22 Oca 2015

Sagalassos


18 Ocak 2014 Sagalassos 104

Yıl 1885. Polonyalı Kont Karol Lanckoronski, Psidia’ya Sagalassos’a gelir ve fotoğraf çekmeye başlar. 1892 yılına kadar tüm antik kentlerin fotoğrafını çeker. Dönüşünde iki ciltlik bir kitap yayınlar: “Städte Pamphyliens und Pisidiens”. O yıl Osmanlı İmparatorluğu bürokrasisi Mısır Eyaletini tüm toprakları ve tebaasıyla İngilizlere verdiğine ilişkin anlaşmaya imza atar. İstanbul Anlaşması yıl 1885.

18 Ocak 2014 Sagalassos 084

1907 yılının Nisan ayında ünlü İngiliz Casus/Arkeolog Gertrude Bell Sagalassos’u ziyaret eder. O tarihte antik kent kar altındadır. Antik tiyatronun 16 fotoğrafını çeker. O tarihte İstanbul’da Osmanlı bürokrasisi Babıali’de birbirini yemektedir.

18 Ocak 2014 Sagalassos 107

İlk kez 8 Nisan 2013’de ziyaret ettiğim Sagalassos’da kar filan yoktu. Aksine bahar günü gibiydi. Kente 7 kilometre mesafede kurulmuş olan Türkmen köyü, zamanla kasabaya dönüşmüş.  Ağlasun adı verilen kasabaya neden bu adın verildiği bilinmiyor. Antik kentte  Helen-Roma mimarisi şaheserlerinden sonra kasabanın derme çatma yapıları iç karartmaya yeterli. Kasabanın tam ortasında yer alan yaşlı çınar ağacı zamana tanıklık ediyor.

18 Ocak 2014 Sagalassos 247
Anadolu’nun yazılı olmayan tarihi her türlü yoruma açık. Antik kent hakkında bulunan ilk belgeler MÖ.333 yılından kalma. Makedonyalı İskender’in Anadolu seferinden. Termessos’u aldıktan sonra İskender ordusunun  yönünü Sagalassos’a çeviriyor. Akdağlar üzerinden gelerek kenti kuşatıyor. Kenti aldıktan sonra adını değiştirmiyor. Bronz Çağı’ndan bu yana var olan kentin gerçek ahalisinin kimler olduğu hep tartışmalı. Kuruluşundan on ikinci asırda terk edilişine kadar geçen süre içinde Pisidia’nın en önemli şehirleri arasında saygın bir yere sahip oluyor.
Belçika Leuven Katolik Üniversitesi öğretim üyelerinden Marc Waelkens ‘in birinci Burdur Sempozyumunda sunduğu bildiride bölgede kazı yapan  bilim adamlarıyla ilgili referanslar var. Kenti ilk keşfeden arkeologun Paul Lucas olduğu bilgisi var. Kazı yapanlar arasında Van Neel, F Arundell, Stephen Mitchell sayılıyor.

Kentin tarihçesi işgallerle dolu. Kent sürekli el değiştiriyor. Helenleşme döneminden sonra sırasıyla Seleukoslar, M.Ö. 281, Attaloslar ve Bergama Kırallığı M.Ö. 188-133, Roma Galatya Eyaleti M.Ö: 39 siyasi yapının önemli dönüm noktaları. Değişmeyen şey kent meclisi. Her dönemde kent meclisi ve monarşi varlığını koruyor. Bu da kentin asillerinin hakim güçlerle işbirliği yaparak kentin yağmalanmasını önlediklerini gösteriyor.

Bugün belirgin şekilde ayakta kalan yapılar var. İki buçuk kilometreye yayılan kenti gezmek zaman alıyor. Kentin önemli yapıları sırasıyla meclis binası,aşağı ve yukarı  agora,stadyum, kütüphane, çeşmeler, hamam,Zeus tapınağı,Kiliseler ve diğer yapılar olarak özetlenebilir. Tüm Roma şehirlerinde görülen döşeme taş döşeli Agora dikkat çekici. Görkemli sütun ve heykellerle iki yanı süslenmiş bu blok taş döşeme yollar iki bin yıllık görkeminden hiç bir şey kaybetmemiş.

