30 Haz 2010

Kutsaldan Profana


Kimi düşünürlere göre zaman iki yöne akıyor.

  • Doğrusal olarak geçmişten geleceğe,
  • Dairesel olarak kutsaldan profana.

Kavramlar da zamanın bu iki farklı akış türüne göre yeniden anlamlandırılıyor.

Cumhuriyet ve demokrasi fikri de ilk doğuşundan bu yana dalgalanarak farklı anlamlara bürünen bir hayalet gibi etrafımızda dönüp durmuştur.

Likya Cumhuriyeti Anadolu’da milattan önce ve sonra bir siyasi sistem olarak bir kaç yüz yıllık bir cumhuriyet yani kamu yararının kanunla korunduğu tecrübeye de sahip olmuştur. Kayıtlardan öğrendiğimize göre tüm kenti ilgilendiren kararların halk meclisi tarafından enine boyuna tartışıldıktan sonra oylamayla alındığı görülmektedir. Bugün dahi Kaş ‘ı ziyaret edenler kent meclisinin toplandığı anfitiyatroyu görebilirler.

Anadolu geleneğinde kent cumhuriyetleri fikri, her şeyden önce insanların ortak çıkarları göz önüne alınarak düşünülmüştür. O kentte tarihsel süreç içinde tanrı, despot ya da kral değil halkın ortak iradesini yani bireylerin değil kamunun çıkarlarını göz önüne alır. Pers kıralı Darius ‘un despot yönetimiyle yıkılan Anadolu cumhuriyetlerinin gelenekleri daha sonra Helen düşünürlere ışık tutmuştur. Kilikya (Tarsus) da ortaya çıkan “Stoacılar Okulu” da bu konuda felsefi bir temel oluşturmuştur.

Hukukun üstünlüğü ya da hukuk devleti fikri en azından kamusal alanın birey ya da bir zümre nezdinde hukuksal yapılandırması olarak düşünülmüştür.

Doğu Batı Dergisi 47. sayısını” Cumhuriyet” konusuna ayırmış. Nuri Bilgin ‘in aynı konudaki makalesinden (Doğu Batı 47. Sayı. S.109) çok yönlü okumalar yaparak fikri anlamda kavramlara açıklık getirmek mümkün.

“Cumhuriyetçi anlayışın politikaya yaklaşımında, hakikate sahip olma iddiası yoktur. Politika genel olarak hakikatin değil,kanaatlerin alanıdır.”

Bilgin ‘in makalesinde cumhuriyet konusunda sekiz ayrı düşünürün tanımlarını irdeliyor; Spinoza ve Rousseu hukuk temelli kamusal alan üzerinde tezler geliştirdikleri söylenerek; Cumhuriyetin bir anlamda bireylerin özgürlüğünü garanti eden bir hukuki yapıyı amaçladığı ve yaratılan kamusal alanın, bireyin kendi özgürlüğünün bilincine vardığı çıkarlarını herkesin çıkarlarından ayırmmayı öğrendiği bir yer olarak düşünülmesi gerektiği fikri üzerinde durulmaktadır. Burada Moscovici, den alıntı yapılmaktadır.

Bazı Temel Kavramlar:

  • Despotes: Efendinin köleler üzerinde kurduğu otorite
  • Politikos: Devlet adamının özgür bireyler üzerinde kurduğu otorite.
  • Despotik Toplum: Kişisel çıkarlara göre örgütlenen devlet.
  • Cumhuriyetci Toplum: Kamu çıkarlarına göre örgütlenen devlet.
  • Tiranlık: Bir kişinin yönetimi.
  • Oligarşi: Bir kaç kişinin yönetimi.
  • Monarşi: Kamu yararına tek kişinin yönetimi.
  • Aristokrasi: kamu yararına seçilmiş bir grubun yönetimi.
  • Demokrasi: kamu yararına çoğulcu yönetim.

Günümüzde kaç tür cumhuriyet rejiminden söz edebiliriz?

  • Oligarşik Cumhuriyetler – (Suriye,Libya,Mısır)
  • Sosyalist Cumhuriyetler , (Çin,Küba)
  • Din Cumhuriyetleri, (İran,İsrail,)
  • Demokratik Cumhuriyetler (Fransa,İtalya)
  • Karma Cumhuriyetler

Bu cumhuriyetlerin demokratik olduğunu söylemek için bazı ana hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda işlediğini kanıtlamak gereklidir. Demokrasi çok sesli bir sistemi ve bu sisteme göre yöneticilerin kamusal alanda kendi çıkarlarını değil, bireylerin haklarını ve çıkarlarını korumayı ve bunların sınırlarının bilincinde olunduğu bir demokrasi kültürünü özümsemiş oldukları için seçildikleri varsayımı vardır.

