Asur Krallığı’nı yıkan Media Krallığının ulu kâhini Eletolues’in[1]
boğa derisine yazdığı ikinci belgeyi Elburz dağlarındaki kral mezarlarındaki
lahitlerden birinin içinde bulan Media topraklarını işgal eden, gözü dönmüş,
eli kılıçlı Güneyden gelen beyaz çarşaflara[2]
bürünmüş kara sakallı adamlar, her yerde
altın ve birlikte köle olarak götürmek için
genç kadın ve çocuk arıyorlardı.
Bir köye girdiklerinde önce erkekleri ve yaşlı kadınları kılıçtan
geçiriyorlar sonra genç kadınları ve çocukları esir alıyorlardı. Her girdikleri köyde aynı şey oluyordu.
Hep
birlikte köye saldırıyor, erkekleri ve yaşlı kadınları kılıçtan geçirdikten
sonra kalanları boyunduruklara bağlayıp Güney’e doğru gönderiyorlardı. Bu Media
ırkının sonu demekti. Her yerde yıkım sürüyordu. Media topraklarında ayak
basmadık yer bırakmıyorlardı. Elburz dağlarının ücra köylerine kadar
ilerliyorlardı. Kutsal kâhin Eletoules'in mezarını bulduklarında çılgına
dönmüşlerdi. Tapınağın tüm heykellerini ve mozaik resimleri kırdılar. Sıra
lahitlere gelince durdular. Anıt mezar tüm heybetiyle karşılarında duruyordu.
Köy ahalisinden birine anıtın üzerindeki yazıları okuttular. Kutsal kahinin lahitini
açmanın
felaket getireceğini anlatan yazıları da kılıçlarıyla paramparça
ettiler. Yine de lanete aldırmadan lahitleri birer birer açtılar. Altınlar,
değerli taşlarla dolu lahitlerin içinden boğa derisine yazılmış dokuz rulo
çıktı. Belgeleri bulduklarında onlara bir anlam veremediler.
Güneyli halkların
kültüründe yazı ve alfabe yoktu. Birisi ruloları
yakmak istedi ama başaramadı. Lanetten korkup yakmaktan vaz geçtiler. Böylelikle rulolar kurtuldu. Altınları alıp
ruloları bıraktılar. Tapınağın rahibelerinden genç bir kadın ruloların sekizini
başka rahibelere vererek saklamalarını
istedi. Elindeki ruloyu ormanda bir yere
gömdü. İşte o rulo ikinci ruloydu. Yıllar
sonra Media ülkesi Batıdan gelen sarışın savaşçılara teslim oldu. Güneyli
adamların çocuklarını doğuran kadınlar şimdi de sarışın adamların çocuklarını
doğuruyor onların her isteğini yerine getiriyorlardı. Batıdan gelen sarışın
adamların bazıları kadınlardan hoşlanmıyordu. Kadınlara karşı en acımasız
olanlar onlardı. Sarışın kral kısa kılıcını sallayarak baş rahibeye ruloyu okumasını
emretti. Rahibe önce tereddüt etti. Sonra okumaya başladı. Okurken titriyor,
başına bir felaket gelecekmiş gibi siyah gözlerini etrafında gezdiriyordu. Orta
yaşlı bir rahibeydi. Muhtemelen krallık döneminde tapınağa kabul edilen
bakireler arasından seçilmişti.
" Bu göğe yükselen tahtın ve tahtta oturan
kralın hikâyesidir[3].
Media halkını diğer halklardan ayırt
etmek mümkün değildir. Çünkü herkes bir başka yönden göç etmiştir. Küçük
krallıkların yaşama şansı kendilerinden güçlü olanlarla yaptıkları anlaşmalarla
sağlanabilirdi. Media halkı karma bir
halk. Doğudan gelenlerle Kuzeyden gelenlerin yerli halkla uzun yıllar
karışımından meydana gelen bir karma bir halk. Kuzeyden gelenlerin tanrıları
çok farklıydı. Anlamak zordu. Krallar her halkın farklı tanrısını kabul etmek zorundaydı. Halklar krala hizmet eder ama kralın da onların
tanrılarına hürmet etmesini beklerlerdi.