Günümüzde Pisidia  bölgesinin en  iyi durumda kalmayı başaran tarihi yapıları bence İmparator Augustus zamanında yapılan döşeme yollar. Latince adıyla Via Sebaste. Bu döşeme yolların bazı bölümleri tahrip olmamış. Özellikle de Akseki Sarıhacılar bölgesindeki döşeme yol üç kilometre kadar var. Bu yolun büyük bir bölümünün köylüler tarafından asfalt dökülerek tahrip edildiği söyleniyor.

Sagalassos  en zengin ve görkemli dönemini Roma Galatya Eyaletine dahil olduğu zaman yaşamıştır. Mısır başta olmak üzere tüm Akdeniz bölgesinde kereste, zeytinyağı, seramik, çeşitli madenler ticareti yapmışlardır.  Şehir yedinci asırda meydana gelen büyük depremde büyük zara görmüştür. Nüfusu azalmaya başlayan şehir on ikinci yüzyıldan sonra  terk edilmiştir. Günümüze kalan eserler heyelan altında kaldıkları için korunmuşlardır. Kentte yapılan kazılarda yeni yapılar ve heykeller bulunmaktadır.
Sagalassos’u ikinci kez karlar altında gezerken içimi bir hüzün kapladı. Üstün bir medeniyetin izlerini taşıyan yapılara baktıkça kafamdaki sorular çoğalıyordu. Bu en az elli bin nüfusun yaşadığı, dokuz bin kişilik antik tiyatrosu ve stadyumu olan antik şehrin, su ve kanalizasyon teşkilatı, muntazam yolları ve planlı yapıları vardı. Şehri Akdağ eteklerine kuranlar aşağıdaki ovayı da tarım için kullanıyorlardı. Oysa bugün o ova baştan aşağıya çarpık betonlaşmayla tarım yapılamayacak hale getirilmiş. Sarnıç sistemi tahrip edildiği için ova yağmur sularıyla bir bataklık gibi örtülmüş. İki bin yıl önce o coğrafyada var olan medeniyet şimdi yok. Ağlasun ve Mamak belediyelerinin aldığı  acemi tedbirler iflas etmiş durumda. Çirkin yapılar, viraneye dönmüş yapılar, evlerin arasından akan kanalizasyon karışan dere yeterince hüzün verici.

Bir zamanlar seramik atölyeleriyle dolu olan Mamak’ta tek bir usta kalmış. O da zar zor geçiniyor. Kasabayı gezerken başları takkeli elleri tespihli erkek kalabalığın kötü bakışlarıyla karşılaşıyorsunuz. Çocuklar saldırgan ve eğitimsiz. Sagalassos’dan geriye sadece taşlar kalmış. Taşlara kazınan medeniyet orada duruyor ama yerli halkın buna aldırdığı yok. Ülkeyi yavaş yavaş saran kara cehalet burayı da demir pençelerine almış. Sıkıyor da sıkıyor.

18 Ocak 2014 Sagalassos 351

13 Oca 2015

Bellum Sacrum



Bellum Sacrum[1] mu Cihad[2]’mı?


Paris’te Fransız vatandaşı üç Radikal İslam militanının işledikleri korkunç cinayetin etkisi giderek genişliyor. Cinayeti işleyen El Kaide/IŞİD[3] bağlantılı teröristlerin Fransız güvenlik güçleri tarafından bertaraf edilmesinin ardından yarın (11 Ocak 2015) Paris’te Fransız Cumhurbaşkanının çağrısıyla geniş katılımlı bir protest yürüyüşü düzenlenecek.

Yürüyüşe şimdiden önemli sayıda siyasi liderin katılacağı bilgisi haber ajanslarının gündeminde. Bu yürüyüşün ne amaçla yapılacağı ve nasıl bir mesaj vereceği de tartışılan konular arasında. Batı basını haberi terörizme vurgu yaparak verirken “Radikal İslam” akımları üzerinde de duruyor. Teröristlerin cinayet sebebi olarak Charlie Hedbo dergisinde geçtiğimiz aylarda yayınlanan Hz. Muhammed ve İslam konulu karikatürlerin gösterilmesi de demokrasi ve basın özgürlüğü tartışmalarını alevlendirmiş görünüyor.

