“Parrhesia”[1]
kelimesini Adada Antik Kenti’ni[2]
gezerken hatırladım. “Adada” ve “Termessos”
şehir devletleri ezeli düşmanları “Selge’ye” karşı bir dostluk anlaşması
yapıyorlar.
Şehrin son derece akıllıca planlanmış kanyon giriş
yolunda yürürken bu şehri yönetenlerin M.Ö.1500 yıllarından itibaren civar
şehir devletleriyle savaşarak ayakta kaldığını düşündüm. Sarp ve dar kanyon kayalıklarını
kullanarak Güneyden yani Selge’den gelecek her türlü tehdidi bertaraf edebilmek
için kale gibi inşa edilen bir şehir Adada. Diğer Pisidia şehirleri gibi yüksek
irtifalarda derin kanyonlar içinde gizlenerek inşa edilmiş garnizon şehirlerinden
biri. Tarım alanları oldukça kısıtlı sayılır. Bunun dışında hayvancılık, orman
ürünleri ve madencilik konularında zengin olanaklara sahip bir coğrafya.
Şehrin Kuzey girişine ise ancak bir kaç yüksek
tepe aşılarak ulaşılabiliyor. Üç tapınak karşılıyor sizi: İlki İmparator
Traianus Tapınağı MS. 114 yılında inşa edildiği anlaşılıyor. İkincisi “Tanrı
İmparatorlar Tapınağı” zengin bir Adadalı’nın adak için yaptırdığı bir tapınak.
Üçüncü tapınak ise Zeus Magisteus Severus tapınağı. Bu üç tapınak birbirine yüz
metre mesafede yer alıyor. Agora yolunun uzunluğuna bakılırsa ticaret
kapasitesi yüksek bir şehir. Yolun bitiminde ise antik tiyatro ve devlet
binaları yer alıyor. Kuzey girişinde yarım kalmış bir tiyatronun basamakları
dikkat çekiyor. Bu tiyatronun neden bitirilemediğini anlamak zor. Hellen
tarzında bir yanı tepeye doğru inşa edilmiş olan bu tiyatronun Roma döneminde
daha farklı bir amaçla kullanıldığı düşünülebilir.
Tapınaklara iki dilde bilgi
levhaları konmuş. Bu tapınakların imparatorlar adına inşa edildiği yazılmış.
Roma imparatorları için yapılan büyük bir olasılıkla Apollon tapınakları
bunlar. Roma öncesi dönemden kalan Zeus tapınağı da dikkat çekiyor. Bölgenin
bilinen tanrıça kültünden hiç iz yok. Tapınakları çok fazla inceleme fırsatı
bulamadım. Zaten bu tapınakların ölçüleri oldukça mütevazi . En fazla on on beş
metre eninde ve on metre boyunda takribi yedi sekiz metre yüksekliğinde küçük
tapınaklar bunlar. Çok geniş bir alana yayılmış olan şehir yıkıntılarından
sonuç çıkarmak iğneyle kuyu kazmak gibi. Şehir ana planı ve bölümlerini gösteren bir kroki
konmamış. Bu da her tarafa saçılmış olan şehir yıkıntılarından tahmin yürüterek
bir takım sonuçlar çıkarmak zorunda bırakıyor ziyaretçileri.
Antik
tiyatronun bin kişilik bir tiyatro olduğu söyleniyor. Bu da şehrin nüfusunun
diğer şehirlere göre Termessos, Selge, vb. daha az olduğunu gösteriyor. Antik
tiyatro merdivenleri hiç bozulmamış. O dönemin vaz geçilmez kamu binalarından
biri anfitiyatrolar. Anadolu’da yüz elli
kadar antik tiyatro bulunduğu söyleniyor. Neden her şehirde bir anfitiyatro
var? Üç farklı mimari stilde inşa edilmiş tiyatrolar var. Hellen öncesi,
Hellen ve Roma tipi tiyatrolar. Hellen
tipi tiyatro yarım çember biçiminde iken Roma stili tam çember biçimini tercih
etmiş. Aradaki fark doğal olarak seyirci adedi. Hellen anfitiyatroları daha çok
tiyatro gösterileri amaçlanırken Roma döneminde gladyatör dövüşlerinin de
aralarında bulunduğu sportif gösteriler için bir mekan olarak tasarlanmış. Hellen tiyatrolarında oynanan oyunlar ise
trajedi tarzında. Aiskhylos, Sofokles ve Euripides gibi
tiyatro yazarlarının eserlerinde mitolojinin geniş çapta kullanıldığı “parrhesia
oyunları” oynanırdı.[3]
Antik Yunan Uygarlığında hakikatin tanrılar
tarafından söylendiğine inanılırdı. Sorular sorulur, tanrılar bu soruları
cevaplardı. Hakikati ancak tanrılar bilebilirdi. Pharrsia oyunları
tiyatronun yani kamu hayatının vaz geçilmez unsurlarından biri idi. Günümüzde televizyonun daha doğrusu medyanın
yerini tuttuğunu söyleyebiliriz.
