31 Ara 2012

Zaman


Din ile  mitolojinin daha  birbirinden ayrılmadığı dönemde zamanı ölçen en önemli iki şey güneş ve aydı. Şems ve kamer. Doğumlar ve ölümlerin  de zamanın ölçüsü olarak düşünüldüğü hatta kullanılmaya başladığı dönemde ölülerin gittikleri sanılan  yerlerde ruhlar aleminin  olduğu, gidenlerin neden geri dönmediği  ve doğan çocukların nereden geldiği  de merak edilmeye başlandı.
Zaman kavramı  güneş, ay, yıldızlar  gibi doğumlar ve ölümler gibi merak ediliyordu. Her sabah güneş doğuyor her akşam güneş batıyordu. Mevsimler geçiyor bereketli olduğu kadar kıtlık  günleri de oluyordu. Her gece yıldızlar görünüyor, bazı yıldızlar belirli dönemlerde yer değiştiriyordu. Değişen gök cisimlerini, mevsimleri  izleyerek kayda alma geleneği ortaya çıktığında dinler ve din adamları da ortaya çıktı.
Dinlerin ortaya çıkmasıyla  tanrılar da ortaya çıktı. Güneş, ay, rüzgâr, şimşek, fırtına, kültleri v.b. gibi doğa olayları tanrılarla açıklandı. Her bölgenin koruyucu tanrıları vardı. Binlerce tanrının ortaya çıktığı çok tanrılı dönemlerde tanrıların temsilcisi olduğu söylenen krallar ve  tanrıların buyruklarını ileten  ve yorumlayan  ulu rahiplerin ve de ortaya çıktığı dönemdi.
Ulu rahipler kralların en önemli yardımcısı olarak devlet hiyerarşisinde yerini alıyordu.
Zamanın çocuğu olmak kolay mı? Akıp giden bu nehir nereye doğru akıyor acaba?
İki makale kaleme alan  Ahmet e. Uysal’ın [1] zaman konusundaki incelemelerini ilginç bulduğumu kaynak taramalarımda bana çok yardımcı olduğunu söylemeliyim.
Makalelerde  Hint kültüründe “Kalâ” olarak anılan zaman tanrısından söz ediyordu. Mısır  dininde ise “Thot”  zaman tanrısı olarak algılanıyormuş. Döngüsel zaman ve yatay zamandan da söz ediliyor. Makale esasında zaman algısının edebiyata nasıl yansıdığı konusunda yaklaşımlar getiriyor. Öte yandan edebiyatın mitolojiden mitolojinin de dinden tefrik edilmesinin gerçekleşmediği dönemlerde her üç boyut da birbirinin içinde algılanıyor. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişte, güneş ve yıldızlar kültünü uzun yıllar sürdüren Mısır ve Babil dinlerinin etkisinin ne kadar olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bir diğer çalışmada  ise Prof. Dr. Erman Artun[2] zamanı şöyle açıklıyor:
“Takvimin olmadığı dönemlerde insanlar hayatlarını temel uğraş konularına göre düzenlerlerdi. Bunlar; ekin ekme, bağ bozumu, hasat, koç katımı, baharın gelmesi, tabiatın canlanması vb. gibi olaylardı. (Genç, 1995:15). Ayların, mevsimlerin, yılların düzenli geçişleri bunlara bağlı olarak bitkilerin düzenli olarak yeşermesi ve sararması, törenleri belirli bir takvime bağlamıştır. Bir yıl içerisinde doğadaki değişiklikler toplumların hayatını her zaman etkilemiş ve bu değişiklikler tarih boyunca bütün halklar tarafından çeşitli tören, ayin ve bayramlarla kutlanmıştır. (Pirverdioğlu, 2002:44). Hayvancılıkla, tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcıdır.”
Gün batımı, gün doğumu, dolunay, hilâl  gibi somut kavramların ötesine geçen soyut zaman kavramının  tarihsel süreç içerisinde çok farklı şekilde anlamlandırıldığını biliyoruz.
Pers İran kültlerinde Zerdüştilik ile bağlantılı olarak on iki bin yıllık bir zaman döngüsünden söz eden kutsal kitap Avesta, kötülüğün hakim olduğu bin yılların sonunda on iki bin yıllık döngünün sonunda kötülüğün yenilerek yeni bir döngüye başladığından söz edilmektedir. Nitekim bu iyi ve kötünün mücadelesi üzerine kurulu olan Mecusilik dininin tek tanrılı dinlerin her üçü ile de  kültürel olarak bir etkileşim içinde olduğu bilinmektedir.
Ahura Mazda ve Ehrimen arasındaki mücadelede  Sasioh ahir zamanda beklenen kurtarıcılardan birisidir. Tanrı Ahura Mazda, onu kendine elçi olarak kıyametten önce gönderecektir. O insanlığı dine döndürecektir.[3] Brahman Warjavandi de Hint kültüründeki kurtarıcı olarak bilinmektedir. Mesih inancının başlangıcının Hindu geleneklerinden senkretizme uğratılarak Zerdüştiliğe oradan Yahudi mesih inancına geçtiği ileri sürülmektedir.
“Yahudiler, beklenen mesihin Hz. Davud’un soyundan gelen bir kral olduğunu savunarak mesihi beklemektedirler. Bu konuda Eski Ahit’te geniş bilgi verilmektedir. Yahudi kutsal kaynaklarından anlaşıldığına göre, gelecek kurtarıcı Mesih, normal yeryüzü kralları gibi hüküm sürmeyecektir. Allah’ın dostu ve sözcüsü gibi hareket edecektir. Kötülükleri silahla değil barışçıl yollardan, hatta ağzının kuvveti ile izale edecektir, gücünü gerçek dinden kaynaklanan adalet ve imandan alacaktır. Onun gayretleri sonucunda yeryüzü içinde şiddet ve tahribat olmayan bir Cennet’e dönüşecektir. Araştırmacılar, Yahudilikteki kurtarıcı Mesih inancının, iki asır hakimiyeti altında kaldıkları İranlıların dini tefekkür ve telakkilerinden etkilendiğini belirtmektedir.”(3: Güneş,)
Hıristiyanlıktaki İsa Mesih  inancının da aynı kökten geldiği fakat bazı değişikliklerle dinin şartlarına uyarlandığı üzerinde durulmaktadır..
“Hıristiyan kutsal kaynaklarına göre bu şahsiyet mucize olarak doğa üstü yolla, yani babasız olarak bir anadan dünyaya gelmiş, çarmıha gerilip öldürülmüş, yine mucize olarak üç gün sonra dirilmiş, göğe Rabbin yanına çıkmış ve insanlığı kurtarmak için tekrar gelecektir. İslam literatüründe “Nüzulü İsa “olarak kullanılan tabir Hıristiyan literatüründe ”İsa’nın ikinci gelişi” olarak kullanılmaktadır. ”İkinci Geliş Beklentisi” Hıristiyanlar arasında kuvvetli bir inanç halinde süregelmiş ve bir iman esası olarak Hıristiyan dininde yer etmiştir. Hz..İsa’nın ikinci gelişine inanmayan bir Hıristiyan’ın imanı batıldır. Zira Hıristiyan inancı bunun üzerine kurulmuştur. Kaynaklar bu inancın kesinliğini açıkça ifade etmelerine karşın , geleceğin nasıl olacağı konusundaki kapalılık sebebiyle farklı yorumlar yapılmıştır.” (Güneş)
İslamiyet de Mesih inancı Şia fırkasında on ikinci İmam inancında ortaya çıkmıştır. Bu varsayıma göre tüm dinlerdeki kurtarıcı  ahir zamanda ortaya çıkacak kötüleri cezalandırıp cehenneme gönderecek iyiler ise cennetle mükafatlandırılacak ve o vakit ebedi hayat başlayacaktır.
Görüldüğü gibi inanç bağlamında zaman ebediyet kavramıyla bağlantılıdır. Zamanı bir düşman gibi gösteren kültürler olduğu gibi dost gibi gösterenler de vardır. Zamanı kendi anlayışına göre kurgulayan  kutsal kitapları bir yana bırakıp edebiyata da bakmakta fayda var.
İrlandalı şair Yeats’ın şiirleri  zamanla yoğurulmuş- gibidir. Aşağıda bir bölümünün tercümesini aldığımız  şiiri belirgin örneklerden. 1865-1939 yılları arasında yaşayan şairin moderniteye bakış açısı ilgi çekicidir. 1926 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan şairin zaman ve insan kurgusunu işlediği şiirleri günümüzde hala başyapıt olarak değerlendirilmektedir.  


