“Kaunos halkı,
Dion’un oğlu Dionysios’u yararlılığından dolayı altın bir taç ve heykeliyle
ödüllendirdi.”[2]
Zümrüt rengi bir denizde bir ilkbahar sabah vakti tekneyle suları
yararak ilerliyoruz. İlerde antik Calbis çayının deltası görünüyor. Sabah
erkenden Ekincik Koyu’ndaki balıkçı barınağından bindiğimiz tekne önce Batı
İztuzu plajına uğradı. Eski büyük liman ve tuz imalathanelerinin olduğu yer. Kitaplarda okuyup fotoğraflarını gördüğüm Kaunos
Tuzlasını göremedik. Kimse nerede olduğunu bilmiyor. Plaj şezlonglarıyla be
hasır şemsiyeleriyle dünyanın herhangi bir kıyısındaki plajlar gibi. Tek farkı
Türkiye’ye özgü çöp yığınları ve personelin aç gözlü bakışları. Hiç kimse antik
tuz tesislerini duymamış. Zamanında “Göz Merhemi” yapımında aranılır bir
katkı maddesi olan “Kaunos Tuzu”nun[3] üretildiği tavaların yerini
bulmayı bir sonraki gelişime bırakıyorum. Muğla Üniversitesi tarafından
işletilen plajda serin denize girdikten sonra sonra Dalyan Çayı adı verilen
aslında antik çağda “calbis” olarak anılan akarsuyun denize döküldüğü deltanın
kollarında bir gezintiye çıktık.
Tüm deltayı
kaplayan sazlıklar zengin bir yaban kuş yaşam alanı oluşturmuş. Su kuşları ve
sudan korkmayan yuvasını sazlıkların arasına yapan ötücü kuşler. Kesif
sazlıklardan farklı kuş seslerini dinleyerek yol alıyoruz. Sazlıklar neredeyse
bir labirent oluşturmuş durumda. Sazlıkların arasından teknelerin geçmesi için büyük bir
ihtimalle tekne sahipleri tarafından yollar, koridorlar açılmış. Dar bir
koridorda ilerlerken küçük, büyük ak
balıkçılları görüyoruz. Teknelere ve insanlara alışık olmalılar ki kaçmıyorlar.
Sol tarafımızda yükselen bugünkü adıyla Balıklar Dağı Güney kayalıklarında
muhteşem anıt mezarlar bize bakıyor. Dile kolay iki bin beş yüz yıldır
oradalar. Sayıyorum. Kayalıkların sağ tarafında altı adet tapınak tipli mezar
kayalara bir heykeltıraş inceliğiyle oyulmuş. En sağda olan mezar yarım kalmış
gibi duruyor. Belli ki bunlar kral mezarları. Herodotos’un aktardığına göre Pers komutanı Harpagos. M.Ö. 546 yılında Batı
Anadolu kampanyasının (fethinin) önemli bölgeleri olan İyonya ve Karia’dan sonra Lykia’ya yönelip ordularıyla Kaunos
önlerine geldiğinde kalabalık orduyu akropolden seyreden kentin yöneticileri karşı
koymaya karar vermişler: uzun süre direnmişler ama sonunda teslim olmaktan
başka çareleri kalmamış.[4] Bu mezarın inşaatı da o
zaman durmuş. Mezar hiçbir zaman tamamlanamamış. M.Ö.4. yy. ve öncesine
tarihlenen mezarlardaki bu taş işçiliğini günümüzde hiçbir yerde bulmak mümkün
değil. İki adet İyon sütunu var. Diğer sütunlar Dor tarzında. Zaten taş
işçiliği “Masonry” endüstri devrimiyle birlikte yok olan meslekler arasında.