Tiyatrolarda nasıl oynanabiliyordu? Merdivenlerde
otururken bir oyun hayal ettim. Michel Faucault’un ders notlarını
hatırlamaya çalıştım:
Pharrhesia kullanan insan kandırma ,sahtecilik ,
yaltaklanma, çıkarını koruma yerine, dürüstlüğü tercih ederse ne olur? Hakikat nedir? Hakikat’i duymaya hazır
olmayanlara söylendiğinde ne olur? Bütün bu soruların bir çok cevabı olabilir.
Kimi idareciler gerçeğin söylenmesine tahammül
edemezler. Etraflarındaki insanların sürekli yalan söylemesiyle gerçeklerden
uzaklaşırlar. Bu tür yöneticilerin dikta rejimi kurdukları ilkçağlardan bu yana
bilinmektedir. Anadolu antik kentlerinin hemen hemen hepsinde ortak üç tür yapı
var. Tiyatro, tapınak, agora. Bu üçlü bir şehri şehir yapan üç temel unsur
olarak karşımıza çıkıyor. Şehir devletlerinde bu üç mimari yapı kamunun vaz
geçilmez unsurları olarak idare tarafından yapılmak zorunda. Günümüzde olduğu
gibi varlıklı insanlar kamunun yararına tapınak, okul, iş hanı vb. yaptırıyorlar.
İki bin yıl önce zenginlerin kamu
yararına yaptırdıkları binalara konan kitabelerden anlıyoruz bunu. Antik
kentlerin çoğunda birileri adına yaptırılan binaların duvarlarındaki yazıt veya
kabartmaları görüyoruz.
Bir ipucu bulmak üzere geldiğim bu antik şehirde
parrhesia oyununun nasıl oynandığına ilişkin hiç bir ipucu bulamadım. Görünen
en bariz şey; şehirlerin ne kadar korunaklı yerlere yapıldığı. Bronz Çağı ve
daha sonra Demir Çağı savaşlarla dolu. Zenginleşen şehirlere mutlaka birileri
saldırıyor. Bunu önlemek için Adada halkı kayalıkların, derin kanyonların içine
saklıyorlar şehirlerini. Köle olma korkusu her yerde karşınıza çıkıyor. Güçlü
olan güçsüz olanı köleleştiriyor. Kölelerin hiçbir şekilde kurtulma şansları yok.
Antik çağın en araştırılmamış konusu bence kölelik. Savaşlarda esir edilenler, doğumdan
köle olanlar, köle pazarından satın alınanlar olarak üçe ayırabileceğimiz bu
sınıf her kültürde farklı kurallara uymak zorunda. Bir kez köle olan birinin
kurtulması isde çok zor. İlkçağda ikinci büyük olay ise kadın kaçırmalar. Kadınlar
ganimet olarak alınıp satılabiliyor. Bazı yazarlara göre köle nüfusunun yurttaş
nüfusundan kat be kat üstün olduğu biliniyor.
Şimdi geçmişin kültürel değerlerinin nasıl yok edildiğini
daha iyi anlıyorum. Tiranlar ve din adamları kültürden ve eleştiriden
hoşlanmazlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin fikirlerinin doğru olduğunu düşünürler.
Eleştiriye gerek yoktur. Övgü hak ettikleri şeydir. Övgünün dışında bir bakış
açısı kabul etmezler. Kendilerini tanrı
yerine koyarlar ve bir imparator olarak ya da bir tanrı olarak halka eziyet
etmeye başlarlar.