Sailing To Byzantium / Bizans'a Yolculuk
“Siz ey Tanrı’nın kutsal ateşinde duran bilgeler
Bir duvardaki altın mozaikte dururcasına,
Çıkın kutsal ateşten, oluşturun bir çember
Ve dönüşün ruhumun şarkı hocasına.
Yakın, iliştirildiği, ölmekte olan hayvandan bihaber
Ve şehvetle hasta şu kalbimi çevirin bir ateş parçasına;
Ve beni yeniden cem edin
Sanatında ebediyetin.”
William Butler YEATS'den çeviren Osman Tuğlu

Diğer bir örnek ise T.S. Eliot ‘un şiirleridir. Amerikan asıllı şairin modern şiirin temsilcilerinden olduğu söylenir. Zamanın akışını derinlemesine bir örgü gibi şiirlerine yerleştiren T.S. Eliot 1888-1965 yılları arasında yaşadı. 1949 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan şairin en önemli şiirlerinden birinden bir bölümünü alıntı yapıyoruz.
“Hepsini biliyordum ben zaten, hepsini—
Biliyordum akşamları, sabahları ve öğleden sonraları,
Ölçtüm kahve kaşıklarıyla ömrümün;
Biliyorum düşen bir ölümle ölen sesleri
Daha uzak bir odadaki müziğin altında.
Yani nasıl farz etmeliyim?”
                                  T. S. Eliot: The Love Song of J. Alfred Prufrock (1919) Çeviren: Vehbi Taşar

Şairin en önemli eserlerinden biri olan “The Waste land” Türkçeye “Çorak Ülke” olarak çevrildi.
Bu uzun şiirin  ana teması da zaman ve zamanın etkileri üzerine duygular olarak özetlenebilir. Şiirin çevirisinden kısa  bir alıntı yapalım:

“En zalim aydır Nisan, çıkartır
Leylakları ölü topraktan, karar
Bellekle arzuyu, karıştırır
Kasvetli kökleri bahar yağmuruyla.
Sıcak tuttu bizi kış, örterek
Yeryüzünü unutkan karla, besleyerek
Kurumuş yumrularla bir parça hayatı.
Şaşırttı bizi yaz, Starnbergersee dolaylarında
Bir kırkikindi yağmuruyla; sığındık sıra kemerlere,
Ve çıktık gün ışığına, Hofgarten’e doğru,
Ve kahve içtik, ve konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch. (3)
Ve çocukken, arşidüklerde kalmıştık,
Kuzenim, bir kızakla gezdirmişti beni,
Ve korkmuştum. Dedi ki, Marie,
Marie, sıkı tutun. Ve kaymıştık yamaç aşağı.
Dağlarda, özgür hisseder insan kendini.
Gecenin çoğunu okuyarak geçiririm, güneye giderim kışları.” 
Çorak Ülke (T.S. Eliot) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Şairlerin  zamanla  kurduğu ilişki yansır hep mısralarına. Hint, Pers, Sumer, Mısır,Grek uygarlıkları şairlerin zamanla yaptıkları yolculuğu taşır bizlere. Homeros’un iki temel eseri İlyada ve Odiseus, İskandinavyanın Edda şiirleri, Gılgamış destanı, Firdevsi’nin Şahnamesi çok önemli zaman dilimlerini taşır bize.
Şehname İran kültürünün en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Dihkan soyundan gelen Firdevsi’nin 329/394 yılları arasında yaşadığı söylenmektedir. Tarih bilgisinin öne çıktığı beyitlerden birini örnek olarak aşağıya alalım:
Efrâsiyâb’la Nevser, ta güneş doğuncaya kadar bütün gece savaştılar.
Savaş sırasında cesur kahramanların ayaklarından kalkan tozlarla , dünya karardı ve nihayet, Nevser tutsak oldu.
Nevser’le yanındaki iki bin beş yüz ünlü kahraman o kadar güç bir duruma düşmüşlerdi ki, yer yüzünde onlar için kaçacak hiçbir yer kalmamış gibiydi.”
Şehname, Firdevsi: Prof. Dr.Necati Nugal çevirisi. (I. Cilt sayfa 389)

Uzak doğu ve Hint zaman anlayışına benzeyen dairesel zaman kavramının şiirlerde yaygın bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. Arap Pers ve Türk şiirinde yaygın bir biçimde görülen zaman mekân ilişkisi giderek tasavvuf şiirinde felsefi boyutlar kazanır.
Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı gibi şairlerin yanı sıra Ahmet Hamdi Tanpınar da zamanla oynayan edebiyatçılar olarak çıkarlar karşımıza.
Yahya Kemal’in şiirlerinde zamanın her rengini yakalamak mümkündür. Bunların arasında “Sessiz Gemi” özellikle dikkat çekicidir. Bu şiiri aşağıda alıntı olarak vermekte büyük bir fayda görüyorum:

Sessiz Gemi
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden”
Yahya Kemal Beyatlı

Zaman her şeyden önce kendinden var olan bir kavram olarak çıkar karşımıza. Zamanın her şeye karşın var olduğunu ve varlığının yadsınamayacağını söylemek mümkündür. Dairesel ya da doğrusal olarak da olsa günlük yaşamda zaman kavramı belirleyici bir rol oynar. Mekanın değişmesiyle zaman da değişebilir.
Edebiyat ve tarih zamanın bir başka boyutunu da ortaya çıkarır. Kurgulanan zaman. Bir edebiyatçı zamanı dilediği gibi kurgulayabilir. Bir hikayeyi anlatırken, şiiri yazarken kendi kurguladığı zaman kipini kullanır. Tarih yazan da bir ölçüde bunu yapar. Belgelerin yetersiz kaldığı yerde tarihi kurgular. Tarihi yazanlar ise savaşları kazananlardır, iktidarı ellerinde tutanlardır.
Zaman varsa onu algılayan insan da vardır.




