Yukarıdaki fotoğrafı Hakkâri Yüksekova Sat Dağları buzul göllerinin olduğu 3000 metrede çektim.
Tarih 18 Temmuz 2015.
Tarih 18 Temmuz 2015.
Doğa severler için inanılmaz sürprizlerle dolu bir coğrafya.
Gezinin detaylarını üç bölüm halinde yazdım. Aşağıdaki linklere tıklanarak da okunabilir:
Bölgenin insanı (Kürtler), etnik kökenleri ya da “Bahçeleri” olduğu nedeniyle yıllar boyunca baskı görmüş. İtilmiş, kakılmışlardır. Bu “gösterme sakın hallerimizi” tavrı yıllar boyunca ezenler için olmazsa olmaz siyaset anlayışı şeklinde kayda geçilmiştir. İktidardaki siyasi parti devletin güvenlik güçleri ve kendi yaptıkları yasalar marifetiyle demokratik hak ve özgürlük mücadelesi veren herkesi etnik aidiyetini de dikkate alarak gözünün yaşına bakmadan tutuklamış, işkence etmiş, öldürmüş ya da propaganda malzemesi haline getirmiştir.
Bugün de değişen çok fazla bir şey yok. Nereye gitseniz güvenlik güçlerinin belirgin varlığını hissediyorsunuz. Sınır yöreleri daha da hassas. Sözüm ona barış süreci. Her iki sıfır noktasına kadar gittik. Ağır silahlarla donanmış genç askerler kimliklerimizi kontrol ettiler. Kuzey İrlanda’da geçirdiğim aylar geldi aklıma. Dublin’den Belfast’a trenle ayda iki kez gitmek zorundaydım. Her seferinde o askerleri görünce içime bir korku düşerdi. Ellerinde makineli tüfeklerle orada dikilen çocukların insafına terk edilmişti yaşamınız. En ufak bir harekette panikleyip sağa sola kurşun yağdıracak olan o yirmili yaşlarındaki yarı cahil delikanlıların elindeydiniz.
Aynen oradaki gibi İngiliz askerlerinin küstahça yaptıkları aramalar ve kontroller gibi Dağlıca, Yüksekova, Şemdinli köylerini ziyarete giderken geçtiğimiz kontrol noktalarında içim ürperiyordu. O korkunç silahlar ellerinde sanki oyun oynuyorlarmış gibi poz veriyorlar. Farkında değiller “ölüm meleği” olduklarının.
Barış süreci dedikleri zamanda orada olmamız büyük şanstı. Bir yanda İran öbür yanda Irak. Görkemli Cilo dağları, Zap suyu ve derin kanyonları geçtik. Barış süreci öncesinde olanları köylülerden dinledik. Hakkârili gençlerden dinledik. Kiminin dayısı kiminin amcası ya da bir yakını kayıp. Arayan yok soran yok. Sayılara girmek istemiyorum. Sağlıklı sayıları Uluslararası Af örgütü raporlarında açıklıyor. Meraklısı web sitelerinden okuyabilir: (3)
Yollarda kurulan barikatlara, ağır silahlara ve tüm gerilimlere rağmen her yer çiçek dolu. Çiçekler ve kelebekler hiç bir şeye aldırmadan normal yaşamlarını sürdürüyorlar. Ta ki birileri gelip onları rahatsız edene kadar. Kelebeklerin özgürce uçuştuğu bir çiçek tarlası görüyorum. Kayme (Kelat) Sarayı’nın bahçesinde binlerce arı ve kelebek sanki bir tören icra ediyorlar. Sarayın kalıntılarını gezerken etrafımızı kelebekler ve arılar sarıyor.
“Kayme Sarayı: Saray kısmen yıkılmış Güney duvarı ve iki kemer günümüze kalmıştır. Üç katlı sarayın doğu cephesinde her kata dokuzar pencere açıldığı, kuzey cephesinde ise ortada üç kata tekabül eden sivri kemerli iki açıklık, bunun yanındaki katlarda da üçer pencere olduğu anlaşılmaktadır. Yapı kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı olarak üç kat üzerine inşa edilmiş. olduğu anlaşılmıştır.” (1)
Sarayın girişinde kesme iki taş levhada eski harflerle tarihler yazılı fakat bunun restorasyon tarihi de olabileceği ihtimali var. Ortada bir saray varsa bir de kral olmalı diye düşünüyor insan. Kültür bakanlığının resmi açıklaması şöyle:
“Şemdinli ilçesinde, eski adı Nehri olan Bağlar köyündedir. Seyyid Taha-i Hakkari Hazretlerinin Türbesi, Nehri Mezarlığı ve Şemdinli Tarihi Taş Köprü ile aynı bölgede bulunmaktadır.
