29 May 2010

Nemesis













Altın Çağ’da insanların sevinçleri, korkuları ve özlemleri bugünden farklı mıydı?

Mara nehri kıyısında yırtıcıların saldırısına karşı gece gündüz tetikde bekleyen bir Thompson Gazel’i kadar çaresiz bir kitleye dönüştürülen savunmasız halk , yaşamak için acımasız askerlerin merhametine sığınıyor köle olmaya rıza gösteriyorlardı.

Adalet anlayışı farklı mıydı? Evet farklıydı. Babanın suçunu oğula yükleyen anlayış ,yeterli şahit gösteremeyenin kellesi uçuran celladın kılıcından güç alan kıral, emre itaat etmeyenin zindanlarda çürüdüğü bir düzen.

Bugün 27 Mayıs 2010.

Bu coğrafyada yaşayanların küçük bir bölümünün anımsayacağı çok hüzünlü ve anlaşılmaz bir başka hukuksuz dönemin 50. yıldönümü.

Ben daha farklı hatırlıyorum.

İlkokul öğrencisiyim. Bolu ‘nun Gerede kazasındayız. Babamın görevi gereği oraya da Bitlis’ den gitmişiz. Asker çocuklarının kaçınılmaz sürgününü yaşayanlardan biriyim.

Sabaha karşı gürültüyle uyanıyorum.

Babam radyonun başında askeri marşlar dinliyor…

Annem telaşlı. Biz zoraki uyanığız. Etrafı meraklı ve uykulu gözlerle seyrediyor, bir şeyler anlamaya çalışıyoruz.

İhtilâl kelimesini ilk kez annemin ağzından duyuyor ve korkuyla titriyorum.

“Çocuklar hadi yatağa, ihtilâl olmuş. Babanızın işi var.”

İhtilâl ne demek bilmiyorum.

Mecburen yatağa yatıyorum. Gürültüler artıyor. Babam giyinip çıkıyor. Küçük kardeşim ağlıyor…

Sormaya da korkuyorum…

Ertesi gün okullar tatil.

Sıkı yönetim ilan edilmiş.

Babam sıkı yönetim kumandanı olmuş…

İhtilâl ve sıkı yönetim bizim ailemizin içinde …

Babamı artık göremiyoruz…

Akşamları eve şarkılar söyleyerek gelmiyor…

“OOO sevimli yüzün asla solmasın…..”

Her akşam onun şarkı söyleyerek dönmesini beklerdik…

“OOO sevimli yüzün asla solmasın…”

Bolu DP bölgesiydi…

Gerede DP ‘nin en güçlü olduğu bölgelerden biriydi.

DP ‘nin Bolu milletvekilinin evini herkes bilirdi. Özellikle de duvarlardan yerlere kadar sarkan dallardaki meyvalardan toplayan çocuklar. Şehrin girişinde Camili Yayla’ya çıkış yolunun orada etrafı taş duvarlarla çevrilmiş yüzlerce çeşit meyva ağacının , çiçek tarhlarının ve fıskiyeli havuzların bulunduğu çok büyük bir bahçe ve dört yanında yüksek kuleleri olan şatoya benzer bir konakta otururlardı. Siyah üstü açık mercedes araba şehrin sokaklarında göründüğünde esnaf dükkanlarının önüne çıkar, onlara el sallardı. Arabada beyaz hasır şapkasıyla güler güzlü bir adam ve çok güzel sarışın eşini ve küçük çocuklarını herkes tanırdı. Gerede’nin en sevilen ve sayılan ailesiydi onlar. Yurtdışında İngiltere’de okurken tanıdığı eşi, TC vatandaşlığına geçmiş bir İngilizdi. İngilizce öğretmenimizdi. Okulda İngilizce ders verirdi. Okul müdürü çok özel bir ilgi gösterirdi. Derslerinde çıt çıkmazdı. Çıt çıkaranın vay haline…

Milletvekilinin tutuklanması konusu gündeme geldiğinde sanırım babam yaşamının en zor kararlarından birini vermek zorunda kaldı.

“Onu mevcutlu olarak Ankara’ya sevk etmemizi istiyorlar” demişti üzgün bir sesle. Evinde kiracı olarak oturduğumuz hacı ziyaretimize geldi o akşam. Biz de konuşulanları duyuyoruz. Bir çözüm geliştirdiler. Bir kaç arabalı bir konvoy yapıldı.Askerleri taşıyan jip önde ,mercedes hemen onun arkasında ve şehrin ileri gelenleri diğer arabalarda Ankara’ya doğru yola çıktılar. Babam çok sıkıldığı bu sıkı yönetim komutanlığı işini fazla abartmadı, şehrin ileri gelenlerinin yardımını istedi. Onlar da gerekeni yaptı. Şehirde hiç bir huzursuzluk çıkmadı. Belki de çıktı da bizim haberimiz olmadı. Tek doktor,tek savcı, tek hakim, tek milletvekili çıkarabilen küçük bir kasabaydı Gerede.

Milletvekili iki gün sonra geriye döndü. Sadece ifade verdiği söylendi. Sonra o konak kapandı. Ne gelen oldu ne de giden. Emektar bahçıvan kaldı. Bahçedeki meyvaları toplayıp duvarın üstüne sıralardı çocuklar için. Milletvekili ve ailesinin İngiltere’ye göç ettikleri söylendi.

Akşamları radyoda “Yassıada saati” dinlenirdi. Aksanlı, otoriter bir ses soru sorardı. Nazik ve ince bir ses zoraki cevap verirdi.

“Hatırlamıyorum reis beyefendi”

Çok sonraları Yassıada yargılamalarının bir hukuk rezaleti olduğunu, “ihtilal” ile “askeri darbe” arasındaki farkı derin bir üzüntü duyarak öğrenecektim.

“Homo Homini Lupus” diye anlatacaktı hukuk hocamız.

Darbe ve vesayet demokrasisi, milli şef döneminin tarihsel çerçevesini dinlerken bu coğrafyada bitmeyen şiddet olaylarının ana kaynağını yavaş yavaş keşfetmeye başladığımı düşünürdüm.

Nemesis hikayesindeki gibi, Hesiodos fani insana eziyet etmek için doğurdu Nemesis’i ve onu insanlardan intikam almak için kılıktan kılığa girmesini sağlayan sihir gücüyle donattı.

Kendi ülkesine ve kendi insanlarına düşmanlık etmek için şiddet uygulayanların Nemesis olduklarını o zaman anladım..

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...