17 Nis 2013

Gelidonya Feneri[1]



Bir rüyan daha gerçek oldu. Nihayet Likya Yolu Parkurunun  Adrasan Gelidonya Feneri Korsan Koyu etabını yürüdün.
Bu fotoğrafı çekebilmek için on dokuz kilometre yürüdün. Son tırmandığınız tepe neredeyse seksen dereceydi. Söylendiğine göre buraya “Keçi Bağırtan” rampası adını vermişler. Haksız da değiller. Grup parça parça oldu. Yürüyüşçüler kervanının büyük bir bölümü dili bir  karış dışarı çıkmış halde sağa sola dağıldı. Neden sonra son bir gayretle kalan kısım da tırmanılıp tepe aşıldı. Muhteşem  manzara görülünce her şey unutuldu.
Sabah Adrasan’a otobüslerle geldiniz. Çok ama çok kalabalık bir yürüyüşçüler grubu.Bu kalabalığı görünce keyfin kaçtı.  İki yüzden fazla  katılımcı bu şahane parkuru yürümek için heyecanla bekliyor. Her yaştan insan var. İlk kez yürüyüşe katılanlar giyimlerinden özellikle de ayakkabılarından belli oluyor. Tüm ikazlara rağmen ince tabanlı ayakkabılarla gelenler var. Çekingen davrananların yanı sıra artık bu yürüyüş gruplarını katılarak hiç durmaksızın konuşan ders anlatır gibi hayat hikayesini, çocuklarını torunlarını son derece can sıkıcı ve basmakalıp kelimelerle anlatan emekli öğretmenler de var. Grup büyüdükçe hantallaşıyor. Toplanması yürümesi durması kalkması çok daha fazla zaman alıyor. Tecrübesiz yürüyüşçülerin en büyük zararı farkında olmadan yaptıkları hatalardan kaynaklanıyor. Ellerindeki sopayı arkadan gelene çarpan mı dersin, aniden durup uçurum kenarında resim çekmeye kalkan mı dersin, bağırıp çağırarak etrafı taciz eden mi ararsın. Hepsi var. Bu disiplinsiz ve gürültücü kalabalıktan kurtuluş yok. Oysa ormanlık patikayı yürürken bülbül seslerini duymak istiyordun. Onun yerine bu eğitilmesi imkansız grubun gürültüsüne tahammül etmek zorundasın.
Makilikler ve çam ormanları arasından arasında yürüyorsunuz. Yabani zeytin, funda, katran ardıcı, keçiboynuzu, sakızağacı, laden, böğürtlen, defne, menengiç, mersin, kocayemiş,sedir, kızılçam,çınar, kermes meşesi, pırnal meşesi, süpürgeotu, zakkum ve katırtırnakları arasında yürüyorsunuz. Yüksek sedir ve kızılçam ağaçlarının bol olduğu bir parkur. Denize paralel uzayıp giden keçi yollarından yürüyorsunuz . Etrafınızda ölü ağaçların devrilmiş gövdeleri ve dağdan yuvarlanan kayaların meydana getirdiği engeller var. Patikalar tehlikeli sayılabilir. Her an kayıp uçurumdan yuvarlanabilirsiniz. Çok dikkatli yürümek zorundasınız. Grubun ön sıralarına doğru yer değiştiriyorsun. Orta rehberi geçmene izin veriyor.Denize yedi sekiz  yüz metreden bakıyorsunuz. Yavaş yavaş iniyorsunuz sonra da dik bir rampayla daha yükseğe tırmanıyorsunuz.
Tek başına bir ada görüyorsun. “Sulu Ada ” diye anılıyormuş. Gemicilerin tatlı su aldıkları çok değerli bir durak. Bütün ihtişamıyla orada öyle duruyor. Adada insan yaşamıyor. Bol miktarda  tavşan olduğu söyleniyormuş. Adaya su almaya gelen gemicilerin oraya bırakıp gittikleri  tavşanlardan üredikleri söyleniyor. Hızla çoğalan tavşan nüfusu su almaya gelen gemiciler tarafından ustalıkla dengeleniyormuş. Ada hem tatlı su hem de taze et deposu imiş. Şimdi sadece turist teknelerinin koylarına demirlediği adanın enfes kumsalları uzaktan görünüyor.
Tepeden aşağıya kıvrıla kıvrıla inen parkur irili ufaklı sivri taşlarla dolu. Yürümesi oldukça zor. Ucu bir bıçak kadar keskin küçük kaya parçaları sizi zorluyor. Zorlanıyorsunuz. Ayağınızın altından taşlar kayıyor, dengenizi sağlamakta zorlanıyorsunuz.  1934 yılında yapımına başlanan fener denizden üç yüz metre yükseklikte inşa edilmiş. 1936 yılında hizmete girmiş. Mekanik olarak kurularak çalışan bir fener. Elektrik yok. Su yok. Bu parkurda su yok. Dağ taş  su dolu ama bu parkurda su yok. Sürekli inişli çıkışlı bu zorlu parkurda iki buçuk litre su tüketiyorsun. Geriye yarım litre suyun kalıyor. Fenerin su deposundaki suyu içmek istemiyorsun. Artık Korsan Koyu’nun oradaki çeşmeye kadar suyunu idareli kullanacaksın. Çare yok.