Eğer yöneticilerin kendi ya da bir grubun çıkarlarını korudukları bir tarz sözkonusuysa o vakit buna demokrasi demek mümkün değildir.

Yine aynı şekilde özgürlüğün olmadığı, yöneticilerin hatalarının eleştirilmediği bir ortama ise “özgür ortam” demek mümkün değildir.

Liberal ideoloji modernitenin ana ekseni olan bireyin mutlak özgürlüğünü hukuki bir düzenlemeyle devlete yükler. Devlet bireyin mutluluğu için vardır. Devlet belirli bir zümrenin çıkarlarını korumak uğruna bireye eziyet etme yoluna sapmaz. Eğer saparsa bu devletin o sistemde liberal özgürlükleri kolladığı ve müdaafa ettiğini söylemek mümkün olmaz.

Bu bağlamda devlet, birey ve kurumlar arasındaki ilişkileri mercek altına alarak incelemek ve sonuçlar çıkarmak gereklidir.

Cumhuriyeti kuranların amaçladığı kamusal alan ve modernitenin gereği bireysel hak ve özgürlükler sürekli toplumun eski değer yargılarıyla çatışmış, çoğunluğun kamuya ilişkin kanaatleri hiyerofani ve etnisite düzleminden ileriye gidememiştir. Yeni devlet bu ayırımı sağlamak için kanunlar marifetiyle laik ve liberal bir düzenleme yapmak istemiş ve bunu bireylere apriori bir yurttaşlık koşulu olarak dayatmıştır. Emperyal toplum yapısının şokunu üzerinden atamayan birey her değişikliğe kuşkuyla bir tehdit gibi yaklaşmıştır. Devlet yurttaş yaratma misyonunu da üstlenerek bir zümreyi genelden kopararak üst sınıf haline dönüştürmüştür.

Yaratılan yeni zengin zümre, gerekli kültürel birikime sahip olmadığı için toplumun belirli katmanlarıyla sorunlar yaşanmıştır. Devlet son çare olarak şiddet tekelini cezalandırma göreviyle donatmış, etnik ve dini farklılıkları şiddet ve devlete bağımlı yargı yoluyla eğitme yoluna girmiştir.

Kağıt üzerinde bir “Türk” kimliği yaratılmış,tek dil tek din, tek bayrak fikri ilköğretim kurumları ve devletin tüm imkanlarıyla bu kimliğin görsel ve duygusal unsurları bayrak törenleriyle okullarda , resmi bayramlar olarak ilan edilen özel günlerde kamusal alanda silahlı birliklerin (Devletin Şiddet Tekeli) gövde gösterisiyle ulusallaştırılmak istenmiştir.

Bireylerin çoğunluğu, bu kendisine yabancı kimliği bir türlü içine sindirememiş bunu da yapılan genel seçimlerde kullandığı oyların miktarı ve yönüyle belli etmiştir.

Emperyal toplumun farklı dilli, farklı dinli ve farklı etnik yapıdaki bireylerinin büyük bir bölümü, zaman zaman coğrafi olarak uyumsuz olmakla suçlanmış ve ağır bir biçimde cezalandırılmışlardır.

Bunun en belirgin kanıtı bugün toplumda bireylerin içinde bulunduğu temel sorunların üzerinde kanaatler mühendisi siyasi partilerin ve devletin kurumlarının ortak bir platformda buluşamıyor yani anlaşamıyor olmasıdır.

27 Haz 2010

“TAKVİM-İ VEKAYİ” OLAYI


İlk günlük gazetenin 1600 yıllarında Avrupa’da yayınlandığı bilinmektedir. (Almanya 1605) Modernitenin yani aydınlanmanın ana motorlarından biri olan kitap ve dergi yayınlarının ülkelere göre dağılımı ve kabul görmesi ise çok farklı olmuştur.

Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa ve tellal yöntemini sürdürmeyi iki yüz yıl daha inatla sürdüren Osmanlı, halktan ve diğer ülkelerden gelen baskılara daha fazla dayanamayarak bir taviz olarak 1831 yılında Sultan II. Mahmud'un emriyle İstanbul'da önceleri haftalık, daha sonra düzensiz aralıklarla yayımlanan ilk Türkçe gazeteyi çıkarmaya mecbur kalmıştır.

