Zamanın hiç bir iz bırakmadan akıp gittiğini düşünenler
çoğunlukta olabilir.
Dünya medyasına bakarsak Orta Doğuda artık “zemberek
kuşu”[1]nun
sesini duyuyoruz; zamanı yeniden kurguluyor. Çok geçmeden yeni bir dünyaya
gözlerimizi açacağımız günler yakın galiba…
Irak ve Suriye’de tırmanan ve git gide ilginç bir
görünüm alan “halk isyanı”, siyasi
anlamda inanç ve etnik temeller üzerine doğru tırmanıyor. Bölgede sayıları bir türlü tam olarak belirlenemeyen Kürt nüfusun siyasi geleceği giderek gündemi (medya) daha fazla işgal
etmeye başladı. Bölgede bir dönüşüm
gerçekleşiyor. Soğuk savaş sürecinde diktatörlerin insafına terk edilen böğe halkı artık Batılı anlamda özgürlüklerini talep
ediyor. Bu siyasi dönüşümü tetikleyen
teknolojik devim hızından hiçbir şey yitirmeden yeni kanallarda artan bir hızla
haber taşıyor.
Bölgede dönüşümü sağlayacak olan etnik ve kültürel unsurlar
artık siyasileşme sürecine giriyor. Bu
da giderek haritaların bir kez daha değişeceği sinyalini veriyor bana kalırsa.
Önümüzdeki süreç, Birinci savaş benzeri etnik bir kalkışmanın Kürtler üzerinden
gerçekleşeceğini gösteriyor.
Türkiye, Suriye, Irak ve İran coğrafyasında yüzlerce
yıldır yaşayan ve son derece karmaşık inanç, dil ve kabile düzenine sahip olan
Kürtler, tarih sahnesine bir özne olarak
çıkmaya başlıyor. Birinci savaş
sonrasında ortaya çıkan Arap Milliyetçiliği öncelikle koloniyal (dış) güçlere
karşı yerel (etnik) unsurların siyasallaşmasıyla iktidar mücadelesinde söz
sahibi olmaya başlamışlardı. Bölgede özellikle çoğunluğa sahip olan etnik grupların siyasallaşması süreci
1860-2000 yılları arasında yükselen
milliyetçilik akımlarıyla kendini göstermişti.
Ulusallaşma sürecinde çoğunluk etnik grupların
iktidara gelmesiyle yeni bir denge kuruldu. Post koloniyal süreçte azınlıkların
çoğunluk milliyetçi akımlar içine asimilasyonu gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu anlamda Baas
tipi siyasi oluşumlar ulusallaşma tezinde baskı unsurunu da kullanmaktan
çekinmemişti. [2]
Geçen gün eski haritalara bakmak üzere AKMED
kütüphanesine gittim. Harita bölümünde
ciddi bir koleksiyon tutuyorlar.
Koleksiyonda on altıncı yüzyıl öncesine ait harita hemen hemen yok. Daha
öncesine ait haritalara bakmak için farklı taramalar yapmak gerekli. Haritacılık
zaten o yüzyılda keşiflerle birlikte başlamış olmalı. M.Ö: 5 binli yıllardan
günümüze kadar orta doğuda yüzlerce uygarlık izini bırakmış. Günümüzden geriye
doğru gidildiğinde 1923 öncesi haritalarda ciddi değişimler olmuş. En büyük
değişim aslında Birinci savaş sırasında ve
sonrasında meydana gelmiş. Koloniyalizm ustaları İngiliz ve
Fransız orduları bölgede derin
izler bırakmış. Etnik ve inanç bağlamında çok karmaşık bir yapıya sahip olan
bölgeye sık sık müdahaleler olmuş. Ortadoğuda zaman hiç durmadan harita çizmiş
durmuş. Güç dengeleri hangi tarafa meylederse o tarafa doğru yönelmiş çizgiler.
Osmanlı İmparatorluğu orduları “kutsal topraklar” a doğru hareket ederken
hayatlarında ilk kez ateşli silah ve zırhlı atlar gören Memlûk’lar teknoloji karşısında boyun
eğmekten başka çare bulamamışlardı. Yavuz Sultan Selim Han iki hamlede doğuda
Sasani güneyde Memlûk topraklarını ele geçirip vergiye bağlamayı başarıyordu.