İlkçağ ve Ortaçağ’ın vazgeçilmez unsuru olan taş hemen hemen tüm yapılarda
kullanılmıştır. Özellikle de bu bölgenin karekteristik taşı olan kireç taşı (Lime
Stone). Hünerli taş ustalarının eserleri parmak ısırtacak kadar güzel
süslemeler ve ince detaylarla dolu. Bu mezarlar da Anadolu ya da bir başka
değişle Küçük Asya taş ustalarının marifeti. Batı Anadolu’ya özgü bir mezar
yapı sanat tarzını yansıtıyor. Bir çok yerde gördüm kaya mezarları. Kaunos
turist broşürlerinde yazıldığı gibi değil. Hemen hemen her yerde var tapınak
tipi mezarlar. Kilikya’da da görmüştüm kayalara oyulan mezarları. Kabartmalar,
heykeller değişiyor ama sütunlu tapınak tipi mezarlar değişmiyor. Telmessos
(Fethiye) deki kaya mezarları belki de Kaunos mezarlarına en benzeyen mezarlar
olarak nitelendirilebilir. Aşağı yukarı aynı zaman dilimine tarihleniyorlar.
MÖ. 4. yy. Ünlü arkeolog Charles Texier, Amyntas’ın tapınak mezarını ziyaret
ettiğinde taşların üzerine imzasını atmış. ‘Hermapias oğlu Amyntas’ kitabesi
de mezarın kime ait olduğunu anlatıyor. Mezarların yüksek kayalara oyulmasının
nedeninin tanrılara yakın olduğuna inanılması olduğu söyleniyor. Mezar ne kadar
yüksekte ise sosyal statü o kadar yukarıda anlamında. Kim bilir belki de Kaunos
ve Telmessos mezarlarını yapan ustalar gezgin ustalardı. Kaç kişi anıt mezar
siparişi verebilirdi ki? Gezgin taş ustaları belki de eserlerine imzalarını
bırakmışlardır. Kayalara iskele kurup sabahtan akşama kadar keski ve çekiçle
çalışan gizli kahramanların kaydı bile yok.
Kaunos antik çağda önemli bir liman kenti. İki limanı var. Bugün
alivyonlarla kapanan iç liman denizden sekiz kilometre kadar uzaklaşmış
durumda. Sülüklü Göl olarak bilinen eski liman yerinde liman agorası ve
stoasında elliye yakın exedra kaidesi halen bataklığa gömülmüş durumdadır. Exedraların
heykellerinin ayak izleri taşlar üzerinde bellidir. Kentin en iyi korunmuş
yapılarından biri de beş bin kişilik tiyatro binası. Akropol’ün yer aldığı
tepeye yaslanılarak Helen tarzında inşa edilen tiyatronun diğer yapılara göre
çok iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz. Güney Batı yönüne dönük 75 metre
çapında 27derecelik bir açıyla yükselen tiyatro binasının sekiz merdivenle dokuz
oturma bölümüne sahip olduğu arkeologlar tarafından ölçülmüş.
“75 m. çapında ve 27°'lik bir açıyla dairesel
olarak yükselen seyir bölümü (Theatron-Kavea), sekiz merdivenle dokuz oturma
dilimine (Kerkides) ayrılmıştır. Her bir oturma dilimi 33 oturma sırasına
sahiptir. Bu sıralar, bütün seyir bölümünü yatay olarak bölen yürüme
koridoruyla (Diazoma) iki kısma ayılır. Orkestraya kuzeybatıdan düzayak,
güneydoğudan ana kayaya oyulmuş merdivenli yan geçitlerle (Parados) girilir.
Bunların dışında, doğrudan yürüme koridoruna açılan beşik tonozlu iki geçiş
daha vardır ki, bu özelliği ile yapı Roma Dönemi karakteri taşımaktadır.
Orkestra'nın önüne yerleştirilmiş olan sahne binası (Skene), yan mekanlarıyla
birlikte 38.5x10.40 m. boyutundadır ve zamanında iki katlıdır; ama yüksekliği
hiçbir zaman tiyatronun üst seviyesine ulaşmamıştır. Sahne binasının seyir
bölümüne bakan cephesi önünde, zamanında üzerinde oyunların sergilendiği
yüksekçe platform (Proskenion), bir Hellen geleneği olarak Orkestraya;
kanatları ise yan girişlere paraleldir.”