Şemdinli’ye 15 km. uzaklıktaki eski ilçe merkezinin güneybatısında dere kenarında kurulmuştur. Saray büyük ölçüde yıkılmışsa da halen iki kemer ve bir duvar ayaktadır. Yapıda kitabe veya herhangi bir yazılı belgeye rastlanmadığından yapım tarihi kesin olarak bilinememektedir. Mahalli kaynaklara göre Seyit Ahmet Sıddık tarafından yaptırılmıştır.”(2)
Şemdinli’ye 15 km. uzaklıktaki eski ilçe merkezinin güneybatısında dere kenarında kurulmuştur. Saray büyük ölçüde yıkılmışsa da halen iki kemer ve bir duvar ayaktadır. Yapıda kitabe veya herhangi bir yazılı belgeye rastlanmadığından yapım tarihi kesin olarak bilinememektedir. Mahalli kaynaklara göre Seyit Ahmet Sıddık tarafından yaptırılmıştır.”(2)
Bir başka sitede ise levhaların üzerlerindeki Arap harfleriyle yazılmış kitabelerle ilgili açıklama var:
“Sağdaki kitabede; (1332-1910) tarihi yazılı olup şu ibare yazılmıştır: “deki kapılarında hamd vardır. Oraya emniyet ve selametle giriniz ” Sonraki kitabede; “Bu ev (girenlere) esenlik verir. Bakanlara hicri”1330 tarihini (1909) müjdele” ibaresi yazılıdır. Bunun dışında büyük ölçüde yıkılmış vaziyettedir. Yapının kuzey cephesinde giriş kapısı sağ ve sol köşelerine birer tane kitabe yerleştirilmiştir. Sağdaki kitabede H.1332 (1911) soldaki kitabede H.1330 (1909) tarihi yer almaktadır. Buna göre Nehri’deki Kayme sarayı 1909-1911 tarihleri arasında inşa edilmiştir. Kitabelerde, yaptırana ilişkin herhangi bir isim yer almamakla beraber Seyit Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdullah tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir.” Kaynak: http://www.yuksekovahaber.com/yazdir/haber/haber/kayme-sarayi-yok-oluyor-39272.htm
Şemdinli taş köprüsünden geçip kelebekleri ardımızda bıraktık. Artık dönüş vakti. Van’a kadar uzun bir yolumuz var. Bayram dönüşü trafiği hiç belli olmaz.
Şimdi bu satırları yazarken bakıyorum da iki haftada ne çok şey değişmiş. Barış süreci sona ererken o güzelim kelebeklerin uçuştuğu vadilere, doyumsuz güzellikteki buzul gölleri kıyılarına bombalar yağıyor. Devlet kendi topraklarını, kendi vatandaşlarını bombalıyor. Halkın vergileriyle alınan tanesi bir milyonluk bombalar yağmur gibi doğa harikalarının üzerine yağdırılıyor. Düşünmeden edemiyorum acaba neolitik kaya resimleri yerinde duruyor mu yoksa tahrip mi oldu? Güzelim Sat gölleri, Reşko buzulu bombalarla yok mu edildi?
İstanbul medyası hemen havaya girip “Şehitler Masalları”nı yazmaya başlamışlar bile. Siyaset her şeyi çürütüyor. İŞİD’e karşı savaş başlatıyoruz diyen idare Hakkâri’yi bombalıyor. Suriye nere Hakkari nere?
Hiç kimse sormuyor. Hiç bir gazeteci yazmıyor.
“Ey idare, neden barış sürecini bozdun da bomba yağdırıyorsun? Neden İŞİD’i değil de kendi topraklarını bombalıyorsun? ”
Savaş çığlıkları atanlar bu fakir ülkenin geleceğini hiçe sayıp binlerce insanın ölmesine neden olduklarının farkındalar mı?
İşte bir kez daha nefret tohumları etrafa saçılıyor. Kan ve gözyaşı ve fukaralık bir kez daha bu toprakların değişmez kaderi olarak bomba olup insanların başlarına yağıyor.
Hakkârililer yeniden barış umudu için yeni bir Seyit Ahmet Sıddık’ın ortaya çıkmasını mı bekliyor? O akil adam sarayını yeniden yapacak, barışı yeniden mi sağlayacak? Yoksa ermiş Seyyid Taha-i Hakkari Hazretleri mezarından kalkıp bombaları atanların başında patlatıp kötüleri cezalandıracak mı?
İstanbul’da bu sabah Cilo dağlarının kelebeklerini düşünüyorum. Özgürce çiçekten çiçeğe uçan rengarenk kelebeklerin kanat seslerini dinliyorum. Sat buzul gölleri üzerinde birlikte uçuyoruz.
O güzelim kelebeklerin kanat seslerini kaç kişi duyuyor?