Sabah altı buçuğa beş kala uyandım. Uzun zamandır
düşlediğim Termessos gezisi beni heyecanlandırıyordu. Teke Yarımadası adı da
verilen bu bölge doğal ve tarihi özellikleriyle sonsuz keşifler yapabileceğim
bir coğrafyaydı. Lykya (Likya), Psidia ülkesinde her yöne yapılacak geziler araştıran ve merak eden insan için
sonsuz açılımlar sunuyordu. Hangi taşı kaldırsan altından bir esrar perdesi açılıyordu.
Bölgedeki bitki, hayvan çeşitliliği meraklısına inanılmaz zenginlikte bir
araştırma alanı sunuyordu.
Bölgenin coğrafi ve tarihsel yapısını da anlamak
için bir çok yerden kaynak taraması yapmak gerekti. Antalya Anadolu Medeniyetleri Enstitüsü’nün ciddi bir
arşivi var. Haritalar bölümü özel olarak korunuyor. Fotokopiye izin
vermedikleri için bazı haritaların fotoğraflarını çektim. Bu haritaların oldukça
detaylı oldukları göze çarpıyor. Anladığım kadarıyla on sekizinci yüzyılda
özellikle Alman ve İngiliz arkeologların yaptıkları kazı çalışmalarına paralel
olarak haritalama çalışması da yapılmış. Kullanılan dil ise eski Yunanca.
Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’nün haritalar bölümünde bölgeye ilişkin haritaların
çoğunun 15. Yüzyıldan sonra çizilmiş olduğu bilgisi var. On sekizinci yüzyılda
başlayan haritalama çalışmalarını kitaplaştıran aşağıdaki araştırmacıların
eserleri de kayda değer:
- · Richard
Kiepert, Karte von Klein Asien, 1900
- · Codex
Kultur- Atlas Turkei ,Teil I , Fr. Fritz,
- · Asia
Minor and Syria. K. Buschmann - K.
Sommer
Bu haritalara bakarken bir an Alman ve İngiliz
araştırmacıların bölgeye yaptıkları ilk ziyaretleri gözümün önüne getirmeye
çalıştım. Büyük bir olasılıkla elçiliğin temin ettiği bir tercüman ve onun
seçtiği bir ekip eşliğinde harita gereçleriyle atlar ve katırlar üzerinde bölgeye
gelen bilim adamları, yerleşik halk
tarafından tuhaf (uzaylı gibi demek daha doğru) karşılanmıştır. Bu yöredeki paradigma farkı bugün bile süregidiyor. Hep
aynı çelişkiyi görüyorum. Dünyaya kapalı kabile/boy yaşamının çağdaş teknolojik
dünyayla oluşturduğu dikey ilişki hemen kendini belli ediyor.
Y Yürüyüş yapmak
üzere dağlara ve yaylalara çıkan doğa severleri yadırgayan yöre halkı, onlara
ne ad vereceğini bile şaşırıyor. Turist diyen oluyor, şehirliler diyen oluyor
ama bir türlü kendileriyle orayı gezmeye gelenler arasındaki yapısal farkı kavrayamıyorlar.
Dışarıdan gelen insanlardan nasıl bir menfaat sağlanacağı ana temayı
oluşturuyor. Gözleme ve ayran satışı yaygın. Dışarıdan gelen insanlarla yerel
kültler arasında o zamanlar elektronik devrim, medyanın küreselleşmesi gibi
konular gelişmemiş olduğu nedeniyle her halde çok daha büyük farklılıklar
vardı.
Yerel halka bir zamanlar orada yaşayan uygarlıkların kültüründen hiçbir
şey intikal etmediği varsayımı, bugün bu bölgede oturanların çok
uzaklardan gelen başka halklar oldukları varsayımını güçlendiriyor. M.Ö. 500
yılında bu coğrafyada yaşayan Likyalılarla, Psidialılar’la bugünkü Antalyalıların hiçbir biçimde kültürel
irtibatı olmadığı çok aşikar. Bunu anlamak için Antalya şehir müzesini gezmek
yeterli. Müzenin büyük bölümünü kaplayan heykeller , kabartmalar daha doğrusu
taş işçiliği farklı bir uygarlığı simgeliyor. Müzenin etnoğrafya salonlarında
teşhir edilen göçebe kültürünün örneğin tanrılar salonundaki heykellerle hiçbir
bağlantısı yok. Göçerler bu bölgeye geldiklerinde ilk iş olarak heykelleri ve
binaları tahrip etmişler. Her şeyden önce konuşulan dil, inançlar, mimari
anlayışı, şehir kültürü, kadın erkek ilişkileri, eğitim, spor, müzik, yemek
alışkanlıkları, giyim gibi temel
kültürel unsurlar arasında ortak noktaların bulunmadığı ispatlanmış durumda.
