11 Ağu 2015

Hakkâri İzlenimleri (3)

Bugün Hakkâri izlenimlerimin üçüncü ve son bölümünü yazıyorum. Oradan bakışla buradan bakış arasında inanılmaz farklar var. Sabah İstanbul’da gazeteleri şöyle bir karıştırıyorum. Ağzından köpükler saçan siyasiler savaş çığlıkları atıyorlar. Jetler, bombalar, kan ve intikam. Dün Kadıköy biber gazıyla yıkandı. Tepemizde dolaşan helikopterlerin gürültüsünden kulaklarımız hala uğulduyor.
Birileri sürekli gündemi geriyor. Onlar var, bir de kimsenin anlayamadığı biz. Biz’in içinden bölük pörçük gruplar ayıklayıp onları düşman ilan eden, sonra da yandaş kalemşörlerine köşe yazıları yazdıran bir azınlık var. Zavallı cahil ve çaresiz çoğunluk zaten neyin ne olduğunu anlayacak durumda değil. Taharetlenirken orucunun bozulup bozulmayacağına daha önem veriyor. Bu cump diye içine girilen yeni durumun birilerinin kurguladığı kanlı bir senaryo olup olmadığı kuşkulu.
İktidar hırsının sonu yok. Bir çocuğun bile kanmayacağı kadar ayan beyan ortada görünen bu kanlı senaryonun başı da belli sonu da. Üçüncü dünya ülkesi olmanın, halkın çoğunluğunun zır cahil olmasının ve çıkar gruplarının acımasızlığının bir örneğini daha yaşıyoruz. Hakkâri’deki dostlarımız yine eski baskı günlerine geri dönecekler, güzelim dağlar yine yasak bölge ilan edilecek. Masum insanlar yine tutuklanıp öldürülecek. Üçüncü dünya vatandaşı olmanın bedeli bu. Seçilmişlerin herkesi kandırdıklarını sanarak bıyık altından gülmelerine oldum olası tahammül edemiyorum. Dağlarda yaylalarda bu çirkinlikleri görmüyorsunuz. Orada binlerce yıldır devam eden huzur dolu bir yaşam var. Ruhunuzu kurtarıyor bu çirkeften.

Sat Dağları

Yüksekova’ya Zafer Oteli’ne indik. Ana caddenin üstünde emniyet müdürlüğü ve hükümet konağı karşısında yeni ve İran mimarisi tarzında yüksek bir bina. Sanki koskoca ovada yer yokmuş gibi bütün binalar birbirine kenetli. Yahu sen otelsin. Bir bahçen olsun, bir terasın ne bileyim bir avlun. Yok Dimdik bir bina. Üstüne üstlük binayı kim yaptıysa serçe kadar beyni olmadığı kesin. Caddeden otele giriyorsun seni elli basamaklı beton bir merdiven karşılıyor. Elinde bavulların o merdivenleri çıkmak zorundasın. Yardım eden de yok. Otelin odaları rahat ve aydınlık. Duşlar sorunsuz akıyor, havlular ve çarşaflar temiz. Önemli olan bölüm de burası. Otelin çalışanları İran aksanıyla Türkçe konuşuyorlar.
_DSF0287
Resepsiyondaki bayan İranlı olduğunu söylüyor. Başı açık ve güler yüzlü. Modern İranlı . Bize çok yakın alaka gösterdi İran  pilavı yaptı. Otelin giriş merdivenlerini unutturdu eksik olmasın. O gece rahat bir uyku çektikten sonra sabah erkenden yola çıkıyoruz. Bugün bir başka doğa harikası olan Sat Dağları’na tırmanacağız. Heyecanlıyım. Genellikle bir ya da iki gece çadırda kamp yapılırmış Sat buzul göller bölgesinde. Özellikle de Bayramda her yöreden gelen doğa severler çadır kurup geceleri ateşler yakıp etrafında halaylar oynarlarmış. Rehberlerimiz bize de çadırda geceleme önerisini getirdiler. Özellikle de ısrar ettiler. O kadar yolu tırmanıp bir iki saat sonra tekrar aşağı inmenin mantıksız olduğunu söylediler. Aramızdan üç kişi  gece yıldızlara uzun pozlama yapma olanağını düşünerek evet dedi. Üçünün de dağda çadır tecrübesi hiç yok. Üç bin metrede gece sıcaklık ciddi şekilde düştüğü zaman ancak sağlam ekipmanla korunabilirsin. Battaniye, yorgan seni kurtarmaz. İçlik takım ve en az eksi on beş derecelik uyku tulumu gerekiyor. Bu gerekçelerle  gece kalmayacağımı söyledim. Zaten günübirlik turlardan alışkınım bu mesafelere.
