11 Haz 2007

Arap Milliyetçilerine ne oldu ?


Arap Milliyetçilerine ne oldu ?

Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Kasım 1947’de Filistin’in Yahudiler ile Filistinli Araplar arasında iki ayrı devlete “ayrılması” kararını almasından sonra 1948’de İsrail Devleti kurulmuştur.

Arapların bu kararı tanımayarak ‘Arap Milliyetçiliği’ ideolojisi etrafında birleşerek , Yahudilere ve İsrail’e karşı silahlı mücadele başlatmalarıyla başlayan siyasi kaos hala sonuçlanmamış olup konu uluslararası bir sorun olarak çözüm beklemektedir.

Bugün 1948-1967 Arap İsrail savaşı sürecine kadar giden Arap-Siyonist çelişkisi yerini daha farklı siyasi çelişkilere bırakmıştır . İsrail Devleti kendini sürekli tehlike altında görmüş , bu tehlikeyi bertaraf etmek için önlemler almıştır.Lübnan, İsrail ve Arap siyasi çelişkilerinin savaş alanı olmuştur .1967 İsrail –Arap savaşı Mısırlı Cemal Abdül Nasır ‘ın yenilgiyi kabul ettiğini bildirmesinden sonra bambaşka bir evreye girmiştir. Kimi yorumculara göre milyonlarca kişinin ardından koştuğu ‘Arap Milliyetciliği ‘ davası da Nasır ‘ın 1970 yılında ölmesiyle birlikte hafızalardan silinmeye başlamıştır .

Daha sonra 1967 ruhunu taşıyan bir çok Arap lider bu duyguyu diriltmeye çalıştı ama ne kadar başarılı oldukları hala tartışılmaktadır : Suriyeli Hafız El Asad , Mısırlı Enver Sadat , Filistinli Yaser Arafat ve Hezbollah ‘lı Hassan Nasrallah bu bağlamda adlarını sıralayabileceğimiz Arap liderler olarak karşımıza çıkarlar.
Bölgede ard arda gelen krizler her şeyin birbirine karışmasına neden olmuştur .Kara Eylül 1970 ,Ekim Savaşı ,Lübnan İç savaşı ,1977 de Sadat ‘ın işgal edilen Kudüs’ü ziyareti, Camp David Sözleşmesi ,1982 Beyrut olayları , 1991 Madrit Konferansı, 1993 Oslo Sözleşmesi , 1994 ve 2000 sözleşmeleri ve nhayet 11 Eylül ve Irak ‘ın işgali son 37 yılda bölgeyi bir kan ve barut fıçısına döndürmüştür . Ortadoğu’ da milyonlarca masum insanın kanı dökülmüştür . Bu feleketler önlenebilir miydi ? Buna cevap vermek hiç de kolay değildir . Kesin olan bir şey varsa , o da Arap ve Yahudi liderlerin hatalarının nedeninin diplomasinin kuralları gereği diyalog aramaktan çok kaba güçle sorunlara çare aramalarında yatmaktadır .

Ortadoğu Kavramı


Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu kavramı resmiyet kazandı. İngiltere hükümetinde Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde “Middle Eastern Department” adıyla bir idari teşkilat oluşturuldu. Osmanlı Devletinden koparıldıktan sonra birer İngiliz mandası olan Filistin,
Mavera-i Ürdün ve Irak bu teşkilata bağlandı. Ardından İngiltere’deki Coğrafi Adlar Daimi Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names) “Yakındoğu”yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken Ortadoğu kavramını da Türkiye, Mısır, Arap Yarımadası, Körfez bölgesi, İran ve Irak’ı kapsayan bir bölge olarak belirlendi.
Böylece İstanbul Boğazından Hindistan’ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge “Ortadoğu” olarak isimlendirilmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Middle East Air Command adıyla bir birim oluşturulmuş ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verilmişti. Daha sonra İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dahil edildi.
Ortadoğu’daki nüfus temelde üç ana etnik gruba ayrılır:




  • Samiler, H
    Hint-Avrupa grubuna mensup olanlar,
    Turanî grubu içerisinde yer alanlar.