[1] Dr. Ahmet E. Uysal, Bazı eski Edebiyatlarda Zaman Telâkkileri,
  Doç. Dr. Ahmet E. Uysal, edebiyat açısından doğu ve batı mistisizminde zaman düşüncesi,
[2] TÜRK HALK KÜLTÜRÜNDE HIDRELLEZ: Prof. Dr. Erman ARTUN,
[3] Doç. Dr. Abdülbaki Güneş, MESİH MEHDİ MÜCEDDİD

22 Ara 2012

Chimaera Kehanetleri



Maya kehanetleri adı altında büyük bir “Hoax” yaratıldı.

 Nasıl bu kadar etkili olabildi diye düşünürken akıma kendini kaptıran insanların yeni bir dünya düzeninden , kromozon değişimlerinden ve algı değişimlerinden söz ettiklerini duymaya başladık.

Bu hoax acaba kimler tarafından ne amaçla yaratıldı ?

Büyük bir olasılıkla medyanın gizli unsurları  tarafından.

Hangi medya diye soracak olursak.

Sosyal medyanın çok büyük bir payı var  diyebiliriz. Diğer medya organlarının bunda bir rolü olmuşmudur? Belki yaratma aşamasında değil de yaygınlaştırma aşamasında yoğun bir çaba gösteren TV kanalları olduğu biliniyor. Özellikle de mistik konulara eğilimli programcıların etkisi olduğu su götürmez.

Geriye “New Age” akımlarının kanalları kalıyor.

Bu şehir efsanesinin ekonomik bir boyutu var mıdır?

Mutlaka ekonomik bir boyutu vardır. Bu hoax’ın ne kadar kar getirdiği aslında bir film yapımı gibi de düşünülebilir. Hesabı yaparken gazetelerde sütun santim, TV kanallarında da saniye olarak hesap edilirse muazzam bir rakamın ortaya çıkacağı tahmin edilebilir.

Yaklaşık on on beş yıldır Foton kuşağı, Marduk ve Maya takvimi bağlantısı zaten kitaplar üzerinden oldukça geniş kitlelere ulaşmış durumda.

Türkiye’de Şirince köyünün neden bu bağlamda ortaya çıktığı da ayrı bir muamma. Şirince köyü zaten bazı New Age gruplarının mistik yöreler haritasında işaretlenmişti. Yoga, enerji, meditasyon grupları burada “Aşram” larını kurmakta gecikmediler.

Şimdi işte bugün sen de değişik bir gün geçirmek istedin. Bugün kıyamet kopacak olsa ne yapmak isterdin? Nereye gitmek isterdin? sorusunun cevabını aramak kolay değil.
Senin için Antalya Chimaera yani Yanartaş bölgesi senin için 21 Aralık’ta kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir yerdi.

Çıralı sahili ve Olimpos dağı zaten yeterince mistik bir bölge olarak hafızanda yer işgal ediyor. Orada denizin sahile vuran dalgalarının hareketinin ruhunu dinlendirdiğini biliyorsun.

Üstüne üstlük hava sıcaklığının da 17 derece olacağı tahmini var. 

Denize girmek için ideal bir yer ideal bir zaman.

Saat 13:11 ‘de kış dönencesine giriliyor.

Sen de o saatte denize giriyorsun.

Yeni yıl kutlaması işte.

Senin için ışık önemli.

Yaz ve kışı birbirinden ayıran esasında soğuk veya sıcak değil senin için.
Işık önemli.
Günlerin uzamaya başlayacağı an da senin için yılbaşı sayılır.

21 Aralık yılbaşı olarak değerlendirilebilir.

 O vakit bunu nasıl kutlamayı düşünüyorsun?

Poseidon'la selamlaşarak tabii..






Konuyla ilgili internet kaynakları: 


Türkçe yayın yapan medya organlarında kayda değer bir analiz bulunmaması şaşırtıcı değil. Her konuda olduğu gibi bu konuyu da ciddiye almayan Türk medyası işin yaşamsal boyutunu ıskalamış görünüyor. İngilizce yayın yapan medyanın konuya yaklaşımının ne kadar farklı olduğu aşağıdaki linklerden görülebilir. 





Öyle de yapıyorsun.

10 Ara 2012

NEŞEYE ŞARKI AN DIE FREUDE

Dokuzuncu senfoniyi büyük bir senfoni orkestrasından dinlerken müziği canlı olarak yaşamanın ne demek olduğunu bir kez daha anladım. Elektronikleşen dünyamızda "stero" kavramının aslında konser salonundaki akustikle bağlantılı olduğunu görmek de önemliydi. İtalyan şefin her hücresinin hareketine bağlı olarak enstrümanlarından büyülü notaları döken sanatçıların seslendirdiği Ludvig Van Beethoven'in dokuzuncu senfonisi 1824 yılında tamamlanıyor. 1785 yılında Fredrick Shiller'in yazdığı şiiri "An die Freude" yi bestelemeyi amaçlıyor.

Sözleri tüm insanlığın ortak değerlerine gönderme yapan şiirin değeri günümüzde daha iyi anlaşılıyor olmalı ki AB kendine marş  olarak seçiyor.




Neşe, güzel kıvılcımı tanrıların,
Elisium’un kızı,
Giriyoruz ateş-sarhoşu,
Kutsal tapınağına Tanrıça!

Freude, schöner Goetterfunken,
Tochter aus Elysium,
Wir betreten feuertrunken,
Himmlische, dein Heiligtum.

Birleştirir tılsımın yeniden
Ayırdıklarını törenin kılıcının;
Kardeş olur dilenci prense,
Uzandığı yerde yumuşak kanadının.

Deine Zauber binden wieder
Was der Mode Schwert geteilt
Bettler werden Fuerstenbrueder
Wo dein sanfter Fluegel weilt.

Kucaklaşın, milyonlar!
Alın bu öpücüğünü bütün dünyanın!
Yıldızlı göklerin ötesinde, kardeşler,
Seven bir baba yaşıyor olmalı.

Seid umschlungen, Millionen!
Diesen Kuss der ganzen Welt!
Brüder — über'm Sternenzelt
Muss ein lieber Vater wohnen.

Kim yakalamışsa o büyük talihi,
Başarmışsa bir dosta dost olmayı,
Kim kazanmışsa soylu bir kadını,
Katsın sevincimize sevincini.

Wem der große Wurf gelungen,
Eines Freundes Freund zu sein,
Wer ein holdes Weib errungen,
Mische seinen Jubel ein!

Evet, — kim tek bir ruha bile olsa,
Benimdir demişse bu dünyada!
Ama kim yapamamışsa bunu,
Terketsin ağlayarak bu topluluğu.

Ja — wer auch nur eine Seele
Sein nennt auf dem Erdenrund!
Und wer's nie gekonnt, der stehle
Weinend sich aus diesem Bund.

Neşe içer tüm varlıklar,
Göğsünde Doğanın;
Tüm iyiler, tüm kötüler
İzler gül döşeli yolunu onun.

Freude trinken alle Wesen
An den Brüsten der Natur;
Alle Guten, alle Bösen
Folgen ihrer Rosenspur.