Bugün bu coğrafyada yaşayan halk, geçtiğimiz iki bin
beş yüz yıl öncesinin halkı değil. Bugün Antalya ve civarındaki kültür yapısı
geçmişe kıyasla daha az şehirli. Bugünden geriye doğru gidildiğinde yöre
halkının soy ağacı iki üç yüz yılı hadi
beş yüz yılı acaba bulur mu?
Bu yöreleri gezerken çok ciddi bir paradoksu da fark
ediyorum. Burada yaşayan insanlar ve kültürleri acaba nereye sekretize oldu?
Araştırmalardan
okuduğum kadarıyla M.Ö. Bin iki yüz yıllarından itibaren Anadolu’nun Güney Batı
bölgelerinde şehir devletleri kurulmaya başlamış.. Genel olarak tarihçiler
yukarıda da belirttiğimiz gibi bir bölgenin tarihini anlatırken o bölgede
yaşayan halkın yerli halk olmadığı, göçlerle bir yerlerden oraya gelip
yerleştikleri kuramına itibar ettikleri görülmektedir. Bu başlamda Hitit
medeniyetinin tamamiyle ortadan yok olduğunu düşünmemiz mi gerekir? Özellikle
Anadolu’nun medeniyetler arasında köprü görevi gördüğü düşünüldüğünde göçlerin
savaşlar ve doğal afetler sonucu oluştuğunu söyleyebiliriz. O vakit Hitit
medeniyeti ve diğer medeniyetler ardında
sadece taş yığınlarını bırakarak mı yok oldu?
Bütün bunları bana düşündüren Termessos ziyareti
oldu. Kaynaklarda Termessos’un yeri şöyle anlatılıyor:
“Pisidia
bölgesinin "Milyas" olarak anılan güneybatı bölümünde, bugün
"Güllük dağı " adını taşıyan Solymos Dağı'nın dorukları arasındaki
vadide, Anadolu'nun en eski halklarından Luvi'lerin soyundan gelme Solym'ler tarafından kurulmuş önemli bir antik kent.”
Burada esas
üzerinde durulması gereken kelime “Solymos” kelimesidir. Eski haritalarda bugün Beydağları adı verilen sıradağların “Solyma
Dağları” olarak adlandırıldığı görülmektedir. Solyma dağları arasından denize
akan en önemli ırmak ise Limyros (Alakır çayı) olarak adlandırılmıştır.
Likya bölgesi esas itibariyle bir ucunda Indos
ırmağı diğer ucunda Limyros ırmağı arasında kalan bölge olarak tarif ediliyor. Bu
tarifi bir de Dr. Zafer Taşlıklıoplu’ndan alıntı yaparak zenginleştirelim.
“Şarktan Toros dağlarının
yamacını teşkil eden dağlık arazinin düzlenmiye başladığı Attalia (Antalya)
limanının şimali garbisinden başlıyarak garpta Telraessos (Fethiye) koyuna
küçük bir veterin meydana getireceği bir daire kavsinin tatlı eğriliğini andıran
münhani bîr çizgi uzatırsak husule gelen yarım ada, Milyas adı ile anılan Elmalı
yaylası ve Solyma dağı, kıyılarında Tlos, Xanthos ve Pinara gibi şehirleri sulayan
Xanthos nehri (Esençay), Kragos ve Antikragos dağları vardır.”
Antalya Körfezi’nin
adı da Pamphylion Pelagos olarak haritalarda yer alıyor. Termessos büyük
bir olasılıkla adını üzerinde bulunduğu dağın adından almış olduğu
varsayılmaktadır. Antalya’nın 30 km kuzeybatısında denizden 1600 metre
yükseklikte bir platonun üzerine kurulmuşbu kentin adı platonun Luvice adı Termessos dan kaynaklanıyor olabilir.