Yukarıda akropol binası ve surlar hemen hemen yok
olmuş durumdalar. Eğer akropol binası ayakta kalsaydı kimbilir belki de
Atina’daki akropol[5]
binasına en büyük rakip olurdu. Kaunos’un kuruluşu ile ilgili bir çok efsane
var. Özellikle Romalı şairler ve tarihçiler tarafından uydurulan bu efsanelerin
gerçek olmadığını kim söyleyebilir?
“Romalı
Tarihçi ve Şair Ovidius'a göre, Kaunos'un
kuruluşuyla ilgili efsane şöyledir:
Byblis Kaunos'a aşık olur. Byblis, Kaunos'a bir mektup yazarak duygularını dile getirir. Kaunos ise Byblis'in duygularını öfke ve tiksinti ile karşılar. İkizini bir daha görmek istemeyen Kaunos, kendisini sevenlerle birlikte babasının ülkesini terk eder.Kaunos'a gelerek, kendi adıyla anılan kenti kurar. Byblis ise karşılıksız kalan sevgisi yüzünden hayatına son vermek isteyerek, yüksek bir kayanın üzerinden dendisini atar. Ama Nympheler (su perileri) Byblis'e acır ve onu bir pınara dönüştürür.Byblis'in gözyaşları nehir olur çağlar durur.”
Byblis Kaunos'a aşık olur. Byblis, Kaunos'a bir mektup yazarak duygularını dile getirir. Kaunos ise Byblis'in duygularını öfke ve tiksinti ile karşılar. İkizini bir daha görmek istemeyen Kaunos, kendisini sevenlerle birlikte babasının ülkesini terk eder.Kaunos'a gelerek, kendi adıyla anılan kenti kurar. Byblis ise karşılıksız kalan sevgisi yüzünden hayatına son vermek isteyerek, yüksek bir kayanın üzerinden dendisini atar. Ama Nympheler (su perileri) Byblis'e acır ve onu bir pınara dönüştürür.Byblis'in gözyaşları nehir olur çağlar durur.”
Karia dili konuşan ve ağırlıklı olarak Karia
bölgesinin halklarıyla aynı ırktan olan Kaunoslular Rodoslularla can düşmanı. Rodoslular’ın bu zengin kent
devletini fethetmek için[6] sürekli mücadele ettikleri
biliniyor. Romayı destekleyen Rodoslularla Kaunosluların MÖ.88 yılındaki
katliam sonrasında yolları iyice ayrılır.
Kaunos ileri gelenleri Roma’nın
gücünü yanlış değerlendirip Pontus kralı VI. Mithridates Eupator’un emirleri gereği Roma vatandaşlarını çoluk
çocuk, kadın demeden bir günde katletmişlerdir. Bu katliam sadece Kaunos’da
değil Anadolu’nun hemen hemen her VI. Mithridates Eupator’u destekleyen
kentinde gerçekleşmiştir. Romanın kolonileştirme sürecinde Anadolu’ya
yerleştirdikleri yüz bine yakın bir göçmen nüfusu vardı. Roma (Romani) ve
İtalik kökenli (Italici) halk kitlesi Roma’nın doğal destekleyicileri olarak
hem servete hem de etkiye sahiplerdi. Peregrinus (yabancı) olarak Anadolu’ya gelip
kentlere ve kırsal alanlara yerleşen İtalik asıllı Roma vatandaşları arasında
negotiator/mercetor’lar (tüccarlar), veteranus’lar (emekli askerler),
publicanus’lar (vergi toplayıcıları) ve colonus’lar (çiftçiler) yer almaktaydı.
