“Yeryüzündeki her din, inanç ve ideoloji, bazı tarih, gün veya geceleri
diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı
kabul etmektedir. Buna bağlı olarak, toplumların hayatında inanç
ve gelenekten kaynaklanan bazı önemli günler, geceler ve aylar vardır.
Bu zaman dilimlerinde, meydana geldiği varsayılan veya gerçekten
meydana gelmiş olan bir takım olaylar sebebiyle, çeşitli kutlama
ve yas törenleri yapılagelmiştir. Böyle zaman dilimlerinin, ortak değerlere
sahip toplulukların sosyal ve kültürel hayatlarını hep canlı tutan
önemli unsurlar olduğu bir gerçektir.”Doç. Dr. Metin BOZKUŞ
diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı
kabul etmektedir. Buna bağlı olarak, toplumların hayatında inanç
ve gelenekten kaynaklanan bazı önemli günler, geceler ve aylar vardır.
Bu zaman dilimlerinde, meydana geldiği varsayılan veya gerçekten
meydana gelmiş olan bir takım olaylar sebebiyle, çeşitli kutlama
ve yas törenleri yapılagelmiştir. Böyle zaman dilimlerinin, ortak değerlere
sahip toplulukların sosyal ve kültürel hayatlarını hep canlı tutan
önemli unsurlar olduğu bir gerçektir.”Doç. Dr. Metin BOZKUŞ
“B-ism-i
Şah, Allah Allah!
İmam
Hüseyin’e, Onun soyuna ve dostlarına,
Selam
olsun!
Yezid’e
ve yandaşlarına yüz bin kere lanet olsun!
Hak
matem oruçlarımızı kabul eylesin.
Gerçeğe
hü!”[1]
İslam kültüründe Muharrem ayı bir çok bakımdan önemlidir. İslam Kütürü’nün 1433 yılda göstermiş olduğu gelişmeye göre de
farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların kaynağı zamn içerisinde oluşmuş
mezheplere ve geleneklere göre de değişiklikler göstermektedir. Her şeyden önce İslami takvimin birinci günü
yani yılbaşı olması itibariyle önemlidir.
Hicri takvime göre yılbaşı Muharrem
ayının birinci günüdür. Cahiliye dönemi olarak kabul edilen Arap
Yarımadasındaki İslam inanışı öncesindeki geleneklere göre haram aylardan biri
olarak kabul edilen bu ayda Samî , İbrahimî geleneğe göre savaşmak yasaktı. Yasakların
ötesinde Muharrem ayı İslamiyet öncesinde oruç ayı olarak da biliniyordu. Nuh
Peygamber’den bu yana uygulanan bir ibadet bir ritüel olması itibariyle
Muharrem orucunun Yahudi dininde Yom
Kipur[2]
olarak bilinen kefaret orucuyla bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir.
Efsaneye göre rabbin yolundan çıkan insanları
cezalandırmak için kararlı olan Rab , Nuh’a bir gemi yapmasını ve gemiye her
canlıdan bir çift almasını söyler.
Yağmurlar başlar ve hiç durmaz. Dünya sularla kaplanır. Günahkar insanlar
boğularak can verirler. Nuh ve ailesi ve gemiye aldıkları canlılar kurtulurlar.
Tufan sonrası dünyayı kaplayan sularda uzun süre yol alan Nuh Peygamber ve ailesinin
yiyecekleri tükenmeye yüz tutmaya
başlamıştır. Gemideki tüm canlılar açlık tehlikesiyle karşı karşıya
kalırlar. Tanrının gazabı olarak
nitelendirilen suların çekilmesi ve cezalarının bitmesi için Nuh Rabbine yalvardı. Ertesi sabah ağzında
bir zeytin dalıyla gelen beyaz bir güvercin suların çekildiği müjdesini
getiriyordu. Elde kalan tüm yiyecekleri bir araya getirerek yapılan yemekle
açlıklarını gideren peygamber ve ailesinin ölümden kurtuluşunu sembolize eden
bu oruç ve Aşura geleneği tüm Samî dinlerle irtibatlandırılmaktadır.