Takvim-i Vekayi adlı gazete habercilik yapacak, halkı eğitecek ve devletin (padişahın) emirlerini duyurarak düzeni sağlayacaktı.Ana amacı iktidarın yani padişahın emirlerini duyurmak olan gazetenin yönetimi , Vakanüvis Esad Efendi ‘ye verildi. Esad Efendi de eline geçen bu gücü Babıali'den çeşitli kamu görevlilerinin oluşturduğu bir yazı kadrosuna taşıtma yoluna girdi.
Gazete dahiliye, hariciye, askeriye, fünun, ilmiye, ticaret konularını ihtiva eden altı bölümden oluşuyordu.
İmparatorluğun çok dilli halk yapısı gereği de Fransızca, Arapça, Rumca ve Ermenice dillerinde de yayınlanıyordu. Gazete 4 Kasım 1922 de yayın hayatını noktalamıştır. Takvim-i Vakayi olayı devletin özel ve sivil gazetelere bakışını oluşturması açısından ilginç bir olaydır.

Tanzimat,meşrutiyet ve daha sonra da cumhuriyet basını ile devlet ilişkilerinde ana kulvar hep Takvim-i vakayi tarzı olagelmiştir.
Özgür ve sivil basını bir türlü kabullenmeyen devlet bürokrasisi cumhuriyet döneminde de dönüşüme uğramasına rağmen, çizgisini yitirmemiştir.
Günümüzde hala devlet bürokrasisinin sivil medyadan beklentisi “takvim-i vekayi” tarzı gazetecilik yönündedir.

20 Haz 2010

Tabutlar ve Bayrak....












Bugün pazar, üstüne üstlük babalar günü .
Sabahtan itibaren bizi cenazelerle bunalttılar...
Bütün gün sözüm ona 'eleştirel medya' beynimizi yıkadı.
Sanki cenazelerden biz sorumluyuz....
Şiddet tekeli sanki bizim elimizde... Sanki tüm milyarlarca dolarlık ekipman bizde.. Sanki tüm istihbarat üniteleri bize çalışıyor...

Suçlu biziz ...

Tek suçumuz çocuklarımızı askere yollamak.
Van şehrinde konuşlanan kameralar ve iki kelimeyi zor bir araya getiren sunucular beynimizi yıkamaya çalışıyor..
Alışıldık, son derece siyasi ve acilen yorumsuz haberlerle ; cenazeler naklen yayında duygu sömürüsünün en "pornografik" seviyesinde karşımıza geldi...
Sesimiz çıkmıyor... İtiraz da edemiyoruz. .
Hesap soran mı ? Malesef hesap sormak yasak .. Devlete hesap soramazsınız .. 600 yıldır bu böyle ...
Cenaze sahipleri hukuken dava açma hakkına sahipler ama , yargımız çok meşgul bununla ilgilenmiyor...
Daha ulvi görevlerle meşgul...
Üzüntülü yakınlar, sevgililer, eşler, babalar, ve analar.... Ne uğruna.... Mayına basıp .... kaza kurşunu... vb...
Hiç bir kuruluşa hesap sorulamıyor... Sorumlu yok. Sorumlu kayıp...
Korku cumhuriyetine döndük...
Neden, sorusu yasak.... Canavarlar yavrularımızı yiyiyor...

Sorumlular çaresiz...
Aldıran mı yok... Yoksa insanların gözünü boyamaya devam edeceklerini mi sanıyorlar ?

Bir tahta tabutta bayrağa sarılıp , iki borazan , bir kaç güneş gözlüğü ...

Güle güle yiğidim....
Babalar gününde bir baba caresizlikle kendini hırpalıyor ve her şeye lanet ediyor...
Sözüm ona "Medya" duyarsız...
Anlayan yok....
Yirmi yaşındaki masum yavrusunu davul zurna askere yollayan Kazan'lı annenin dava açma yetkisi mi yok...
Genel kurmayı ve devleti dava etme düşüncesi bir esinti olarak bile düşüncelerde yok...

Cumhuriyetin başsavcısı neden bir dosya hazırlamıyor?

İşte istihbarat gelmiş, ama sorumlu komutan tedbir almamış... Bu suç değil mi?

Sus.... ve
Tevekkülle dua et....
Biat et ... Ba's .... Haşr....
Vatan sağolsun....

18 Haz 2010

Gümüş Hilâl adlı kitabım...

Uzun süredir üzerinde çalıştığım roman üçlemesinin ilki “Gümüş Hilâl” yayınlandı.
Tüm kitapçılarda ve aşağıdaki linkte bulunabiliyor.
http://www.idefix.com/kitap/gumus-hilal/tanim.asp?sid=A1G36N8CMH5H354E7PF4
Bilgilerinizi rica ederim..
Saygılarımla,
Yavuz Çekirge

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...