilde anlamlandırıldığını biliyoruz.
Pers İran kültlerinde Zerdüştilik ile
bağlantılı olarak on iki bin yıllık bir zaman döngüsünden söz eden kutsal kitap
Avesta, kötülüğün hakim olduğu bin yılların sonunda on iki bin yıllık döngünün
sonunda kötülüğün yenilerek yeni bir döngüye başladığından söz edilmektedir.
Nitekim bu iyi ve kötünün mücadelesi üzerine kurulu olan Mecusilik dininin tek
tanrılı dinlerin her üçü ile de kültürel
olarak bir etkileşim içinde olduğu bilinmektedir.
Ahura Mazda ve Ehrimen arasındaki
mücadelede Sasioh ahir zamanda beklenen
kurtarıcılardan birisidir. Tanrı Ahura Mazda, onu kendine elçi olarak
kıyametten önce gönderecektir. O insanlığı dine döndürecektir.[3]
Brahman Warjavandi de Hint kültüründeki kurtarıcı olarak bilinmektedir. Mesih
inancının başlangıcının Hindu geleneklerinden senkretizme uğratılarak Zerdüştiliğe
oradan Yahudi mesih inancına geçtiği ileri sürülmektedir.
“Yahudiler,
beklenen mesihin Hz. Davud’un soyundan gelen bir kral olduğunu savunarak mesihi
beklemektedirler. Bu konuda Eski Ahit’te geniş bilgi verilmektedir. Yahudi
kutsal kaynaklarından anlaşıldığına göre, gelecek kurtarıcı Mesih, normal
yeryüzü kralları gibi hüküm sürmeyecektir. Allah’ın dostu ve sözcüsü gibi
hareket edecektir. Kötülükleri silahla değil barışçıl yollardan, hatta ağzının
kuvveti ile izale edecektir, gücünü gerçek dinden kaynaklanan adalet ve imandan
alacaktır. Onun gayretleri sonucunda yeryüzü içinde şiddet ve tahribat olmayan
bir Cennet’e dönüşecektir. Araştırmacılar, Yahudilikteki kurtarıcı Mesih
inancının, iki asır hakimiyeti altında kaldıkları İranlıların dini tefekkür ve
telakkilerinden etkilendiğini belirtmektedir.”(3: Güneş,)
Hıristiyanlıktaki İsa Mesih inancının da aynı kökten geldiği fakat bazı
değişikliklerle dinin şartlarına uyarlandığı üzerinde durulmaktadır..
“Hıristiyan
kutsal kaynaklarına göre bu şahsiyet mucize olarak doğa üstü yolla, yani
babasız olarak bir anadan dünyaya gelmiş, çarmıha gerilip öldürülmüş, yine
mucize olarak üç gün sonra dirilmiş, göğe Rabbin yanına çıkmış ve insanlığı
kurtarmak için tekrar gelecektir. İslam literatüründe “Nüzulü İsa “olarak
kullanılan tabir Hıristiyan literatüründe ”İsa’nın ikinci gelişi” olarak
kullanılmaktadır. ”İkinci Geliş Beklentisi” Hıristiyanlar arasında kuvvetli bir
inanç halinde süregelmiş ve bir iman esası olarak Hıristiyan dininde yer
etmiştir. Hz..İsa’nın ikinci gelişine inanmayan bir Hıristiyan’ın imanı
batıldır. Zira Hıristiyan inancı bunun üzerine kurulmuştur. Kaynaklar bu
inancın kesinliğini açıkça ifade etmelerine karşın , geleceğin nasıl olacağı
konusundaki kapalılık sebebiyle farklı yorumlar yapılmıştır.” (Güneş)
İslamiyet de Mesih inancı Şia fırkasında
on ikinci İmam inancında ortaya çıkmıştır. Bu varsayıma göre tüm dinlerdeki
kurtarıcı ahir zamanda ortaya çıkacak
kötüleri cezalandırıp cehenneme gönderecek iyiler ise cennetle
mükafatlandırılacak ve o vakit ebedi hayat başlayacaktır.
Görüldüğü gibi inanç bağlamında zaman ebediyet
kavramıyla bağlantılıdır. Zamanı bir düşman gibi gösteren kültürler olduğu gibi
dost gibi gösterenler de vardır. Zamanı kendi anlayışına göre kurgulayan kutsal kitapları bir yana bırakıp edebiyata
da bakmakta fayda var.
İrlandalı şair Yeats’ın şiirleri zamanla yoğurulmuş- gibidir. Aşağıda bir
bölümünün tercümesini aldığımız şiiri
belirgin örneklerden. 1865-1939 yılları arasında yaşayan şairin moderniteye
bakış açısı ilgi çekicidir. 1926 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan şairin zaman
ve insan kurgusunu işlediği şiirleri günümüzde hala başyapıt olarak
değerlendirilmektedir.
Sailing To Byzantium / Bizans'a Yolculuk
“Siz
ey Tanrı’nın kutsal ateşinde duran bilgeler
Bir
duvardaki altın mozaikte dururcasına,
Çıkın
kutsal ateşten, oluşturun bir çember
Ve
dönüşün ruhumun şarkı hocasına.
Yakın,
iliştirildiği, ölmekte olan hayvandan bihaber
Ve
şehvetle hasta şu kalbimi çevirin bir ateş parçasına;
Ve
beni yeniden cem edin
Sanatında
ebediyetin.”
William
Butler YEATS'den çeviren Osman Tuğlu
Diğer bir örnek ise T.S. Eliot ‘un
şiirleridir. Amerikan asıllı şairin modern şiirin temsilcilerinden olduğu
söylenir. Zamanın akışını derinlemesine bir örgü gibi şiirlerine yerleştiren T.S.
