13 Ağu 2007

Jacques Derrida

Derrida, Yapısöküm Ve Marksizm

Abdullah Şevki


Jacques Derrida, Cezayir’de doğmuş Yahudi kökenli bir Fransız düşünürdür. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazımda onun ve yapısöküm( deconstruction) kuramının Marksçılıkla ilişkisini / ilişkisizliğini çözümlemek ve yorumlamak amacındayım.

Derrida – her nekadar bu görüşü kendisi ve kimi yandaşları kabul etmese de- yaşamı boyunca geleneksel Marksçılığa karşı mesafeli, eleştirel bir duruş sergilemiştir. Onun yapısöküm kuramı da özünde metnin kapalı okuma yöntemiyle yapılan bir tür yazınsal eleştirisinden başka bir şey değildir.
Metin içersindeki çelişkileri araştırır ve bunun sonucunda anlam öğelerinin dağılmasına neden olur. Anarşist ve dağıtıcı özellikte olan yapısöküm kuramı; “özgürleştirici” bir felsefi yöntem olarak da tanımlanmaktadır.

Derrida’nın siyasi yaklaşımı “radikal” olmakla birlikte, temelde, Marx’ın, devrim karşıtı ve revizyonistçe okunması olarak, Leninist epistemoloji ve merkeziyetçi (centralist)politikalara karşı muhalefet olarak özetlenebilir.

Edward Said’in de belirttiği üzere, yapısökümün, Marksçı kurama benzer derli toplu bir siyasi çözümlemesi ve uygulaması bulunmamaktadır.

Christopher Norris de yapısökümün Marksçı düşünceyle bağdaşmayan bir yöntem olduğundan söz eder

( Norris, C.(1982), Deconstruction: Theory and Practice, s.84, Methuen, London).

Derrida’nın kentsoylu izleyicileri onun projesinin Marksçılığa yaklaştığı ileri sürülen radikal kapsamını sürekli olarak gözardı etmektedir.
Yapısöküm, ağırlıklı olarak edebi-eleştirel ve felsefi bir olgudur ve Yeni Solcu muhalif siyasi hareketlere güçlü araçlar sağlamasına karşın, aslında kendisini sürekli olarak etken siyasetten yalıtmıştır.
Bu anlamda, Derrida’nın entelektüel kavgasının her zaman Marksçı düşünceyi dışlamak pahasına yapılan bir kavga olduğunu da burada yeri gelmişken belirtmek gerekir.
Derrida gibi Post-Yapısalcılar, François Dosse’un iki ciltlik “Yapısalcılık Tarihi” adlı yapıtında nitelendirdiği gibi aslında “Geç- Yapısalcılar(Late-Structuralists)” olarak kabul edilmektedir.

Bu Geç-Yapısalcılar, Fredric Jameson’ın 1984 yılında yayımladığı Post-Modernite ile ilgili deneme çerçevesinde Marksçılığın yeni entelektüel düşmanları olarak gösterilmiştir.
Dil güç ilişkilerinden soyutlanmış bir olgu değildir.

Çünkü, iç/dış, merkez/sınır, kurgu / kurgu olmayan, kadın/erkek, batı/üçüncü dünya, ikili karşıtlıklar olarak toplumsal gerçeklikleri sonsuz biçimde kodlamaktadır.Yapısöküm, metnin zıtlaşmalı yapısını ayrımlılık / benzersizlik (différance) bağlamında inceler. Yapısökümün, metne(texte),onun karşıtlıklarını, kavramlarını eleştirerek, tersyüz ederek, yer değiştirtmek biçimindeki yorumcu yaklaşımı, onun, Marksçı metinlerin de, emek/sermaye, proleter/kapitalist, altyapı/üstyapı, değer/artık-değer gibi karşıtlıklarla yeniden ele alınarak eleştirel okunmasını gerektirmektedir.

