11 Ağu 2015

Hakkâri İzlenimleri (2)

Hakkâri’de Hükümet Konağı karşısındaki üç yıldızlı Şenler Oteli’nde kalıyoruz. Otelin duşlarından sıcak su akıyor, çarşaflar temiz, yemekleri lezzetli personeli kibar ve güler yüzlü. Daha ne ister bir yolcu? Hakkârili dostlarımızla (Murat Adıyaman, Emin Yıldırım) şehirde yemekten sonra yaptığımız gece yürüyüşünde şaşırıyoruz. Tıklım tıklım sokaklar. Şehrin tek bulvarı olan  Cumhuriyet Caddesi ana baba günü. Bütün dükkanlar açık. Alışveriş edenler, çay içenler, hasret giderenler. Burası tam tabiriyle “Piyasa” yapılan bir yer.  Bu caddeye halk arasında  “Mecburiyet Caddesi” adı veriliyormuş.
Ramazan ayında olmamız nedeniyle şehirde sadece Ramazan ayına özgü “İftar-Sahur” arası etkinlikler göze çarpıyor. Bulvarın iki yanı taburelerde oturan çay ve meşrubat içen gençlerle dolu. Gençler diyorum. Çünkü bu genç kalabalığın yaş ortalaması yirmi taş çatlasa yirmi beş. Erkek oranı daha fazla ama genç kızlarda var. Modern görünümlü esmer, güzel kızlar ve yakışıklı delikanlılar. Senede bir defa o da Ramazan ayında şehirde bu piyasa yapılırmış. İşin tuhafı etrafta polis jandarma yok. Çekilmişler ortalıktan. Neşeli ve sakin bu genç insanların çoğu kez medyada servis edilen bir anda taş ve Molotof kokteyli atanlara dönüşmesi için bir kıvılcım yetecek gibi görünüyor. Her şey bıçak sırtında burada.
Caddede yürürken gençlere bakıyorum. Hemen hemen hepsi Kürtçe konuşuyor. Bizim grubun yabancı olduğu belli oluyor demek ki. Bakışlarda merak ve dostluk var. Arada birkaç genç gelip düzgün bir Türkçe ile nereden geldiğimizi soruyor. İzah ediyoruz. Konuşuyoruz. İşsizler. Hepsi üniversite mezunu pırıl pırıl gençler.  Başlarını sallayıp gülerek sağ elleriyle iki, işareti yapıyorlar ayrılırken. Bu ülkenin gerçek potansiyelini anlamayan dangalak idarecilerin yarattığı kaoslarla boğuşmak zorunda kalan, demokrasi ve özgürlük isteyen, bir istikbal bekleyen gençlerin karşısına gözü dönmüş, beyni yıkanmış  güvenlik güçlerini dikenleri tarih affetmeyecek: İstanbul’da masa başında kendi küçük çıkarı için çalakalem, zehir zemberek  köşe yazıları çakıştıran medya çalışanlarını da.
20150716-_DSF0157
Reşko Buzulu[1]
Bugün Reşko Buzulu’na gidiyoruz. Türkiye’nin ikinci yüksek dağını göreceğiz. Tam 4135 metre. Uludoruk zirvesi. Zirve yapmayacağız ama 3200 metrelere kadar buzul göllerine ve buzul şelalelerine  kadar çıkacağız. Mergan Yaylası’ndan çıkış yaparak yaklaşık yedi kilometre tırmanıp “Cennet Cehennem” adı verilen buzullara eriştikten sonra buzullar üzerinde yürüyüp buzul şelalelerini (Sülavka Mazın, Sülavka Navi ve Sülavka Pücük) ’leri[2]  fotoğraflayacağız.
