4 Haz 2008

Parti kapatma Davası



Siyasi Parti kapatma davasında ikinci aşamaya geçildi:


Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP 'nin savunması üzerindeki incelemesini tamamladı ve görüşlerini Anayasa mahkemesine sundu .


Bundan sonraki aşamada sözlü savunmalara geçilecek.


Davanın konusunun ne olduğunu çok iyi anlamak gerekiyor.


Cumhuriyet başsavcısı, AKP 'nin Anayasaya aykırı fiiller içinde olduğu ve bir rejim değişikliğine gitmeyi arzuladığı ve giderek ,TC. Anayasasının ana maddesi olan Laikliğin yerine "İslam-i Şeriat " hükümlerinin geçerli olacağı bir rejimi planladığını iddaa etmektedir.


Bu nedenle bu fiili planlayan ve yürürlüğe koyan partinin kapatılmasını ve bu hukuk dışı fiillerin sona erdirilmesini istemektedir.


Davanın özü budur .


Dava T.C. Anayasası'nın "Laiklik ilkesi" ile alakalıdır.


Konunun bu şekilde anlaşılmadığı ortadadır. Türk Medyası da bu konuda iki görüşe ayrılmış görünüyor.Bu kamplaşma esasında mevcut medyanın siyasallaşması paralelinde gerçekleşmekte ve ne yazık ki "gazeteci objektifliği ve tarafsızlığı " ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu anlamda tarafsız basının ne düşündüğünü anlamak zordur .



AKP 'yanlısı görüş:


Bu dava anti demokratiktir. Batı bu konuya büyük bir tepki vermiştir.Halkın iradesiyle iktidara gelen partiyi kapatamazsınız.Bu bir hukuk cuntasıdır .Muhalefet ve Laikçiler bizi demokratik olmayan yollarla engellemek istiyor.Biz laikiz ve cumhuriyetin temel kurallarına bağlıyız.Laikliği siz yanlış anlıyorsunuz.


AKP yanlısı olmayan görüş :


AKP "Takıyye " yapmaktadır. Şerial denemeleri uygulayarak Anayasaya aykırı fiillerde bulunmaktadır . Halkın çoğunluğunun oyuyla iktidara gelmiş olmak , hukuka aykırı davranmayı meşru kılmaz.Hukuka aykırı davranamazsınız .laiklik demokrasinin ön koşuludur.Türban dayatması "Şeriat " denemesidir .Siyaset ayrı kulvardır .Hukuk ayrı kulvar. İkisi birbirine karıştırılmamalıdır .


Akademik Görüş :


"Belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki çoğunluk mutlak ve sınırsızdır.Rousseau bunu varsayımlarla açıklamıştır.Bu görüş Fransız Rousseau’nundur.Ona göre genel irade (Bir toplumun tümünün iradesi) mutlak ve şaşmazdır ayrıca sınırsız yetkilere sahiptir.Genel irade her zaman kamu iyiliğine önem verir.


1924 anayasası bu sistemi benimsemiştir.sayısal çoğunluğun iradesini sınırlayacak herhangi bir mekanizma yoktur.Bu düzende azınlık haklarını savunacak hiçbir şey yok.Ayrıca bu sistemde iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkileri düzenleyecek herhangi bir mekanizma da söz konusu değil.Bu anayasa sistemi çeşitli anti-demokratik hareketlere yol açtığı için 27 mayıs. 1960 ta darbeyle sona erdirildi.


1924’te bu sistemin kabul edilmesinin sebebi o zamanlar siyasal hayatın Fransız kamu hukukundan etkilenmiş olmasıydı.Ve bu Fransız hukuku Rousseaucudur bu sebeple Türkiye’de bu sistemi benimser.O zamanlar rejim için tek tehlikenin saltanat olduğu düşünülüyordu.Milletin temsilcilerinin sorun olabileceği düşünülmüyordu.Ayrıca bu sistem devrimlere daha elverişliydi.Bu sebeplerden dolayı kabul edildi.1924 anayasasının 102 maddesi bu anayasanın sert olduğunun belirtisidir.Ayrıca anayasa üstünlüğü ilkesi de benimsenmiştir."


Erdoğan Teziç : Anayasa Hukuku Ders Notları .



" Lâik bir devlette din kurumları ile devlet kurumları birbirinden ayrı olmalıdır.Ne var ki Türkiye’de lâikliğin bu gereğine, Diyanet İşleri Başkanlığı sebebiyle uyulduğu söylenemez. 1982 Anayasasının 136’ncı maddesine göre Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer almaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı Başbakanlığa bağlıdır. Türkiye’de din hizmetleri bir kamu hizmeti olarak kabul edilmiş ve bu hizmetin yürütülmesi görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Ülkemizde imamlar ve diğer din adamları Diyanet İşleri Başkanlığına bağlıdır.