 Dergide yayınlanan karikatürlerin özellikle dinin siyasetle olan ilişkisinin ve kitleleri etkileme biçimi üzerine yoğunlaştığı, sadece İslam dini ile sınırlı olmadığı, aynı hicivlerin Hıristiyan ve Yahudi dinlerini ve peygamberlerini de kapsadığı biliniyor. Özellikle de Hz. İsa konulu birçok karikatürün yayınlandığı ama Hıristiyan toplulukların bu karikatürleri çok daha serinkanlı bir biçimde karşıladığı da ileri sürülüyor. Hiçbir Hıristiyan grup “İsa’ya ve dinimize hakaret ettiniz.” diye dergiye saldırmıyor. Ama radikal İslami gruplar saldırıyor. Öncelikle de bunun üzerinde durmak gerekiyor. Neden Müslümanlar şiddete başvuruyor?

Charlie Hedbo cinayetleri Hıristiyan ve İslam toplulukları karşı karşıya getirdi. Her ne kadar İslam ülkeleri liderleri ve din adamları bu saldırıyı gecikmeli olarak da olsa kınasa da yine de konuşmalarda bir “ama” tonu var. Batılı ve özellikle de Fransız entelektüel çevrelerinin demokrasi ve söz hürriyeti vurgusu görmezden geliniyor. İslam ülkelerinde bazı çevreler yapılan eylemi haklı bulurken bazı çevreler de şiddetle kınıyor. Toplum ikiye bölünmüş durumda. IŞID’in İslam adına kelle kesme törenlerini sosyal medyada yayınlamasına tepki duyan Batı kamuoyu şaşkın durumda.

Dinler arası hoşgörü ve siyaset tartışmalarının din adına cinayetlere dönüşmesi kimi sosyologlar tarafından barbarlık olarak nitelendiriliyor. Nitekim bu cinayetleri başka türlü izah etme imkânı da yoktur. On ikinci asırda işlenen din cinayetlerine gönderme yapan Radikal İslam grupları özellikle de IŞID her fırsatta  “Cihad” çağrısı yapmaktadır. “Şeytanla savaş”  olarak nitelendirilen bu çağrının Hıristiyan Batıya ve İsrail’e karşı yapıldığını biliyoruz.

 Birinci savaş sonrasında Orta Doğu’da yeniden çizilen sınırların günümüzde artık geçerli olmadığı da ayrı bir gerçek olarak çıkıyor karşımıza. Arap İsrail savaşları, Baas rejimleri, Müslüman kardeşlerin güçlenişi, İran’da Humeyni ile başlayan yeni Şia akımı,  Çöl savaşları, Arap baharı, Yemen, Suriye ve Irak’ta meydana gelen mezhep savaşları ve daha birçok sorunun ortaya çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Batı Avrupa demokrasi, söz hürriyeti ve insan hakları temelli demokratik rejimlerle refah içinde yaşarken Orta Doğu bir kan gölü içine sürüklendi. Yaklaşık altmış yıldır süren kanlı çatışmaların bilançosu çok ağır. 
Orta Doğu bitmeyen katliamlarla sarsılırken tutunacak bir dal arayan insanların karşısına uzun süre bir kurtarıcı çıkmadı. Önceleri Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Mısır ve Suriye tarafından kurulan Arap Birliği’nin yolundan giden Orta Doğu halkları hayal kırıklığına uğrayınca Müslüman Kardeşler, FKC gibi örgütlere bel bağladılar. Lübnan bir savaş alanına döndü. Lübnan halkı neredeyse bir gece bile silah sesi olmadan uyku uyuyamadı. Bugün bu karmaşa şiddeti artarak sürmektedir.

Sonra çöl savaşları geldi. Irak yerle bir edildi. Beş milyon insan göç etti. Sünni ve Şia mezhepten olanlar çatışmaya başladı. Mezhep savaşlarının önü de bu şekilde açılmış oldu. Orta Doğu’da artık Avrupa’nın 1600 yıllarında başlayan ve Vestfalia anlaşmasıyla sona eren ama milyonlarca insanın ölümüne sebep olan “Otuz Yıl Savaşları’na benzer savaşlar başlamış oldu.  