_DSF0197
Yukarıda da iki üç saat yeter de artar bile diye düşündüm. Herkes kararını verdi. Yola çıktık. Yüksekova’dan kırk kilometre kadar Dağlıca yolundan gidilecek, sonra yolda iki kontrol noktasında askere TC kimlik bildirerek bir tür izin alınacaktı.  Geri dönüşte de aynı işlemi yapmak gerekiyormuş. Bir başka taciz örneği olduğunu daha sonra anlayacaktık. Ana yoldan beton köprüye saparak Doski Vadisi’ni aramaya başlıyoruz. Yolun yanından akan derenin adı Veregöz deresi.[1] Bu derenin suları Sat Dağları’ndaki buzullardan geliyormuş. Dere boyunca tozlu bozuk yolda ağır ağır ilerliyoruz. Toplanma yerine geldiğimizde şaşırdık. Onlarca minibüs, özel araba içlerinden dağcı fışkırıyor.
_DSF0210
Yüzlerce dağcı akın akın gelip hazırlıklarını yaptıktan sonra tırmanmaya başlıyor. Kıvrıla kıvrıla sürüp giden dağ yolunda sırt çantalarıyla neredeyse bir ordu yürüyor. Dağ yolu da sanki bir araba geçecek kadar geniş. Yüksekovalı dağcılar dağ yolunu takip etmeyip kestirmeden daha dik yamaçlardan tırmanarak vakit kazanmaya çalışıyorlar. Tırmandıkları yamaçlar neredeyse elli altmış derece var. Dağ yolunun zaman zaman heyelana sebep olduğu da belli oluyor. Bu yolları açanlar hiçbir zaman dağın yerinde durmayacağını hesap edemiyorlar. Bunu Toroslarda da gördüm, Karadenizde de gördüm  burada da görüyorum. Makinayı dayayıp yol açmakla olmuyor bu iş. Hesap kitap ve bilgi gerekiyor. Nitekim bu açılan yol da söylendiğine göre ancak birkaç yıl dayanmış.
_DSF0214
Dağ yolunu izleyerek yükselmeye başlıyoruz. İki bin üç yüz metrelere yaklaştığımızda dağ yolu sona eriyor ve karşımıza iki patika çıkıyor. Etrafta keklikler, kuşlar ve rengarenk çiçekler var. Alt yoldaki patika kıvrılarak bir şelalenin etrafından dolaşıyor, üst patika dik bir tırmanışla tepeye doğru uzanıyor. Şelalenin orada mola vermiş dağcılardan bir grup görüyoruz. Bayram olması nedeniyle Yüksekova doğa derneği Sat Buzul Gölleri kıyısında birkaç günlük bir kamp etkinliği düzenlemiş. Biz yaylaya tırmanırken onar yirmişer kişilik gruplar halinde tam teçhizatlı doğaseverlerin de yukarı tırmandığını gördük. Hakkâri ve Yüksekova dağcılık derneklerinin düzenlediği şenliğe civar yayla köyleri gençleri de katılıyormuş.