Bu metinsel karşıtlıklar bağlamında yapısökümcü kuramın Marksçılıkla birlikte yorumlanmasına değin çok sayıda girişimde bulunulmuştur( Ryan, Michael (1984), Marxism and Deconstruction, Johns Hopkins University Press, USA.). Ancak, Yapısökümcülüğün dış dünyayı, daha doğrusu Marksçı devrimci pratiği hesaba katmaksızın sırf metnin yorumundan hareketle Marksizme nesnel siyasal bir katkıda bulunması olanaklı görülmemektedir. Şimdi bunun neden böyle olduğu konusunu aşağıda ayrıntılarıyla inceleyebiliriz.

Derrida; “Marksın Hayaletleri(Specters of Marx)” adlı yapıtında Marksizmin ruhunun canlı tutulmasını, “Marx ve Oğulları (Marx and Sons)” başlıklı 1993 yılında yazdığı denemesinde de Marksizmin nereye yöneldiğini sorgulamıştır. Burada özellikle Francis Fukuyama(Tarihin Sonu kuramı) ve yeni liberalizmin Marksçılığa yönelttiği tehditler üzerinde durulmaktadır. Derrida açısından yapısöküm daima felsefenin Marksçı eleştirisinin bir genişletmesiydi ve Jameson’a da yardımcı olmuştu.

Fransız düşünür, 1960’larda Fransız Tel Quel dergisi içinde radikal sol bir grup ile çalışmış; ilginç denemelerinden birisi olan “İkili Toplantı (Double Session)” bir seminer notu olarak bu gruba dağıtılmıştır. Derrida, Tel Quel’den ayrıldıktan sonra yapılan görüşmelerde kendini Marksçılığın daha geleneksel türlerinden uzak tutmuştur. Ayrıca, Derrida, bu dönemde diğer filozofları daha derinlemesine okuyarak yorumlarını yayımlarken, Marx üzerine hemen hiçbir şey yayımlamamıştır. Ecole Normale Superior’da 1976 yılındaki seminerlerde, Marx, Althuser ve Gramschi’yi okutmasına karşın, yine bu derslerindeki yorumlarını içeren hemen hiçbir yayımda bulunmamıştır. Bu davranışının nedeni, Althuser ile olan arkadaşlığını zedelemek istememesidir. Derrida’nın Gramschi’ye değin sözünü ettiğim dersleri eleştirel ve yapısökümcüydü.

O dönemde Fransa’da hiç kimse Marksçı düşünür Althuser’i eleştirmeye cesaret edemiyordu. Derrida da bir “komünist” olarak, Ecole Normale Superior’de görev almasına yardımcı olan Althuser’i ılımlı ve dikkatli biçimde eleştirirken, ona saygısından, belki de kendi kariyer endişesinden olacak; biraz daha ileriye giderek “Marks’ın Hayaletleri” adlı yapıtını yayımlamayı düşünmemiştir. Bir siyasi uzlaşma dönemi olarak kabul edilen bu dönemde Fransız komünist partileri yasallaşmanın eşiğindeydiler.

Derrida, Ecole Normale’de, Marx’ın “Feuerbach Üzerine Tezler”deki: “Filozoflar sadece dünyayı yorumlamakla yetindiler; önemli olan onu değiştirmektir ” ( Die philosophen haben die Welt nur werschieden interpretiert, es kommt darauf an sie zu verandern. / The philosophers have only interpreted the world; it follows that we must change it.) görüşü üzerine, iki saat süren bir yorumda bulunarak, bu tümcenin Almanca ve İngilizcesindeki “es kommt” ya da “it comes” fikrinden türeyen mantiki bağlantılardan bir okuma oluşturmuş ve bu tümceyi yalıtarak, tanrısal(messianic) bir okuma yapılabileceğini göstermiştir.