  Bu mezhep savaşlarının tarafı olan çeşitli radikal gruplar yani  El Kaide ve ISIS gibi gruplar acaba nereden besleniyordu? El Kaide grubu bir hayal peşinde koşuyor,  Abbasi imparatorluğunu kurmak ve şeytanı (Batılı İnsanları) yok etmek için mücadele ettiğini ilan ediyordu. Bu amaç için her yol mubahtı. Orta Doğu’da bir gözlemci statüsünden başka bir rol üstlenmeyen Avrupa ülkelerinin radikal İslam terörüne maruz kalması hiç te tesadüf değildir. Bu ülkelerde örneğin Fransa’da beş milyondan fazla Müslümanın yaşadığı bilinmektedir. Aynı şekilde ciddi bir Müslüman nüfus barındıran İngiltere, Almanya, Hollanda ve İskandinav ülkelerinin de terörün arka bahçelerinde beklediği endişesi içinde oldukları bir gerçektir.

 Siyasal alanda sağ muhafazakâr ve sağ radikal yelpazenin giderek güçlendiğini görüyoruz. Fransa’da bu yıl yapılan seçimlerde % 25 oy alan bu grupların ülkelerindeki göçmenler aleyhine bir kampanya yürüttükleri de varsayılırsa, artık Avrupa’da ikinci savaştan bu yana süren huzurlu dönemlerin sonuna gelindiği sonucuna varılabilir.

 Demokrasinin ve söz hürriyetinin tehlike altına girdiğini gören Avrupa’nın demokratik güçleri olayın ciddiyetine vurgu yapıyorlar. Dünya ve özellikle de Batı din savaşlarından çok çekti. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaşların yanı sıra Hıristiyanlar arasında mezhep savaşları tüm Avrupa’yı kana boyadı. Nitekim bu yürüyüşün birinci mesajı savaş karşıtlığı demokrasi ve insan hakları, söz hürriyeti olacaktır. Batıda endüstri devriminden sonra ortaya çıkan ulusalcı laik devletlerin dini meseleleri bir yana bırakarak liberal ekonomilerin sağladığı bireylerin refahını temin etmek amacıyla yayılmaya başlamasıyla din dışı sömürgecilik dönemi başlamıştır. Birinci ve ikinci savaşların din savaşları olmadığını ekonomik savaşlar olduğunu biliyoruz.

Orta Doğu’da ikinci savaş sonrasında meydana gelen din savaşları Müslümanlar ile Yahudiler arasında cereyan etti. Arap İsrail savaşı denilen bu savaş ta aslında bir din savaşıydı.  İslam dinine mensup bazı grupların yayılmacı bir strateji izlemediğini söylememiz mümkün müdür? El kaide ve İŞİD gibi radikal İslami grupların programlarında İslam dininin bütün dünyaya yayılması vardır. Halifeliğin ilan edilmesiyle İŞİD Suriye ve Irak merkezli bir İslam devleti kurmuş ve kendi tabirleriyle “Cihad” başlamıştır. 

IŞİD bu savaşı sadece Hıristiyanlara karşı sürdürmüyor, onların yolundan gitmeyen Müslümanlara karşı da yürüttüğünü söylüyor. Bu bağlamda Paris saldırısı Hıristiyan dünyaya ve Avrupa medeniyetine olduğu kadar Müslümanlara karşı yapılan bir saldırı olarak da ortaya çıkmaktadır. Fanatik radikal grupların kendi amaçları dışında gözlerini hiçbir şey görmemektedir. İntihar saldırılarının giderek artacağı da söylenebilir.

Türkiye bugünkü gidişatıyla çok tehlikeli bir yol ayırımına girmiştir. 1923 yılında kurulan laik devlet yapısını değiştirmek isteyen bazı güçler, radikal İslami gruplar tarafından da desteklenmektedir. Ülkede giderek zayıflayan demokratik yapının totaliter bir rejime evrildiği de ayan beyan görünmektedir. Basın özgürlüğü sıralamasında 148. sıraya düşen Türkiye’yi karanlık günler beklemektedir. İktidar partisinin demokratik reformları yapmakta geciktiği, muhafazakâr siyasal atılımlar yaparak dini siyasetin merkezine oturtma çabalarının giderek arttığı gözlemlenmektedir. 