Grubunuzda ayakkabıları yetersiz olanların ciddi sorunları baş gösteriyor. Yürüyemiyorlar. Ayakları acıyor. Tabanı ince ayakkabılar sivri taşlara karşı ayakları korumuyor. Genç bir öğrenci yolun kenarına oturmuş arkadaşına pişmanlıkla dert yanıyor. Bu zorlu parkura ekipmanı yetersiz olarak katılanların çok cesur olduklarını söylemek gerek. Hele birinin bileğinde çatlak varmış meğerse. Ona rağmen katılmakta bir sakınca görmemiş. Bileği şişmiş. Yolun kenarında oturmuş ağlamaklı ne yapacağını bilemiyor. Rehberler yardımına koşuyor. Yürüyüş temposu giderek düşüyor. Yolda küçük gruplar halinde yürüyen Alman, İngiliz, Çek, Fransız, İsveçli yürüyüşçülere rastlıyorsunuz. Yolun kenarına çekilip sizin geçmenizi bekliyorlar. Hepsi sırım gibi. Tam ekipmanlı ve güler yüzlü. Ellerinde haritalar planladıkları yürüyüşü gerçekleştiriyorlar. Bir Alman çift Korsan Koyu’na çadır kurduklarını oradan Adrasan’a yürüyerek Çıralı’da geceleyeceklerini söylüyor. Diğerleri  Karaöz’den yürümeye başlayıp Fener’de geceliyor sonra Adrasan’a yürüyorlarmış. Geceyi Fenerde geçirmek çok keyifli oluyormuş. Siz Fenere geldiğinizde dört çadır gördünüz. Dört genç Alman çift. Orada geceleyeceklermiş. Rüzgar çok güçlü. Gecelemek çok da kolay olmayabilirmiş. Eğer rüzgar çok şiddetlenirse çaresiz Korsan Koyu’na geri döneceklermiş.
Likya Yolu ‘nun en güzel etabının Gelidonya Feneri olduğunu sen de onaylıyorsun. Bu etabı da yürüdüğün için kendini şanslı sayıyorsun. Bu güzelliği yaşamak için, bir çok şeye katlanmak zorundasın. Parkurun uzunluğu, tırmanma rampaları, keskin kaya parçaları dolu patikaları seni ürkütmüyor. Zorlandığın taraf insanlar. Ter kokan, bağırıp çağıran, sızlanan, hamaset edebiyatı yapan bozuk karakterli insanlar. Onun da bir yolunu buldun. Artık sık sık geride kalarak yada öne geçerek bu engelleri bertaraf etmeyi öğrendin. Eğitilmesi hemen hemen imkansız olan kişiliklerden kaçarak saklanmak en çıkar yol. Sen de öyle yapıyorsun.