Bize öpücükler verdi, ve şarap,
Ve ölümle sınanmış bir dost;
Giderek esrime verildi kurta bile,
Ve durur melek Tanrının önünde.

Küsse gab sie uns und Reben,
Einen Freund, geprüft im Tod;
Wollust ward dem Wurm gegeben,
Und der Cherub steht vor Gott.

Önünde eğilir misiniz, milyonlar?
Yaratıcıyı duyumsar mısın, dünya?
Yıldızlı göklerin ötesinde ara onu.
Yıldızların ötesinde yaşıyor olmalı.

Ihr stuerzt nieder, Millionen?
Ahndest du den Schöpfer, Welt?
Such ihn ueberm Sternenzelt.
Über Sternen muss er wohnen.

Kucaklaşın, milyonlar!
Alın bu öpücüğünü bütün dünyanın!
Yıldızlı göklerin ötesinde, kardeşler,
Seven bir baba yaşıyor olmalı.

Seid umschlungen, Millionen!
Diesen Kuss der ganzen Welt!
Brüder — über'm Sternenzelt
Muss ein lieber Vater wohnen.

Önünde eğilir misiniz, milyonlar?
Yaratıcıyı duyumsar mısın, dünya?
Yıldızlı göklerin ötesinde ara onu.
Yıldızların ötesinde yaşıyor olmalı.

Ihr stuerzt nieder, Millionen?
Ahndest du den Schöpfer, Welt?
Such ihn ueberm Sternenzelt.
Über Sternen muss er wohnen.

Kucaklaşın, milyonlar!
Alın bu öpücüğünü bütün dünyanın!
Yıldızlı göklerin ötesinde, kardeşler,
Seven bir baba yaşıyor olmalı.

Seid umschlungen, Millionen!
Diesen Kuss der ganzen Welt!
Brüder — über'm Sternenzelt
Muss ein lieber Vater wohnen.

Friedrich Schiller

Schiller / An Die Freude / Neşeye Şarkı

Kaynak:

 http://www.supermeydan.net/forum310/thread85539.html#ixzz2EgQPelbu

8 Ara 2012

21 Aralık v Foton Kuşağı



Bir efsane nasıl yaratılırsa aynen öyle oldu.
Kulaktan kulağa yayılan, medyanın da saf tuttuğu bir esinti.
Kıyamet
Maya takviminin son günü.
Dünyanın sonu .
Senaryo da hazırlandı.
Marduk adlı gizli gezegen sinsice dünyaya yaklaşıp çarpacak ve tüm insanlığı yok edecek.
Yine aynı senaryonun farklı versiyonlarında Marduk’un bir önceki ziyaretinden söz edilir. Marduk gezegeninin çok zeki ve çok üstün medeniyete sahip canlıları,  önceki ziyaretlerinden birinde iki yüz bin yıl önce insanın ilk türü olan  hominidae lerin beyin kromozomlarıyla oynayarak bir mütasyon gerçekleştirmişler.
Bu mütasyona göre insan beyni bir sıçrama yaparak büyük bir aşama kaydetmiş ve bugünkü zeka seviyesine ulaşmıştır.
Marduk gezegeninde yaşayanlar dünyayı bir laboratuar olarak kullanmışlar. İşte şimdi de artık bu deneyin olumlu sonuç vermediğini görüp dünyayı ve insanları yok etmeye karar vermişler.
Bu yok ediş ise 21 Aralık 2012 tarihinde gerçekleşecekmiş.
Senaryo bu.
Tanrıların arabaları adlı kitabıyla (1968, Erinnerungen an die Zukunft, Chariots of the Gods)İsviçreli Erich Von Daineken, yetmişli yıllarda  çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı, neredeyse bir kült oldu.
İleri sürdüğü kurama en büyük kanıt olarak Mısır piramidlerini ve Maya uygarlığını gösteriyordu.
Bu akım bir yerde Atlantis efsanesiyle de bağdaştırıldı.
Sonuç itibariyle yeni kült insanların uzaylılar tarafından mütasyona uğratılarak geliştirilen varlıklar oldukları tezi üzerine yüzlerce senaryo geliştirildi.
Her kitap milyonlarca okuyucu buldu.
Şimdi yeni efsane Foton Kuşağı yine aynı kökten gelen varsayımlara dayanıyor.
Uzaydan gelen farklı türdeki ışık enerjisi (Foton) insanlar üzerinde ikinci mütasyonu gerçekleştirmek üzere  21 Aralık 2012 tarihini seçiyordu.
Gezegenler bir hizaya dizilerek gerçekleşecek olan bu foton kuşağı dizilişi sonrasında insanların kromozon yapısında değişiklik olacak ve insanlar bir üst seviyeye ulaşacaklar teorisi oldukça büyük bir taraftar kitlesi buldu.
Determinist (İnsan davranışla­rı ve eylemleri değişmez ilkelere veya yasalara bağlı olduğu gibi aynı zamanda zorunludur. Öyleyse insan özgürlüğünden, insanın özgür iradesinden ve özgür seçiminden de sözedilemez.) düşünce yapısının günümüzde ulaştığı nokta bu kuramlarla sınırlı değildir.
New Age akımları hız kesmeden yeni keşifler yapmaktadır. Bir araştırmacı konuyu şöyle açıklıyor:
“Ekinoks ve gündönümlerinde Burçlar kuşağında her 2150 yılda bir gerileme oluyor. Bu 2150 yıllık dönemelerin her birine çağ deniyor.  Bu gerilemenin tüm Burçlar kuşağınında gerçekleşmesi ise 2150 *12 =25.765 yıl. Maya’lara göre 2012′de(Zeitgeist 2150 diyor) yeni Kova burcu çağına giriyoruz.  Maya’lara göre 2012′de aynı zamanda yaklaşık 26 bin yıllık bir döngü de tamamlanıyor.  Güneş,Galaktik merkez ve Dünya tek bir çizgi üzerinde diziliyor.”
Bir diğer araştırmacı ise foton kuşağı inancını şöyle özetliyor:
“Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA’ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA’ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra’ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek. Bu ilk önce kısa süren bir kaosa neden olacak fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecek. İnsanlar birbirinin auralarını görebilecekler. 12 sarmallı DNA’ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecekler. İnsanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı ise fiziksel dünya’da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Yani, dünya’da geri kalanlar (kalmayı seçenler) ölmeye (başka boyut gitmeye) karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu görecekler. Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçirecekler. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek.”
Virginia Essene’nin “Galaktik İnsan” adlı kitabı da bu konuda oldukça derinlemesine analizler sunuyor.
  • İnananlar cephesi : deterministlerden oluşan newage müridlerinden oluşuyor. Galaktik insan analizine inanıyorlar.
  • İnanmayanlar cephesi: Bilimsel verilerin ışığında ortaya konan kuramların asılsız ve mesnetsiz olduğunu düşünüyorlar.
Gelinen noktada bir “inanç “sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz.
İnananlar ve inanmayanlar ikilemi bir kez daha doğmuş durumda.
Dekadansın giderek hakim olduğu günümüzde artık umudunu yitirmiş olan insanların çok kolay bir biçimde sempati duydukları “foton kuşağı” varsayımı bir ölçüde kıyamet senaryosu Marduk’dan ayrılıyor.
Mardukçular “batsın bu dünya” yaklaşımlarına kanıt bulurken, kişisel yetersizliklerinin tüm insanların kaderi olduğuna inanan “foton Kuşağı” kuramcıları da sihirli bir ışıkla yetersizliklerinden kurtulacaklarına inanıyorlar.
Bilimsel kurumlar ve İnanç kurumları da resmi açıklamalar yapma ihtiyacı hissediyorlar.
Nasa 21 Aralık için özel bir video filmi hazırlarken , TC. Diyanet İşleri Başkanlığı bir bildiri yayınlamakta tereddüt etmiyor.
Nihayetinde herkes dilediğine inanmakta özgür.
Bakalım 22 Aralıkta neler söylenecek….