Sabah erkenden minibüse doluşuyoruz. Mergan Yaylası Kırıkdağ Yaylaları arasında yer alıyormuş. Şehre kırk kilometre uzakta. Sümbül Dağı’nın[3] gölgelerinden  sıyrılıp Cilo Dağlarının eteklerine ulaşıyoruz. Duyduğumuz kadarıyla buralarda da tahribat başlamış. Sadece Kırıkdağ Vadisinde üç farklı HES santrali projesi yürütülüyormuş. Proje  akan suyun kaynakta %90 ını almalarını, su yatağında kalan suyun sonradan eklenen kollarla % 35 seviyesine ulaşacağını planladıklarını anlatıyor Hakkârili çevreci dostlarımız. Önümüzdeki beş on yıl içinde bu doğal güzelliklerden eser kalmayacak demek ki. Halk bu projelere karşı çıkamıyormuş. Bölgedeki siyasi hassasiyetten ötürü direniş farklı algılara sebep olabiliyormuş. Hakkârili çevre dostları Karadenizliler gibi direniş gösteremiyor. Çünkü asker var.
Dağlardaki buzul oluşumlarını incelemekten çok üç bin metrelerde yer alan buzul göllerinin görselliğini fotoğraflamak için uzun ve meşakkatli yollar yürümek gerekiyor. Buzullarla ilgili bilgileri seyahatten döndükten sonra araştırarak buluyorum.[4] Bölgeyle ilgili bilgiler kısıtlı. Genel olarak siyasi bakımdan hassas bölgeler olması itibariyle uzun süre yasak bölge statüsünde kalmış.
Bölgeye ilişkin bilgiler sanırım bu yasak nedeniyle kısıtlı kalmış. Çoğu coğrafi bölgenin adı Kürtçe. Yerel halkın yaşadığı yaylalarda akarsuların, bitki ve çiçeklerin adları da ya yok ya da Kürtçe. Yasakların kalkmasıyla birlikte Hakkâri Üniversitesi ve bölgedeki dağcılık derneklerinin gayretleriyle az da olsa bilgiler derlenmeye başlanmış. Yine de yeterli düzeyde değil. Bazı yerlerin adları birkaç yerde birden geçiyor. Zaman içerisinde buraların adları üzerinde mutlaka bir mutabakata varılacaktır. Ayrıca harita ve çizim sorunu var. Trekking güzergahlarının gerçek mesafeleri ve yönü konusunda olsa olsa metoduyla tahminler yürütülüyor. Üç kilometrelik güzergah altı kilometre çıkıyor. İki saatte alınan yol dört saatte alınıyor. Bütün bunların nedeni ölçümlerin sağlıklı yapılmamış olmasından kaynaklanıyor.
20150716-_DSF0310
Reşko (Karadağ) buzulu ise dağcıların en sevdiği ve ilgi gösterdiği bölgelerden biri. Buzul üzerinde dağcılar arasında fotoğraf çektirerek “Buradaydım” demek ayrı özel bir mesaj. Uzun bir süredir telefonum üzerinde Viciloc adı verilen bir GPS programı kullanıyorum. Her yürüdüğüm rotayı olduğunca kayıt etmeye dikkat ediyorum.[5] Şimdiye kadar dört yüzün üzerinde rota eklemişim. Bu bölgede daha önce kayıt var mı diye araştırdım. Doğader’den Sami Ergüzen “Mergan Yaylası” kaydına rastladım. 12.7 km’lik bir parkur çizmiş. Gidiş geliş orta zorlukta bir trekking parkuru. En azından kayıt kayıttır. Bölgede başka bir kayıt yok. Bir de dağcılarla trekkingciler arasında parkur farklılıkları oluşuyor. Dağcılar bu konuda daha deneyimli. Reşko’ya tırmanmak kolay değil. Yüksekovalı ve Hakkârili dağcılar bu konularda oldukça deneyimli. Öte yandan trekking konusu daha çok yeni.
Minibüsümüz yaylanın girişinde duruyor. İki bin yetmiş metredeki Mergan yaylası göçer çadırlarıyla dolu.