_DSF0263
Birlikte yürüdüğümüz arkadaş Yüksekovalı dağcılara yaklaşmaktan çekiniyor. Mümkün olduğu kadar uzak kalmayı tercih ediyor. Mutlaka kendine göre nedenleri vardır. Şelalenin oradan at üzerinde iki kişi bize doğru yaklaşıyor. İki gerilla bunlar. Öndekinde bir makinalı tüfek diğerinde dürbünlü tüfek var. Bize selam veriyorlar. Göllere giden yolu soruyoruz. Patikayı izlememizi söylüyorlar. Birden boşboğazlık edip onlara korucu olup olmadıklarını soruyorum ama aynı anda da büyük bir hata yaptığımı anlıyorum.
_DSF0286
Öndeki makinalı tüfekli: “Korucu değiliz. Biz özgürlük savaşçısıyız halkın gerillasıyız,” diyor. Bize ters ters bakarak yürüyüp gidiyorlar. Dağda onlarla ilk karşılaşmamız böyle oluyor. Benim için bu bir ilk idi. TV’de gazetelerde gördüğüm gerillalarla dağda ilk kez karşılaşıyordum. Bu dağlarda serbestçe dolaşıyorlardı. Tepemizde dolaşan Heron’lar onları mutlaka görüyordu. Yürümeye devam ettik. Yüksekovalı dağcılarla karşılaşmamamız imkansızdı. Onlara selam verip yolumuza devam ettik. Şelalenin dev kazanı etrafında oturmuş kavun yiyorlardı. Bize de ikram ettiler. Almadık. Şelalenin döküldüğü tepeyi tırmanıp aştıktan sonra ikinci büyük bir vadiye girdik. Daha yolumuz uzundu. Vadinin sonundaki sarp kayalıkları da aşmamız gerekiyormuş. Bu vadiye Kepiri vadisi deniyormuş. Çorak vadi anlamında. Oysa her yer çiçek dolu pınarlar akıyor, kelebekler uçuşuyor. Kepiri vadisi bu olamaz her halde. Arkamızdan gelen büyük grupla aramızda artık neredeyse bir saatlik fark oluştu.

Vadinin ortalarına geldiğimizde büyük bir kaya kütlesiyle karşılaştık. Kızıla kaçan rengiyle ve cilalıymış gibi yüzeyi ile diğer kayalardan ayrılan kaya resimleri. Nihayet 1971 yılında Ersin Alok üstadın fotoğrafını çektiği kaya resimlerini bulmuştuk. Yüksekovalı dağcıların söylediğine göre bu kaya resimleri birçok yerde varmış.[2] İnsan ve hayvan figürleri kayalar üzerine belli ki ucu sivri bir cisimle, muhtemelen sivri sert bir taşla kazınarak yapılmış. Bu tarihi eser orada bir kaya yığını üzerinde duruyor.
_DSF0197
Belki de bugün yerde yığılı gibi duran kayalar binlerce yıl önce depremlerle yıkılan mağaranın duvarlarını oluşturuyordu. Mağara resimlerinin fotoğraflarını çekerken heyecanlanmamak mümkün değildi. Bu resimlerle ilgili bazı kişilerin aslı astarı olmayan iddialarda bulunduklarını okudum. Her şeyi Orta-Asya ve Türklük yani güneş dil kuramına bağlama eğiliminde olanlar bilimsellikten uzak yanıltıcı yönlendirmeler yapıyorlar. Burada Sat dağlarında gördüğüm kaya resimleri neolitik çağdan kalma yani en az 8-10 bin yıl öncesinin izlerini taşıyor. Resimlere bakarak genetik test yapılamayacağına göre bu bölgede bir türlü insan yaşamı olduğunu düşünmek daha mantıklı olacaktır.
Artık aşacağımız son tepeden sonra buzul göllerine ulaşacağımızı söylüyor Yüksekovalı dağcılar. Onların bir hatıra fotoğrafını alıyorum.
_DSF0316
Tırmanmayı sürdürüyoruz. Bizim grup ufukta görünmüyor. Her tırmanışta olduğu gibi son etabı tırmanmak için sıkıntıya girmeniz gerekiyor. Vücudunuz o zorlanmayı reddediyor ama bilincinizle tepenin ardındaki manzaranın yani hedefe varmanın keyfini düşünerek tırmanmayı sürdürüyorsunuz. Bir saat kadar süren tırmanıştan sonra nihayet göllere ulaşıyoruz.