İslamiyet’in doğuşu öncesinde Yahudi Hıristiyan
kaynaklara göre özellikle Yom Kipur’da Yahudilerin Tişrin ayında tuttukları
orucun Muharrem orucuna sekretize
olduğunu ileri sürenler az değildir. İslam kaynakları bu görüşü gerçeğe uygun
bulmamışlardır.
Alevi kaynaklara göre bu yıl Muharrem Orucu,
12-13-14 Kasım 2012 tarihinde Masum-i
Pak orucu ile başlayacaktır. Masum-i pak orucu isteğe bağlıdır. Muharrem
orucu ise 15 Kasım 2012 tarihinde başlayıp 26 Kasım 2012 tarihinde
tamamlanacaktır.
24 Kasım 2012 Cumartesi günü Hz Hüseyin’in şehadet
günü olması nedeni ile anma ibadeti düzenlenir. 27.Kasım.2012 ise Matemin 13. Günü peygamberin
soyunu devam ettiren imam Zeynel Abidin’in sağ kalması aşkına isteyen kurban
keser.
Ayrıca matem bitimi Nuh’un tufandan kurtulmasını sembolize
eden Aşure çorbası lokma olarak dağıtılır.
Muharrem’in onuncu günü Hz Hüseyin’in aynı zamanda
kurtuluş günüdür. Bu manada bazı yörelerde ve dergahlarda Hz Hüseyin’in şehadet
günü Aşure dağıtılmaktadır. İki günde diğer imamlar için oruç tutup matemin
tamamlanması daha uygun görüldüğünden çoğunlukla aşure çorbası matemin 13. Günü
yapılmakta ve matem tamamlanmaktadır.
Matem ayı boyunca su içilmez, et yenmez, kan
dökülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, karı koca ilişkileri kesilir,
Çalgı çalınmaz,eğlence düzenlenmez . Oruç tutanlar yatmaya yakın niyet ederek
oruca başlarlar. Ayrıca sahura kalkmak yoktur. Güneşin batımı ile oruçlar
açılır. Oruç gösterişten uzak sade yemekler ile susuz açılır.
Yoğurt, süt, gibi gıdalar az olmak şartıyla alınır. Kerbela
çölünde şehit olan Hüseyin ve ailesinin halleri örnek kabul edilerek
aşırılıktan kaçınılır. Gösterişe giren iftar yemekleri düzenlenmez. Başta
fuzuli,yemini olmak üzere Hak aşıklarının deyişleri okunur.
Muharrem'in 10. Günü [3]
“Hz.
Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70'den fazla
insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela'da şehit edilmesi nedeniyle
Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir.”
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez
Âşura
Arapça “aşara” on demektir. Âşura kelimesi de Muharrem ayının onunu tasfir etmesi gerekçesiyle Tükçeye “Aşure” olarak girmiştir. Özel bir tatlının
adı olarak bilinmektedir.
“Muharrem”[4]
kelimesi de yine Arapçadan gelen bir kavram olarak Tükçeye girmiştir. Sözlük anlamı olarak: "haram kılınan, yasaklanan;
kutsal olan, saygı duyulan" demektir. Mekke’de “Cahiliye dönemi”nde “Haram Aylar”dan biri olarak kabul
edilen Muharrem ayı, savaşılmayan kutsal aylardan biri olarak bilinmekteydi.
Kimi
araştırmacılara göre Âsûrâ Günü , Yahudi geleneklerine göre Musa ve kavminin,
Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve oruç
tutmakla mükellef olunduğu bir gündür. Bazı Araştırmacılara göre kutsal ay
olarak kabul edilen Muharrem ayında aşağıdaki olayların meydana geldiği
varsayılmaktadır.