Bu anlamda “it comes” daki “it” adılı “ideal komünist bir toplumdu” ve muhtemelen gelecekti; “doğru şeyi” yapıp yapmadığımıza göre buna güvenebilirdik. Buradaki “doğru şey” eylem yapmaktı(to act), yorumlamak değildi. Ancak, hangi eylem yorumdan bağımsızdı? Yukarıda belirttiğim gibi, Derrida, bu soruları yanıtlayacak hiçbir yayında bulunmadı. Çünkü, Marksçı dogmatizm Fransa’da o yıllarda eleştirel yaklaşımlara izin vermiyordu. O da, eski bir “komünist” olarak, Marksizmi eleştiren konumuna gelerek Fransa kamu oyundaki saygınlığını ve çevresini yitirmek istememişti.


Derrida, ilk kez 1992 yılındaki Amerika konferansında Marx üzerine konuşarak gerçek fikirlerini söylemiş; komünist partileri yelpazesinin olmadığı bir toplumda kazanma ya da kaybetme endişesi duyumsamaksızın eleştirilerini sıralayabilmiştir. Derrida, Marx’ın Hayaletleri’nde yapısökümü daima Marksist ideoloji ve eleştirinin bir türü olarak anladığını, ontolojiye karşı kendi kanıtlarının, Marx’ın mal fetişizmine (yani tekelci kapitalist dizgede insan ilişkilerinin insanın kendi ürettiği mallar ilişkisine dönüşmesine) değin çözümü ile sınırlandığını belirtmiştir.Rastko Mocnik’de Derrida’nın bu mal fetişizmine ilişkin görüşlerini genişletmiştir.

Derrida, gerçekte kendisini Marks’ın maddeci ontolojisinin de uzağında tutmuştur. Antonio Negri, Derrida’ya yanıtında, onun bu ontolojik(varlıkbilim) eleştirisini reddederek; Derrida’nın sınıfların maddi gerçekliğini bilmediğini savlamıştır. Çünkü, sınıfların maddi gerçekliği ve açlık gibi fiziksel gerçekliklerin kapitalist dizgede ayrıca bir ontolojisi yoktur. Bu bakımdan, Marksizm ile idealist yapısökümcülüğü birlikte düşünmek zorlamadan başka bir şey olmayacaktır.


Marx’la Derrida’yı bağdaştıran tutuculardan Gayatri Spivak’a göre(diğeri Paul de Mann) Derrida, Marx’ın metinleri konusunda dikkatlice hareket eder ve Marx ile aynı zeminde aydınlatılmış epistemolojik pozisyonu savunur. Metinleri bağlamında Derrida’yı söylemsel olarak (rhetorically) Avrupa ve Amerikan hegemonyasına karşı özgürlük hareketleriyle işbirliği içinde görmektedir. Derrida bu yönden 1968’de önemli ölçüde radikaldir. Marx; anamalcı ekonomide mübadele değeri (exchange value) çevresindeki gizemli fetişleşme olgusunu eleştirerek gözler önüne sermiş, böylelikle edebiyattan çok önce bir tür yapısöküm işi yapmıştır.

Yeni zamanlarda Derrida’nın yapısöküm kuramı, aynı görevi üstlenmekle, kapitalizmin kurbanlarına, batı dışı dünyaya ve kadınlara yönelik güçlü bir politik araç olabilecektir(Spivak, Gayatri(1980), Revolutions That As Yet Have No Model: Derrida’s Limited INC. Diacritics, s.47-49.).
Michael Ryan’da “Marksizm ve Yapısöküm” adlı yapıtında, Spivak’ın Marx ve Derrida’nın metinlerini birbirine yaklaştırma(rapprochement) çalışmasını destekler. Ona göre, Marx da tıpkı Derrida gibi klasik ekonomi politiğin, mülkiyet, ücretli emek, rant ve sermayeyi doğallaştırma(naturalisation) ve fetişleştirmesine karşı yöntemsel yapısöküm uygulamıştır. Marx’ın “yapısökümü”, Derrida’nın “ayrımlama / benzeri olmama / différance” ve “kararsızlık” formülasyonlarının içerdiği epistemolojik bozulmaya benzemektedir.