Gece uyumak için gözlerini kapadığında tek bir fotoğraf kalıyor.

Fenerler “Faros”, ışığı arayanların geldiği bir yer.

 Bu bölgenin gecenin karanlığını bölen tek fenerii Gelidonya. Tüm sahil boyunca başka fenerlede var. Hepsinin de ayrı bir öyküsü. Birisi çıkmış bunları derlemiş: 

http://www.sihirlitur.com/belgesel/deniz_fenerleri/index.html


Işığı arayanlar kendi fenerlerini bulacaklar mı?











[1] Antalya ilinin Kumluca ilçesi Taşlık Burnu mevkiinde yer alır. 

8 Nis 2013

Sagalassos


Burdur'un tarihi eserleri arasında Selçuklu kervansaraylarının ve Sagalassos antik kentinin çok önemli bir yer tuttuğunus öyleyebiliriz. Sususz Han ve İncirli Han. Susuz Han'ı restore edenlerin çok başarısız olduğu hemen anlaşılıyor. On ikinci yüzyıldan kalma bir yapıyı hangi akla hizmet ederek bir hapishane mimarisine çevirdikleri de anlaşılır gibi değil.


Restorasyonda bölgede bulunan antik çağdan kalma bazı taşların kullandığını da görmek mümkün. özellikle Korint tarzında sütun başlıkları ve saçak süslemelerinin de yer aldığı kalıntının tam bir hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Birlikte seyahat ettiğimiz doğa yürüyüş derneği rehberimiz Cemal Bey yöresel halka indirilemeyen hiç bir tarihi mirasın başarılı olamayacağını söyledi. Yerel yönetimlerin hiç bir biçimde sorumluluk almadığı bu paha biçilmez eserler devletin kısıtlı imkanlarıyla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Halk ve yerel idareler ise seyirci konumunda.  Burdur Müzesi çaresizlikten kıvranıyormuş. Yine bir arkeloji öğrencisinin söylediğine göre müzenin depolarında 65,000 parça eser yersizlikten depoda saklanıyormuş. 



"Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan İncir Han,Burdur İli,Bucak ilçesinde,İncir köyü yakınında,Burdur-Antalya karayoluna 5 km mesafede yer almaktadır. Diğer yandan Antalya’yı İç Anadolu’ya bağlayan Kervan yolu üzerinde yer alan Evdir Han, Kırkgöz Han,Susuz Han’dan sonra dördüncü konaklama yeridir.
13.yy II.Gıyasettin Keyhüsrev Bin Alaaddin Keykubat zamanında yapılan bu kervansarayın 200 mt yakınında,hamam ve çeşmesi mevcuttur.Hamam bugün yıkık olmakla beraber çeşmenin suyu akar vaziyettedir. Hamam, İncir Han ile külliye oluşturmaktadır.
Büyükçe bir tepenin eteğinde inşa edilen bu kervansarayın avlu bölümünün hemen önünde geçen antik yol bugün seçilebilir ve tarlalara ulaşmak için halrn kullanılmaktadır. Yapı iri kesme yonu taşları ile inşa edilmiştir. Kapalı kısmı ayakta lmakla beraber avlu bölümü tamamen yıkılmış durumdadır. Kapalı bölümün önünde yeralan ve yıkık olması nedeni ile mimari şekli belli olmayan avlunun sadece temel duvarları belirgindir.Kapalı bölüm 44.00x33.50 metre ölçülerinde dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiş,arka köşelerinde daire,ön köşeleri kare ve aralarında ise prizmatik planlı payandalarla özellik arzetmektedir.Tonozlardan oluşan çatı kısmının bir bölümü yıkık ve üzeri toprakla kaplıdır." Kaynak: http://www.tarihicarsilar.org/index.php?option=com_content&view=article&id=178:ncir-han&catid=49:antalya&Itemid=267