1. Âdem Peygamber ’in tövbesinin kabul edilmesi,
2. Nuh
Peygamber ’in gemisinin tufandan kurtulması,
3. Yunus Peygamber’in balığın karnından çıkması,
4. İbrahim
Peygamber’in, Nemrut’un hazırlattığı ateşte yanmaması,
5. İdris Peygamber’in diri olarak göğe
çıkarılması,
6. Yakup
Peygamber ’in oğlu Yusuf’a kavusması,
7. Eyüp
Peygamber’in hastalıktan kurtulması,
8. Musa Peygamber’in Kızıldeniz’i asasıyla yararak geçmesi,
9. İsa
Peygamber’in doğum günü,
Bu kutsal günleri çoğaltmak mümkündür. Muharrem
ayına atfedilen kutsallık bazı inanç sistemlerinde özel kutlamalarla, farklı
ritüellerle de irtibatlandırılarak günlük yaşamın akışında farklılık yaratacak
bir konuma erişmiştir. Örneğin Metin And’ın bazı çalışmalarında da etraflıca
değindiği ritüeller ve değer yargıları karşımıza çıkmaktadır.
“Bektâsîler,
Alevîler, Kızılbaslar vb. kesimlerde Muharrem’in
ilk on günü ve gecesinde su içilmez, tıras olunmaz,
çamasır degistirilmez
ve yıkanmaz/yıkanılmaz,aynaya bakılmaz, bir sey
koklanmaz, sarkı söylenmez, çalgı çalınmaz,
dans edilmez,gülünüp eglenilmez, dügün gibi toplantılara gidilmez,
canlılar –böcek bile- öldürülmez,cinsel iliski
olmaz, tütün içilmez, Ayn-ı Cem yapılmaz, zinet esyası takılmaz. Bu süre zarfında
bir mâtem içerisine girilir. On iki İmam
için on iki gün oruç tutulur.”[5]
Bu inanca göre ibadet edenlerin uymaları gereken
kurallar bütününü özetleyen Metin And
günümüzde giderek önemi artan bir Alevi Bektaşi geleneğini tasfir etmektedir.
İslami Yılbaşı
Muharrem ayı
aynı zamanda İslami yılbaşı olarak da kabul edilmektedir. Her inanış sisteminde
özel günler vardır. İslam inanışına göre Muharrem ayı kutsal bir aydır. Bu ayla
ve özel günlerle alakalı Kur’an’da ayetler mevcuttur.
“Doğrusu ayların sayısı Allah yanında on iki aydır. Gökleri, yeri
yarattığı günkü Allah yazısında, bunlardan dördü haram olanlardır. Bu, işte en
payidar, en doğru dindir; onun için bunlar hakkında kendini,ze zulmetmeyin de
müşrikler sizinle topluca savaştıkları gibi, siz de onlara topluca savaşın ve
bilin ki, Allah korunanlarla beraberdir.”
Tevbe Suresi, 2-36 Kur’an –ı Kerim’in yüce meali, Elmalılı m. Hamdi
Yazır, s.109
Kerbela
Muharrem ayının İslam dininde en
büyük ayrılığın tohumlarının atıldığı bir ay olmasını da unutmamak gerekir.
Haram aylardan kabul edilen bir ayda meydana gelen ve bir katliamla sonuçlanan
saldırı islam dininde tamiri mümkün olmayan bir çatlak meydana getirmiştir. Bu
olayı Prof. Dr. B. T.Menemencioğlu’ndan[6]
okuyalım.
“Hicri
takvime göre, Muharrem ayı Bektasiler ve Aleviler için özel bir önem tasır.
Muharrem ayını bu denli özel kılan, Bektasi ve Alevi dünyası için yine çok özel
olan, “Kerbela” olayının bu ay içinde meydana gelmis olmasıdır. Her yıl
“Kerbela” olayının yıldönümüne denk gelen dönemde, özel törenler uygulanır.