Ryan; Marx ve Derrida’nın pozitivizm, idealizm, naturalizm ve objektivizm eleştirilerinde birbirlerine çok benzeyen stratejiler izlediklerini söyler. Bununla birlikte Ryan, Leninizmin teori ve pratiğinin devrimci özü oluşturan benzersizlik(différance) oyununu ortadan kaldırması dolayısiyle öncü parti ile anlamı eşitleyen, logomerkezci(logocentericity) bir paradigma üzerine kurulu olduğunu düşünmektedir. Çünkü, Leninizm, seçkinci, hiyerarşik ve disiplincidir.

Marksizmin burjuva düzenine radikal el koyuşu, Leninist programın içerdiği totaliter epistemolojiyi dışlamakla birlikte, radikal demokrasiyi sürdürecektir. Güç ilişkileri yer değiştirecek ama burjuva demokratik özgürlükleri elinden bırakmayacaktır. Ryan’a göre Marx’ın söylemi sadece burjuva hakimiyetini değil, Leninist ve Post- Leninist sosyalizmin logomerkezciliğini de yıkma ayrıcalığını vermektedir.

Derrida’ya göre logomerkezcilik(logocentrism) idealizmin matriksidir. Spivak ve Ryan, yapısökümün kapitalizme muhalif duruşunun geniş ölçüde Marksçılıkla ittifak halinde olduğu düşüncesindedirler.

Diğer taraftan, Stanley Aronowitz, “ Tarihsel Maddecilikte Bunalım /The Crisis in Historical Materialism” adlı yapıtında; Eurokomünist partilerin revizyonist politikalarının, işçi sınıfı hareketi içindeki sınıf işbirliği yerine, Marksizmin sınıf çelişkisini öne çıkarmalarının tarihsel gelişmenin diyalektiğini totalize eden temel bir hata olduğunu söylemiştir. Marksizm’in ekonomik logomerkezciliği kuramsal ve uygulama olarak onun en büyük güçsüzlüğüdür. Bu nedenle Aronowitz, “yeni tarihsel blok” un, sınıf yaklaşımından çok, bağımsız karşıt hareketlerin mikro politikaları üzerine kurulması gerektiğini söyler.

Bu “yeni tarihsel blok”, benzersizliğin(différance) sürekliliğini tanıyan bir siyasi ve toplumsal ilke olarak hegemonya karşıtı olmak zorundadır. Aronowitz’in Spivak ve Ryan’dan ayrıldığı nokta; ikisinin Marx’ı öncü yapısökümcü olarak yorumlarken, Aronowitz’in, Marx’ı burjuva akılcı düzeni ile izdivaç yapmış bir kuramcı olarak görmesidir. Derrida’nın yeni soldaki bu yandaşlarının tümü Leninci bürokratik, disiplinli merkeziyetçiliğe( sosyalist parti diktatörlüğüne) karşıdır.

Spivak ve Ryan’ın, Marx’ın anamalcı dizgeyi eleştirisini Derrida’nın yapısökümcülüğüyle bağdaştırmaları yanlıştır. Marx; özünde bir diyalektikçidir ama yapısökümcü hiç değildir. Marx’daki ücretli emek/sermaye karşıtlığı da -Derrida’da daki karşıtlıkların aksine- statik değil dinamik bir karşıtlıktır. Ve bu diyalektik karşıtlıklar kendi bireşimlerini(synthesis) üretmektedir.