Doğruyu söyleyenler yavaş yavaş şehri terk etmeye
başlarlar. Diktatör ise etrafındaki dalkavuklarıyla kurmaca dünyasında küçük
tanrı rolünü oynar. Bir gün güçlü bir orduyla gelen yeni bir kral
surlardan içeri sızar ve küçük tanrıyı öldürerek yerine geçer. Bir süre hakikat
oyunu oynanır sonra yeni kral da küçük tanrı kral olmaya heveslenir. Oyun sona
erer. Bu döngü böyle sürüp gider.
Bu mudur demokrasi dengesi? Antik Yunan uygarlığında
en çok tartışılan konulardan biri de bu. MÖ. 5. Asırda Atina nüfusu yirmi bin
köle sayısı kırk bin olarak veriliyor. Her evde en az iki üç köle bulunduğundan
söz eden etnologlar var. Atinalı vatandaş Parrhesia hakkına sahip. Dışarıdan
gelenler vatandaş da olsalar bu hakka sahip olamıyor. İkinci kriter ise “bilge
insan” olma özelliği. Atina aristokrasisi demos yani halkın çoğunluğunu seçkin
olarak kabul etmiyor. Halkın çoğunluğu bilgisiz olarak kabul ediliyor. Cahil
çoğunluk olarak nitelendirilen bu kitlenin söz sahibi olmasını eleştirenler de
var. Bilgisiz bir kitlenin gözüne girmek için yalan söyleyen politikacılardan
oluşan idarecilerin şehre faydalı olamayacağı görüşü var. Bugün popülizm olarak
nitelendirilen çoğunluğun nabzına göre şerbet veren usul o zamanlar antik
dünyada daha da yaygınmış. Demos yerine seçkinler tarafından yönlendirilen
demos veya tanrılar tarafından seçilmiş kralın tebası olmak gibi seçenekler var.
Siyasi iktidarların halkın çoğunluğunun oyuyla
seçildiğini biliyoruz. Demokrasilerde seçim sistemi ne olursa olsun çoğunluğun
seçtiği parti iktidar yolunda ilerliyor. Düşüncesini ortaya koyan çoğunluk bir
yerde kendi isteğiyle ve hür iradesiyle oyunu kullanıyor. Buraya kadar bir
sorun yok. İktidar olan kişi ya da zümre devletin idaresini ele geçirdikten
sonra iki seçenekle karşı karşıya kalıyor.
Bir: Pharrsia
oyununu oynayacak . İki: Pharrsia oynayanları yok edecek.
Aslında söz
ile düşünce arasında bir denge kurulmaya çalışılıyor. Söz yani logos insanın
düşündüğünü söyleme özgürlüğüne göre anlam kazanır. Düşündüğünü söyleme hakkına
sahip olanlarla olmayanların dengesi hiç te kolay değil. Bugünde kolay değil
geçmişte de kolay değilmiş.
Adada antik kentini boydan boya geçerken geçmişi hayal etmeye çalıştım. Agorada alış
veriş yapan şehir halkı, askerler, idareciler, rahipler ve köleler. Döşeme yolların üzerinde yürürken bir
bir buçuk metre uzunluğunda kırk elli santim kalınlığında kesme taşlardan
yapıldığını görüyorum. Kilometrelerce uzayıp giden caddeler ve sokaklar. Şehrin
giriş kapsına doğru “kral yolu” adı verilen döşeme yolda yürürken Pisidia coğrafyasında beş yüzden fazla
antik kentin olduğu varsayımını düşünüyorum.
[1] Parrhesia
kavramı en kapsamlı bir şekilde Michel Foucault’un Kalifornia Ünivesitesi’nde 1983 senesi Sonbahar Dönemi’nde verdiği ders
notlarında izah ediliyor. Ayrıntı Yayınları tarafından “Doğruyu Söylemek” adıyla yayınlanan kitap “Fearless Speech” adıyla 2001 yılında ABD’de yayınlanır.
[2] Pisidia
Bölgesi'nin antik kentlerinden biri olan Adada, Isparta ili, Sütçüler ilçesine
bağlı Sağrak köyü yakınındadır. Adada'nın adı ilk kez M.Ö. I. yüzyıl
yazarlarından Artemidoros tarafından verilmiştir (Strabon XII, 570). Sonra
Ptolemaios (V 5, 8) ve Bizans tarihçisi Hierokles'te (674, 4) de
"Odada" olarak geçer. Ancak kentin tarih sahnesine çıkışı
Termessos'ta bulunan bir atlaşma metni dolayısıyla M.Ö. 2. yüzyıla kadar
inmektedir.
