23 Kas 2010

"İda'nın Batısında"


“GERÇEKLİKLE DÜŞÜN BULANIK OLDUĞU BİR ROMAN”

| Erdoğan Taşkın

İnsanlar çeşitli nedenlerle doğup büyüdükleri, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalabiliyorlar. Savaş, darbe dönemleri, insan hakları ihlalleri, salgın hastalıklar, doğal afetler, siyasi/ekonomik istikrarsızlık vb başta sayılabilir bu nedenler arasından.

Romanımızın kahramanı Ali Sarp, üniversite çağına kadar doğunun kültürel hamuruyla yoğrulmuş, ancak 1970′li yıllarda üniversitelerdeki ideolojik kamplaşmada taraf olmaya zorlanmasıyla devlet aygıtının -özel olarak da polisin- üniversite gençliğine yönelik fütursuz baskısı sonucu ülkesini terk etmek zorunda kalarak yeni bir yaşam deneyimi için batıyı seçmiş bir gençtir. Özellikle “Balyoz Harekâtı” olarak da bilinen 12 Mart Muhtırası sonrasında üniversite gençliğine ve aydınlara yönelen sindirme operasyonu, Türkiye’den batıya doğru siyasi bir göç hareketini de başlattı.

Aynı yıllarda Latin Amerika ülkelerinde peş peşe gerçekleşen askeri darbeler de güneyden batıya doğru bir göç hareketini başlatır.

İsveç’te üniversite öğrenimini sürdürmeye çalışan Ali, kendisi gibi ülkelerindeki siyasi/askeri baskı koşullarının mağduru bir arkadaş grubuyla Düş ile Gerçek Arasında bir yolculuğa çıkar böylece.

Yavuz Çekirge’nin ikinci romanı Düş ile Gerçek Arasında, adı üstünde bulanık bir çizgide ilerliyor. Ancak gerçekliğin ağır bastığı gündelik yaşamın çelişkileri romanın asıl eksenini çiziyor gibi görünse de, tarihsel arka planı ve mitolojik göndermeleriyle çoklu okumaların kapısını da aralıyor.

Bu okumalardan ilki, romanın girişiyle finaline damgasını vuran mistik/fantastik anlatıdır. Bir yanıyla Bilge Karasu’nun “Dehlizle Giden Adam” öyküsünü hatırlatırcasına, aynı şekilde karanlık bir mağarada ilerleyen bir adam, çıkış için bir yol/ışık aramaktadır. İda’nın doğusundan girdiği mağara batısına çıkaracaktır önünde sonunda yolcuyu, ama bu kolay bir yol değildir elbette. Pek çok zorluk da beklemektedir kendisini. Ancak pek çok zorluğun sonunda ulaştığını düşündüğü hedefi, daha da uzakta olabilir bir yolcunun. Nitekim bu romanda da Miklagard’ı; tanrıların, yarı tanrıların ve oraya girmeye izni olan sayılı ölümlülerin, dünyanın dört bir yanından gelerek İda’nın batısında olduğu söylenen Miklagard adlı bahçeyi bulduğunu sanan yolcu, batıya geçmekle hedefe sadece yaklaştığını anlar bir süre sonra. Çünkü bunun için belki de maddi dünyanın duraklarını arşınlaması gerekiyordur önce.

Maddi ve manevi zorluklar beklemektedir Ali’yi İsveç’te her şeyden önce. Okumak ve barınmak için çalışması, para kazanması gerekmektedir. Konyalı, orta gelirli ailesinin maddi imkânları kısıtlıdır sonuçta. İki buçuk yıldır Stokholm’de ikamet eden Ali’yi, romanın ikinci bölümünden itibaren kendisi gibi baskı koşullarının mağduru bir arkadaş grubuyla Stokholm Belediyesi’nin araç sayma işinde tanırız. Bir yandan üniversite eğitimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Konya gibi sıcak bir coğrafyadan geldiği Stokholm’ün soğuğuna alışması ayrı bir derttir bir yandan, öte yandan da gündelik ilişkilere adapte olması, ülke kültürü ve insanını tanıması kaynaşması ayrı bir dert.