Türkçe karsılıgı “tasa” anlamına gelen “kerb” sözcügünden hareketle olayın
gerçeklestigi yere, “Kerb-ü bela” adı verilmistir. Bagdat’ın 90 km kadar
güneybatısındadır. Fırat’a olan uzaklıgı ise 25 km.dir. Kerbela olayı sadece
Bektasi ve Alevilerce degil, tüm islam dünyasınca bilinen, anılan ve üzüntü
duyulan bir olaydır. Ancak, bu olay, Bektasiler’de ve Aleviler’de çok derin
izler bırakmıstır ve bir “ibret olayı” olarak yasantılarında, günümüzde de
önemli yer tutmaktadır. Kerbela olayının temelinde iki temel karsıtlıgın savası
yatar. Bu karsıtlıklardın biri “iyi”yi, digeri “kötü”yü simgeler. Esit
kosullarda bir savas olmadıgı için, diger bir deyisle taraflardan biri, bir
anlamda tuzaga düsürüldügü için ise , “mazlum”
ile “zalim”in savasıdır ve bir zulmün hikayesidir.”
Kerbela’da meydana gelen katliamın detaylı bir geçmişi
de var. Günümüzde etkisisini sürdüren ve İki akraba ailenin birbiri ile
mücadelesinin , bir iktidar mücadelesinin de trajik hikâyesidir bu. [7]
Kerbela olayı, bir çok din tarihçisi tarafından
İslam dininde hizipleşmenin, mezhepleşmenin ana nedeni olarak gösterilir. Bu
tartışmalarda görüldüğü kadarıyla ”Şia” ve ”Sünni” ve ”Harici” mezhep ayırımının
”teolojik” yanından çok siyasi sebep ve sonuçları belirginleşir. Din ve
siyaset giderek ”inanç” ve esasları, ritüelik aykırılıklar, farklı bakış
açıları yerine iktidar ve ”halifelik makamı”
kutuplaşması büyük bir öneme
sahip olur.
Muharrem ayı, günümüzde toplumun Şiî kesimi tarafından ”Matem” ayı olarak kabul
edilir. Bu matem Kerbela’da işlenen cinayetin matemidir. İnananlar bu ayda oruç
tutarlar. Muharrem orucu 12 gün sürer.
Muharrem ayının onuncu günü ise âşure kaynatılır ve matem sona erer. Muharrem Orucu, bir susuzluk
orucudur. Kerbela’da Yezid tarafından uzun süre susuz bırakılan ve sonra
katledilen Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in ve ailesinin anısına yas tutulur, su içilmez bir tür empati
yapılır. Muharrem ayı ve onu takip eden Sefer ayı boyunca yas tutulur.
Caferiler özel olarak ”Taşura” (dokuz)
ve Aşura (on) günlerinde siyahlar giyerek, elleriyle başlarına ve
göğüslerine , ellerindeki zincirlerle de sırtlarına darbeler indirerek yürürler. Bu yürüyüş Hz. Hüseyin ve ailesinin çektiği ızdırabı remzeder.
Hilafet Mücadelesi
Hz. Muhammed’in vefatından sonra oluşan idari ve
ruhani boşluğu doldurmak amacıyla
”Halifelik” makamı etrafında ileri gelen kabileler arasında bir iktidar
mücadelesi ortaya çıkmıştır.[8]
Hz. Muhammed hem devlet başkanı hem de dini lider olarak müstesna bir iktidara
sahipti.
Ebubekir’in (632-634) ilk halife seçilmesi
konusunda farklı görüşler mevcuttur. Ali
taraftarları Ebubekir’in halife seçilmesini ruhani değil siyasi bir manevra
olarak görürler. Esas fikir ayrılığı Kur’an’ın muhtevası üzerinde değil,Hz.
Muhammed ile ”kan bağı ” konusunda
ortaya çıkmaktadır. Ali taraftarları ”Ehl-i Beyt” mensubu olmayan birinin halife seçilemeyeceğini ileri
sürerler. Bazı tarihçilere göre Hz. Muhammed sonrası ”Dört Halife Dönemi”
olarak bilinen dönemde hilafet mücadelesinin çok kanlı geçtiği anlatılır. Ebubekir’in
vefatı etrafında da farklı görüşler vardır. Onun vefatıyla vasiyeti üzre yerine Ömer(634-644) seçildi.