Şehir kalıntılarını gezerken dikilen levhalardan
ve yapılan tespit çalışmalarında Grek ve
Roma uygarlıklarının mimari terminolojisinin kullanıldığını da gördüm. Üç dört
bin metrekareye yakın bir alanı kaplayan antik kentin bulunduğu alanın milli
park ilan edilmesi son derece yerinde olmuş. Öte yandan şehrin turistler
tarafından gezilmesi amacıyla kapı girişinde bilet kesen sistemin dışında
alınan paraya değecek işaretleme, bilgilendirme ve yönlendirme çalışması hiç yapılmamış.
Sarp bir yamaca dağılmış bulunan şehrin gezilmesi sırasında son derece
tehlikeli patikalardan geçmek gerekiyor. Termessos gibi bir dünya kültür
hazinesi diğer yüzlerce antik kent kalıntısı gibi kaderine bırakılmış durumda. İşin
acı tarafı yerel idarelerin, üniversitenin ve ne özel ne de kamu kurumunun hiçbir
sorumluluk duymaması.
Devlet tam anlamıyla Deli Dumrul misali bilet kesmekle
yetiniyor. Görevinin de bilet kesmek olduğunu, bilet parasının karşılığını
vermek zorunda olduğunu hukuken düşünmüyor. Oysa gezdiğim diğer antik kentlerde
gördüğüm kadarıyla istenirse bu çalışmanın da çok iyi yapıldığını biliyorum.
Termessos bana biraz dağlık bir yerde unutulmuş bir şehir gibi geldi. Zaman içerisinde
orada yıkılmış halde duran şehir bir şekilde ayağa kalkacak her halde.
Şehri gezmeden önce yaptığım akademik kaynak taramalarında da çok fazla bir bilgiye rastlamadım.
Aşağıda bir liste çıkarıyorum. Zaten şehirde herhangi bir kazı çalışması da
yapılmamış.
· Hakan SERT, Ali ERDOĞAN,
The
Avifauna of Termessos National Park (Antalya-Turkey) Turk J Zool.28 (2004)
135-143,© T.BÜTAK
· Banu YALIM·· Battal Çıplak
,
Termessos
Milli Parkı (Antalya) Orthoptera (Insecta) faunası:
TUrk. entomol. derg., 2002, 26 (4) : 267-276 ISSN 1010-6960
· Akalın Emrah,
TERMESSOS TERİTORİUMUNDA NEAPOLİS’E BAĞLI BİR YERLEŞİM:KARTINPINARI, Yüksek
Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü, Antalya, 2008
Bu resimde görülen mezarın o kayanın üzerinde nasıl
olup da durduğuna hayret etmekle birlikte tüm bölgeye dağılmış bu lahitleri ve sağa sola devrilmiş olan sütun başlıları ve
gövdeleriyle “Stoa” tabir edilen sütunlu koridorların ve tüm tarihi dokunun
öncelikle yağmacılar tarafından tahrip edildiğini söylemek mümkün. Öte yandan
depremlerle, bitki örtüsünün zaman içinde yaptığı tahribatla şehrin tüm önemli
yapılarının zarar gördüğünü araştırma raporları ortaya koymaktadır.
Şehrin tarih şahnesine çıkışını anlatan bazı
araştırmacılar şöyle söylüyor:
“
Büyük İskender'in İ.Ö.333'de kenti kuşatması ve Termessos'luların güçlü bir
savunma yaparak kenti teslim etmemesiyle olmuştur, İskender'in ölümünden sonra
kent Ptolemyler tarafından alınmıştır. İ.Ö. 189 yılında komşu şehir İsinda'yı
zapteden Termessos'lular İsinda halkının şikayeti üzerine Anadolu'daki Roma
kuvvetleri komutanı Manlius Vulso tarafından cezalandırılmışlardır.
Büyük ihtimalle aynı tarihlerde Termessos
ile Likya birliği arasında bir savaş da söz konusu olmalıydı. İ.Ö. 71'de Roma
ile arasında "dostluk ve ittifak" bulunan Termessos'un işlerinde
bağımsız olduğu ve kendi kanunlarını kendileri yapacakları konusu da Roma
senatosunca kabul ve tasdik edildiği bilinmektedir. Ö. 36'dan 25'e kadar
Galatia'lı Amyntas'ın Pisidya'nın diğer kentleriyle Termessos'u da yönetmiştir.”
Termessos tarihi konusunda elle tutulur bir
araştırmaya rastlamadığımı söylemeliyim. Örneğin bu şehrin bir kütüphanesi veya
devlet arşivi bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Bölgede kazı yapılmadığı için
de belgelere dayalı bir tarih ortaya konması mümkün olmamış.