Din yani İslam dini geniş çapta devlet kurumlarının içine sindirilmektedir. Devlet memurları “mahalle baskısı” tabir edilen iktidar rüzgârı ile modernizeyi ve liberal cepheyi bırakıp İslam cephesine geçmiş bulunuyorlar.    Şiddetin her geçen gün tırmandığı Orta Doğu’da din yani İslam dini en önemli güç haline gelmiştir. Bir yanda İran, öte yanda Müslüman Kardeşler, Hamas, IŞİD, El Nusra, El Kaide, Taliban ve diğer gruplar. Hem birbirleriyle hem Hıristiyanlarla hem Yahudilerle, kısacası tüm dünyayla savaşıyorlar. Türkiye bu denklem içinde kendine bir yer bulma çabasındadır. Bir yanda laik Avrupa öte yanda İslam Şeriatı olmak üzere iki farklı siyasi cephede aynı anda bulunmak isteyen iktidar giderek tehlikeli sulara kapılmaktadır. Türkiye radikal grupların cirit attığı bir coğrafya haline gelmiştir. Ülkede sesi son derece cılızlaşan demokratik güçlerin bu gidişatı engellemeye takati kalmamıştır. Muhalefet partileri, STK’ları, medya organları iktidarın güvenlik güçleri ve etkisi altına aldığı adalet mekanizması, ekonomik teşvik paketleri tarafından bertaraf edilmiştir.

Sonuç olarak sıralamada 148. Olan medyanın gerçekleri yazamayacağı, gösteremeyeceği söylenebilir. Giderek güçlenen iktidarın gelecek seçimleri de alacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Batılı özgür basının Türkiye’yi nasıl gördüğü konusuna gelince; her şeyden önce söz hürriyetinin ve adaletin sorunlu olduğu bir Orta Doğu ülkesi olarak görmektedirler. İktidarın ikili bir oyun sergilediği de gözden kaçmamaktadır. Batılı demokratik değerlerden hızla uzaklaşan bir ülkenin AB üyeliği de zaten söz konusu olmayacaktır. Bu bağlamda danışıklı siyasi bir dövüşe dönen AB müzakerelerinden de bir sonuç çıkmayacağı da aşikârdır.

Cereyan eden din savaşlarında hangi tarafı tutacağına karar vermesi gereken bir iktidarın geleceği de buna bağlıdır. Bir yanda Güney Doğu sorunu öte yanda yolsuzluk, özgürlük ve adalet ihlalleri at başı giderken Paris’te özgürlük ve dayanışma yürüyüşüne başbakanlık düzeyinde katılmak derin çelişkinin gözler önüne serilmesine neden olmuştur. Nitekim özgür batı medyası bu çelişkiye dikkat çekmiştir. Bu çelişkiyi örtmek için hamaset nutukları atan siyasi liderlerin her şeyden önce insan aklına ve mantığına saygısı yoktur. Derin bir siyasi bunalıma doğru sürüklenen Türkiye’nin önümüzdeki günlerde ciddi sarsıntılar geçireceğine muhakkak gözüyle bakılabilir…    

   

[1] Lat. Kutsal Savaş, din savaşları. Batı kültüründe Hıristiyan ve Müslüman dünyalar arasındaki savaşları ifade etmek üzere kullanılan bir kavram.
[2] Arapça. İslam dinini yaymak  uğruna savaşmak anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kavram. 
[3] Bu radikal İslami akımlar kök itibariyle Selefiyye fırkasından doğan unsurlardır. Müslüman Kardeşler grubunun yıllarca sürdürdüğü silahsız siyasi mücadelenin ötesinde  Vahabilik ile yakınlığı olan bu itikatların 1988 yılında Afganistan’da doğan kolu El- Kaide, 2004 yılında El Kaide’ye bağlı olarak kurulan IŞİD 2014 yılında hilafet ilanıyla bağımsızlığını ilan etmiştir. 