Ömer’in vefatı üzerine halife olan
Osman(644-656), Mısır, Küfe ve Basra’dan gelenler tarafından Miladi 656 yılında öldürüldü. Onun yerine Ali
(656-661) seçildi. Burada seçimlerde belirgin rol oynayan Haşimi, Emevi, gibi
kabilelerin ileri gelenleri olduğu söylenir. Ali’nin halifelik dönemi
anlaşmazlıkların arttığı, kabileler arasında husumetin çoğaldığı bir dönem
oldu.
Cemel savaşı, Sıffin savaşı, Ali, Ayşe, Muaviye
taraftarları arasında binlerce müslümanın öldüğü üzücü olaylardır.Ali’nin bir
suikastle öldürülmesi ardından Ali’nin oğlu Hasan, halife ilan edildi. Mısır ve
Şam valileri ise Muaviye’ye bia’at edip Hasan’a itiraz ettiler. Savaş kaçınılmaz olmuştu.
Hasan belirli şartlar ileri sürerek halifelik talebinden vaz geçebileceğini
Muaviye’ye bildirdi. Muaviye şartları kabul etti ve halife seçildikten sonra oğlu
Yezid Hasan’ı zehirleyerek öldürmesi için eşi Ca’de yi bir şekilde ikna etti. Sözlü
tarihe göre Yezid’in , Ca’deye 10 bin dirhem gümüş, Irak’ta 10 pare köy ve
kendisini alacağını vaat ettiği söylenir. Hasan ’ın yüz kadar kadınla evlilik
yaptığı da rivayetler arasındadır. Ca’de’nin de cinayet sonrasında gittiği
Şam’da Muaviye tarafından öldürüldüğü
söylenir.
Muaviye dönemi İslamiyet Tarihi’nin dört halife
döneminde başlayan ”hilafet”[9]
geleneğinin ”saltanat”[10]
haline dönüştüğü ve rekabetin ortadan kaldırılması için suikastlerin
yapıldığı, cinayetlerin işlendiği ve
toplu katliamların yapıldığı çok kanlı bir dönem olmuştur. Yezid babası
Muaviye’nin işaret ettiği Ehl-i Beht muhtemel muhalefeti ortadan kaldırmak için
kendisine bi’at eden valilere Hüseyin ve ailesinin ortadan kaldırılması
talimatını vermiştir.Bu talimatlara göre hareket eden Ubeydullah, Rey valisi
tayin ettiği kıyıcılığıyla bilinen Ömer’i Hüseyin ve ailesini ortadan
kaldırmakla görevlendirdi.[11]
[1] Yrd.
Doç. Dr. Erdal YILDIRIM, TUNCELİ YÖRESİ ALEVİLERİNDE MUHARREM AYI’NIN ÖNEMİ VE
AŞURE GELENEĞİ, Tunceli Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
[2] Yom
Kippur (Kefaret Günü)
Musevilikte Musevi Takvimi'nin ilk ayı olan Tişri
ayının 10. günü yaklaşık 26 saat boyunca tutulan büyük oruç.
Museviliğe göre bir insanın kaderi bir yıl önceki hâl
ve hareketlerine göre yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen
kişilerin kaderi bir yıl sonra için iyi yazılır.
Musevi Yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kippur
arasındaki 10 gün boyunca bir vicdan muhasebesi yapılır ki buna İbranice teşuva
(geriye dönme) denir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı
davranışlar gözden geçirilir insanlara karşı yapılan haksızlıklar için
insanlardan özür dilenir ve helalleşilir. Tanrı'ya karşı işlenen suçlar için de
tövbe edilir. 9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce oruca başlanır. 26
saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca yemek yemek ve içmek, yıkanmak, parfüm
sürünmek, çalışmak, ateş yakmak yasaktır. Güneşin batmasıyla Sinagog'a gidilir
ve 2 saat süren dini törenden sonra eve dönülür ve yatmadan tekrar vicdan
muhasebesi yapılır.
Sabah erkenden kalkıp Sinagog'a gidilir ve yaklaşık 12
saat boyunca Sinagog'da aralıksız Yom Kippur için yapılan dualar, tövbeler ile
vakit geçirilir. Güneşin batmasından yaklaşık 40 dakika sonra Tokea adı verilen
kişi koç boynuzundan yapılmış bir boruyu (Şofar) çalarak orucun bittiğini ilan
eder. Bu oruç yaklaşık 25-25.5 saat sürer.