_DSF0064
Batman ‘dan her yıl (söylendiğine göre yüzlerce  yıldır)  yaz aylarında buraya gelen akraba üç aile ve hayvanları koskoca yaylayı tek başlarına kullanıyorlar. Alabildiğine uzanan otlaklar, gürül gürül akan dereler yalnızca onların kullanımına sunulmuş. Arada sırada oraya civar köylerden piknikçiler geliyormuş. Onlar da yemeklerini yiyip akşama köylerine dönüyorlarmış.
Çadırların önünde on kadar çocuk sayıyorum. Hepsi çok meraklı ve neşeli. Yeni doğmuş bir kuzunun sürekli takip ettiği yedi sekiz yaşlarındaki Kürt kızı yanlış duymuyorsam “Beri-Beri-Beri” diye bağırarak sürüyü yönlendiriyor. Onlarla sohbet ediyoruz. Hakkârili dostlar malzemeleri taşımak için bir katır kiralamak istediklerini söylüyorlar. Katır yok. Eşek var. Çaresiz iki eşekten daha uysal olana razı oluyoruz. Film ekibinin malzemesi çok, ayrıca kumanyanın ve ağır çantaların da taşınması gerek.Trekkingci olmayanların da sırt çantaları taşınacak. Ben çaresiz 30 kiloluk çantamı taşımaya gönüllü oluyorum. Ne de olsa antrenmanlıyım.  Başka çare de yok zaten. Yine uzak ve yakın plan kompozisyon çalışılacak.
20150716-_DSF0037Tuğba
Bayan arkadaşlar Tuğba ve Zeynep Hakkârili dostların bir yerden temin ettikleri folklorik kıyafetleri giyerek kıl çadırların arasında göçebe Kürt kızları gibi dolaşmaya başlıyorlar. Giysiler çok parlak renkli kumaşlardan yapılmış.


20150716-_DSF0071
Model Kürt kızlarımız ve doğal kıl çadırlar, çocuklar ve kuzu  kompozisyon çalışması için ideal. Arka planda bütün heybetiyle uzanan Cilo dağları, buzullar, Gelyano Gölü   ve Reşko zirvesi.
20150716-_DSF0040Zeynep Tavukçu
Bir grup kompozisyon çalışmalarına devam ederken ben ve birkaç tez canlı  yürümeye başlıyoruz. Tolga Yorulmaz,  Mazlum Tekçe ve eşek. Yolumuz uzun. Sağ tarafımızda  coşarak akan yerel halkın Avaspi (Beyazsu) adını verdikleri buzul deresi var.
20150716-_DSF0372

Reşko buzul şelalelerinden gelen bu suda elini ya da ayağını on saniye tutabilene aşk olsun.  Avaspi akıp gidecek ilerde Zap suyuna karışacak. Tırmandıkça Avaspi’nin daha da coştuğunu beyazlaştığını görüyoruz. Debisi o kadar güçlü ki her şeyi götürebilir.   İki saat tırmandıktan sonra buzula beş yüz metre kala arkadan gelip bize yetişen sorumlu rehber Emin Yıldırım dere kenarında yemek molası vereceğini söyledi. Çarşaklar ve sivri kayalıklar başladığı için Eşek  daha ileri gidemezmiş. Malzemeler indirildi. Eşek bir taşa bağlandı. Kumanya yere serildi. Gece Hakkâri’den alınan taze tandır ekmeği, İran peyniri, otlu peynir, zeytin, domates, salatalık, konserve barbunya ve kavun. Bu bir ziyafet. Emin Yıldırım iki termos çay da getirmiş.