Bunlar yerel soylularla evlilikler ve ticari ilişkiler kurmuşlar, yaşadıkları
toplumda söz sahibi olmuşlar, kent meclislerinde hatırı sayılır insanlar olarak
Roma’nın menfaatleri doğrultusunda hareket ediyorlardı. Bu Kaunos’da da
böyleydi. Bunun Anadolu’da böyle olduğunu çok iyi bilen Pontos Kralı VI.
Mithridates Eupator, çok gizli kaydıyla tüm yandaşlarına “Romalıları aynı gün
ve saatte öldürün” talimatını iletti. Roma’ya
karşı mücadelesinde bu halkın kendisi için en büyük tehlike olduğunu biliyordu.
Nitekim katliam Kaunos dahil bir çok yerde çok kanlı bir şekilde gerçekleşti.
Bunlar gözüne girmek için mi, yoksa korktuklarından mı
bilinmez kentteki Romalılar’ı katledince Roma senatosunun cevabı çok ağır olur. Romalılar VI. Mithridates
Eupator’i[7] mağlup edince Kaunos’u
da Rodos’un idari alanına dahil ederler.
Böylelikle Kaunoslular tekrar nefret
ettikleri Rodos tarafından yönetilmeye başlanır.
M.Ö. 78-74
yıllarında Romalı diktatör Sulla tarafından görevlendirilen Publius Servilius adlı Romalı komutan tüm
Karia, Lykia, Pamphylia ve Cilicia bölgelerini
asilerden ve korsanlardan temizlemek üzere büyük bir kampanya (askeri harekat)
başlattı. Ağır silahlarla donatılmış güçlü bir donanma ve beş lejyon askerle bölgeyi
beş yılda asilerden temizledi ve Roma eyalet sınırlarını Dağlık Kilikya
bölgeleri de dahil olmak üzere genişletti. Kaunos da bir liman kenti olarak
korsanların sürekli tacizi altındaydı. Limanın zincirle kapatılması bile
tacizleri önlemeye yetmiyordu.
Kültür bakanlığının denetiminde olan Kaunos ören yeri
günlerce gezilecek kadar büyük. Akropolleri,
şehir surları, tiyatro, kilise, hamam, su deposu, çeşme, agora, stoa ve kent
içi yolları ile tapınaklar ve kutsal alan, liman ve nekropoller, teraslar
üzerine kurulmuş olan kentten geriye kalanlar olarak gözler önünde. Öte yandan
bu görünen eserlerin altında ne olduğu bilinmiyor. Antik kenti ilk keşfeden ise
bir İngiliz arkeolog. 1842 yılında İngiliz Arkeolog Hoskyn bir halk meclisi
tableti bulmuş, bu tablette yazılanların çözülmesiyle buranın Kaunos olduğu
ortaya çıkmış. Bölgede ilk kazı da 1966 yılında başlamış. Tamı tamına yüz yirmi
dört yıl sonra. Sadece bu bölgede henüz keşfedilmeyen, kazısı başlamayan o
kadar çok antik kent var ki. Yabancı seyyahların güncelerini okumaya merak
saldığımdan bu yana çok şey öğrendim. Örneğin Ramsey’in 1884 yılında İyonya ve
Pisidia’ya yaptığı gezi notlarında
Afrodisias antik kentinin 1701 yılında İzmir Bileşik Krallık
konsolosu Dr. W. Sherard, ve konsolosluk
doktoru Picenini. tarafından keşfedildiğini okuyorum. İlk kazılar 1904 yılında
New York Üniversitesi tarafından başlatılır. Antik şehrin arkeoloji dünyası
dışında tanınması ise 1958 yılında Ara Güler’in çektiği fotoğraflarla ve Prof.