4 Ara 2012

Elveda Çamlıca








Elimdeki üç yüz sayfalık kitabın kapağına bakıyorum.

Geçen yıl dostum Ersin Alok hediye etmişti.

Çamlıca konusu da kuş gözlemciliği ve göçmen kuşlar sohbetimiz sırasında gündeme gelmişti.
“ Çamlıca: İstanbul’da Kalan Yaban Yaşamın Son Bahçesi”   Dr. Ali R. Bilginer ve Ersin Alok’un ortak çalışması.
Bir Çamlıca yaban yaşam belgeseli.

2009 yılında yayınlanan kitap Çamlıca’nın doğal yaşamını fotoğraflarla anlatmayı ve belgelemeyi amaçlıyor. Kitabın önsözünde  iki binin üzerinde bitki çeşitliliğiyle dünya sıralamasında çok müstesna bir yere sahip olan İstanbul’un Ömerli Havzası’ndan sonra ikinci öneme sahip yaban yaşam alanı olduğunu belirtilmektedir.
Yirmi beş yıl çalışarak kitabı hazırlayan Dr. Ali. R.  Bilginer’in tüm fotoğrafları da bizzat çektiğini belirtelim. Tıp alanında faaliyet gösteren bir doktorun doğaya ilgi duyarak böylesine kapsamlı bir çalışma hazırlaması da ayrıca vurgulanması gereken  bir yön. Prof. Dr. Tuna Ekim yazdığı önsözde “doktorum” diye hitap ettiği Bilginer’in nasıl yıllar boyunca boş vakitlerinde bitki resimleri çekip biriktirdiğini anlatıyor.

Ersin Alok da önsözünde kitaba “Çamlıcanın Gizemleri” adını vermek istediğini söylüyor. Alok 2500’den fazla bitki çeşitliliği barındıran bölgenin korunmasının insanlık görevi olduğunu söylüyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde fotoğraflarıyla bitki türleri, mantar türleri, hayvanlar inceleniyor.

Bu kadar zengin bir çeşitliliğe her halde başka bir yerde rastlamak mümkün değildir. Ayrıca Çamlıca’da başka bölgelerden gelen bitkilerin de bulunduğu göze çarpıyor. İlkbahar ve sonbahar aylarında yoğun bir göç yaşayan kuşların ayaklarıyla ve gagalarıyla Güneyden ve Kuzeyden tohumlarını taşıdıkları yeni türlere de rastlamak mümkün. Çamlıca tepesi son günlerde bir cami projesiyle yeniden gündeme geldi.

Cami ya da başka bir beton yapı hiç fark etmez. Bu bölgedeki ekolojik yaşamı olumsuz yönde değiştirecektir.
Oysa Çamlıca tepesinin doğal koruma alanı olarak ilan edilmesi gerekir. Bunun gerçekleşmesi için yeterli kamuoyu oluşmuş değil. Bu bilincin oluşması için daha çok yolumuz var. Bugün İstanbul’un en önemli doğal havzalarına yönelik yapılaşma canlı hayatı ciddi derecede tehdit etmektedir.



Çamlıca Cami projesi, Taksim Meydanı Projesi, Yeni Havaalanı Projesi, Ömerli Havzası Projeleri , Ağaoğlu Projeleri, vb. büyük ölçüde İstanbul’un yirmi milyona yaklaşan nüfusunun ihtiyaçları için oluşturulmuş olsa da yaban hayatın ortadan yok olacağı büyük riskleri de ihtiva etmektedir.

Doğayı ve yaban hayatı korumak bir insanlık görevidir.

Yapılması gereken STK’lerin bu bölgeri  doğal koruma alanları olarak ilan ettirip yapılaşmayı durdurmaktan ibarettir.

Değer biçilmesi mümkün olmayan bu doğal  hazinelerin yerel idarelerin ve siyasi rant peşinde koşanların elinde talan edilmesine izin veriliyor olması, medyanın ve STK'larının sesini çıkartmamaları da çok acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Değerler sıralamasında doğa artık yok galiba.

Bu da bizim önce Çamlıca'ya sonra da diğer doğal hazinelere veda etmemize neden olacakmış gibi görünüyor.



12 Kas 2012

Muharrem Orucu





“Yeryüzündeki her din, inanç ve ideoloji, bazı tarih, gün veya geceleri
diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı
kabul etmektedir. Buna bağlı olarak, toplumların hayatında inanç
ve gelenekten kaynaklanan bazı önemli günler, geceler ve aylar vardır.
Bu zaman dilimlerinde, meydana geldiği varsayılan veya gerçekten
meydana gelmiş olan bir takım olaylar sebebiyle, çeşitli kutlama
ve yas törenleri yapılagelmiştir. Böyle zaman dilimlerinin, ortak değerlere
sahip toplulukların sosyal ve kültürel hayatlarını hep canlı tutan
önemli unsurlar olduğu bir gerçektir.”Doç. Dr. Metin BOZKUŞ






“B-ism-i Şah, Allah Allah!
İmam Hüseyin’e, Onun soyuna ve dostlarına,
Selam olsun!
Yezid’e ve yandaşlarına yüz bin kere lanet olsun!
Hak matem oruçlarımızı kabul eylesin.
Gerçeğe hü!”[1]