Şofar'ın çalınmasıyla birlikte tören sona erer ve
Tanrı'nın insanların gelecek yıl için kaderini yazdığına ve iyi kişileri hayat
kitabına (Sefer Hayim) yazdığına inanılır. Kaynak: http://www.turkyahudileri.com/content/view/722/277/lang,tr/
[3] Şii ve
Sünni Topluluklarda Muharrem Ayı Etkinlikleri,Nuh Çakır, Yüksek Lisas Tezi,
Erzurum 2008
[4] “Muharremü’l-Haram”
[5] Metin
And,
[6] Bektasi ve Alevi Geleneklerinde “Muharrem”Prof. Dr. Belkıs (Temren) Menemencioglu
[7]
Menemencioğlu
[8] Kerbela
Methiyeleri, Bünyamin Çağlayan,Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü,
Doktora Tezi, Ankara 1997
[9] “Bir
fıkıh terimi olarak hilâfet, İslâm toplumumun ve devletinin başkanlığını ifade
etmektedir.
Hilâfette:
a) Hâkimiyetin kaynağı Allah'tadır, bunu, -Allah böyle istediği için- ümmet temsil eder ve bir elde toplanması gereken selâhiyetleri seçim ve bey'atla halîfeye devreder, ümmetin denetim selâhiyet ve sorumluluğu devam eder. Halkın hâkimiyeti Allah'tan geldiği ve O'nun rızâ ve irâdesi istikâmetinde kullanılıp temsil edildiği için hilâfet demokrasiden de farklıdır. Demokrasilerde hâkimiyet -teorik olarak- kayıtsız, şartsız halkındır.
b) Halîfe ümmetin rızâsı ile iktidara gelir ve iktidarda kalır.
c) Halîfe olma vasıfları devam ettiği ve görevini uygun bir şekilde yürüttüğü müddetçe iktidarda kalabilir.
d) Teşrî yetkisi Allah'a aittir (Kanun vâzıı Allah Teâlâ'dır). Ümmetin, müctehidlerin ve bunlardan birisi olarak halîfenin yetkisi, araştırma, yorum, ictihad, istişare yoluyla ilâhî kanunu keşfedip ortaya çıkarmak ve uygulamaktır. İlâhî kanunların kaynağı vahiy ve akıldır. Hüküm ve kanun önce açık vahiy ifadelerinde (âyetlerde ve hadîslerde) aranır, burada bulunanlar kanun şekline sokulur ve uygulanır. Meselenin, hâdisenin, konunun özel hükmü vahiy kaynağında yoksa, bu kaynağın genel (çerçeve) hükümlerine bakılır. Burada da aranan bulunamazsa yine -geniş mânâda vahye dayanan- fayda prensibine (akla) başvurulur; akıl, dînin amaçlarını ve bilimi, tecrübeyi, ihtiyacı.. göz önüne alarak en faydalı olan çözümü, uygulamayı keşfeder ve bu kanunlaştırılarak uygulanır. Zamanın ve şartların değişmesi ile fayda ve zarar durumu ve hükmü değişirse kanun da buna göre değiştirilir ve yeni kanun yine ilâhî ve şer'î olur (çünkü uygun metodlarla hep O'nun irâdesi keşfedilmeye çalışılmıştır, O'nun irâdesine uygundur diye benimsenmiştir).