Dr. Kenan Erim’in şahsi gayretleriyle gerçekleşiyor. Kariyerinin en değerli
yıllarını Afrodisias kazılarına ayıran
Kenan Erim’in yaşam öyküsü bir yerde bölge insanının antik Anadolu’ya ne kadar ilgisiz olduğunun hikayesidir. Dönüp
dolaşıp hep aynı paradoksa saplanılıyor. Antik kentler ve yapılar bölge insanı
(hatta belediyeler ve devlet) tarafından benimsenmiyor; yabancı, gayrimüslim
bir unsur, bir engel (tarla açılamıyor, bina yapılamıyor) olarak görülüyor.
“Hazineci” tabir edilen antik kalıntılar arasında altın, gümüş, vb. arayanlar
her tarihi eseri paraya çevirmek için her şeyi yapmaya hazır. Yasak olmasına
rağmen her önüne gelen ören yerini patlatmaya çok meraklı. Heykelleri,
lahitleri, yapıların duvarlarını dinamitle uçuruyor hazine arıyorlar. Bunu
yaparken arkeoloji hazinelerini yok ettiklerinin farkında değiller. Umurlarında
da değil. Bu geçmişe hiçbir ilgi duymuyorlar. İçinde yaşadıkları sekiz bin yıl
öncesinin çağ dışı hayvancılığa dayalı yaşam biçimiyle şehir yaşamı arasındaki
farkı anlamıyorlar. Kendilerinden önce burada yaşayan “gavurların” işi gücü
yokmuş da dağın başına tiyatro yapmışlar, diye düşünüyorlar. Hayatlarında
tiyatroya gitmemiş bu insanların çoğunun buranın eski halkından oldukları
gerçeği de ayrı bir araştırma konusu olarak ortada duruyor. Bazı yabancı
arkeologların mezarlarda buldukları kemiklerin DNA’si ile bölgesel halkın
DNA’sının aynı olduğunu ortaya çıkarmaları Türklerin Orta Asya’dan geldikleri
masalıyla çelişiyor. Cumhuriyet döneminde uydurulan bu masal gerçeği
yansıtmıyor. Bugün bölgede yaşayan halkın çoğunun eski Hıristiyan halk olduğu, Emevi Arap akınları sırasında MS.7.yy. dan
itibaren gruplar halinde Hıristiyan ve pagan halkların Müslümanlığa döndüğü
sanılıyor. Anadolu’daki Müslümanlaşma sürecinin çok dikkatle incelenmesi
gerekiyor.
Kaunoslular’ın antik çağda hastalıklı olduklarından Strabon söz ediyor. Bölgede Calbis çayının
yarattığı deltadaki sazlıklarda çok
ciddi sivrisinek popülasyonunun barındığı ve bu nedenle halkın sıtmadan kırıldığı,
yüzlerinin yeşil bir renk aldığından söz ediliyor. İnsan ömrünün otuzlu yaşlarda
sona erdiği antik çağda bir de sıtma gibi son derece ölümcül bir hastalıkla
mücadele etmek Kaunoslular için hiç te kolay değildi. Nitekim bölgenin sıtma
mikrobundan temizlenmesi için aradan iki bin yıl geçmesi gerekecekti. 1948 yılına kadar olan süreçte sıtma merkezi
olan Dalyan yapılan sivrisinek mücadelesi sonunda sıtma mikrobundan kurtulmuş
bulunuyor.
Bölgede bulunduğumuz süre içinde zaman zaman
sivrisineklerin saldırısına maruz kaldık. Seyahatten döndükten sonra vücudumda
sivrisineklerin yol açtığı bir çok yerde
şişlikler ve kızarıklıklar oluştuğunu gördüm. O zaman Kaunosluların sivrisineklerden
neler çektiğini daha iyi anladığımı sanıyorum.
Kaunos akropol tepesi yüz elli metre yükseklikte. Ören
yerine kültür bakanlığının yerleştirdiği bilet gişelerinden girildikten sonra tiyatronun yaslandığı
kayalıkların oradan başlayan bir patikayı takip ederek tepeye Akropole tırmanılıyor.