İslam kültüründe Muharrem ayı  bir çok bakımdan önemlidir. İslam Kütürü’nün  1433 yılda göstermiş olduğu gelişmeye göre de farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların kaynağı zamn içerisinde oluşmuş mezheplere ve geleneklere göre de değişiklikler göstermektedir.  Her şeyden önce İslami takvimin birinci günü yani yılbaşı olması itibariyle önemlidir.
 Hicri takvime göre yılbaşı Muharrem ayının birinci günüdür. Cahiliye dönemi olarak kabul edilen Arap Yarımadasındaki İslam inanışı öncesindeki geleneklere göre haram aylardan biri olarak kabul edilen bu ayda Samî , İbrahimî geleneğe göre savaşmak yasaktı. Yasakların ötesinde Muharrem ayı İslamiyet öncesinde oruç ayı olarak da biliniyordu. Nuh Peygamber’den bu yana uygulanan bir ibadet bir ritüel olması itibariyle Muharrem orucunun  Yahudi dininde Yom Kipur[2] olarak bilinen kefaret orucuyla bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir. 
 Efsaneye göre rabbin yolundan çıkan insanları cezalandırmak için kararlı olan Rab , Nuh’a bir gemi yapmasını ve gemiye her canlıdan bir çift  almasını söyler. Yağmurlar başlar ve hiç durmaz. Dünya sularla kaplanır. Günahkar insanlar boğularak can verirler. Nuh ve ailesi ve gemiye aldıkları canlılar kurtulurlar. Tufan sonrası dünyayı kaplayan sularda uzun süre yol alan Nuh Peygamber ve ailesinin  yiyecekleri tükenmeye yüz tutmaya başlamıştır. Gemideki  tüm canlılar  açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.  Tanrının gazabı olarak nitelendirilen suların çekilmesi ve cezalarının bitmesi için  Nuh Rabbine yalvardı. Ertesi sabah ağzında bir zeytin dalıyla gelen beyaz bir güvercin suların çekildiği müjdesini getiriyordu. Elde kalan tüm yiyecekleri bir araya getirerek yapılan yemekle açlıklarını gideren peygamber ve ailesinin ölümden kurtuluşunu sembolize eden bu oruç ve Aşura geleneği tüm Samî dinlerle irtibatlandırılmaktadır.

İslamiyet’in doğuşu öncesinde Yahudi Hıristiyan kaynaklara göre özellikle Yom Kipur’da Yahudilerin Tişrin ayında tuttukları orucun  Muharrem orucuna sekretize olduğunu ileri sürenler az değildir. İslam kaynakları bu görüşü gerçeğe uygun bulmamışlardır.

Alevi kaynaklara göre bu yıl Muharrem Orucu, 12-13-14 Kasım 2012 tarihinde Masum-i Pak orucu ile başlayacaktır. Masum-i pak orucu isteğe bağlıdır. Muharrem orucu ise 15 Kasım 2012 tarihinde başlayıp 26 Kasım 2012 tarihinde tamamlanacaktır.

24 Kasım 2012 Cumartesi günü Hz Hüseyin’in şehadet günü olması nedeni ile anma ibadeti düzenlenir.  27.Kasım.2012 ise Matemin 13. Günü peygamberin soyunu devam ettiren imam Zeynel Abidin’in sağ kalması aşkına isteyen kurban keser.

Ayrıca matem bitimi Nuh’un tufandan kurtulmasını sembolize eden Aşure çorbası lokma olarak dağıtılır.
Muharrem’in onuncu günü Hz Hüseyin’in aynı zamanda kurtuluş günüdür. Bu manada bazı yörelerde ve dergahlarda Hz Hüseyin’in şehadet günü Aşure dağıtılmaktadır. İki günde diğer imamlar için oruç tutup matemin tamamlanması daha uygun görüldüğünden çoğunlukla aşure çorbası matemin 13. Günü yapılmakta ve matem tamamlanmaktadır.

Matem ayı boyunca su içilmez, et yenmez, kan dökülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, karı koca ilişkileri kesilir, Çalgı çalınmaz,eğlence düzenlenmez . Oruç tutanlar yatmaya yakın niyet ederek oruca başlarlar. Ayrıca sahura kalkmak yoktur. Güneşin batımı ile oruçlar açılır. Oruç gösterişten uzak sade yemekler ile susuz açılır.

Yoğurt, süt, gibi gıdalar az olmak şartıyla alınır. Kerbela çölünde şehit olan Hüseyin ve ailesinin halleri örnek kabul edilerek aşırılıktan kaçınılır. Gösterişe giren iftar yemekleri düzenlenmez. Başta fuzuli,yemini olmak üzere Hak aşıklarının deyişleri okunur.

Muharrem'in 10. Günü [3]

“Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70'den fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela'da şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir.”
 Diyanet İşleri Başkanı  Mehmet Görmez

Âşura  
Arapça “aşara” on demektir. Âşura kelimesi de Muharrem ayının onunu tasfir  etmesi gerekçesiyle Tükçeye  “Aşure” olarak girmiştir. Özel bir tatlının adı olarak bilinmektedir.  
“Muharrem[4] kelimesi de yine Arapçadan gelen bir kavram olarak Tükçeye girmiştir. Sözlük anlamı olarak: "haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan" demektir. Mekke’de “Cahiliye dönemi”nde  “Haram Aylar”dan biri olarak kabul edilen Muharrem ayı, savaşılmayan kutsal aylardan biri olarak bilinmekteydi.
Kimi araştırmacılara göre Âsûrâ Günü , Yahudi geleneklerine göre Musa ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve  oruç tutmakla mükellef olunduğu bir gündür. Bazı Araştırmacılara göre kutsal ay olarak kabul edilen Muharrem ayında aşağıdaki olayların meydana geldiği varsayılmaktadır.
1.      Âdem Peygamber ’in tövbesinin kabul edilmesi,
2.     Nuh Peygamber ’in gemisinin tufandan kurtulması,
3.      Yunus Peygamber’in balığın karnından çıkması,
4.     İbrahim Peygamber’in, Nemrut’un hazırlattığı ateşte yanmaması,
5.      İdris Peygamber’in diri olarak göğe çıkarılması,
6.     Yakup  Peygamber ’in oğlu Yusuf’a kavusması,
7.     Eyüp Peygamber’in  hastalıktan kurtulması,
8.      Musa Peygamber’in Kızıldeniz’i  asasıyla yararak geçmesi,
9.     İsa Peygamber’in doğum günü,
Bu kutsal günleri çoğaltmak mümkündür. Muharrem ayına atfedilen kutsallık bazı inanç sistemlerinde özel kutlamalarla, farklı ritüellerle de irtibatlandırılarak günlük yaşamın akışında farklılık yaratacak bir konuma erişmiştir. Örneğin Metin And’ın bazı çalışmalarında da etraflıca değindiği ritüeller ve değer yargıları karşımıza çıkmaktadır.
Bektâsîler, Alevîler, Kızılbaslar vb. kesimlerde Muharrem’in ilk on günü ve gecesinde su içilmez, tıras olunmaz, çamasır degistirilmez ve yıkanmaz/yıkanılmaz,aynaya bakılmaz, bir sey koklanmaz, sarkı söylenmez, çalgı çalınmaz, dans edilmez,gülünüp eglenilmez, dügün gibi toplantılara gidilmez, canlılar –böcek bile- öldürülmez,cinsel iliski olmaz, tütün içilmez, Ayn-ı Cem yapılmaz, zinet esyası takılmaz. Bu süre zarfında bir mâtem içerisine girilir. On iki İmam için on iki gün oruç tutulur.”[5]

Bu  inanca göre ibadet edenlerin uymaları gereken kurallar bütününü  özetleyen Metin And günümüzde giderek önemi artan bir Alevi Bektaşi geleneğini tasfir etmektedir.


İslami Yılbaşı

Muharrem ayı aynı zamanda İslami yılbaşı olarak da kabul edilmektedir. Her inanış sisteminde özel günler vardır. İslam inanışına göre Muharrem ayı kutsal bir aydır. Bu ayla ve özel günlerle alakalı Kur’an’da ayetler mevcuttur.