Göç, ırkçılık, gelenekler, özgür aşk, kadınla erkek arasındaki ilişkinin sınırları
Öte yandan batıyı tanıyıp, gündelik yaşamına dahil oldukça kendi ülkesi kültürü ve tarihine dair çelişkileri de gün yüzüne çıkmaya başlar. Her ne kadar siyasete hep mesafeli dursa da Cumhuriyet ve öncesine dair resmi tarihin argümanlarıyla da bir hesaplaşma içine girer bir süre sonra. Belletilen, ezberletilen, hikmetinden sual olunamayan Cumhuriyet tarihinin sorgulanışı bu romanın önemli eksenlerinden biri aslında. Belki etkisi altında kalınan şeyden uzaklaşıldıkça, daha bütünlüklü kavrandıkça yapı, içinde barındırdığı eksiklikleri görmek daha mümkün hale gelebiliyor. Ancak romanda bir tanığın eşliğinde bu meseleleri deşmek, yaraya neşter atmak tercih edilmiş gibi duruyor. Nitekim Osmanlı’nın son yıllarında İsveç adına bir ticaret ataşesi olarak görev alan, saraydan bir prensesle tanışan, âşık olan ve yıkıma tanık olan Jan Ramberg’in Ali’ye aktardıkları da bunu destekler niteliktedir.
Bir tesadüf eseri tanıştığı Bay Ramberg, yaşlılığına rağmen dupduru bir hafızaya sahiptir ve tarih konusunda bir hazine gibidir. Özellikle, belki de ayrı bir roman konusu bile olabilecek nitelikteki Bay Ramberg’in anlatıları Osmanlı’nın son dönemine dair birçok bilinmeyeni açıklığa kavuştururken, Ali’nin de kafası giderek netleşmekte, içinden çıktığı gerçekliğe daha mesafeli bakabilmektedir artık.

Fakat yeni gerçeklikte onu en fazla yadırgatan, gerçekliğini kabul etmesi konusunda zorlandığı şeylerin başında kadın erkek ilişkileri gelmektedir. Yine bir tesadüf zincirinin halkası olarak tanıştığı Birgit, doğunun kültürel kalıplarıyla yetişmiş Ali’nin dünyasını altüst eder. Tanıştıkları gece birlikte oldukları evli bir kadındır Birgit her şeyden önce. Ama kocasına rağmen başka erkeklerle de cinsel ilişkiye girmek gibi bir özgürlüğe sahiptir ve kocası da bunu onaylıyordur. El ele tutuştukları andan itibaren birbirlerinin sayılan, erkeğin kadını tam tahakkümüne aldığı doğu toplumlarının aksine, her alanda kadın erkek eşitliğinin sağlandığı, korunduğu sosyal demokrat bir ülkedir İsveç her şeyden önce. Cinsellik cennetidir adeta. Fakat Ali Konya’daki lise yıllarında bir kıza bile dokunamamış, Ankara’daki üniversite deneyiminde de hiçbir kadınla duygusal ya da tensel bir yakınlık kuramamıştır. Çatışmalı bir beraberlik başlar böylece Birgit’le arasında. Normalde karısının başka erkeklerle cinsel ilişkisine müdahale etmeyen kocası ise, Ali söz konusu olduğunda tutumunu değiştirir. Çünkü ırkçı fikirlere sahip biridir Birgit’in kocası da.

Göç, ırkçılık, gelenekler, özgür aşk, kadınla erkek arasındaki ilişkinin sınırları; aşk, sevgi, kıskançlık ve sadakat konularının da sorunsallaştırıldığı Düş ile Gerçek Arasında, birey odaklı bir roman öte yandan. Bireyden toplumsala doğru yöneltilmiş sorgulayıcı bir bakış mevcut roman boyunca. Üniversite öğrencisi Ali’nin gözünden aktarılan olaylar dizgesi siyasi, tarihsel ve kültürel boyutlarıyla ele alınırken, yazarın doğuyla batı arasındaki farka yoğunlaştığını söylemek mümkün. Tabii kurgusal da olsa, bir yaşam hikâyesinin bir kesitinin de aynı satırlarda saklı olduğu bir gerçek.

Gerçeklikle düşün bulanık olduğu bir roman olduğunu söylemiştik en başta Düş ile Gerçek Arasında için. Bu gerçeklik, hem kurgusal boyutta hem de olguların sıralanışında ustaca bulanıklaştırılmış bizce yazarı Yavuz Çekirge tarafından. Hem yüzleştiren hem de uzaklaştıran, soğutan, araya mesafe koyan bir roman Düş ile Gerçek Arasında; bir madalyonun iki yüzü gibi.

Ya da doğuyla batı arasında bir madalyonun iki yüzü kadar keskin bir ayrım olabilir mi? İda’nın doğuyla batı tarafı kadar.
~~~

Düş ile Gerçek Arasında / Roman
Yavuz Çekirge
İmleç Kitap, 2010, 528 s.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...