Kırmızı boyayla işaretli dar patika kıvrıla kıvrıla tepeye kadar yükseliyor.
Son elli metre oldukça sarp kayalara tırmanarak geçiliyor. Kolay bir tırmanış
değil. Akropol binasından eser kalmamış.
İç kale surları ise yer yer görünüyor. Kayıtlarda denizden gelerek ya da Calbis çayını takiben akropol binasının iskelesine kayıkların yanaştığına
ilişkin bir not varmış. Bu da alüvyonların doldurduğu iç limanın artık yok
olduğunu gösteriyor. Nitekim tepeden bakınca Sülüklü göl yani eski iç liman
aşağıda görünüyor. Manzaraya hakim olan görüntü aslında Calbis (Dalyan) Çayının
büyük bir delta yaparak kıvrıla kıvrıla
denize ulaşması. Sağ tarafta tırmandığımız patikanın bitiminde tiyatro binası
ve ilerde Sülüklü göl ve Bizans kilisesi, hamam görünüyor. Tiyatronun
basamaklarında iki zeytin ağacı
yetişmiş. Doğa eğer tedbir alınmazsa tüm binaları kaplayacaktır. Aynen liman
agorasının yavaş yavaş alüvyonlarla kapanması gibi.
Tepeden aşağıya inerken Dalyan kasabasının içinden
geçip denize doğru uzanıp giden
Calbis’in zümrüt yeşili kıvrımlarını izliyorsunuz. Doyumsuz bir manzara.
Iztuzu plajı hemen sol yanınızda uzanıp gidiyor. Buradan inip liman agorasını
geçtikten sonra Ekincik Koyu’na kadar orman içinden yürüyeceğiz. On iki
kilometre patika yol. Yürüyüşün patika olmasına rağmen çarsak zemin olması
itibariyle altı saat kadar süreceğini varsayıyorum.
Zamanın hızla akıp gittiği bu coğrafyada üç bin
yıllık bir tarihin içinde yürümek ürkütüyor insanı. Özellikle de liman
agorasında heykelleri ve taşları yok olmuş exedraların arasından geçerken en büyük yıkımın doğal
olaylardan değil de insan elinden çıktığı gerçeği karşınızda duruyor.
Nihayetinde Calbis alüvyonlarını limanın taş döşeme yoluna yığarken heykeller yerinden
oynamamıştır. Eğer insanlar o heykelleri kırıp dökerek yerlerinden
çıkarmasalardı belki de heykeller de toprak veya su altında kalacaktı. Tiyatronun
oturma yerlerinde buluna n zeytin ağaçları görüntüyü bozmuyor ama ağacı nde çıkan iki zey Oysa heykellerin ayak parçalanmış
oturma yerlerinin insan elinden çıktığı anlaşılıyor. Yapan da insan yıkan da
insan.
Bir anı taşının üzerindeki Yunanca yazı ilgi çekici.
“Kaunos
halkı, Dion’un oğlu Dionysios’u yararlılığından dolayı altın bir taç ve
heykeliyle ödüllendirdi.”
Yazı dili Eski Yunanca. Oysa Kaunoslular’ın konuştuğu
dil Karia dili. İki dilde yazılmış tek bir kitabe bulunuyor ve o kitabede
Kaunoslular’ın kendilerine “Kbid” adını verdikleri ortaya çıkıyor.
Antik kenti gezerken liman agorasını MÖ. 1.yy.daki
haliyle canlandırmak geçiyor aklımdan. Bunu nasıl yapacağım? Bir film platosu
oluşturur gibi beynimde eskizler çizeceğim. Önce yapıları hayalimde restore edeceğim.