“Doğrusu ayların sayısı Allah yanında on iki aydır. Gökleri, yeri yarattığı günkü Allah yazısında, bunlardan dördü haram olanlardır. Bu, işte en payidar, en doğru dindir; onun için bunlar hakkında kendini,ze zulmetmeyin de müşrikler sizinle topluca savaştıkları gibi, siz de onlara topluca savaşın ve bilin ki, Allah korunanlarla beraberdir.”
 Tevbe Suresi, 2-36 Kur’an –ı Kerim’in yüce meali, Elmalılı m. Hamdi Yazır, s.109


Kerbela

Muharrem ayının İslam dininde en büyük ayrılığın tohumlarının atıldığı bir ay olmasını da unutmamak gerekir. Haram aylardan kabul edilen bir ayda meydana gelen ve bir katliamla sonuçlanan saldırı islam dininde tamiri mümkün olmayan bir çatlak meydana getirmiştir. Bu olayı  Prof. Dr. B. T.Menemencioğlu’ndan[6] okuyalım.

“Hicri takvime göre, Muharrem ayı Bektasiler ve Aleviler için özel bir önem tasır. Muharrem ayını bu denli özel kılan, Bektasi ve Alevi dünyası için yine çok özel olan, “Kerbela” olayının bu ay içinde meydana gelmis olmasıdır. Her yıl “Kerbela” olayının yıldönümüne denk gelen dönemde, özel törenler uygulanır. Türkçe karsılıgı “tasa” anlamına gelen “kerb” sözcügünden hareketle olayın gerçeklestigi yere, “Kerb-ü bela” adı verilmistir. Bagdat’ın 90 km kadar güneybatısındadır. Fırat’a olan uzaklıgı ise 25 km.dir. Kerbela olayı sadece Bektasi ve Alevilerce degil, tüm islam dünyasınca bilinen, anılan ve üzüntü duyulan bir olaydır. Ancak, bu olay, Bektasiler’de ve Aleviler’de çok derin izler bırakmıstır ve bir “ibret olayı” olarak yasantılarında, günümüzde de önemli yer tutmaktadır. Kerbela olayının temelinde iki temel karsıtlıgın savası yatar. Bu karsıtlıklardın biri “iyi”yi, digeri “kötü”yü simgeler. Esit kosullarda bir savas olmadıgı için, diger bir deyisle taraflardan biri, bir anlamda tuzaga düsürüldügü için ise , “mazlum” ile “zalim”in savasıdır ve bir zulmün hikayesidir.”

Kerbela’da meydana gelen katliamın detaylı bir geçmişi de var. Günümüzde etkisisini sürdüren ve İki akraba ailenin birbiri ile mücadelesinin , bir iktidar mücadelesinin de trajik hikâyesidir bu. [7]

Kerbela olayı, bir çok din tarihçisi tarafından İslam dininde hizipleşmenin, mezhepleşmenin ana nedeni olarak gösterilir. Bu tartışmalarda görüldüğü kadarıyla ”Şia” ve ”Sünni” ve ”Harici” mezhep  ayırımının  ”teolojik” yanından çok siyasi sebep ve sonuçları belirginleşir. Din ve siyaset giderek   ”inanç” ve  esasları, ritüelik aykırılıklar, farklı bakış açıları yerine iktidar ve ”halifelik makamı”  kutuplaşması  büyük bir öneme sahip olur.

Muharrem ayı, günümüzde toplumun Şiî  kesimi tarafından ”Matem” ayı olarak kabul edilir. Bu matem Kerbela’da işlenen cinayetin matemidir. İnananlar bu ayda oruç tutarlar. Muharrem  orucu 12 gün sürer. Muharrem ayının onuncu günü ise âşure kaynatılır ve  matem sona erer. Muharrem Orucu, bir susuzluk orucudur. Kerbela’da Yezid tarafından uzun süre susuz bırakılan ve sonra katledilen Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in ve ailesinin  anısına yas tutulur, su içilmez bir tür empati yapılır. Muharrem ayı ve onu takip eden Sefer ayı boyunca yas tutulur. Caferiler özel olarak ”Taşura” (dokuz)  ve Aşura (on) günlerinde siyahlar giyerek, elleriyle başlarına ve göğüslerine , ellerindeki zincirlerle de sırtlarına  darbeler indirerek yürürler. Bu  yürüyüş Hz. Hüseyin ve ailesinin  çektiği ızdırabı   remzeder.

Hilafet Mücadelesi

Hz. Muhammed’in vefatından sonra oluşan idari ve ruhani boşluğu doldurmak amacıyla  ”Halifelik” makamı etrafında ileri gelen kabileler arasında bir iktidar mücadelesi ortaya çıkmıştır.[8] Hz. Muhammed hem devlet başkanı hem de dini lider olarak müstesna bir iktidara sahipti.

Ebubekir’in (632-634) ilk halife seçilmesi konusunda  farklı görüşler mevcuttur. Ali taraftarları Ebubekir’in halife seçilmesini ruhani değil siyasi bir manevra olarak görürler. Esas fikir ayrılığı Kur’an’ın muhtevası üzerinde değil,Hz. Muhammed ile   ”kan bağı ” konusunda ortaya çıkmaktadır. Ali taraftarları ”Ehl-i Beyt” mensubu  olmayan birinin halife seçilemeyeceğini ileri sürerler. Bazı tarihçilere göre Hz. Muhammed sonrası ”Dört Halife Dönemi” olarak bilinen dönemde hilafet mücadelesinin çok kanlı geçtiği anlatılır. Ebubekir’in vefatı etrafında da farklı görüşler vardır. Onun vefatıyla vasiyeti üzre  yerine Ömer(634-644) seçildi.

Ömer’in vefatı üzerine halife olan Osman(644-656), Mısır, Küfe ve Basra’dan gelenler tarafından  Miladi 656 yılında öldürüldü. Onun yerine Ali (656-661) seçildi. Burada seçimlerde belirgin rol oynayan Haşimi, Emevi, gibi kabilelerin ileri gelenleri olduğu söylenir. Ali’nin halifelik dönemi anlaşmazlıkların arttığı, kabileler arasında husumetin çoğaldığı bir dönem oldu.

Cemel savaşı, Sıffin savaşı, Ali, Ayşe, Muaviye taraftarları arasında binlerce müslümanın öldüğü üzücü olaylardır.Ali’nin bir suikastle öldürülmesi ardından Ali’nin oğlu Hasan, halife ilan edildi. Mısır ve Şam valileri ise Muaviye’ye bia’at edip Hasan’a  itiraz ettiler. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Hasan belirli şartlar ileri sürerek halifelik talebinden vaz geçebileceğini Muaviye’ye bildirdi. Muaviye şartları kabul etti ve halife seçildikten sonra oğlu Yezid Hasan’ı zehirleyerek öldürmesi için eşi Ca’de yi bir şekilde ikna etti. Sözlü tarihe göre Yezid’in , Ca’deye 10 bin dirhem gümüş, Irak’ta 10 pare köy ve kendisini alacağını vaat ettiği söylenir. Hasan ’ın yüz kadar kadınla evlilik yaptığı da rivayetler arasındadır. Ca’de’nin de cinayet sonrasında gittiği Şam’da  Muaviye tarafından öldürüldüğü söylenir.
Muaviye dönemi İslamiyet Tarihi’nin dört halife döneminde başlayan ”hilafet”[9] geleneğinin ”saltanat”[10] haline dönüştüğü ve rekabetin ortadan kaldırılması için suikastlerin yapıldığı,  cinayetlerin işlendiği ve toplu katliamların yapıldığı çok kanlı bir dönem olmuştur. Yezid babası Muaviye’nin işaret ettiği Ehl-i Beht muhtemel muhalefeti ortadan kaldırmak için kendisine bi’at eden valilere Hüseyin ve ailesinin ortadan kaldırılması talimatını vermiştir.Bu talimatlara göre hareket eden Ubeydullah, Rey valisi tayin ettiği kıyıcılığıyla bilinen Ömer’i Hüseyin ve ailesini ortadan kaldırmakla görevlendirdi.[11]





