27 Nis 2010

Ütopya ve Heterotopya ....



Çoğu siyaset bilimciye göre 20. yüzyılın asıl meselesinin modernite olduğu su götürmez bir gerçek.
Özellikle de karanlık çağlardan ileriye doğru bir sıçrama ; bir düşünce aşaması yapması beklenen bazı bireylerin şaşkınlık içinde bocaladığı ve oradan şuraya savrulduğu, giderek rasyonel aklın izinden ayrılarak daha farklı karanlıklara saplandığını da görüyoruz.

Anthony Giddens ’in (1) “Sağ ve Solun Ötesinde “ adlı kitabı üzerine bir makale yazan Hasan Bülent Kahraman ‘ın da vurguladığı gibi modernitenin artık sona eren ve bir çok alanda yetersiz kaldığı söylenebilir.Nitekim Giddens ‘de modernitenin artık önemini yitirdiğini sorunlar yarattığını söylemektedir. (2)
Bu da bizi Michel Foucault’un heterotopya açılımının kıyılarına ulaştırmaktadır.
Nedir bu sihirli kelime ?
“Ütopyalar gerçekle bağlantısı olmayan bölgelerdir. Bu bölgeler, toplumun gerçek mekanı ile direkt ya da tersine çevrilmiş bir ilişki içindedir. […] Her uygarlık, bünyesinde ‘ters’ olarak tanımlanabilecek bölgeler bulundurur ki bu bölgeler, bütün gerçek mekanların aynı yerde temsil edilmesi ve aynı anda tersine çevrilmesidir. […] Yansıttıkları ve bahsettikleri bütün mekanlardan tamamen farklı olduğu için, bu yerleri ütopyalardan ayırıp heterotopya olarak tanımlamak istiyorum. […] Ütopyalarla heterotopyaların aynı yerde var olmasının en güzel örneği aynadır. Ayna, yersiz bir yer olduğu için ütopiktir. Ben, aynada kendimi görürüm ama ben gerçekdışı, sanal bir mekanda değilimdir. Ben oradayım, ama orada değilim. Orada olan, beni kendime gösteren bir gölgedir ve bu gölge benim nerede olmadığımı görmemi sağlar: aynanın ütopyası budur. Heterotopya olmasının nedeni ise ayna gerçekte var olmaktadır ve var olmamın karşıtı bir hareketi simgeler. Aynanın var olduğu noktadan benim olmadığım noktayı görebilirim.”
Michel Foucault, Des Espaces Autres, 1984 [1967]Çeviri: Merve Ünsal
Newyork ‘da yaşayan Merve Ünsal ‘ın da mezarlık fotoğraflarında yakaladığı şey, modernitenin bireyi sürüklediği ve uğruna her türlü fedakarlığı göze aldığı ütopyanın ona sunduğu gerçekliği göstermesi açısından da yorumlanabilir. M. Foucault’ya göre modernite bugün ne olduğumuzu, ne düşündüğümüzü ve ne yaptığımızı belirleyen sorunun cevabıdır.İki yüz yıldır Kant ‘dan bu yana cevabı aranan bir soru.(3)

Günümüz Türkiyesinde yaşayan birey ,cumhuriyet rejimiyle batıya göre yüz yıl kadar geç girdiği modernitenin farkında bile değildir. Cumhuriyet rejimiyle alel acele çizilen çağdaş Türk toplumu ütopyası bir yerde moderniteyi de ırkçı ve şöven sayılabilecek bir tarzda kabul ettirmek istemiştir.
İmparatorluğun çok dinli ,çok dilli vatandaşları arasından bir grup seçilerek toplumun değer yargıları o gruba göre modernitenin çarpıtılarak uyarlanması yoluna gidilmiştir. Şiddet tekelini elinde tutan devlet gerektiğinde yarattığı bu gecikmiş ve çarpıtılmış moderniteyi bireye zorla kabul ettirmek istemiş, karşı çıkanları da şiddetle cezalandırmıştır. Çokluğu tekliğe indirme kuramı kimi bireylerde başarılı da olmuştur.

M.F’nun sözünü ettiği heterotopya bu topraklarda batıya göre çok daha farklı bir oluşum süreci izlemiştir. Modernite 18. Yüzyılın sonlarına doğru bireyin batıda dinin ve taassubun baskısından,kölelik ve sömürüden kurtulmasını amaçlayan bir ütopyaya dönüşürken bu topraklarda tam tersine ağdalı ve şiddet dolu bir istibdat yönetimi ortaya çıkmıştır. Demokrasi ve özgürlük isteyen imparatorluk çok kültürlü tebası şiddetle susturulmak istenmiş, itiraz edenlere her geçen gün artan bir baskıyla karşı konulmuştur. 20. Yüzyıla girerken artık bariz bir çöküşe giren imparatorluğun kurtuluşu için dışarıya ve içeriye karşı bir ölüm kalım savaşı verilmiştir.
Her alanda isyan eden ve istibdat rejimine baş kaldıran bireyin demokrasi ve özgürlüklere kavuşmasını engelleyen güçler zamanla etkili olmuştur. Bu güçler moderniteyi de bir kabusa dönüştürmeyi başarmışlardır. Bugün batının ütopya ve heterotopya algısıyla Türk insanının algısı farklıdır.
Bu fark, hem iki yüz yıllık bir gecikmenin hem de özgürlük yerine tekil bir kültürü dayatarak şiddet uygulayan bir devlet yapısının yarattığı bir karabasana dönüşmüş durumdadır.
Askeri darbelerle yıllardır bir o yana bir bu yana savrulan cumhuriyet bireyinin dün meclisde oylanarak kaldırılması kabul edilen ve 12 Eylül başta olmak üzere diğer cuntaların da yargılanmasının önünü açan gelişme bu karabasan içinde bir umut ışığı olarak algılanmalıdır...

----------------------------------------------
(1) Anthony Giddens, çeviren: Sabir Yücesoy, Metis Yayınevi, 2002,
(2) 29 Kasım 2002 tarihinde Radikal Gazetesi’nde yer alan yazısında H.B. Kahraman şöyle söylüyor: “Hiç kuşku yok, kendisi, içinde bulunduğumuz dönemlerin en yaratıcı düşünürlerinden birisi. Bu kitabı hem bir modernite eleştirisi hem de bir çözüm önerisi olarak mutlaka okunmalıdır.”
(3)Sever Işık ‘ın makalesi de MF’un modernite yaklaşımı ve eleştirisini öne çıkarmaktadır : http://www.derindusunce.org/2008/10/21/aydinlanmanin-santaji-ve-foucault/

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...