Araştırmacı Mehmet Kürkçü’nün
şehrin su kanalları üzerine yapmış olduğu tespitlere ilişkin yazdığı metinden şehrin
kuruluş tarihinin M.Ö: 500’lü yıllarda olduğunu, yaklaşık M.S. 500’lü yıllarda
da şehrin terk edildiğini okuyoruz. Bu
bilginin mutlaka dayandığı bazı tarihsel kanıtlar vardır. 1934 yılında A. Löber’in
çizmiş olduğu planın güncellemesine ben rastlayamadım.
Konuya ilişkin bir çok makalesi bulunan A.V. Çelgin’in TERMESSOS GYMNASIONLARI adlı
makalesi de kayda değer araştırma raporlarından biri olarak
değerlendirilmelidir. Öte yandan A.V. Çelgin’in bazı kaynaklarda hazırladığı
söylenen Termessos Tarihi adlı kitabının kaydına rastlamadım. Bundan sonrasını alıntılarla bitirmek
istiyorum. Alıntıların kaynakları yazı sonunda belirtilmiştir.
“Agoranın
doğusunda, yamaca yaslanmış olan ve Antalya Körfezi'ni görebilen konumdaki
tiyatro ayakta kalan nadir yapılardan biri. Tiyatronun
yaklaşık 100 m. güneybatısında çatı
Kent
ve egemenlik alanında baş tanrı, kökü Luvi'lerin Hava Tanrısı Tarhu/Tarhunt'a
dayanan Zeus Solymeus'tur. Bu tanrının yanında, Solym'lere adını veren Heros
Solymos ve kente adını veren Heros Termessos (varlığı tartışmalıdır) ile
Tanrıça Eleuthera'nın kültleri yerli kültler olarak yer almaktadır. Hypsistos,
Isis, Kuret'ler, Leto, Men, Meter Theon (Ana Tanrıça, Kybele), Sarapis ve Sozon
kültleriyse Eskidoğu kökenli kültleri oluşturmaktadır.
Yazıtlar
kentte Zeus Solymeus hariç, yerli ve Eskidoğu kökenli kültlere fazla rağbet
edilmediğini, buna karşılık, Hellen kökenli kültlere büyük bir ilgi
gösterildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bundan, Hellenleşmenin
boyutları hakkında iyi bir fikir edinilebilir. Bugüne kadar kent alanı ve
teritoryumda ele geçen yazıtlarda Hellen pantheon'unun başlıca tanrı-tanrıçalarının
hemen hemen hepsinin adlarına rastlanmıştır: Aphrodite, Apollon (epithet'siz,
Phoibos, ayrıca Apollon Patroos), Ares, Artemis (epithet'siz, ayrıca aşağıda
değineceğimiz çeşitli epithet'lerle), Asklepios, Athena, Demeter (epithet'siz,
ayrıca Hiera Eleusinia), Dione, Dionysos (Bakkhos), Dioskoroi, Eros, Ge
Karpophoros, Helene, Helios, Hera, Herakles (epithet'siz, ayr›ca Herakles
Eitheos), Hermes, Hygieia, Kharites, Musai, Nike, Nemesis (Nemesis Adrasteia),
Nymphai, Poseidon, Selene, Tykhe, Zeus (epithet'siz, ayrıca Zeus Eleutherios)
gibi. Bunlardan bazılarının kentteki kült ve tapınağ›nın varlığı kesin olarak
saptanırken, bazılarının bir kült ve tapınağa sahip olma olasılığı bulunmakta,
bazılarınınsa sadece saygı gördüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca, Akhilleus
(Akhilleus Ieteros olarak [?]), Ate (teimeoros sıfatıyla [?]), Dikeosyne gibi
daha az öneme sahip bazı tanrı ve tanrıçaların da kült sahibi olduklarını veya
saygı gördüklerini buna ekleyebiliriz.
Hellen
kökenli tanrı ve tanrıçalar arasında Artemis'in önemli ve ayrıcalıklı bir yeri
vardır. Kent alanı ile teritoryumda Artemis ile ilgili belgelerin çokluğu ve
çeşitliliği, tanrıçanın, Zeus Solymeus'un ardından ikinci önemli tanrı
konumunda bulunduğunu ve baştanrılığı onunla paylaştığını göstermektedir. Termessos'ta
daha önce araştırmalar yapan bilim adamlarınca ele geçirilen yazıtlar
tanrıçanın kentte epithet'siz Hellen Artemis'i görünümüyle saygı ve tapım
gördüğünü ortaya koymuştur. Ayrıca, eski Anadolu Doğa ve Bereket Tanrıçası'nın
devamı sayılan ve kültü gizemli bir nitelik taşıyan Artemis Ephesia'nın da bir
külte sahip olduğu saptanmıştır.