_DSF0246
Yaklaşık beş saat süren tırmanıştan sonra 3000 metredeki buzul göllerine ulaştık. İlk göle Büyük Sat Gölü adı veriliyormuş. 700 metrelik bir tırmanışla 7.2 kilometrelik bir mesafeyi zaman zaman zorlu engelleri aşarak tamamladık.
Buzul gölleri üç bin metrelerde oluşuyor. Reşko buzul gölü de aynı irtifada yer alıyordu. Karadeniz gezisinde Kaçkarlarda gördüğüm buzul gölleri de öyle. Anbar gölleri, Verçenik Gölleri.  Sat dağlarının formasyonu fotoğraf için daha uygunmuş. Gölün yeşilimsi mavi rengiyle uyumlu gökyüzü ve beyaz buzullar doyumsuz bir güzellik sergiliyor. Burada en az beş göl olduğu söyleniyor. Tırmanmaya devam edersek hepsini görebileceğimiz kesin. Nitekim biraz soluklandıktan sonra büyük gölün bana göre sağına düşen tepeye tırmanarak küçük göle ulaşıyorum. Bizim grup da o sırada büyük göle ulaşıyor. Bu göle yakın bir yerlerde yeraltı mağaraları olduğu söyleniyordu. Artık diğer gölleri de görmek vacip olmuştu.
_DSF0287
Yüksekovalı gençler kardeş. Civar köylerden piknik yapmaya geldiklerini söylediler. Dağları aşarak gelmişler ama çok zorlanmışlar. Aştıkları dağların ötesinde yirmiye yakın buzul gölü olduğunu söylüyorlar. Bu dağları keşfetmek  her halde aylar sürer. Sat Dağları ufukta tüm heybetiyle uzanıp gidiyor. Kim bilir daha ne güzellikler saklıyor. Çiçeklerden söz ediyorlar. Baharda açan sarı çiçeklerden.
_DSF0321
Her mevsim farklı çiçekler açıyor olmalı. Temmuz ayının ortalarındayız ama buraların baharı sayılır. Dağ taş çiçek. İlerde ateş yakmışlar kuzu çevireceklermiş. Bizi de davet ettiler. Teşekkür edip yolumuza devam ettik. Buralara piknik yapmaya gelmemiştik ve zamanımız azdı. İki üç saat içinde dönüşe geçmemiz gerekiyordu. Ateşin başında oturan grubun içinde gerillalar olduğunu fark ettim.
Her halde Bayram nedeniyle hasret gideriyorlardı. Daha sonra göllerin kıyısında kamp kurmuş onar on beşer kişilik grupların arasında da gerillalar olduğunu gördüm. Gece inince mutlaka başkaları da dağlardan aşağıya inecekti. Akrabalarıyla bayramlaşmak için. Onlar da çekingen davranıyor biz de. Birbirini anlamayan önyargılarla dolu iki farklı grup olarak buzul göllerinin ve çiçeklerin büyülü güzelliğini paylaşıyoruz.
Bizim Hakkâri grubu katırlara yükledikleri malzemeleriyle büyük göle ulaşmışlardı. Çadırlar kurulmaya ateşler yanmaya başladı. Gölde yüzenler çoğunluktaydı. Bu gölün suları çok soğuk değildi demek ki. Sonradan öğrendiğime göre 12-15 derece arasındaymış suyun sıcaklığı. Büyük gölün etrafından dolaşarak üst kottaki gölleri görmeyi oradan farklı açılardan  fotoğraf çekmeyi planlıyorum. Bakıyorum bizim grup yine Emin ve Mazlum ile arka planda Sat dağları kompozisyon çalışıyor. Benim ilgi alanım biraz farklı.