Osmanlı öncesi siyasi yapının bugünkü etnik ve kültürel yapıdan çok farklı
olduğunu varsayıyorum. O dönemde etnik unsurlar yok muydu? Vardı ama etnik
grupların değil, vergi ödemenin geçerli olduğu feodal düzen güçlü olanın zayıf
olandan vergi alması üzerine kurgulanmıştı. Vergi ödemeyi reddedenler şiddetle
cezalandırılıyordu. Önemli olan vergisini ödemekti. Ulusal sınırlar yoktu.
Vergi toplanan vilayetler sistemi vardı. İşte Bilad Ül Şam, yani Şam vilayeti bugünkü
Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail topraklarını kapsıyordu. Arap, Kürt, Rum, Ermeni,
Türk, gibi etnik grupların yanı sıra, Hıristiyan (Ortadoks,Katolik,), Müslüman
(Sünni, Alawi, Nusayri, yezidi, İsmaili, Wahabi, Şafi), Yahudi, Mecusi,vb. gibi
inanç grupları da bölgenin dokusunu oluşturuyordu. Bugün bu doku değişmemiş,
giderek keskinleşmiştir. Ulusal devletler mozayiğinde iktidara sahip olmak
isteyen grupların siyasi mücadelesi sürmektedir.
“Arap Baharı”
adı verilen hareket bir yılda çok mesafe kat etti. Tunus, Mısır, Libya,
Yemen diktatörleri birer birer yok oldu. Sihirli bir el bunları yok etti.
Toplumda bireysel özgürlüklerin hayata geçebileceği batılı anlamda demokratik
kurumlar olmadığı için yukarıdan aşağıya doğru bir hareket başlatıldı. Ne oldu
da bu diktatörler şimdi yok oluyor. Gerçek halk devrimi mi yaşanıyor yoksa
göstermelik bazı güç odaklarının senaryolaştırdığı bir oyunla mı karşı
karşıyayız?
Gerçekten neler olup bittiğini anlamak için uzun
boylu düşünmeye de gerek yok. Orta Doğu artık eski düzeninde devam edemez: uzatma
dakikalarını yaşıyor. Bu içi barut dolu fıçı patlamaya devam ediyor. Her taraftan patlama sesleri geliyor. ABD’nin
dünya enerji kaynaklarını ne pahasına olursa olsun kontrol altına alma isteği
var. Petrole dayalı bir dünya ekonomisinin ne kadar hassas bir dengede
durduğunu söylememize gerek yok. Astığı astık kestiği kestik diktatörlerin
insafına bırakılamayacak kadar değerli enerji kaynaklarını daha güvenilir güç
odaklarına teslim etmenin yolları aranıyor. Irak ile başlayan hareket ABD’nin ve bölgede
söz sahibi olmak isteyen diğer güç odaklarının da çok şey öğrenmesine neden oldu.
Askeri güçle siyasallaşmış dinsel (kültürel) gücün ortaklaşa yürütebileceği bir denge
sağlamanın denemeleri mi gördüklerimiz?
Irakta gerek dini gerekse de etnik anlamda halk arasında uçurumlar
olduğu ortaya çıktı. Bugün Irakta nasıl bir rejimin hüküm sürdüğünü bilen var
mı? Ekonomisi ve siyasi mekanizmaları
hala onsekizinci yüzyıl model olan bu ülkelere ne kadar güvenilebilir? Petrole
dayalı ekonomileriyle üretmeyen ama tüketen, bireysel hak ve özgürlüklerin olmadığı
siyasal yapıların dönüşümü nasıl sağlanacak? Suudi Arabistan gibi bir örnek
ortada varken nasıl bir demokrasiden söz edilebilir. Arap baharı neden Suudi
Arabistan’a ulaşamıyor?