Burjuva / proleter karşıtlığında, burjuva, halihazırdaki muhalefetin başlıca unsuru, proletarya da zıtlaşmanın başlıca görünümüdür. Derridacı yapısöküm bu nedenlerle de materyalist olmaktan çok idealisttir(Foley, Barbara, The Politics of Deconstruction, Northwestern University.). Marx’ın burjuva ekonomi politiğindeki(altyapıdaki) fetişleşmenin üstündeki örtüyü kaldırması, felsefe, edebiyat ve tarihdeki(üstyapıdak) fetişleşmeyi de açığa çıkarmıştır. Bu bakımdan Marksçı kuramın yapısökümcü kararverilemezliğin katkısına gereksinimi yoktur. Ryan ve Spivak, Marksçı sınıf kavramı yerine, kadınlar, kapitalizm kurbanları, batı dışı dünya gibi belirsiz kavramlar ortaya atmaktadır.

Bunların Marksçı model açısından bir anlamı olmadığı, kafa karıştırdıkları açıktır. Ryan, Leninist merkeziyetçi bürokratik stratejinin aksine, Negry’nin önerdiği; mülkiyet ilişkilerine köktenci biçimde dokunulmaksızın, işyeri gibi bağımsız yerlerde demokrasi kurmak düşüncesine yatkındır.
Bu bağlamda, Spivak ve Ryan’ın “yapısökümcü Marksizmi” solcu bir çoğulculuk anlamına gelmektedir. Ryan ve Spivak, Marxçı kuramı devrimci özünden yalıtarak, Marx ile Derrida arasında yapay yakınlıklar bulmakta; Marx’ın metinleri, kapitalist hakimiyetin metni-pratikte-bir red/kabul etmeyiş olarak yorumlanabilirse, Marx’ın “edebiyat öncesi bir yapısökümcü” olarak görülebileceğini söylemektedirler. Aronowitz’in yukarıda belirttiğim düşünceleri de özünde anarşist karakterlidir.
Bağımsız karşıt hareketlerle devletin gücünün ele geçirilmesi kararverilemezlik politikalarının da yok edilmesi olacaktır. Yeni kurtuluş stratejisi, düşman burjuva rasyonalist düzenidir. Yani, kısaca batı metafiziği... Bu da Marksizme göre benzer olmamanın-ayrımın(différance) sürmesidir.
Yazınsal açıdan bakıldığında: Yapısökümcülere göre kapalı okuma ve yorumlamadan öte hiçbir şey yoktur. Çünkü ne ayrımsız olan ne de düz anlamla yetinen hiçbir kaynak ya da temel bulunmamaktadır.
Yorumlama etkinliği de başı sonu olmayan bir etkinliktir. Her metin, ilerde başka bir yapısöküme yol açabilmek için kendini yapısöküme uğratır. Yorumcu sürekli batı metafizik kavramlarını ve tasarımlarını kullanır ama yorumlama sözmerkezli kapalı bir alanda hem sürekli hem de çıkışı olmayan (aporia), yani bir çemberin iki ucunu birleştirmek ve çember içinde kalmak biçimindeki kısır bir yazınsal etkinliktir.

Derrida’nın metin yorumlama çabaları geniş ölçüde tarihdışı, siyaset açısından kaçamak yanıtlarla doludur. Michel Foucoult da, metnin dışındaki, güncel siyasal konulara karşı Derrida’nın kararının bu olaylar konusunda görüş bildirmekten kaçınmak olduğunu, metin çözümlemesinin asla siyasal ve toplumsal bir etkinlik olarak görülemeyeceğini söyler. Derrida psikanalizin sinirsel bozukluklara yaklaşımına benzer kapalı okuma adı verilen bir okuma yöntemi bulmuştur. Sözünü ettiğim yapısökümcü kapalı okuma, metin sorgulandıktan sonra metnin geride kalan korumalarını yarar geçer.

