23 Tem 2014

Filistin İsrail Çatışması


Bu bir din çatışması mıdır? Yoksa etnik bir çatışma mıdır? Ya da güçler dengesi midir?

Filistin topraklarının yani Kudüs’ün de dâhil olduğu kutsal toprakların kimin tarafından kontrol edileceğini belirleyecek olan bu çatışmanın galip gelen tarafı bugünkü statü göz önüne alınırsa İsrail olmuştur.[1] Kudüs ve Gazze İsrail tarafından kontrol edilmektedir. Mısır son yıllarda Gazze konusunda ilkeli bir siyaset izlememiştir. Özellikle de yeni yönetimin Filistin sorununa eğilmediği görüşü yaygınlık kazanmıştır.
Bu çatışmanın tarihçesine bakmanın ötesinde çatışmanın nedenleri üzerinde de durmak gerekir.
Öncelikle bazı hipotezler üzerinde durmamızda fayda vardır.

1)    Bu çatışma Sünni İslam ile Yahudiler arasındaki bir din çatışmasıdır.
2)    Bu çatışma bölgede ABD’nin çıkarlarını koruyan İsrail’in güç savaşıdır.
3)    Bölgedeki dengeleri kendi lehine çevirmeye çalışan Suudi Arabistan, Suriye, Mısır gibi Arap ülkelerinin İsrail’e karşı kurmuş oldukları ittifak çatışmasıdır.
4)    Bölgede kurulacak yeni dengeler çerçevesinde Türkiye daha aktif bir rol üstlenebilmek için İsrail yerine 
ABD’nin bölgedeki tek müttefiki olma yolunda siyasi çabalar göstermektedir.