Her özel mevsimde halklar tapınağa gelir
tanrıların isteklerini krallardan duymak isterlerdi. İnanışına göre Halkların Krallar tanrılarla konuşabilirdi. Daha doğrusu benim aracılığımla
konuşabilirlerdi. Tanrıların isteklerini ben krala bildirir kralın isteklerini de tanrılara bildirmek benim
vazifemdi. Çoğu kez bu istekler bitmek tükenmek bilmezdi.
Kral benim kanımdan ama bir kardeş olarak görmüyorum
onu. Annemizi hatırlıyorum. O Doğulu bir rahibin kızıymış. Büyük savaşta kaçıp Media'ya gelmişler. Dedem
de ulu rahipmiş. Babam askerdi savaşmaktan başka bir şeyden anlamazdı. Her
savaşa gider yaralanıp geri dönerdi. Yaralarını annem sarardı. Öyle hatırlıyorum.
Sonra bir gün kral olduğunu duyduk. Kralı öldürmüş onun yerine geçmişti. Kraliçe
ona yardım etmişti. Kendi kocasını ölüme yollayacak kadar nefret doluydu. Babam
kral olunca her şey değişti. Annemi ve beni tapınağa gönderdi. Kraliçeyle
evlenip yeni kral oldu. Acılı günler geçirdik. Doğudan, Kuzeyden rahipler gelip
yeni krala bağlılıklarını sundular. Babam birbirinden bilgili rahiplerin
arasından hiç birini istemedi. Annemi baş kâhin ilan etti. Beni de onun
yardımcısı. Annem iyi bir kâhin oldu. Aradan uzun yıllar geçti. Birlikte ne
gerekiyorsa onu yaptık. Bir gün babam bizi çağırdı ve tanrılarla konuşmak için
göğe yükselmek istediğini söyledi. O gün aklını kaybettiğini anladım. Yapacak
bir şey yoktu. Onu soma içirerek birkaç ay oyaladık. Somanın etkisinde göğe
yükseldiğini tanrılarla konuştuğunu söylüyordu. Kralın sözü tartışılmazdı.
Hiç
kimse de tartışmadı. Kraliçe ona halkın göğe uçtuğunu görmesinin çok önemli
olduğunu söyledi. Babam tahtıyla göğe uçmayı kafasına koymuştu. Askerlerine
emir verdi. Dağlardan kartal yavruları toplattı. Onları bol etle besledi
büyüttü. Kısa sürede kartallar birer koyun kadar büyüdüler. Pençeleriyle
kavradıkları her şeyi taşıyabiliyorlardı. Babam öd ağacından kendine bir taht
yaptırttı. Öd ağacı hafif olur. Tahtın etrafına on palmiye boyunda mızraklar
diktirip mızraklara envayi çeşit lezzetli et bağlattı. Mızrakların ortasına da
kartalları sıkıca bağlattı. Kartallar
acıkmaya başlayınca babam geçti tahta oturdu. Tüm halk sarayın bahçesine
toplanmış onu seyrediyordu. Kartallar giderek daha güçlü kanat çırpmaya
başladılar. Taht yerinden birkaç kez oynadı.
Halktan bir uğultu yükseldi. Derken
taht yerden kalkıp göğe doğru yükselmeye başladı. Yükseldikçe halktan çıkan
uğultu artıyordu. Babam halka el sallıyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı.
Nihayet istediği olmuş göğe yükseliyordu. Bu onu son görüşümüz oldu. Göğe yükselip
tanrılarla birleştiğine inanılıyordu. Bir yıl onun dönüşü beklendi. Gelen
yoktu. Tahta erkek kardeşimi oturtmaktan başka çare yoktu.”
[1] Media
Krallığı’nda (M.Ö: 858-M.Ö.549) Eletolues adlı bir kâhin yoktur. Bu yazar
tarafından kurgulanmış bir kişiliktir.
[2] Bu giysi
bugünkü Arap geleneksel giysisi Thobe’ye benzemektedir. Tagiyah, Ghutra ve Agal
adı verilen başlıktan da söz etmek gerekir.
[3] Bu
hikâye Firdevsi’nin Şehname adlı eserinin Milli Eğitim Basımevi tarafından 1967
yılında basılan, Necati Lugal
çevirisinin ikinci cildinde s. 137 de yer alan
‘Kâvus’un göklere çıkması’ hikâyesinden esinlenerek yeniden
kurgulanmıştır.