Tersyüz etme ve yerdeğiştirmeyle işleyen yapısöküm, birbirine benzeyen felsefe karşıtlıklarında her zaman için bir şiddet sıradüzeninin söz konusu olduğunu ileriye sürer. Terimlerden biri daima kendi öncelikli konumunu pekiştiren bir diğerini denetimi altına alır. Böylesi bir karşıtlığı yapısöküme uğratırken yapılacak ilk iş sıradüzeni yıkmaktır. Bundan bir sonraki aşamada, tersyüz edilmiş olan terimin yeri değiştirilmeli, önceki terim söküme alınmalıdır. Batı metafiziğinin başlıca yanılsamalarından birisi, usun dili dikkate almaksızın dünyayı kavrayabileceğine, daha da önemlisi salt, sahici bir doğruluğa ulaşabileceğine duyduğu inançtır.

Derrida’nın hemen bütün çalışmalarının temel amacı, dilin hangi biçimler altında filozofların tasarılarını yolundan saptırdığını göstermeye yöneliktir. Felsefe metinlerinde bulunan değişmece araçları ile eğretilemeler üzerinde yoğunlaşarak yapar bunu. Bu yüzden Derrida felsefe uslamlamalarının sözsanatsal doğasının altını önemle çizer.
Yapısöküm, yazınsal anlamın yapısındaki ayrım oyununda önemli bir yeri bulunan eğretilemenin başka hiçbir şeye indirgenemez olması üzerinde durur. Yapısökümcülük bu anlamda metinlerin yepyeni bir bakışla okunmasını amaçlayan bir metin okuma tekniğidir. Böylesi bir okuma etkinliğinde anlam ile yazarın dile getirişleri arasında bir belirsizlik, bir başkalık bulunduğunun bilincinde olmak gerekir. Derrida, uslamlamalar yoluyla ortaya çıkan söz konusu başkalıklara ilişkin bir paradoksal izlekler kümesi bulmuştur. Onun yöntemi, öncelikle başat bir eğretilemeye dayanılarak terimlerin yerlerini nasıl olup da kazandıklarını, sonra da eğretilemelerin asla sonuca dayalı mantığa dayanmadıklarını göstermektedir. Eğretilemeler çoğu kez uslamlamanın mantığını bozarlar.

Derrida, insanoğlunun kapalı dört duvarlar yaratmaya dayanılmaz metafizik arzu duyduğunu yazar. Metnin üstümüzdeki yetkesinin kalıcı bir yetke olmadığını, mantığı yanlışlamak için aynı anda hem dili kullanmayı hem de onu sökmeyi öğrenmemiz gerektiğini vurgular.
Derrida şimdiye kadar koruduğumuz tüm karşıtlıkları, bir yün örgüsünün ilmeklerini sökmeye benzer biçimde söktükten sonra yok etmemizi istemektedir. Onun Marksçı kuramın metinlerine yaklaşım biçimi de böyle bir şeydir. Yapısökümcü kurama göre, göstergelerin başka göstergelere gönderme yapması gibi metinler de başka metinlere göndermeler yapmaktadır. Bu biçimde, belli bir kesişme(düğüm) noktasını imleyen, durmaksızın genişleyen böylesi bir ağ metinlerarasılık(intertextuality) olarak adlandırılmaktadır. Metne ilişkin yorumların sürekli çoğalması söz konusudur burada...

Üstelik de hiçbir yorum kendisinin en son ve doğru yorum olduğu savında bulunamaz. Derrida doğruluğu reddetmemekte, doğruluğun doğasına ilişkin düşüncelerini söylemekten özellikle kaçınmaktadır. Doğruluk ve mantık terimlerinin değerini sorgular. Oysa, kuramında kendisi de içsel bir mantık yürütmektedir ve yalıtılmış metnin yorumlanması da başlangıçtan metafizik bir kabuldür aslında.
Derrida, gösterenden bağımsız hiçbir gösterilen alanı olamayacağını ortaya koyarken, içinde gösterilenlerle oynanan sonsuz bir oyundan söz etmektedir. Bu nedenle anlam daima hakkında karar verilemez olandır. Bir kararverilemezlik örneği olarak Platon’un yazıyı sık sık uyuşturucu etkisi olan bir ilaca(pharmakon)benzetmesini gösterir. İlaç anlamına gelen bu sözcüğün hem şifa hem de zehir olmasından ötürü, sözcüğün hangi anlamda ele alındığı pek çok ayrılıklara neden olmaktadır.Yapısöküm geleneksel yazar ve yapıt kavramlaştırmalarını da altüst eder.