Sütunlar ve heykeller yerlerine konacak. Döşeme yol ortaya çıkacak. Exedraların
üzerindeki bronz heykeller pırıl pırıl parlayacak sabah güneşinde. Limanda
amforaları gemilere yükleyen köleler, denizcilerin oturup şarap içip
eğlendikleri, denizde geçen uzun günlerin acısını çıkardıkları barlar ve
kadınları yerleştireceğim kadrajın içine. Acaba nasıl giyiniyorlardı? Uzun giysiler mi? Yoksa kısa mı? Kadınları
vücutlarını ortaya çıkaran uzun giysiler
içinde hayal ediyorum. Erkekleri de kaslarını ortaya çıkaran kalın deriden
yapılmış zırhlar içinde düşünelim. Güvenliği sağlayan kralın muhafızları
devriye gezsin. Seyyar satıcılar balık, sebze meyve ekmek satsınlar. Üzerinde bir
yüzünde prizma sembolü olan gümüş Kaunos sikkeleri el değiştirsin. Kılıçlar, kamalar da fotoğrafı tamamlasın.
Şehir hayatında en önemli yerler, kamu binaları, Pazar yeri ve tapınaklar. Tanrıların
tapınaklarda oturduğuna inanılıyor. Dionysos tapınağına yaklaşalım. Bir kadın
kucağında taşıdığı bir keçi yavrusunu tapınağın dışındaki
sunak taşına yatırsın. Tapınaktan çıkan rahip kurban törenini yönetmek üzere
sunak taşına yaklaşsın.
İnsanlar
nasıldı? Sarışın mı? Esmer mi? Uzun boylu mu? Kısa boylu mu? Bir şeyi
biliyoruz. Kaunoslular sıtmadan ötürü yeşil benizli olurmuş. Çok meyve
yiyenlerin bu hastalığa yakalandığını düşünürlermiş. Yeşil yapraklar gibi. Romalı saz şairi onlar
için bestelediği şarkısında “sonbaharda
dökülen yapraklar gibi ölüp giden hastalıklı Kaunoslular” ibaresini
kullanmış. Nitekim Strabon da bu konudan söz ediyor. O da çok meyve yiyenlerin
hasta olacağını yazıyor. Ya çocuklar? Okula gidiyorlar mıydı? Sadece zengin
çocukların özel ders alabildiğini, seçkin sınıfın okumak, yönetmek gibi işlerle
meşgul olmasına karşın kölelerin çıplak olduğunu ve en ağır işlerde
çalıştıklarını biliyoruz. Bir savaş esiri isen kölesin demektir. Antik çağın
dinamosu köleler. Bedava iş gücü. Here daim kuvvetlinin kazandığı savaşların
hazinesi köleler. Roma’dan gelip köle satın alan soylular limanlarda kurulan
köle pazarlarının daimi müşterisi. Tüccarlar, askerler ve din adamları. Savaş
olmadığı sürece aynı canlılık içinde sürüp giden şehir yaşamı.
Liman agorası kentin en hareketli bölgesi. Bu alanda
yer alan exedralar arasında ünlü Kaunos’un sanatçıları da vardı. Şairler,
yazarlar, heykeltıraşlar, doktorlar, öğretmenler ve din adamlarının exedraları.
Tüm Küçük Asya’da tanınan kahramanlar, devlet adamları ve ünlü baş rahip Quintus
Vedius Capito. Basileus Kaunos, Zeus Polis ve Lego tapınaklarının rahibi. Kaunos
Kybelesi heykeli de en fazla ilgi gören heykellerden biriydi. Kutsal alanda (Apollo)
Artemis, Kybele, Hekate, Nike, Hermes ve
yılan heykelcikleri ve kitabeler var. Karia ve Grekçe lisanlarının beraber
kullanıldığı bir çok dilde yazılmış yazıtlar; anı taşları. Kimi tahrip edilmiş
kimi kayıp. Günümüze çok azı kalmış durumda. Kaunoslu ressam Protogenes’in
exedrası. Rodosta bile atelyesi olan bu kıyıların ve denizlerin ünlü ressamı
Protegenes’in rakibi de en az onun kadar ünlü Apelles’in eserleri de heykel,
fresk ve diğer çalışmalarıyla tüm kent devletleri tarafından finanse ediliyordu.