Sagalassos Antik kenti








"SAGALASSOS ANTİK KENTİ


Ağlasun ilçesinin 7km kuzeyinde, Akdağ eteklerinde yer alan Sagalassos antik kenti, modern Burdur ilinin zengin kültürel mirasının önemli bir parçasıdır. Hellenistik
Dönem’den Ortaçağ’a kadar kentsel hayatın farklı ölçeklerde devam ettiği antik şehir, terk edilişini takiben, kısa sürede erozyon tabakaları altında kalmıştır. Bu sayede antik dönemin en iyi korunmuş kentlerinden biri olmuştur 
Kentin Batılılar tarafından ilk keşfi, Fransız gezgin Paul Lucas tarafından yapılmıştır. Kalıntıların Sagalassos antik kentine ait olduğu, İngiliz rahip F. Arundell tarafından belirlenmiştir. 1884-1886 yılları arasında Polonyalı Kont K. Lanckoronski kapsamlı mimari ve epigrafik çalışmalar yürütmüştür (Waelkens 1993, 37-81).
80’li yılların sonunda Stephen Mitchell başkanlığında Pisidia bölgesinde yürütülen yüzey araştırmalarını takiben, Sagalassos ve civarında, 1990 senesinden beri Leuven Üniversitesi tarafından disiplinler arası arkeolojik araştırmalar sürdürülmektedir. Çalışmalar, antik dönemde kentsel planlama, mimari, ekonomi, ticaret, zanaat, sanat, arazi kullanımı, bitki örtüsü, fauna ve günlük yaşam hakkında önemli bilgiler sunmaktadır.
Akdağ’a sırtını dayamış, 1400m yüksekliğe kurulmuş olan kentin yer seçiminde, savunmasının kolaylığının yanı sıra, zengin su kaynakları ve ormanlarının rolü olmuştur. Bölgedeki mevcut su kaynakları yılda 38,5 milyar metreküp su vermektedir. Araştırmalarla antik çağdaki bitki örtüsünün bugüne kıyasla çok daha zengin olduğu, bugün erozyonla çıplaklaşmış olan yamaçlarda, sedir, karaçam ve meşe ormanlarının bulunduğu, bölgede zeytin yetiştirilmiş olduğu bilinmektedir (Vermoere 2000).
Kentin yazılı kaynaklardan bilinen tarihi, Büyük İskender’in M.Ö.333 yılındaki fethi ile başlar. Pisidia yüzey araştırmaları ve Sagalassos kazıları, İskender’in fethini takiben bölgenin süratle Hellenleşme sürecine girdiğini göstermiştir (Mitchell 1999, 421). İskender’in ölümünün ardından kent, kısa bir süre seleflerinin idaresinde kalır. M.Ö. 281 itibariyle, Seleukoslar’ın kontrolü altına girer. Kent, M.Ö. 188-133 yılları arasında Attaloslar'ın Bergama Krallığı’nın parçası olur. M.Ö. 129’dan itibaren çeşitli Roma eyaletleri içine dâhil edilen Sagalassos, son olarak M.Ö 39’da Roma’nın Galatya eyaletinin en önemli kenti olur. Romalılaşma süreci ve antik kentin tarihi, kazılarla ortaya çıkarılmış kent kısımları ve mimari kalıntılar üzerinden takip edilebilir (Waelkens 2002, 313-314)."

Not: Bu yazı  Marc Waelkens tarafından 1. Burdur Sempozyumu kapsamında bildiri olarak sunulmuştur.











Sonu -ssos'la biten antik kentler konusunda değişik görüşler ileri sürülüyor. Kimine göre çift "s" kullanımı anadolu ile alakalı bir gösterge; kimine göre de bu kimi yöresel dillerin "Helenleşme" sürecinde adaptasyonundan kaynaklanıyor: Konuyla ilgili ilg,inç bir makale aşağıdaki linkten okunabilir:
http://minoablog.blogspot.com/2010/08/pre-greek-place-names-of-aegean.html


“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...