19 Eyl 2007

“ETİK” OLMAK YA DA "ETİK" OLMAMAK




Etik, felsefenin en eski ve en temel disiplinlerinden birisidir.

Etik soru ve sorunlar, felsefenin başangıcından bu yana filozofları en çok meşgul eden soru ve sorunlar arasında yer almıştır ve günümüzde hala bu sorular ontolojik önem açısından yerlerini korumaktadır.

Filozofların etiğe olan ilgisinin derecesinde zaman zaman değişiklikler olsa da etik sorunlar hep felsefe sorunları içinde önemli bir yer tutmuştur.

Değişen tarihsel ve toplumsal koşullarla birlikte, yeni kimi etik sorunların ortaya çıkmasının sonucu olarak, kimi yeni etik sorular da ortaya atılmış, fakat insanın yapısında temelini bulan ana sorular Antikçağ’dan günümüze sorulagelmiş; bu sorulara filozoflarca çeşitli yanıtlar verilmiştir.

Her ne kadar, etik ahlak felsefesi olarak felsefe literatüründe yer almış olsa da, bu iki sözcük arasındaki (etik ve ahlak) kimi karışıklıkları önlemek açısından bu iki sözcüğü birbirinden ayırmak yerinde bir çabadır çünkü ahlak sözcüğü günümüzde farklı bağlamlarda ve farklı değer yargı sistemlerini nitelemek için de kullanılmaktadır.

Harald Delius, etik-ahlak kavramları arasındaki ayrım hakkında şunları söylemektedir:

Moral (ahlak) ve etik sözcükleri arasında günlük dildeki çok anlamlılık, geçişlilik ve kaypaklığa rağmen, iki sözcüğü birbirinden ayırmak konusunda ufak da olsa bir ölçütümüz vardır. Ahlak’ın olgusal ve tarihsel olarak yaşanan bir şey olmasına karşılık, etik bu olguya yönelen felsefe disiplininin adıdır. Bu nedenle, günlük dilde alışkanlıkla bir ahlaksal problemden söz edildiğinde, aslında bunu etik’e ait bir problem, bir etik problemi olarak anlamak gerekir”
(Delius 1997, s. 336).

Nicolai Hartmann da bu iki sözcük arasındaki ayrımı ortaya koymaya çalışırken, morallerin çokluğuna karşılık etiğin tekliğinden söz eder. Bununla kastettiği bir felsefe disiplini olarak etiğin tekliğidir ve bu disiplinin görevi, herhangi türde bir moral (ahlak) geliştirmek ve bu ahlaka uyulmasını öğütlemek değil; tersine ahlaksal bağıntıları tartışmak ve onların niteliği üzerine görüş belirtmektir (Delius 1997, s. 336).