Ortadoğu’nun en geniş etnik grubunu oluşturan Samiler iki ana kola ayrılırlar. Bunlar Araplar ve İbranilerdir. Kaldeliler, Süryaniler, Akkadlar, Babilliler ve Asuriler de bu etnik grup içerisinde yer alırlar. Araplar hem Samiler içerisinde hem de tüm diğer gruplarda en büyük etnik grubu oluştururlar. Bölgedeki ülkelerin çoğunda Arap nüfusu çoğunluğu teşkil etmektedir.



Lübnan ve Beyrut



“Lübnan”, ismini dağlarının zirvesini kaplayan karlara halk arasında söylenen biçimiyle , “beyaz” anlamını taşıyan “leban” kelimesinden almaktadır.
400 yıllık Osmanlı İmparatorluğu ardından 1920’de Fransa işgali ve himayesinde sınırları cetvelle çizilerek kurulan Büyük Lübnan Devleti, 1943 yılında bağımsızlığını ilan etmiş; ardından ilk olarak 1958’de, daha sonra 1975-90 yılları arasında çıkan iç savaşlarla büyük bir yıkıma uğramıştır.
MÖ. 3000 yıllarında Fenikeliler ‘in ana yurdu olarak bilinen bu coğrafya binlerce yıl boyunca “istenmeyen” dinî grupların sığınağı olmuş ve farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır .
Bugün birbirinden farklı ve çıkarları olan 17’den fazla etnik ve her dinden mezhebin bulunduğu patlamaya hazır bir savaş alanı gibidir .
Bu dengeler ilk kez 1948’deki ilk Arap-İsrail Savaşı sırasında ülkeye akın eden Filistinli mültecilerle değişmiştir . Hassas bir nüfus dengesi olan Lübnan’da Filistinli varlığı, cemaatler arasındaki temel ihtilaf mevzularından birisi olmuştur.
Filistinlilerin varlığına bakıştaki farklılığın yanı sıra, 1956 Süveyş Krizi’nin ardından bir yandan Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki dinî mücadele, diğer yandan Arap milliyetçiliği ile Lübnan milliyetçiliği arasındaki ideolojik mücadele, Lübnan Sünnilerinin 1958 Şubat’ında Mısır ile Suriye arasında kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne katılma talebiyle iyice kızışmıştır.
Cumhurbaşkanlığı süresi bitmekte olan Şamun’un, bu makama yeniden seçilme girişimine karşı Müslüman cemaat ayaklanmıştır. Ordunun olaylara müdahale etmemesinden rahatsız olan ve bu dönemde Irak’ta Batı yanlısı hükümete karşı yapılan darbeden endişelenen Şamun, Batı’dan askerî yardım istemiş; ABD, 15 Temmuz’da 6. filosunu yollayarak Lübnan’a müdahale etmiştir. Müslümanların de desteklediği Ordu Komutanı Fuad Şihab’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona eren ilk iç savaş, 2000 ila 4000 cana mâl olmuştur. Kısa sürede kontrol altına alınan bu ilk iç savaş, 17 sene sonra patlak verecek asıl iç savaşın bir provası olmuştur.1964’te FKÖ’nün kurulmasının ardından mülteci kampları, Filistinli gerillaların askerî eğitim merkezleri haline gelmiştir. 1967 Savaşı’nda Gazze ve Batı Şeria’nın İsrail işgaline uğraması ve 1970’te Filistinli gerillaların Ürdün’den çıkarılması sebebiyle Lübnan, İsrail’e karşı verilen mücadelenin en önemli merkezi haline gelmiştir.
FKÖ’nün mücadelesine karşı İsrail’in Lübnan’ı da hedef alan saldırıları, başta Maruniler olmak üzere Lübnan güvenlik güçleriyle Filistinliler arasında zaman zaman çatışmalara yol açmıştır.
12 Haziran 1969’da Filistinlilerle Lübnan yönetimi arasında imzalanan Kahire Anlaşması, Lübnan’daki Filistinli mevcudiyetinin açıkça tanınması ve gerilla mücadelesinin meşrulaşması manasına gelmekteydi.
Ancak Filistinlilerden oldukça rahatsız olan Falanjist Parti, bu anlaşmaya karşı çıkmış, anlaşmanın iptali yönünde yaptığı çağrılardan sonuç alamayınca silahlanmaya başlamıştır.
Bugün Lübnan İsrail ‘ile Suriye ‘nin savaş alanı olmuştur.. İsrail Suriye ‘nin ardındaki İran desteğini bilerek daha kapsamlı bir planı yürürlüğe almaya çalışmaktadır . Bugün Lübnan ‘da atılan her kurşunun ardında İsrail-İran arasındaki bölge hegemonya mücadelesinin olduğunu söyleyenler çoğalmaktadır .