20150716-_DSF0280-2-2
Ben yemeği kasten kısa kestim. Yolumuz uzundu, ayrıca daha tırmanış bitmemişti.  Nitekim bizim küçük grup toparlanıp yola koyulduk. Karanlığa kalmadan buzulda mümkün olduğu kadar fotoğraf çekmek istiyorduk. Bir saat tırmanıştan sonra buzul gölüne ulaştık.Üç bin metreye yaklaşmıştık.  Gelyano gölü ya da avaspi gölü hiç te beklediğimiz mavi renkte değildi. Faruk Akbaş zaten daha önce Reşko’nun fıotoğrafik açıdan çok zor bir dağ olduğunu   söylemişti. Haklıydı. Tam bir bulmaca. Beyazla kahverengi arası açık renk çamur renginde içinde buz parçaları yüzen bu büyük göl sanki dünyalar savaşı sonrası bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi donuk renklerle karşımızda duruyordu. Ne yapsan o çamur rengini mavişleştirmek mümkün olmuyordu. Buzulun üzerinde de aynı renk hakimdi. Çöllerden gelen toz mu yoksa kum fırtınalarının marifeti mi bilinmez buz siyahımsı bir renk almıştı. Bu nedenle siyah beyaz bir fotoğraf  daha uygun olacaktı.
20150716-_DSF0277
“Reş” Kürtçede siyah, kara anlamına geliyormuş. “Ko” da Farsça Koh yani dağ demekmiş.Yani Reşko “Kara  dağ” olarak da biliniyor. Nitekim bu doğru da çektiğimiz tüm fotoğraflarda kara bir kütle gibi çıkıyor. “Gelyaşin” ise Nasturi dilinde “Mavi Kale” anlamına geliyor. Bu da zamanında burada bir kalenin var olduğunu varsaymamıza neden oluyor. Oysa etrafta hiç kale kalıntısı yok. Gölün buzullarla birleştiği yerde buzul mağaraları var. Geriye buzul şelaleleri kalıyordu. Bu buzula bazıları “İzbırak” adını takmış. Bence bu doğru olamaz. Bir defa olsa olsa yöresel bir ad olmalı. Kürtçe olmalı. Ya da Nasturice  veya Ermenice olmalı. Yaklaşık elli yüz metreden sarp kayalıklardan aşağı dökülen şelalelerin suları az da olsa istenen mavi rengi verebiliyordu.
20150716-_DSF0329-2-2
Emin Yıldırım ve Mazlum Tekçe kazmalarını alıp buzula tırmanmaya başladılar. Bir buçuk kilometre kadar buzulda tırmanacaklardı. Kramponları da yoktu. Sülevka Mazın yani büyük şelale karşımızdaydı. Fotoğraf makinalarını zorlayarak çekime başladık. Aşağıdaki fotoğraf ortaya çıktı. Yüzlerce kare çektim. Her alternatifi deneyerek daha iyiyi bulmaya çalıştım. Faruk Akbaş buzulun üzerine yatıp video çekmeye çalıştı. Donmuş olmalı. Giysilerim uygun olmadığı için üşümeye başladığımı hissettim. Buzul dışında hava sıcaklığı 25-27 derece iken, buzul üzerinde 10-12 derece ölçülüyordu. En az on bin yaşındaki koca buzul bizimle dalga geçiyordu. Sarp kayalardan geniş bir perde gibi aşağıya dökülen buzul şelalesini seyretmek sanki bir başka dünyaya gittiğimiz duygusu uyandırdı. Bu gerçek olamazdı.