[1] Yrd. Doç. Dr. Erdal YILDIRIM, TUNCELİ YÖRESİ ALEVİLERİNDE MUHARREM AYI’NIN ÖNEMİ VE AŞURE GELENEĞİ,  Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
[2] Yom Kippur (Kefaret Günü)
Musevilikte Musevi Takvimi'nin ilk ayı olan Tişri ayının 10. günü yaklaşık 26 saat boyunca tutulan büyük oruç.
Museviliğe göre bir insanın kaderi bir yıl önceki hâl ve hareketlerine göre yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen kişilerin kaderi bir yıl sonra için iyi yazılır.
Musevi Yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kippur arasındaki 10 gün boyunca bir vicdan muhasebesi yapılır ki buna İbranice teşuva (geriye dönme) denir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı davranışlar gözden geçirilir insanlara karşı yapılan haksızlıklar için insanlardan özür dilenir ve helalleşilir. Tanrı'ya karşı işlenen suçlar için de tövbe edilir. 9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce oruca başlanır. 26 saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca yemek yemek ve içmek, yıkanmak, parfüm sürünmek, çalışmak, ateş yakmak yasaktır. Güneşin batmasıyla Sinagog'a gidilir ve 2 saat süren dini törenden sonra eve dönülür ve yatmadan tekrar vicdan muhasebesi yapılır.
Sabah erkenden kalkıp Sinagog'a gidilir ve yaklaşık 12 saat boyunca Sinagog'da aralıksız Yom Kippur için yapılan dualar, tövbeler ile vakit geçirilir. Güneşin batmasından yaklaşık 40 dakika sonra Tokea adı verilen kişi koç boynuzundan yapılmış bir boruyu (Şofar) çalarak orucun bittiğini ilan eder. Bu oruç yaklaşık 25-25.5 saat sürer.
Şofar'ın çalınmasıyla birlikte tören sona erer ve Tanrı'nın insanların gelecek yıl için kaderini yazdığına ve iyi kişileri hayat kitabına (Sefer Hayim) yazdığına inanılır. Kaynak: http://www.turkyahudileri.com/content/view/722/277/lang,tr/


[3] Şii ve Sünni Topluluklarda Muharrem Ayı Etkinlikleri,Nuh Çakır, Yüksek Lisas Tezi, Erzurum 2008
[4] “Muharremü’l-Haram”
[5] Metin And,
[6] Bektasi ve Alevi Geleneklerinde “Muharrem”Prof. Dr. Belkıs (Temren) Menemencioglu
[7] Menemencioğlu
[8] Kerbela Methiyeleri, Bünyamin Çağlayan,Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü, Doktora Tezi, Ankara 1997

[9] “Bir fıkıh terimi olarak hilâfet, İslâm toplumumun ve devletinin başkanlığını ifade etmektedir. Hilâfette:
a) Hâkimiyetin kaynağı Allah'tadır, bunu, -Allah böyle istediği için- ümmet temsil eder ve bir elde toplanması gereken selâhiyetleri seçim ve bey'atla halîfeye devreder, ümmetin denetim selâhiyet ve sorumluluğu devam eder. Halkın hâkimiyeti Allah'tan geldiği ve O'nun rızâ ve irâdesi istikâmetinde kullanılıp temsil edildiği için hilâfet demokrasiden de farklıdır. Demokrasilerde hâkimiyet -teorik olarak- kayıtsız, şartsız halkındır.
b) Halîfe ümmetin rızâsı ile iktidara gelir ve iktidarda kalır.
c) Halîfe olma vasıfları devam ettiği ve görevini uygun bir şekilde yürüttüğü müddetçe iktidarda kalabilir.
d) Teşrî yetkisi Allah'a aittir (Kanun vâzıı Allah Teâlâ'dır). Ümmetin, müctehidlerin ve bunlardan birisi olarak halîfenin yetkisi, araştırma, yorum, ictihad, istişare yoluyla ilâhî kanunu keşfedip ortaya çıkarmak ve uygulamaktır. İlâhî kanunların kaynağı vahiy ve akıldır. Hüküm ve kanun önce açık vahiy ifadelerinde (âyetlerde ve hadîslerde) aranır, burada bulunanlar kanun şekline sokulur ve uygulanır. Meselenin, hâdisenin, konunun özel hükmü vahiy kaynağında yoksa, bu kaynağın genel (çerçeve) hükümlerine bakılır. Burada da aranan bulunamazsa yine -geniş mânâda vahye dayanan- fayda prensibine (akla) başvurulur; akıl, dînin amaçlarını ve bilimi, tecrübeyi, ihtiyacı.. göz önüne alarak en faydalı olan çözümü, uygulamayı keşfeder ve bu kanunlaştırılarak uygulanır. Zamanın ve şartların değişmesi ile fayda ve zarar durumu ve hükmü değişirse kanun da buna göre değiştirilir ve yeni kanun yine ilâhî ve şer'î olur (çünkü uygun metodlarla hep O'nun irâdesi keşfedilmeye çalışılmıştır, O'nun irâdesine uygundur diye benimsenmiştir).
Kazâ ve icrâ yetkileri ümmet adına halîfededir; halîfe bu yetkileri, ümmetin temsilcileri ile danışmalar yaparak Allah'ın irâdesine ve ümmetin menfâatine uygun olarak kullanır, kullandırır.
e) Halîfenin yerine geçecek olanı belirleme selâhiyeti halîfeye değil, ümmete aittir. Halîfe aday gösterebildiği gibi, başkaları da aday gösterebilir. Adayın halîfe olması ümmetin seçip, rızâ gösterip bey'at etmesine bağlıdır. Halîfenin çocuklarının ve yakınlarının, yerine geçme bakımından bir imtiyazları yoktur.
f) Hükümdarlar diledikleri kimselere danışarak veya hiçbir kimseye danışmadan devleti yönettikleri hâlde halîfe ümmete veya onun temsilcilerine -yönetimin amaca uygun olabilmesi için kimlere danışmak gerekiyorsa onlara- danışarak devlet işlerini yürütür.” Kaynak: http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0988.htm
[10] Hilafet şûra esasına dayanır. Yani halife müslümanların istişâresi ve seçimi (bey'at) sonucunda işbaşına gelir. Saltanatta ise buna yer yoktur. Saltanat babadan oğula geçen bir hak olarak kabul edilir. 
[11] Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa,

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...