Örneğin “ahlak bozuldu” diyenlerin, “ahlaka aykırı yayınlardan”, “milli ahlak”tan, söz edenlerin, bu bağlamlarda kullandıkları “ahlak” ile kastettikleri hep “insanlararası ilişkilerde kişilerin uymaları beklenen –talep edilen– davranışlardır. Yapılması-yapılmaması gereken, izin verilen-verilmeyen; teşvik edilen-yasaklanan davranışlardır; başka bir deyişle belirli bir grupta ya da genel olarak iyi sayılan-kötü sayılan davranışlardır (Tepe 1998, s. 12). Bu ‘sayılan’ davranışlar çeşitli değer yargıları sistemlerini bize yansıtırlar. Bu genel değer yargıları ise, kişilerin belirli koşullarda başka insanlarla ilişkilerinde yaptıklarının; her biri tek-eşsiz ve karmaşık bir bütün olan eylemlerimizin değeri konusunda yargıda bulunmak için kullanılmaktadır (Kuçuradi 1994, ss. 20-21). Ahlaktan, genellikle yapıldığı gibi, davranışlara ilişkin belirli bir yerde ve zamanda geçerli olan değer yargıları sistemleri anlaşıldığında, farklı gruplarda farklı değer yargılarının ya da aynı grupta farklı zamanlarda farklı değer yargılarının olması; böylece aynı eylemin, farklı ahlaklar tarafından farklı biçimlerde değerlendirilmesi, birisinin iyi dediği bir eyleme ya da duruma bir diğerinin kötü demesi çok doğaldır (Tepe 1998, s. 13). Bunun sonucu olarak da ahlakın, - ama bu arada etik bu anlamda ahlakla eş anlamı görüldüğünde – etiğin de göreli olduğundan söz edilebilir. Ahlakın bu anlamı, etikten kesinlikle ayrılması gereken bu anlamı, birincil olandır.Ahlak sözcüğü zaman zaman ikinci bir anlamda ‘ahlaklılık’ anlamında da kullanılmaktadır. Bu anlamda ahlak ya da ahlaklılık, “insanlara, insan olarak eşit muamele yapmak gerekir”, “sözünde durmak gerekir”, “ırk, dil, din ayrımı yapmamak gerekir”, “işkence yapmamak gerekir” gibi doğrudan ya da dolaylı olarak “insanın değeri”nden”, “insanın değerinin bilgisi”nden çıkarılan ilkelerin dile getirdiği şeydir. Bu ilkelerin bize söylediği aslında şudur: bir insan başka insanlarla ilişkilerinde o ilkenin talep ettiği şekilde davranırsa, insanın yapısal olanaklarının gerçekleşebilmesini engellememe olasılığı artar (Tepe 1998, s. 13).

Başka bir deyişle, insan, ilgili ilkenin dile getirdiği gibi ve ilkenin ölçülerine uygun bir şekilde davranmalıdır. Eğer davranırsa, insan olma değerine zarar verme olasılığı çok azalır (Kuçuradi 1994, ss. 29-30). Önemli olan insan tarafından eylem sırasında doğru değerlendirmenin yapılıp yapılmadığı değil, ilkeye uygun davranılıp davranılmadığıdır.

Sonuç olarak, tarihsel ve kültürel bir varlık olan insan, sağlam bir şekilde bütünlüklü moralitelerin yalnızca tek birinin değil, fakat bir çoğunun bıraktığı mirasla yaşamaktadır. “Yaşam, tek bütüncül bir ahlakın içine sığmayacak, sığdırılamayacak kadar geniştir. Tarih de tek bir ahlakla açıklanamayacak kadar zengindir. Aristotelesçilik, ilkel Hristiyan saflığı, aristokratik tüketim, demokrasi ve sosyalizm gelenekleri, tüm bunlar bizim moral vokabullerimiz üzerinde izlerini bırakmışlardır. Bu moralitelerin her biri içerisinde, önerilen amaç veya amaçlar, bir kurallar kümesi, bir erdemler listesi vardır. Fakat söz konusu amaçlar, değerlerin değerlendirilmesi ve erdemler farklı farklıdır” (MacIntyre 1998, s. 15). Alasdair MacIntyre’ın Ethik’in Kısa Tarihi “Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla” isimli kitabında yazmış olduğu bu cümleler de morallerin çokluğunu ve kuralların farklılığını vurgulamaktadır. Etik’in yapması gereken bu zengin mirasın içindeki ahlaksal bağıntıların, ilişki türlerinin niteliğini tartışmak, bunları açıklamak ve değerlendirmektir.
“ETİK”KAVRAMSAL BİR DEĞERLENDİRMEKurtul GÜLENÇ Maltepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Öğr. Gör
KAYNAKÇADelius, Harald (1997) “Pratik Felsefe Disiplinleri-Etik”, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, çev. Doğan Özlem, İstanbul: İnkılâp Yayınları.Kuçuradi, İoanna (1994), Uludağ Konuşmaları, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.Kuçuradi, İoanna (1998), İnsan ve Değerleri, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.MacIntyre, A. (1998), A Short History of Ethics: A History of Moral Philosophy From the Homeric Age to the Twentieth Century, London: Routledge.Tepe, Harun (1998) “Bir Felsefe Dalı Olarak Etik: “Etik” Kavramı, Tarihçesi ve Günümüzde Etik”, Doğu Batı, sayı: 4, s. 11-27.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...