Kazâ ve icrâ yetkileri ümmet adına halîfededir; halîfe bu yetkileri, ümmetin temsilcileri ile danışmalar yaparak Allah'ın irâdesine ve ümmetin menfâatine uygun olarak kullanır, kullandırır.
e) Halîfenin yerine geçecek olanı belirleme selâhiyeti halîfeye değil, ümmete aittir. Halîfe aday gösterebildiği gibi, başkaları da aday gösterebilir. Adayın halîfe olması ümmetin seçip, rızâ gösterip bey'at etmesine bağlıdır. Halîfenin çocuklarının ve yakınlarının, yerine geçme bakımından bir imtiyazları yoktur.
f) Hükümdarlar diledikleri kimselere danışarak veya hiçbir kimseye danışmadan devleti yönettikleri hâlde halîfe ümmete veya onun temsilcilerine -yönetimin amaca uygun olabilmesi için kimlere danışmak gerekiyorsa onlara- danışarak devlet işlerini yürütür.” Kaynak: http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0988.htm
a) Hâkimiyetin kaynağı Allah'tadır, bunu, -Allah böyle istediği için- ümmet temsil eder ve bir elde toplanması gereken selâhiyetleri seçim ve bey'atla halîfeye devreder, ümmetin denetim selâhiyet ve sorumluluğu devam eder. Halkın hâkimiyeti Allah'tan geldiği ve O'nun rızâ ve irâdesi istikâmetinde kullanılıp temsil edildiği için hilâfet demokrasiden de farklıdır. Demokrasilerde hâkimiyet -teorik olarak- kayıtsız, şartsız halkındır.
b) Halîfe ümmetin rızâsı ile iktidara gelir ve iktidarda kalır.
c) Halîfe olma vasıfları devam ettiği ve görevini uygun bir şekilde yürüttüğü müddetçe iktidarda kalabilir.
d) Teşrî yetkisi Allah'a aittir (Kanun vâzıı Allah Teâlâ'dır). Ümmetin, müctehidlerin ve bunlardan birisi olarak halîfenin yetkisi, araştırma, yorum, ictihad, istişare yoluyla ilâhî kanunu keşfedip ortaya çıkarmak ve uygulamaktır. İlâhî kanunların kaynağı vahiy ve akıldır. Hüküm ve kanun önce açık vahiy ifadelerinde (âyetlerde ve hadîslerde) aranır, burada bulunanlar kanun şekline sokulur ve uygulanır. Meselenin, hâdisenin, konunun özel hükmü vahiy kaynağında yoksa, bu kaynağın genel (çerçeve) hükümlerine bakılır. Burada da aranan bulunamazsa yine -geniş mânâda vahye dayanan- fayda prensibine (akla) başvurulur; akıl, dînin amaçlarını ve bilimi, tecrübeyi, ihtiyacı.. göz önüne alarak en faydalı olan çözümü, uygulamayı keşfeder ve bu kanunlaştırılarak uygulanır. Zamanın ve şartların değişmesi ile fayda ve zarar durumu ve hükmü değişirse kanun da buna göre değiştirilir ve yeni kanun yine ilâhî ve şer'î olur (çünkü uygun metodlarla hep O'nun irâdesi keşfedilmeye çalışılmıştır, O'nun irâdesine uygundur diye benimsenmiştir).
Kazâ ve icrâ yetkileri ümmet adına halîfededir; halîfe bu yetkileri, ümmetin temsilcileri ile danışmalar yaparak Allah'ın irâdesine ve ümmetin menfâatine uygun olarak kullanır, kullandırır.
e) Halîfenin yerine geçecek olanı belirleme selâhiyeti halîfeye değil, ümmete aittir. Halîfe aday gösterebildiği gibi, başkaları da aday gösterebilir. Adayın halîfe olması ümmetin seçip, rızâ gösterip bey'at etmesine bağlıdır. Halîfenin çocuklarının ve yakınlarının, yerine geçme bakımından bir imtiyazları yoktur.
f) Hükümdarlar diledikleri kimselere danışarak veya hiçbir kimseye danışmadan devleti yönettikleri hâlde halîfe ümmete veya onun temsilcilerine -yönetimin amaca uygun olabilmesi için kimlere danışmak gerekiyorsa onlara- danışarak devlet işlerini yürütür.” Kaynak: http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0988.htm
[10] Hilafet
şûra esasına dayanır. Yani halife müslümanların istişâresi ve seçimi (bey'at)
sonucunda işbaşına gelir. Saltanatta
ise buna yer yoktur. Saltanat babadan oğula geçen bir hak olarak kabul
edilir.
[11] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i
Hulefa,