Eliot 1888-1965 yılları arasında yaşadı. 1949 yılında Nobel edebiyat ödülünü
alan şairin en önemli şiirlerinden birinden bir bölümünü alıntı yapıyoruz.
“Hepsini
biliyordum ben zaten, hepsini—
Biliyordum
akşamları, sabahları ve öğleden sonraları,
Ölçtüm
kahve kaşıklarıyla ömrümün;
Biliyorum
düşen bir ölümle ölen sesleri
Daha
uzak bir odadaki müziğin altında.
Yani
nasıl farz etmeliyim?”
T. S. Eliot:
The Love Song of J. Alfred Prufrock (1919) Çeviren: Vehbi Taşar
Şairin
en önemli eserlerinden biri olan “The Waste land” Türkçeye “Çorak Ülke” olarak
çevrildi.
Bu
uzun şiirin ana teması da zaman ve
zamanın etkileri üzerine duygular olarak özetlenebilir. Şiirin çevirisinden
kısa bir alıntı yapalım:
“En zalim aydır Nisan, çıkartır
Leylakları ölü topraktan, karar
Bellekle arzuyu, karıştırır
Kasvetli kökleri bahar yağmuruyla.
Sıcak tuttu bizi kış, örterek
Yeryüzünü unutkan karla, besleyerek
Kurumuş yumrularla bir parça hayatı.
Şaşırttı bizi yaz, Starnbergersee
dolaylarında
Bir kırkikindi yağmuruyla; sığındık sıra
kemerlere,
Ve çıktık gün ışığına, Hofgarten’e
doğru,
Ve kahve içtik, ve konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm' aus
Litauen, echt deutsch. (3)
Ve çocukken, arşidüklerde kalmıştık,
Kuzenim, bir kızakla gezdirmişti beni,
Ve korkmuştum. Dedi ki, Marie,
Marie, sıkı tutun. Ve kaymıştık yamaç
aşağı.
Dağlarda, özgür hisseder insan kendini.
Gecenin çoğunu okuyarak geçiririm,
güneye giderim kışları.”
Çorak
Ülke (T.S. Eliot) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
Şairlerin zamanla kurduğu ilişki yansır hep mısralarına. Hint,
Pers, Sumer, Mısır,Grek uygarlıkları şairlerin zamanla yaptıkları yolculuğu
taşır bizlere. Homeros’un iki temel eseri İlyada ve Odiseus, İskandinavyanın Edda
şiirleri, Gılgamış destanı, Firdevsi’nin Şahnamesi çok önemli zaman dilimlerini
taşır bize.
Şehname İran kültürünün en önemli
eserlerinden biri olarak kabul edilir. Dihkan soyundan gelen Firdevsi’nin
329/394 yılları arasında yaşadığı söylenmektedir. Tarih bilgisinin öne çıktığı
beyitlerden birini örnek olarak aşağıya alalım:
“Efrâsiyâb’la
Nevser, ta güneş doğuncaya kadar bütün gece savaştılar.
Savaş
sırasında cesur kahramanların ayaklarından kalkan tozlarla , dünya karardı ve
nihayet, Nevser tutsak oldu.
Nevser’le
yanındaki iki bin beş yüz ünlü kahraman o kadar güç bir duruma düşmüşlerdi ki,
yer yüzünde onlar için kaçacak hiçbir yer kalmamış gibiydi.”
Şehname, Firdevsi: Prof. Dr.Necati Nugal
çevirisi. (I. Cilt sayfa 389)
Uzak doğu ve Hint zaman anlayışına
benzeyen dairesel zaman kavramının şiirlerde yaygın bir biçimde kullanıldığı
görülmektedir. Arap Pers ve Türk şiirinde yaygın bir biçimde görülen zaman mekân
ilişkisi giderek tasavvuf şiirinde felsefi boyutlar kazanır.
Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı gibi
şairlerin yanı sıra Ahmet Hamdi Tanpınar da zamanla oynayan edebiyatçılar
olarak çıkarlar karşımıza.
Yahya Kemal’in şiirlerinde zamanın her
rengini yakalamak mümkündür. Bunların arasında “Sessiz Gemi” özellikle dikkat
çekicidir. Bu şiiri aşağıda alıntı olarak vermekte büyük bir fayda görüyorum:
Sessiz Gemi
“Artık
demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule
giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç
yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz
o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda
kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce
siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare
gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı
hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada
sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez
ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir
çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir
çok seneler geçti; dönen yok seferinden”
Yahya Kemal Beyatlı
Zaman her şeyden önce kendinden var olan
bir kavram olarak çıkar karşımıza. Zamanın her şeye karşın var olduğunu ve
varlığının yadsınamayacağını söylemek mümkündür. Dairesel ya da doğrusal olarak
da olsa günlük yaşamda zaman kavramı belirleyici bir rol oynar. Mekanın
değişmesiyle zaman da değişebilir.
Edebiyat ve tarih zamanın bir başka
boyutunu da ortaya çıkarır. Kurgulanan zaman. Bir edebiyatçı zamanı dilediği
gibi kurgulayabilir. Bir hikayeyi anlatırken, şiiri yazarken kendi kurguladığı
zaman kipini kullanır. Tarih yazan da bir ölçüde bunu yapar. Belgelerin
yetersiz kaldığı yerde tarihi kurgular. Tarihi yazanlar ise savaşları
kazananlardır, iktidarı ellerinde tutanlardır.
Zaman varsa onu algılayan insan da
vardır.