20150716-_DSF0280-2-2
Geri dönüşte çok dikkat etmek gerekiyordu. Buzulda derin çatlaklar vardı. On on beş metre derinliğinde olan çatlaklara düşmemek için yönümü değiştirdim. Geldiğimiz yoldan değil gölün etrafından dolanarak Avaspi’nin öte tarafına geçtim. Farklı açılar yakalayarak daha ilginç fotoğraflar yakalama umudu dönüş yolunda geçit vermeyen dereyle boğuşarak geçti. Çantalarımızı ve eşeği bıraktığımız noktaya geldiğimizde eşeğin kaçmış olduğunu gördük. Mazlum Tekçe panikledi. O buz gibi debisi yüksek suya her riski göze alarak girerek karşıya geçti. Sonra da koşarak eşeği aramaya başladı. Biz geçit vermeyen dereyle baş başa kalmıştık. Suyun çok soğuk olduğunu biliyordum. Botlarımı çıkarıp o debisi yüksek suda karşıya geçerken kamera ve lenslerimi suya düşürme riskinin olduğunu da hesaba katarsak dere boyunca aşağıya inerek daha elverişli bir geçiş yeri aramaktan başka çare yoktu. Nitekim bir kilometre kadar aşağıda kayalar üzerlerinden seke seke atlayarak geçilebilecek bir geçit bulduk. Derenin karşısına geçince tekrar yukarıya çantaların oraya doğru yürürken Mazlum’un eşeği bulmuş olduğunu gördük. Biz buluşma noktasına geldiğimizde grubun diğer kısmı inişe yeni geçmişti.
20150716-_DSF0142
Muhammed,Tuğba ve Faruk Akbaş
Akşam güneşinin ışıkları sarp  tepeleri yalayarak uzaklaşırken inişe geçtik. İkinci günümüz de böyle sonuçlanıyordu. Yürüyüş olarak 12 kilometreye yakın dört yüz metre irtifa çıkışlı orta zorlukta bir parkurda yürümüştük. Reşko dağı arkamızdan el sallıyor gibi geldi.
Sanki “Baharda yine gelin, yine gelin bahar çiçeklerimi de görün” diyor gibiydi. Kim ne derse desin Reşko Ciloların ruhu bana göre.
—————————————————————————-
[1] Cilo Dağları’nın, yüksekliği 3.500 metreyi aşan çok sayıda zirvesi vardır. Bu zirvelerin en yükseği 4.168 metre ile Reşko (Uludoruk) ve 4.050 metre ile Bala (Süppadürek) doruklarıdır.
[2] Büyük, orta ve küçük şelaleler.
[3] Sümbül Dağı 3467 Metre
[4] “Türkiye’nin güncel buzulları  3 gurup altında toplanırlar: 1. Toros Dağları, 2. Doğu Karadeniz Dağları, 3, Volkanlar ve Anadolu’nun diğer bağımsız dağları, Toros Dağlan (Akdeniz kıyısı ve Güneydoğu Anadolu): Güncel buzulların üçte ikisi Güneydoğu Anadolu’da toplanmıştır. Bunlardan sadece Cilo Dağı (4168 m) ondan  fazla buzul barındırır. Yapılan hesaplar güncel daimi kar sınırının 3400-3600 m, Son Buzul Çağı daimi kar sınırının ise 2800 m civarında olduğunu göstermektedir. Orta Toroslar’da, Aladağ (3756 m) ve Bolkardağ’da (3524 m) çok küçük de olsa birkaç buzul bulunmaktadır, Batı Toroslar’da ise Son Buzul Çağı daimi kar sınırının 2200 m civarında olduğu bilinmekle birlikte, bu bölgede güncel buzul bulunmamaktadır Doğu Karadeniz Dağları: Bölgenin en yüksek zirvesi Kaçkar (3932 m) olup toplam 5 adet buzul bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Verçenik (3710 m), Bulut (3562 m), Altıparmak (3353 m), Karadağ (3331 m) ve Karagöl (3107 m) dağlarında da çeşitli büyüklüklerde buzullar mevcuttur. Bu dağların güncel daimi kar sının yüksekliği güney yamaçlarında 3550 m civarında olup, kuzeye bakan yamaçlarda nemli hava dolaşımından dolayı çok daha aşağılardadır (3100-3200 m). Son Buzul Çağı daimi kar sının ise 2600 m civarında hesaplanmıştır.” Atilla Çiner, Hacettepe Üniversitesi, Türkiye Jeoloji Bülteni Cilt 46 Sayı 1, Şubat 2003,

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...