[3] Turizmci
İsmail Altınçekiç’in bloğundan bir
alıntı yaparak Hellen Roma tiyatroları
karşılaştırmasını yapalım. Yunan –
Roma Tiyatrosu karşılaştırması
Y/ Yunan Tiyatrosu, onu çevreleyen kent ve
manzara ile bütünleşmişti.Sahne binası küçük bir kulübe,hatta bir çadır
şeklinde.Bu seyircinin görüşünü etkilemiyor.
Y/ Tiyatro yapılarında enstrümanların
geride, aktörlerin onların önünde yer aldığı alanı çeviren oturma yerlerinin
ilk sırası ile oyun alanı aynı yükseklikte bulunuyor. İlk sıradakiler yatay,
tiyatro yüksek olmadığından en arka sıradakiler de kuşbakışı oymayan yataya
yakın bir eğik görüş açısı ile oyunları izleyebiliyor. Oturma yerlerinin tümü,
merkezde yer alan sahneyi eşit düzeyde görme olanağına sahip bulunduğundan,
oturma sıralarının yarım daire (180 derece) den daha geniş açıda yerleşmesi
optik bir sakınca oluşturmuyor. Bu dönem tiyatroları daha fazla oturma yeri
kazanma amacına yönelik olarak yarım daireden büyük olabiliyor.
R/ Roma tiyatrosunda sahne binası, seyirci
oturma yerleri ile aynı yükseklikte.Bununla seyirciler kendilerini dış dünyadan
ayrılmış buldular.Bu durumda artık tamamıyla gösteriye yoğunlaşıyorlardı.
Seyirci oturma yerlerinin üst kısımları
revaklıdır.Sahne binası ve revakların aynı seviyede olması akustik yönünden
avantaj sağlar. Tiyatrolar, birden çok orta yollu(diazoma) olarak büyüyünce,
orta yolun(diazoma) arkasındaki destek duvarının içine bronz küpler
yerleştirdiler. Ayrıca ses yansıtıcı panoların düzeneğini geliştirip malzeme
seçimine özen gösterdiler. Bu önlemlerle sorunlara çözüm bulmaya çalıştılar.
Daha sonraki yüzyıllarda Romalılar, bu sorunları (Aspendos Tiyatrosu örneği
gibi) sahne binası ile izleyici koyağını(cavea) 180 derecede yapışık hale
getirerek birlikte inşa edip büyük oranda aştılar. İzleyici koyağının(caveanın)
üst sırası ile sahne binası çatısı aynı yükseklikte yapılınca yankı sorunu
azaldı. Bu durumda tiyatro, tam kapalı bir yapı olarak dışarının gürültüsünden
arınmış, sesin yapı içindeki çınlaması kolaylaşmış oluyordu.
R/ Roma İmparatorluk döneminin gösterilere
getirdiği en büyük yenilik, insanların birbirleriyle ölümüne çarpıştırıldığı
gladyatör dövüşleri, venationes (vahşi hayvanlarla insanların ya da hayvanların
birbirleriyle yaptıkları dövüşler) oldu.
Birbirinden çok farklı iki gösteri türü vardı.
Bunların birincisinde profesyonel gladyatörler, kuralları son derece disiplinli
biçimde belirlenmiş olan kavgalara girişiyorlardı. Ölüm oranının 20’de 1 olduğu
bu oyunlar günümüzün boks karşılaşmalarından çok da farklı sayılmazlardı.Roma
döneminde gelişen bir başka gösteri türü ise Venationes’ti. Bu gösterilerde
gladyatörlerle aslan, kaplan, leopar, ayı gibi vahşi hayvanlar ölümüne mücadele
ederlerdi.
Uzun Roma barış döneminde mühendisler halkı
eğlendirmek için yepyeni gösteriler tasarlarken, orkestra çukurunu suyla doldurup
boşaltacak şekilde yeni teknolojiler ürettiler. Bu teknoloji sayesinde kara
savaşlarının kanlı betimlemelerine ek olarak deniz savaşlarının da yeniden
canlandırılması mümkün oluyordu. Bir başka gösteri, su içindeki güzel yüzücü
kızlar tarafından yapılan senkronize hareketlerdi. Belirli bir koreografik
düzenleme ve müzik eşliğinde yapılan bu gösteriler izleyicileri kendinden
geçirirdi. Anadolu’da Ksanthos, Myra, Ephesos ve Nysa, Hierapolis gibi
kentlerin tiyatrolarının tabanları bu oyunlar için mermerle kaplanır, suyun
doldurulup boşaltılması için gerekli su kanalları hazırlanırdı.