Termessos’ta
değişik büyüklüklerde ve çeşitlerde altı tapınak vardır. Bunlardan dört tanesi
odeonun yanında kutsal olduğu tahmin edilen alanda bulunmuştur. Bu tapınaklardan
ilki odeonun tam arkasında yer alır ve gerçekten görkemli bir duvarcılık
işçiliği sergiler. Bu tapınağın şehrin asıl tanrısı Zeus Solymeus’a ait olduğu
ileri sürülmektedir. Ancak ne yazık ki, geriye 5 metre yüksekliğindeki
tapınağın iç duvarlarından başka çok az şey kalmıştır.
İkinci
tapınak odeonun güneybatı köşesinde uzanır. Bu tapınağın cella’sının
duvarlarının boyutları 5.50 x 5.50 metredir ve prostylos tarzındadır. Halen
ayakta duran ve tamamlanmış olan girişte bulunan bir yazıta göre, bu tapınak
Artemis’e ithaf edilmiştir ve hem harabe hem de içindeki kült heykel Aurelia
Armasta isimli bir kadın ve kocası tarafından kendi gelirleri kullanılarak
yaptırılmıştır. Girişin diğer tarafında yazılı bir zemin üzerinde bu kadının
amcasının heykeli durur. Tarzına bakılarak tapınağın tarihinin M.S. ikinci
yüzyılın sonlarına kadar uzandığı söylenebilir.”
Artemis
tapınağının doğusunda Dor tarzı tapınağın kalıntıları vardır. Bir kenarda altı
veya 11 sütundan oluşan tapınak peripteral tiptedir; boyutlarına göre değerlendirilecek
olursa bu tapınak, Termessos’un en büyük tapınağı olmalıdır. Rölyeflerden ve
yazıtlardan bu tapınağın da Artemis’e ithaf edildiği anlaşılmıştır.
Daha
ileride doğuda kesilmiş taşlardan yapılan terasın üzerinde küçük bir başka
tapınağın kalıntıları vardır. Tapınak yüksek bir podyum üzerinde yükselir,
ancak hangi tanrıya ithaf edildiği bugün bilinmemektedir. Yine de, klasik
tapınak mimarisinin genel kurallarına karşı bu tapınağın girişi sağdadır ve bu
da tapınağın bir yarı tanrıya ya da kahramana ait olabileceğine işaret eder. Bu
tapınağın tarihi M.S. üçüncü yüzyılın başlarına kadar uzanabilir.
Diğer
iki tapınak Korinth düzenindeki Attalos Stoası’nın yanında yer alır ve
prostylos tarzındadır. Yine bugün halen bilinmeyen tanrılara ve tanrıçalara
ithaf edilen bu tapınaklar, M.S. ikinci ya da üçüncü yüzyılı işaret ederler.”
Sonuç:
Termessos diğer antik şehirler gibi keşfedilmeyi
bekliyor. Araştırmacıları belki de bir ömür boyu meşgul edecek kadar bilgi
orada dağların arasında onları bekliyor. Üçüncü dünya ülkesi olmanın bazı
gerçekleri var. Bu gerçeklerin başında da devletin kültür hazinelerini korumak,
araştırmak ve dünya bilim dünyasının dikkatine getirmek gibi bir görevi
olduğunun bilincinde olmaması gösterilebilir. Devlet bu bölgelerin etrafını bir
şekilde işaretleyerek ve kapıda gelip geçene bilet keserek görevini yerine getirdiğini düşünmektedir. Üniversitelerin
çalışmalarına bakıldığında da örneğin Akdeniz Üniversitesi, İsparta , Burdur ve
diğer civar üniversitelerin konuya ilişkin çalışmaları yok denecek kadar azdır.
Bu yazının Termessos şehri için bir kaynakça derlemesi başlangıcı ve bir gezi bloğu
yazısı olarak değerlendirilmesini dilerim.
Yavuz Çekirge
Antalya, 1 Ekim 2012
Yararlanılan
Elektronik Kaynaklar:
Fotoğraflar: Yavuz Çekirge Özel