Bir rüyan daha gerçek oldu. Nihayet Likya Yolu
Parkurunun Adrasan Gelidonya Feneri Korsan
Koyu etabını yürüdün.
Bu fotoğrafı çekebilmek için on dokuz kilometre
yürüdün. Son tırmandığınız tepe neredeyse seksen dereceydi. Söylendiğine göre
buraya “Keçi Bağırtan” rampası adını vermişler. Haksız da değiller. Grup parça
parça oldu. Yürüyüşçüler kervanının büyük bir bölümü dili bir karış dışarı çıkmış halde sağa sola dağıldı.
Neden sonra son bir gayretle kalan kısım da tırmanılıp tepe aşıldı. Muhteşem manzara görülünce her şey unutuldu.
Sabah Adrasan’a otobüslerle geldiniz. Çok ama çok kalabalık
bir yürüyüşçüler grubu.Bu kalabalığı görünce keyfin kaçtı. İki yüzden fazla katılımcı bu şahane parkuru yürümek için
heyecanla bekliyor. Her yaştan insan var. İlk kez yürüyüşe katılanlar giyimlerinden
özellikle de ayakkabılarından belli oluyor. Tüm ikazlara rağmen ince tabanlı
ayakkabılarla gelenler var. Çekingen davrananların yanı sıra artık bu yürüyüş
gruplarını katılarak hiç durmaksızın konuşan ders anlatır gibi hayat
hikayesini, çocuklarını torunlarını son derece can sıkıcı ve basmakalıp kelimelerle
anlatan emekli öğretmenler de var. Grup büyüdükçe hantallaşıyor. Toplanması
yürümesi durması kalkması çok daha fazla zaman alıyor. Tecrübesiz
yürüyüşçülerin en büyük zararı farkında olmadan yaptıkları hatalardan
kaynaklanıyor. Ellerindeki sopayı arkadan gelene çarpan mı dersin, aniden durup
uçurum kenarında resim çekmeye kalkan mı dersin, bağırıp çağırarak etrafı taciz
eden mi ararsın. Hepsi var. Bu disiplinsiz ve gürültücü kalabalıktan kurtuluş
yok. Oysa ormanlık patikayı yürürken bülbül seslerini duymak istiyordun. Onun
yerine bu eğitilmesi imkansız grubun gürültüsüne tahammül etmek zorundasın.
Makilikler ve çam ormanları arasından arasında
yürüyorsunuz. Yabani zeytin, funda, katran ardıcı, keçiboynuzu, sakızağacı,
laden, böğürtlen, defne, menengiç, mersin, kocayemiş,sedir, kızılçam,çınar,
kermes meşesi, pırnal meşesi, süpürgeotu, zakkum ve katırtırnakları arasında
yürüyorsunuz. Yüksek sedir ve kızılçam ağaçlarının bol olduğu bir parkur.
Denize paralel uzayıp giden keçi yollarından yürüyorsunuz . Etrafınızda ölü
ağaçların devrilmiş gövdeleri ve dağdan yuvarlanan kayaların meydana getirdiği
engeller var. Patikalar tehlikeli sayılabilir. Her an kayıp uçurumdan
yuvarlanabilirsiniz. Çok dikkatli yürümek zorundasınız. Grubun ön sıralarına
doğru yer değiştiriyorsun. Orta rehberi geçmene izin veriyor.Denize yedi sekiz yüz metreden bakıyorsunuz. Yavaş yavaş
iniyorsunuz sonra da dik bir rampayla daha yükseğe tırmanıyorsunuz.
Tek başına bir ada görüyorsun. “Sulu Ada ” diye
anılıyormuş. Gemicilerin tatlı su aldıkları çok değerli bir durak. Bütün
ihtişamıyla orada öyle duruyor. Adada insan yaşamıyor. Bol miktarda tavşan olduğu söyleniyormuş. Adaya su almaya
gelen gemicilerin oraya bırakıp gittikleri
tavşanlardan üredikleri söyleniyor. Hızla çoğalan tavşan nüfusu su almaya
gelen gemiciler tarafından ustalıkla dengeleniyormuş. Ada hem tatlı su hem de
taze et deposu imiş. Şimdi sadece turist teknelerinin koylarına demirlediği
adanın enfes kumsalları uzaktan görünüyor.
Tepeden aşağıya kıvrıla kıvrıla inen parkur irili
ufaklı sivri taşlarla dolu. Yürümesi oldukça zor. Ucu bir bıçak kadar keskin
küçük kaya parçaları sizi zorluyor. Zorlanıyorsunuz. Ayağınızın altından taşlar
kayıyor, dengenizi sağlamakta zorlanıyorsunuz.