Hipotezlerin hangi medya kanallarından kamuoyuna yansıtıldığı da önem arz etmektedir. Bu bölgenin tarihine birkaç dönem halinde bakmak gerekir. Öncelikle 1917 yılı Birinci Savaş sonrası Lord Balfour deklarasyonu belirleyici bir öneme sahiptir. Osmanlı kontrolündeki vilayetlerin Fransız ve İngilizler tarafından paylaşımı öncesinde bölgesel kabilelere verilen sözler vardır. Faysal ailesinin önderliğinde kurulan Suriye devleti, Fransız desteğiyle, Yine aynı kabilenin desteğiyle İngilizler tarafından kurulan Ürdün devleti dışındaki Kudüs ve Filistin İngilizlerin kontrolünde kalmıştır. İngilizlerin Yahudilere devlet kurma sözü verdikleri bilinmektedir. Bu sözün karşılığının ne olduğu ise hala tartışılmaktadır.
Bin iki yüz yıllarından başlayarak sekiz asır boyunca Kuzey Avrupa’nın başta İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Portekiz, Rusya, Polonya olmak üzere her yerinden Filistin’e göç eden Yahudiler vaat edilmiş topraklar adını verdikleri yerde BM desteğiyle 1948 yılında İsrail devletini kurmuşlardır. BM ‘lerin iki devlet formülüne karşı çıkan Mısır, Suriye ve Ürdün İsrail’e karşı silahlı mücadele başlatmışlardır. Arap-İsrail savaşları olarak adlandırılan bu savaşlardan daha modern teçhizata sahip olan İsrail kârlı çıkmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü daha farklı bir savaş taktiği denemek üzere kurulmuş bir gerilla teşkilatı olarak yıllar boyunca İsrail ve Yahudilere misilleme saldırılarında bulunmuştur. Yaser Arafat’ın önderliğinde başarıya ulaşan FKÖ sonunda tarafları barış masasına oturtmayı başarmıştır. Tam Orta Doğu’da barış rüzgârları esecek derken FKÖ’den ayrılan bir grup mücadeleye devam edeceğini ilan etmiştir. Radikal İslam söylemiyle taraftar toplayan Hizbullah ve Hamas grupları özellikle Filistinliler arasında çalışarak seçimle iktidar olmayı başarmışlardır.
Hamas’ın FKÖ’nü siyasi arenadan çıkarmasıyla birlikte yeniden savaş rüzgârları esmeye başlamıştır. Hamas liderleri açıkça İsrail’in kutsal topraklardan (Filistin) çıkarılmasıyla son bulacak bir “cihat” dan söz etmektedirler.[2] Her ne koşulda olursa olsun bu amaçla yola çıkan bir teşkilatın barış masasına oturmayacağı inancı yaygındır.
Sosyalist FKÖ’nün aksine “şeriat” düzeni isteyen Hamas’ın “Müslüman Kardeşler” le köklü ve tarihi bağları mevcuttur. Bu anlamda Mısır’daki  siyasal değişimler Hamas’ın Gaza politikasını da yakından etkilemiştir. Hamas İsrail’in askeri gücünün farkındadır. Bu güçle başa çıkamayacağının da farkındadır. Öte yandan Rusya ve AB destekli Hamas medya stratejisinin uzun vadede başarılı olacağı görüşünden hareketle bir anlamda İsrail’in dünya kamuoyunda sivilleri hunharca katleden bir ülke görüntüsü vermesi için elinden geleni yapmaktadır. İsrail yöneticileri bu oyunun farkında değilmiş gibi davranmaya devam etmektedirler.[3] Nitekim Gazze ablukası, hava saldırıları ve sivil kayıplar Hamas’ın lehine bir dünya kamuoyu oluşmasına neden olmaktadır.
Dünya basını İsrail Hamas mücadelesinde tarafsız kalmak için ciddi anlamda zorlanmaktadırlar. Hamas’ın masum sivil Filistinlileri kalkan olarak kullandığı tezini ileri sürenleri haklı çıkaracak kanıtlar mevcuttur. Öte yandan bütün bu olanları sadece Hamas ile İsrail arasındaki eski husumetin alevlenmesi olarak görmek de büyük bir yanılgıdır. Bölgenin hızla değşen stratejik yapısı her geçen gün yeni paradokslar ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Suriye, Irak ve Mısır yani bir anlamda Filistin davasını destekleyen bu üç ülke iç savaş durumundadır. Özellikle Irak defacto üçe bölünmüş durumdadır. Mezhep savaşları ciddi insan kayıplarına yol açmaktadır. Demokrasi kültürü olmayan bu topraklarda kaba güç iktidarı ele geçirmek için can almaya devam etmektedir. Kabileler birbiriyle savaşırken aynı mezhep grupları da sürekli bölünerek radikalleşmekte tüm bölge bir kan denizine dönüşmektedir.[4] Sünni grupların giderek radikalleşmesi bölgede gerek Şiiler gerekse de gayri Müslimler arasında büyük bir göç dalgasının da habercisi olmuştur. Irak ve Suriye’de komşu ülkeler göç edenlerin sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Bu göç dalgalarının ne kadarının Filistin’e ulaştığını ise bilmiyoruz.[5] İsrail’in bu göç dalgaları karşısında kayıtsız kalması düşünülemez.
Orta doğuda din söylemiyle taraftar toplayan grupların insan hakları ve demokrasi gibi çağdaş siyasi eğilimlerden söz etmek yerine kaba gücün egemen olduğu, küçük yaştaki insanlara makinalı tüfekle ateş etmeyi öğreten tek düze “ya öl ya öldür” mantığıyla tek boyutlu bir toplum yaratmaya çalıştıkları ortadadır.
Gerek İsrail gerekse de Hamas bir ölüm oyunu oynamaktadırlar. Hangi tarafın haklı olduğu konusu artık önemini yitirmiş; giderek her yaştan masum insanların katledildiği amaçsız ve sonuçsuz bir oyunu oynayan aklını yitirmiş liderlerin oyuncağı olmuş barış isteyen insanları bu ölüm sarmalından kurtaracak bir çözüm beklentisi olanağı maalesef ortadan kalkmıştır.
Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin taraf olarak Filistin’i yani Hamas’ı seçmesi de bir çok bakımdan anlamlıdır. 2002 yılı öncesi stratejisiyle taban tabana zıt yürütülen bu Hamas yanlısı İsrail karşıtı diplomasisi giderek olumsuz sonuçlar vermeye başlamıştır. Bir görüşe göre bir yandan Hamas yanlısı görünüp “Mavi Marmara Krizi” yaratan Türkiye öte yandan İsrail ile gizli anlaşmalar yapmaktadır.  Bu hipotez eğer doğru ise Türk Dış politikası ikili bir oyun sürdürmektedir. Bu oyunun sonunda evdeki bulgurdan olma riski de vardır. Şark kurnazlığıyla iki tarafın suyuna da gidiyor görünerek dış politikada hiçbir yere varmak mümkün değildir.
Nitekim İsrail’i terörist devlet ilan ederken, Hamas’ın şeriat uygulamalarını da onaylamış olma durumuna girilmektedir. Hamas’ın Filistin kadınlarına uyguladığı dini baskı Afganistan’daki Taliban uygulamalarını da geçmiş durumdadır.
Bu da  hiçbir şekilde kabul edilemez.  Aynı bakış açısıyla bireysel özgürlükler, hukuk devleti, evrensel değerler gibi anayasal hakları savunması gereken Türkiye’nin dünyanın en gerici sistemlerini savunuyor duruma düşmesi kabul edilemez.
Türk dış politikası son derece yanlış bir yola girmiştir. Mısır’da  Müslüman Kardeşler’in çağ dışı uygulamalarını savunan bir anlayış, Filistin’de Hamas’ın katı şeriat kurallarını da desteklemektedir.
Bütün bu çelişkilerin odağında ise Türkiye’nin siyasal geleceği durmaktadır.
Türkiye taraf tutmak yerine ilkeli bir diplomasi yürüterek insan hakları ve bireysel özgürlüklerin savunucusu duruşu sergilemelidir.
Büyük devletlerden beklenen de budur.



[1] 1948 yılında  başlayan Arap İsrail çatışmaları her iki tarafın da ağır kayıplar vermesiyle sonuçlanmıştır. İki kez ateş kes sağlanmış fakat 1956 yılında çatışmalar tekrar alevlenerek tüm bölgeye sıçramıştır.  Soğuk savaşın da etkisiyle Arap dünyasında bölünmeler olmuştur. İsrail, Sudi Arabistan, Ürdün Batı bloğunda kalırken Mısır, Suriye ve Kuzey Afrika ülkeleri Sovyet bloğunda yer almışlardır. Dolayısıyla Arap İsrail çatışmasında soğuk savaş rüzgarları da esmiş siyaset ona göre çizilmiştir. Üçüncü savaş 1967 yılında gerçekleşmiş ve bütün bu savaşlardan galip çıkan taraf İsrail olmuştur. 

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...