Y/ Yunan tiyatrosunun başlangıcı, Dionysos
ayinlerine uzanır. MO 7.
R/ Roma tiyatroyu Yunan’dan alır.
Y/ İlk tiyatrolar son derece
basitti.Düzeltilmiş toprak bir alan, tahtadan yapılmış seyirci basamakları ve
gene tahtadan bir sahne.Taştan yapılan tiyatrolar ilk defa MO 4. yüzyıldan
itibaren görülmeye başladı.
Y/ Yunan tiyatrosu daima denize veya
dağlara bakar. Bu manzara dekorun doğal bir parçasını oluşturur.
R/ Yapılacak tiyatronun yeri, hava
şartlarına uygun, alanı güneye bakmayacak şekilde ve akustik şartlara
elverişli, bir yer olarak özenle seçildikten sonra, aşağıdaki şekilde
tiyatronun mimari planı hazırlanır.
Sahne bölümünün (proskenion) uzunluğu, başlangıçta
seçilen daire çapı CD’nin iki katıdır. Sahne platformunun yerden yüksekliği,
orkestra çapı CD’nin on iki de biri kadardır.Bu durumda :
1. Sahnenin eni .r’dir.
2. Sahnenin uzunluğu 4r’dir
3. Sahnenin orta noktası M’nin, tam karşısındaki
daire uzerindeki orkestra noktası H ya uzaklığı r’dir.
4. Sahnenin eni ile boyu arasındaki oran
1/8’dir.
5. İzleyicilerin oturma yerlerinin
basamaklarının yuksekliği, bir ayak ve bir avuctan az, bir ayak ve
altıparmaktan fazla olmamalıdır. Derinlikleri de, iki bucuk ayaktan fazla, iki
ayaktan az olmayacak şekilde secilmelidir.
R/ Roma devrinde tiyatroya girmek
kadın erkek her vatandaş için serbesttir.
Y/ Tiyatro festivalleri tanrıların
şerefine düzenlenir.
R/ Tiyatro her türlü gösteri halkın
eğlenmesi içindir.
Y/Yunanda tiyatro yamaçlarda seçilir.
R/ Kemerli duvar yardımıyla düzlükte
bile tiyatro inşaa edebilmişlerdir.
Y/ Tiyatro yüksek olmadığından yarım
daire(180 derece) büyük olabiliyor.
R/ Sahne yapısı, oturma sıralarının sağ ve
sol başlarındaki izleyicilerin görüşünü engelleyeceğinden Roma İmparatorluk
dönemi tiyatro yapılarını 180 derece daha büyük açılı olamıyor.
Y/ Tiyatrolar, her gün izleyici toplamak
zorunda değildi. Çünkü o dönemde tiyatro oyunları, yılın her günü değil, özel
günlerde oynanırdı. Büyük merkezlerde, özel günlerde sergilenen oyunlar, daha
sonra bir anlamda turneye çıkar ve kırsal kesimde, küçük merkezlerde
sergilenirdi.
Y/ Tiyatro gösterileri gün doğumundan
günbatımına dek sürerdi. Her gün beş oyun sahnelenirdi. (İlk gün beş komedi,
diğer günler trajediler ve birer satir.)
Y/ Eski Yunan’da tiyatro önce yalnız
korodan oluşurdu. İ.Ö. 543’de, yazar Thepis, oyunlarına koroyla diyaloga giren
bir aktör aldı. İ.Ö. 480’de, Aiskhylos’la, ikinci bir oyuncu ortaya çıktı.
Yunan resim ve yontu sanatlarında üçüncü boyutun ortaya çıktığı yıllarda, İ.Ö.
470’de, Sofokles oyunlarında üçüncü oyuncuya da rol verdi.
Y/ Eski Yunan tiyatrosu oyunlarında,
yaklaşık 30 kişi görev alırdı. Bir oyundaki oyuncu sayısı dördü geçmezdi.
Oyuncular dışındaki kadro, yaklaşık onbeş kişilik koro, flüt ve saz çalanlar,
öğretmenler ve sahne çalışanlarından oluşurdu .
Y/ Eski Yunan’da, kent bütçesinden tiyatro
giderleri için yapılan harcama, toplam bütçe harcamalarının yüzde beşini
oluştururdu.