Kaunos’u daha detaylı gezmek isterdim. Tiyatroda hangi
oyunların oynandığını bilmek isterdim. Ama buna imkan yok. Kentler ve yapılar
orada duruyor ama kayıt yok. Zaten var olan kayıtların çoğu da tahrip edilmiş.
Orada yaşayan yerliler oraya gözleme yemek için geldiğimizi zannediyorlar. Bu
kıyılarda bir gözleme furyasıdır aldı başını gidiyor. Her evde gözleme yapılan
bir ocak yanıyor, el işi danteller, tahta kaşıklar satılıyor: Ama antik kentle
alakalı hiçbir bilgileri yok. Neden
gözleme yemediğimize hayret ediyorlar. Bazen buralarda yaşayan cahil halk
topluluğundan nefret ediyorum. Öylesine kendi egolarına gömülmüş, bu sadece
kendi menfaatlerini düşünen insanlarla hiçbir ortak yanım yok. Tavuk
gıdaklaması gibi çabuk çabuk çıkardıkları sesleri de anlamıyorum. Zaten
söylediklerinin bir anlam ifade ettiğini de düşünmüyorum. Burada yaşayan bu
eserleri meydana getiren insanlara ne oldu? İki bin yılda hiçbir şey değişmedi
mi? Hala gözleme çizgisinde bekleyen bu insanların dünya mirası antik eserleri
koruyacaklarına kim inanır?
[1] MÖ 10.
yüzyıla kadar giden Kaunos’un, çok daha eski bir yerleşim yeri olduğu tahmin
edilmektedir. Bulunan belgeler ve kalıntılar, Kaunos’un bir zamanlar büyük bir
ekonomik güç ve kendi adına para basabilmiş egemen bir devlet olduğunu ortaya
koymaktadır
[2] Kaunos
agorasında bulunan anıt üzerindeki ithaf yazısından.
[3] Kaunos
Tuzlası “Kaunos Tuzu”nun üretildiği tava ve kanallardan oluşan antik tuzla
tesisi, İztuzu sahilinin kuzeyinde doğu-batı yönünde uzanan 35x50 metre
ölçülerinde kumul alan üzerine kurulmuştur. Tesis içindeki toplam tava sayısı
48, kanal sayısı 4 dür (Şekil 6). Tavalar çanak formunda olup çapı ortalama
4.30 metre, derinlikleri 0.18 metredir. Kanalların derinlikleri ise 0.40
metredir. Kaynak: http://www.jeofizik.org.tr/resimler/ekler/d0c0f4a2ee05e36_ek.pdf?dergi=36
[4] "...İonya'ya başeğdiren Harpagos,
Karyalılar, Kaunoslular ve Likyalılar üzerine yürüdü..." (Herodot
1,171)
[5] Akropol:
Bir tepeye inşa edilen iç kale, antik çağda kent devletinde korumalı surlarla
çevrili yüksek tepelere inşa edilen idari yapılar ve saraya verilen ad: Akropolis.
[6] Şükrü
ÖZÜDOĞRU, ARKAİK DÖNEM PLASTİK ESERLERİ IŞIĞINDA LYKİA İKONOGRAFİSİNDE YERLİ ve
YABANCI UNSURLAR, doktora tezi, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Ana bilim dalı,
2008.
[7] Pontos
kralı VI. Mithridates Eupator’un kırk yıl süren Roma mücadelesi her bakımdan
araştırılmaya değer. Bu konuda bir doktora tezi yazan ve daha sonra bunu
kitaplaştıran Murat Arslan’ın çalışmalarının okunmasını tavsiye ederim. https://www.academia.edu/4040047/Mithradates_VI_Eupator_Roma_n%C4%B1n_B%C3%BCy%C3%BCk_D%C3%BC%C5%9Fman%C4%B1?auto=download