Irak ve Arap Milliyetçiliği



Bugün Irak ‘da Arap Milliyetçiliği’nden söz eden hemen hemen yok gibidir . Şubat 2005 Samarra olaylarıyla hızlanan mezhep temelli çatışmalar, hem hükümetin hem de Irak'ın geleceğini belirleyecek temel etkenlerden biridir.
Esas konu toprak ve kaynak paylaşımı olması nedeniyle siyasi grupların milis güçleri,mezhep çatışmalarının çıkarılmasından sorumlu tutulmaktadır. Bugün Irak ‘da 20'ye yakın milis güç bulunmaktadır. Sünni gruplar, İran'ı ve Şiilerin milis güçlerini, gerçekleşen olaylardan sorumlu tuttuğu gibi, Şiiler de Sünni milisleri ve Baas'tan kalma güçleri sorumlu tutmaktadır. Sünniler, Sünni din adamlarının öldürülmesine, Sünnilerin öldürülmesine ya da göç ettirilmesine, Irak-İran Savaşı döneminde Irak ordusuna ait pilotlar dahil olmak üzere önde gelen rütbeli kişilerin öldürülmesine ve Irak'ta Sünni kimliğinin yok edilmesine çalışıldığına ilişkin kanıtlar olduğunu savunmaktadır.
Kesin olmayan bilgilere göre bazı aynaklar,işgalden sonra Irak'ta ölenlerin sayısının 655.000'e ulaştığını söylenmektedir.
Sünnilere göre, Samarra olaylarından sonra 200'e yakın Sünni din adamı öldürülmüş ve çoğu Bağdat ve Diyala illerinde olmak üzere yaklaşık 300.000 kişi göç etmiştir. İşgalden sonra toplam iç göç oranı hatminen 2 milyona yükselmiştir.
Dicle Nehri'nin ikiye bölerek Bağdat'ı oluşturan batı yakası, El Kerh'de ve doğu yakası El Rasafe'de karşılıklı zorunlu göç eylemleri gerçekleşmektedir.
Resmî kaynaklar günde ortalama yüz kişinin öldüğünü ifade etmektedir. Bunların çoğu değişik işkencelere maruz kalarak öldürülmektedir.Bu sayının daha fazla olduğu söylenebilir. Çünkü,siyasi gruplara ait silahlı güçlerin kayıpları, sivillerde olduğu gibi sokaklarda bırakılmamaktadır..
Irak'ın orta ve güney bölgelerinde artmakta olan mezhep çatışmaları son dönemde Kerkük başta olmak üzere kuzey bölgelerine de yayılmaktadır.
Bugün Irak ‘da Arap Milliyetçiliğinden söz eden hiç kimse yoktur .Irak ‘ın ve bölgenin 33 yıl içinde gerçekleri değişmiştir .
İsrail Arap çelişkisi artık , İsrail İran çelişkisine dönüşmüştür . Arap milliyetciliği gitmiş , onun yerine dini çelişkiler gelmiştir .
Bir yandan Sünni Şii çelişkisi ve mezhep çatışmaları artmaktadır .
Öte yandan İran her fırsatta İsrail ve Yahudilere çatmakta ve gündemi Müslüman Yahudi çelişkisine kaydırmaya çalışmaktadır

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...