Öykünmeci, anlatımcı, öğretici yazın kuramlarının yerine metin ve yazıyı/metinselliği(écriture)önermekte; yazarı öldürmekte ve okuru ön plana çıkartmaktadır.Metinlerarasılık yoluyla tarihe ve geleneğe dönerken okuyucuyu da onurlandırmaktadır. Yapısöküm sayesinde “eleştiri”, “felsefe” ve “yazın” kategorilerinin tümü yıkılır; sınırları çiğnenir. “Metin” olarak adlandırılan tüm yapıtlar, metafizik, köktenci ve bitmez tükenmez bir anlamlar oyunu boyunca doğruluğun ötesinde açımlanırlar. Biçimce çözümlemeci, kendi içinde tutarlı olan eleştiri yazıları dahi, böylece şenlikli, oyuncul yazı parçaları(texte) olup çıkarlar.

Eagleton bu konuda şöyle diyor: “ Dili gösterime dayalı bir şey olarak, bir sayfa üzerindeki bir gösterenler zinciri olarak görürsek, anlam nihai olarak üstünde karar verilemez bir şeye dönüşebilir; oysa ki dili daha çok yaptığımız bir şey, pratik yaşam biçimlerimize sıkı sıkıya örülü bir şey olarak düşünürsek, anlam o zaman hakkında “kararverilebilir” olur. Böylelikle de “doğruluk”, “gerçeklik, “bilgi” ve “kesinlik” gibi kim sözcükler güçlerini yeniden toplarlar.”

(Eagleton, T.(1983), Literary Theory: An Introduction, Oxford:Basil Blackwell, s.138.). Eagleton, yapısökümcülüğün, “yazınsal metinlerin gerçekte kendilerinden başka hiçbir şeyle ilgili olmadıklarını” söylediğini belirtir. Eagleton ayrıca, yapısökümün yalnızca yenilikçi olmayıp, aynı zamanda “aşırı solcu” olduğu kanısındadır da... Aşırı solcudur, çünkü, anlamın kendisini “anarşist bir sorunsal” olarak görmektedir. Emperyal global gücün yeni biçimleri, Post-Yapısalcılık ya da Geç Yapısalcılıktan dünya ölçeğinde hakimiyet sağlamak için benzer olmayanları(différances) nasıl kullanacağının derslerini öğrenmiştir.

“İmparatorluk” un yazarları Hardt ve Negri’ye göre uluslar ötesi geç kapitalizmin liderleri Post-Modernist düşüncenin yöntemlerini kabul etmiştir. Post- Modernizm, bilinçdışı olarak global kapitalizmle suç ortaklığı içersindedir. Negri’nin tümcesiyle, Marksizm, kapitalizme yalnızca bir eleştiri değil; “her şeyin üstünde bir tutku, sermaye dünyasının yıkımı ve özgürlüğün inşasıdır.”(Negri, Antonio(1999), The Spectre’s Smile” Ghostly Demarcations: A Symposium on Jacques Derrida’s Spectres of Marx, Ed. Michael Sprinker, London: Verso, 5-15.).Derrida’nın savı ve yorumları ne olursa olsun, Yapısökümcü kuramının salt bu nedenle Marksçı dünya görüşüyle benzeşmesi ve aynı zemini paylaşması olanaksızdır.Yapısökümcü kuram kendisini oluşturan ilkeleri bağlamında Marksçılığa idealist-entelektüel bir eleştiri olarak görülmelidir.

Şubat-2007, Ankara.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...