_DSF0234
Etrafa dağılmış grupların arasından geçerek gözlem yapmayı eğer uygun olursa onlarla sohbet etmeyi planlıyorum. Tanımak istiyorum yöre insanını. Yürümeye başlıyorum ilk karşılaştığım grup Yüksekovalı gençlerden oluşuyor. Çadırlarını kurmuş dinleniyorlar. Çimenlere oturup sohbete başlıyoruz. Dağda akrabaları var. Onlarla bayramlaşmaya gelmişler.
“Anlatılanlar, yazılanlar doğru değil. Biz demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyoruz. Dönüşte bizi objektif anlat,”diyor elinde bir video kamera tutan genç. Artık ne kadar objektif olabilirsem. Beynimde önyargılar, etrafta çözülmesi gereken yüzlerce soru. Şimdi düşünüyorum da gerilla orada saygı ve sevgi görüyor. Hepsi sosyalist fikirli genç insanlar. Bu kurgulanan ölüm ve kan sarmalından nasıl kurtulacaklar acaba? Tepede heronlar geziyor, belli ki her şeyi görüyorlar. Çevreyi kirletenlere ve çevreye zarar verenlere karşı bir kampanya açmışlar.  “ Bu dağlarda çevre kirliliği istemiyoruz,”diyorlar.
_DSF0237
Bu buzul gölünün görselliği ışıkla orantılı. Sat Dağları’nın formasyonu ışığın göllere  kadar ulaşmasına izin veriyor, öte yandan Reşko Dağları daha kesif bir yapıda olması nedeniyle güneş ışıklarının göllere ulaşması daha zor oluyor. Göllerin mavi yeşil rengi kıyıdaki çiçek festivaliyle bütünleşince ortaya seyretmesi doyumsuz bir doğa şöleni çıkıyor. Göllerin kıyısında çepeçevre uzanıp giden endemik orkidelerin ayrı bir boyut eklediği söylenebilir. Turumu tamamlayıp kamp alanında Hakkârili dostların yanına dönüyorum. Artık dönüş zamanı yaklaşıyor. Murat Adıyaman kardeşim eksik olmasın bize iki lokma yiyecek hazırlıyor. Yediğimiz dünyanın belki de en lezzetli ekmek, zeytin, domates ve karpuzdan sonra kalanlara ve dostlarımıza veda edip hiç istemeden inişe geçiyoruz. Akşam ateşleri yanarken tepelerden aşağıya ışık kümeleri yağıyor. Buralara bir kez daha gelmeyi düşünerek hızla tepeden aşağıya bırakıyorum kendimi. Biliyorum bu dağlara yeniden döneceğimi. Bu güzellikleri doya doya gezeceğimi canavarlar yok etmeden. Sat gölleri rüyalarıma girecek. Eminim.
_DSF0354
[1] Doski Vadisi ve Veregöz Deresi adlarını 16 Ağustos 2014 tarihli Hürriyet Kelebek gazetesinde yayınlanan “Sat’ın bulutlara asılı gölleri” adlı gezi yazısından yararlanarak kullanıyorum. Kesin olarak bu adlar olup olmadığını bilmiyorum.
[2] Kaya resimleri: Cilo ve Sat dağları arasında kalan Bevarik Vâdisi ilk insanların yaşadığı yerlerden biridir. Bu vâdide yalçın kayalara çizilmiş en az 8 bin hattâ 10 bin yıllık resimler vardır. Bu resimler, dünyânın en değerli ve en eski târihî belgeleri sayılmaktadır. Şimdiye kadar 1179 kaya resmi bulunmuştur. Sıkı bir araştırma ile bu sayı artabilir. Bu resimler çok eskiden yaşamış insanlara âittir. Bu bölge gibi Geşitli bucağı çevresinde Feraşin ve Meydan-ı Zengil yaylalarında kaya resimleri olduğu ifâde edilmektedir. Resimler, hayvan resimleri ve geometrik desenlerden ibârettir. Resimlerden bâzılarının M.Ö. 5300-5500 senesinde çizildiği tesbit edilmiştir.
 Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/hakkari/turizm.html  

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...