6 Oca 2015

Sedir Direnişi

4 Ocak 2015 Sedir Protestosu 038

Asırlık sedir ormanlarının yer aldığı Antalya Hisarçandır Ekizce yaylasında taş ocağı kurmak amacıyla en genci iki yüz yaşındaki sedir ağaçları birer birer kesiliyor. Ağaçları korumak amacıyla Hisarcandır çevresi köyleri halkı ve Antalya doğa grupları 4 Ocak 2015 saat 12:00 de bir basın açıklaması yaparak sedir ağaçlarının kesimini protesto ettiler.
Taş ocağı işletmesi İMSA, Orman Bakanlığından aldığı izinle yüz dönümlük sedir ormanı alanında sedir ağaçlarının kesimine başlamış.Bir de ikaz levhası asmış.
4 Ocak 2015 Sedir Protestosu 140
Bölgede doğa yürüyüşü yapan grupların sedir katliamını basına intikal ettirmesiyle birlikte STK’ları bu eylem planını hazırlıyorlar. Antalya ve Burdur bölgelerinde yaklaşık dört bin kadar taş ocağı ve maden arama lisansı verildiği söyleniyor. Bölgede yürüyüş yapan biri olarak bu taş ocağı ve maden işletmelerinin doğaya verdiği zararı ben de gördüm. Tahribat her geçen yıl artarak ilerliyor. Yerel yönetimlerin konuya olumlu bakışıyla cesaretlenen şirketler birbirinden farklı projelerle ellerindeki lisans adedini artırıyorlar. Çin ile bağlanılı çalışan taşeron firmalar yabancı işçi ithal etmeye de başlamışlar.Doğanın sistemli biçimde tahrip edilmesine yönelik bu projelere destek veren orman bakanlığı ve yerel yönetimler kulaklarını STK’larının direnişlerine de kapatmış durumdalar.
4 Ocak 2015 Sedir Protestosu 070
Sedir ağacı ilk kez kerestesi uğruna değil de bulunduğu yer nedeniyle yok ediliyor. Şimdi de taş ocakları ve Hes modası çıktı. Sedir binlerce yıldır kerestesi için kesiliyor.Katliamlar yıllardır sürüyor.
“Antalya’nın Elmalı ilçesi sınırlarında yer alan dünyaca ünlü Çığlıkara Sedir Ormanları’nda maden arama ruhsatı alan İspanyol ortaklı şirket tarafından, 1000’e yakın yüzlerce yıllık ardıç ve sedir ağacı kesildi.” 24 Aralık 2006  http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=1706
Daha öncesi de var. Sedir ormanlarının kesimi çok uzun bir süredir devam ediyor. Toros Dağları’nın sarp yamaçlarında bulunan ormanlara henüz ulaşılmadı ama yakında onların da katliama uğrayacaklarına kesin gözle bakılabilir.
Sedir direnişi bölgede doğa grupları rehberliği yapanlara göre Antalya’da yapılan bu çaptaki ilk büyük çevre eylemiymiş. Çevre bilinci ve farkındalığı Türkiye’de 1975 yılından itibaren oluşmaya başladı. Çeşitli maden işletmelerinin çevreye verdikleri zararlara karşı halkın açtığı davaların başlangıcı bu tarihlere rastlıyor. Önceleri Osmanlı daha sonra Cumhuriyet dönemlerinde çevreye özellikle de akarsu, göl ve ormanlara verilen zararlara medyanın ve halkın tepkisi yok.Devletin şirketlere farklı amaçlarla orman arazisi içinde faaliyetlerine izin belgesi vermesiyle hukuki bir zemine oturtulan çevre tahribatının hukuki olarak durdurulması hemen hemen imkansız. Öte yandan son bir kaç yılda STK’larının etkili çalışmasıyla Antalya’da çevre bilincinin özellikle gençler arasında yaygınlaştığı söylenebilir. Henüz nüfusun çok küçük bir kısmının ulaştığı bu bilinç seviyesi hızla artmaktadır. Önümüzdeki yıllarda çevre gruplarının sayısının da artmasıyla çevre bilinci daha da yaygınlaşacaktır. Kazanımlar olacağı gibi kayıplar da olacaktır.