1934 yılında yapımına başlanan fener denizden üç yüz metre yükseklikte
inşa edilmiş. 1936 yılında hizmete girmiş. Mekanik olarak kurularak çalışan bir
fener. Elektrik yok. Su yok. Bu parkurda su yok. Dağ taş su dolu ama bu parkurda su yok. Sürekli inişli
çıkışlı bu zorlu parkurda iki buçuk litre su tüketiyorsun. Geriye yarım litre
suyun kalıyor. Fenerin su deposundaki suyu içmek istemiyorsun. Artık Korsan
Koyu’nun oradaki çeşmeye kadar suyunu idareli kullanacaksın. Çare yok.
Grubunuzda ayakkabıları yetersiz olanların ciddi
sorunları baş gösteriyor. Yürüyemiyorlar. Ayakları acıyor. Tabanı ince
ayakkabılar sivri taşlara karşı ayakları korumuyor. Genç bir öğrenci yolun
kenarına oturmuş arkadaşına pişmanlıkla dert yanıyor. Bu zorlu parkura ekipmanı
yetersiz olarak katılanların çok cesur olduklarını söylemek gerek. Hele birinin
bileğinde çatlak varmış meğerse. Ona rağmen katılmakta bir sakınca görmemiş.
Bileği şişmiş. Yolun kenarında oturmuş ağlamaklı ne yapacağını bilemiyor.
Rehberler yardımına koşuyor. Yürüyüş temposu giderek düşüyor. Yolda küçük
gruplar halinde yürüyen Alman, İngiliz, Çek, Fransız, İsveçli yürüyüşçülere
rastlıyorsunuz. Yolun kenarına çekilip sizin geçmenizi bekliyorlar. Hepsi sırım
gibi. Tam ekipmanlı ve güler yüzlü. Ellerinde haritalar planladıkları yürüyüşü
gerçekleştiriyorlar. Bir Alman çift Korsan Koyu’na çadır kurduklarını oradan
Adrasan’a yürüyerek Çıralı’da geceleyeceklerini söylüyor. Diğerleri Karaöz’den yürümeye başlayıp Fener’de
geceliyor sonra Adrasan’a yürüyorlarmış. Geceyi Fenerde geçirmek çok keyifli
oluyormuş. Siz Fenere geldiğinizde dört çadır gördünüz. Dört genç Alman çift.
Orada geceleyeceklermiş. Rüzgar çok güçlü. Gecelemek çok da kolay
olmayabilirmiş. Eğer rüzgar çok şiddetlenirse çaresiz Korsan Koyu’na geri
döneceklermiş.
Likya Yolu ‘nun en güzel etabının Gelidonya Feneri
olduğunu sen de onaylıyorsun. Bu etabı da yürüdüğün için kendini şanslı sayıyorsun.
Bu güzelliği yaşamak için, bir çok şeye katlanmak zorundasın. Parkurun
uzunluğu, tırmanma rampaları, keskin kaya parçaları dolu patikaları seni ürkütmüyor.
Zorlandığın taraf insanlar. Ter kokan, bağırıp çağıran, sızlanan, hamaset edebiyatı
yapan bozuk karakterli insanlar. Onun da bir yolunu buldun. Artık sık sık
geride kalarak yada öne geçerek bu engelleri bertaraf etmeyi öğrendin. Eğitilmesi
hemen hemen imkansız olan kişiliklerden kaçarak saklanmak en çıkar yol. Sen de
öyle yapıyorsun.
Gece uyumak için gözlerini kapadığında tek bir
fotoğraf kalıyor.
Fenerler “Faros”, ışığı arayanların geldiği bir yer.
Bu bölgenin gecenin karanlığını bölen tek fenerii Gelidonya. Tüm sahil boyunca başka fenerlede var. Hepsinin de ayrı bir öyküsü. Birisi çıkmış bunları derlemiş:
http://www.sihirlitur.com/belgesel/deniz_fenerleri/index.html
Bu bölgenin gecenin karanlığını bölen tek fenerii Gelidonya. Tüm sahil boyunca başka fenerlede var. Hepsinin de ayrı bir öyküsü. Birisi çıkmış bunları derlemiş:
http://www.sihirlitur.com/belgesel/deniz_fenerleri/index.html
Işığı arayanlar kendi fenerlerini bulacaklar mı?