Müslüman Kardeşler, tüm Ortadoğuyu saran bir siyasi
ağ görünümü veriyordu. Mısır’dan Suriye’ye kadar uzanan hatta etkili olan
örgütün önümüzdeki günlerde daha da güçleneceğini söyleyebiliriz. Sünni
geleneğin daha hakim olacağı bir İslam dünyası da en azında Suud’lu aileler
tarafından destekleniyor. Müslüman Kardeşler’in tüm bölgede yeni bir siyasi
yapı oluşturacağına kesin gözle bakılabilir. Bireysel özgürlüklere susamış
Ortadoğu bakalım bu badireden nasıl çıkacak?
Şia ve İran ötekileştirilirken Sünni güçler
silahlandırılıyor. Suriye işte tam bu noktada önümüze bir sorun olarak geliyor.
Şia Esed rejimi azınlıkta olmasına rağmen İran’dan aldığı güçle ayakta
kalabiliyordu. Esed rejimi sona ererse İran’ın nüfuzu da zayıflayacaktır. İran
rejiminin siyasi yapısı incelendiğinde karşımıza yine aynı yapı çıkıyor. İnanç
temelli, bireysel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği baskı rejimi. Bugün
Mısır’da ya da Tunus’da İran benzeri teokratik
bir siyasi yapının kurulmayacağını kim söyleyebilir? Otokratik
rejimlerin alternatifi olarak sunulan teokratik yapıların önümüzdeki süreçte
etkili olacağını söylemek mümkündür.
Orta Doğuda zaman akıp gidiyor. Yüz yıldır otokratik
rejimlerle helak olan insanlar bir çıkış yolu arıyorlar. Mevcut siyasi
mekanizmalar, siyasallaşmasına izin verilmemiş sivil toplum örgütleriyle
sınırlı. Sendikalar, işçi örgütleri, baskı grupları yerine yeraltına inen dini
yapılanmalar var. Bölgenin kültürel yapısı da buna müsait. Ulusal yapıların
parçalanarak etnik ve dini temelli yeni siyasi yapılara dönüşeceği sinyalleri
uzun bir süredir var. Eğer Irak’ta Kürdistan bağımsız bölge hükümeti varsa
Suriye’de neden olmasın diye soruyor muhalifler. Irak’ın kuzeyinden sınırı
geçen gönüllü peşmergeler Ayn-El Arab
bölgesine konuşlandırılıyor. Bu organizasyonu
kim sağlıyor? Bilmiyoruz. Eğer Sünni bir
devlet oluşumu gerçekleşirse Nusayri, Yezidi, gibi grupların durumu ne
olacaktır?
“Suriye
Kürtleri, daha çok ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda yaşarlar. İran, Irak ve
Türkiye’deki Kürtlerin aksine birkaç bölgeye dağılmışlardır. Kuzeydoğu’daki
Haseke vilaye-tinin kuzeyi -özellikle Türkiye sınırı boyunca-, Halep’in
kuzeybatısında yer alan Kürt Dağı (Afrin) ve Fırat Nehri’nin Suriye sınırlarına
girdiği yerde bulunan Ayn el-Arab, Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu
yerlerdir.”[3]
Bütün bunların ötesinde Türkiye siyasi dengesinde
iki önemli konu hala çözüm beklemektedir. Kürt ve Alevi açılımlarıyla başlayan
siyasi süreç sonuçlanmamıştır. Özellikle Suriye ve Irak merkezli Kürt hareketleri
giderek dünya kamuoyunda ses getirmeye başlamıştır. Göründüğü kadarıyla
demokratikleşme yerine otokratikleşme, laikleşme yerine teokratikleşme
açmazlarına düşen siyasi güçlerin çözümden uzaklaştığı bariz bir biçimde
görünmektedir.
Ortadoğuda “zemberek kuşu” zamanı yeniden kurguluyor. Çok geçmeden yeni
bir dünyaya gözlerimizi açacağımız günler yakın galiba…
[1]Haruki Murakami’ye Selam Olsun
[2] Suriyede
toplumsal yapının dönüşümü ve Arap milliyetçiliğinin gelişimi, Fatih Koraş,
Yüksek Lisans tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 2009
[3] Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye
Devleti’nin,Politikaları, Abdi Noyan ÖZKAYA