Hisarçandır Sedir Direnişine katılmak üzere gelen beş yüz civarında bilinçli bir kitle vardı. Bölgede doğa yürüyüşü yapan kişilerin sayısının bin civarında olduğu göz önüne alınırsa bu katılım oldukça iyi bir katılım olarak değerlendirilebilir. Bölgede son iki yılda bir kaç çevre direnişi görülmüştür. Bu direnişlerin bir kısmı hukuki açıdan olumlu sonuçlanmıştır. Ama en önemli sonuç yaygınlaşan çevre bilincidir. Hisarçandır Sedir direnişi de bu bilincin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynayacaktır. Konuya bu açıdan bakılması çok önemlidir.
4 Ocak 2015 Sedir Protestosu 119
Sedir ormanları kurtulacak mı?Hiç sanmıyorum. Sedirleri kesmeye devam edecekler. Her zaman hukuki bir kılıf bulunacak çevreye zarar vermek için. Antalya’ya dağ zirvelerinden kuş bakışı baktığımda ne görüyorum. Şahane bir deniz ve kumsal ama şehir bir beton yığını olarak gözüküyor. Geniş alanlar bomboş dururken şehrin içindeki yeşil alanlar hızla yok ediliyor. Halkın da buna pek aldırdığı yok. Köylerini işsizlik nedeniyle terk eden yeni Antalyalıların çevreye pek aldırdıkları yok. Farkında değiller. Çölleşen köyler terk ediliyor. Evler harabeye dönüşüyor, göller ve dereler kuruyor, tarlalar verimsiz. Antalya Korkureli, Elmalı, Akseki köylerinden gelen göçlerle çoğalıyor. Birbiri ardından yüksek apartmanlar yükseliyor. Dağlardaki sedir ağaçlarını düşünen pek yok. Sedir ağaçlarını düşünen oralarda spor amaçlı yürüyüş yapan bir avuç doğa yürüyüşçüsü. Beş bin yıldır kesilen kutsal sedir ağaçlarının çok değerli olduğu antik çağlardan bir alıntı:
“M.Ö. 2600 yıllarına tarihlenen Palermo taş yazıtından bir alıntı: “Sedir tomruğuyla yüklü 40 gemi getirdik. Her biri 45 m boyunda gemiler inşa ettik. Firavun sarayının kapılarını sedirden yaptık” (Mayer & Sevim, 1959, s. 113; Kuniholm &Griggs, 1990, s.1).”
Lübnan dağları sedir ağaçlarıyla dolu. Ulaşılması kolay dağlar. Bugün sadece dört yüz adet sedir ağacının kaldığı söyleniyor. Dört bin senede tüm sedir ormanları yok edilmiş. Sıra Toros sedirlerine geldi. Bazı bölgeler (Çığlıkara)  koruma altına alındı ama yeterli değil. Gezip dolaştığım dağlardaki sedir ağaçları yok olacak.Beş yüz kişi bu yok oluşu durdurmaya yetmeyecek. İki milyona yakın nüfusu olan Antalya ilinde sadece beş yüz kişi. Direnişe katılan köylüler de vardı. Acaba onların çevre bilinci nasıl oluştu?
4 Ocak 2015 Sedir Protestosu 153   Bu Hisarçandır köylüsü eyleme katılmak üzere ayağında kara lastiklerle soğuk havada bir kilometrelik çetin bir yamacı tırmanarak eylem alanına gelmişti. Onun gibi sayıları on beşe yakın köylü eylemci de vardı. Aralarında yaşlı kadınlar, çocuklar ve gençler de vardı. Maden ocağına karşı çıkmak için oraya gelmişlerdi. Ormandan geçinen bu insanların geçim kaynağı da yok oluyordu. Öte yandan ormanda yaşıyan bitkilerin, hayvanların ve böceklerin de yok olacağını biliyoruz. Onların haklarını kim savunacak? Bu beş yüz kişi. Orman içinde endemik şakayıklar var. Şakayıkların bir diğer adı da Ayı Gülü. Bu çiçeklerin de işmaninalarının tekerlekleri altında kalarak yok olacağını biliyoruz. Bu bölge şakayıkların en yoğun olduğu bölge. Buranın koruma altına alınması gerekiyor. Şakayıklar burada yetişiyorsa mutlaka bir nedeni olmalı. Bakalım zaman ne gösterecek.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...