Dolayısıyla ülkemizde İslam dininin din adamları, maaşlarını merkezî idareden almaktadırlar; keza, merkezî idarenin hiyerarşik denetimine de tâbidir. Bilindiği gibi hiyerarşik amir astlarına ilişkin atama, sicil verme, yükselme işlemlerini yapma, onlara disiplin cezası verme ve onların hizmet yerlerini değiştirme yetkisine sahiptir.


Lâik bir devlet, demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir. Örneğin Fransa lâik ve demokratik; eski Sovyetler Birliği ise lâik, ama anti-demokratik bir devlettir. Demokratik bir devlet de, lâik olabileceği gibi lâik olmayabilir de. Örneğin Fransa demokratik ve lâik bir devlettir. Buna karşılık İsrail demokratik, ama lâik olmayan bir devlettir.


İsrail Anayasası Yahudiliği açıkça devlet dini olarak kabul etmiştir. Komşumuz Yunanistan da demokratik, ama lâik olmayan bir devlettir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Yunan Anayasası Doğu Ortodoks Hıristiyanlığına üstünlük tanımakta ve onu özel olarak himaye etmektedir. Lâiklik ilkesi devletin bir resmî dininin olmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını gerektirdiğine göre, Yunanistan’ı lâik olarak kabul etmek mümkün değildir.


Oysa Yunanistan yukarıda gördüğümüz ampirik demokrasi teorisinin koşullarını yerine getirmektedir. 1974’ten beri kimse Yunanistan’ın demokratik olmadığını iddia etmemektedir.


Laikliğin demokrasinin bir şartı olmadığını kanıtlamak için başka örneklerde verebiliriz: Günümüzde İngiltere’yi lâik bir devlet olarak kabul etmek mümkün değildir.


İngiltere’de Anglikan Kilisesi ve Presbiteryan (Presbyterian) Kilisesi devlet kilisesi (Established Churches ) statüsündedir. Keza İngiltere’de din kurumlarıyla devlet kurumları arasında ayrılık da yoktur. Kral veya Kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesinin başıdır. Keza, bazı din adamları da Lordlar Kamarasının üyesidirler. Bunlara “ruhanî lordlar (The Lords Spirituals )” denir.


Lâik olmayan İngiltere, Dünyamızın en eski demokrasilerinden biridir.Günümüzde Almanya’yı da lâik olarak kabul etmek oldukça güçtür. Almanya’da her ne kadar resmî bir devlet dini yoksa da, 23 Mayıs 1949 Alman Anayasanın 140’ıncı maddesi 11 Ağustos 1919 tarihli Alman Anayasanın 137’nci maddesine gönderme yaparak, Kiliseyi tanımaktadır. Anayasa bu şekilde Kilisenin medenî hukukun genel hükümlerine uygun olarak hak ve fiil ehliyetine sahip olduğunu kabul etmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası, m.137).


Yine aynı şekilde kilise, kamu hukuku tüzel kişisi olarak Anayasa tarafından tanınmaktadır (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.137). Keza, Anayasa, Kiliseye vergi alma yetkisini de tanımaktadır. (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.137).
Yani Almanya’da Kilise, kamu gücü kullanan bir kamu tüzel kişisi, dolayısıyla bir nevi kamu kuruluşu niteliğindedir. Keza, Almanya’da din işleri yle devlet işleri birbirinden ayrı değildir. Kilise kamusal alanda da faaliyet göstermektedir: Anayasaya göre kilise, ordu, hastane, cezaevleri ve diğer kamu kuruluşlarında dinî faaliyette bulunabilmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141).


Ayrıca Anayasa, Pazar günlerinin ve dinî bayramlar ın tatil olacağını öngörmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141). Dolayısıyla Alman Anayasası dine dayalı kanun çıkarılabileceğini kabul etmektedir. Görüldüğü gibi Almanya’yı lâik olarak kabul etmek mümkün değildir. Ancak lâik olmayan bu ülkenin demokratik bir rejime sahip olduğundan kimse kuşku etmemektedir.O halde lâik olmak, demokratik olmak anlamına gelmediği gibi, lâik olmamak da, demokrasiye engel değildir. Lâiklik ve demokrasi birbirinden farklı iki kavramdır. Ne birincisi ikincisini, ne de ikincisi birincisini gerektirir."


Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, "

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...