27 Eyl 2017

6-7 Eylül 1955 Olayları

Bu coğrafyanın çirkin dönemleri:
6-7 Eylül 1955 tarihi Müslüman olmayan T.C. vatandaşlarının çok çirkin faşist saldırılara uğradıkları dönemin başlangıcı olmuştur. Öncesi de vardır sonrası da. Özünde bir devletin tarihinde kanayan çirkin bir yaradır etnik ve dini azınlıkların uğradıkları saldırılar. Jön Türklerle başladığı ileri sürülse de farklı dinden olanı ötekileştirerek istismar etmek her devletin tarihinde rastlanan olaylardandır.
Konumuz gereği 6-7 Eylül tarihinde ne olup bittiğini arşivlerden öğrenelim.
 “Kıbrıs sorunu, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Dışişleri yetkilileri Londra‘da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk‘ün Selanik‘teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayımlanır. Bunun üzerine, Atamızın evi bombalandı manşetiyle ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesi o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” üyelerince bütün İstanbulda satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlanır.
Kıbrıs Türktür Cemiyetinin önayak olması ve diğer gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, DP teşkilatı, bazı resmi ve gayriresmi makamların telkin ve teşvikiyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirilir.Mahkeme zabıtlarına göre, 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğramıştır. Sonuç olarak, 6-7 Eylül 1955 olayları, Rum, Ermeni ve Yahudilerin büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden olur. Gayrimüslimlerin büyük bir kısmı için, yaşananlar, Türk vatandaşı olarak kabul görmediklerinin kanıtı olmuş, hangi parti iktidarda olursa olsun, gelecekte de ayrımcılıklara maruz kalacakları düşüncesi azınlıkların yurtdışına göç kararını vermelerine yol açmıştır. 1955 yılını izleyen bu gelişme, aynı zamanda İstanbulda dini anlamda çoğulculuğun da sona erdiğini simgelemektedir.”
Resmi kayıtların ötesinde hiçbir zaman su yüzüne çıkmamış yağmalama sırasında tecavüz, darp ve cinayet olayları da vardır. Bazı kaynaklara göre beş yüze yakın kadın olaylar sırasında bazıları kilise içinde olmak üzere cinsel tecavüze uğramıştır. Olayların bazı karanlık güçler tarafından organize edildiği konusunda hiçbir şüphe yoktur. Önemli olan bu karanlık güçleri aydınlığa çıkararak adaletin sağlanmasıdır.
Bugün geriye dönüp baktığımda aradan geçen 62 yılda siyasi anlamda bu tür olayların önlenmesi için yeterli farkındalığın ve giderek bilincin oluşmadığını da görüyorum. Bazı “muhafazakar” çevreler olaya soğuk bakıyorlar. Bunu finanse ettikleri medya organlarında yer verdikleri haber kapsamından ve muhtevasından anlamak mümkün.

Bu olayları inceleyerek bir doktora tezine ve kitaba  dönüştüren Dr. Dilek Güven’den söz etmek gerekir.[1] Ayrıca Resul Baboğlu’nun 2012 yılında kabul edilen 6-7 Eylül olaylarının Rumlar üzerindeki etkisi adlı yüksek lisans tezi, Olgun Gökçal’ın 2012 yılında kabul edilen 6-7 Eylül olayları ve Türk basını adlı yüksek lisans tezi de konu üzerinde farklı bakış açılarını yansıtmaları açısından önemli kaynaklar olarak değerlendirilmelidir. Bu tezlere Ulusal Tez Merkezi üzerinden kolaylıkla ulaşılabilir.
 Bu olayların bir çapulcu sürüsünün gelişigüzel saldırısı mı yoksa planlı, ideolojik nedenleri olan kökleri derinlere inen bir “özel harp” taktiği mi olduğu tartışmalıdır. Eski bir MİT görevlisinin bir röportajında  olayların İngiliz istihbarat servisleri tarafından Kıbrıs temelli olarak planlanıp uygulandığı da ileri sürülmüştür.
Dr. Dilek Güven’in analizi şöyle:
“Jön Türklerin Osmanlıcılık kavramının başarısızlığının önemli bir nedeni de, aslında yeni bir anayasal düzenin taşıyıcısı olarak hizmet edebilecek Müslüman bir burjuva sınıfının var olmamasında görülmelidir. Birçok etnik toplumu barındıran imparatorluk nüfusunun orta sınıf katmanları, neredeyse tamamen gayrimüslim cemaatlerin mensuplarından oluşmuştu ve bunlar, siyasi olarak halihazırda var olan ya da oluşmak üzere olan kendi ulus-devlet meseleleri üzerinde yoğunlaşmışlardı.” Güven, s.2
Dolayısıyla bu olaylara sınıflar arası mücadele penceresinden de bakılabileceğini öneriyor. Bu yaklaşımın geçerli olup olmadığını inceleyelim. Öncelikle sanayileşme hamlesi yapmamış bir ülkede işçi sınıfının varlığı tartışılabilir mi? Burjuva sınıfının dini niteliğinin (Müslüman bir burjuva sınıfının var olmadığı…) sınıf savaşında etkisi nedir? Sanayii hamlesi yapmamış, Aydınlanma yaşamamış  Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyal sınıflar analiz edilebilir mi? Bunların tek tek analiz edilmesi gerekir düşüncesindeyim.
İkinci ana yaklaşım ise bu olayların siyasi olarak Adnan Menderes Hükümeti tarafından planlanıp gizli servislere uygulatıldığı yönünde.
Olayın yaşayan şahitlerinin anlattıkları ise kan dondurucu nitelikte. Burada anlatılanları tekrar etmek istemiyorum. Meraklı okuyucu lütfen aşağıda vereceğim linkteki anıları “Samatya o gün Kıpkırmızydı “ adlı yazıyı okusun:
Bu yaklaşımların hangisi doğru olursa olsun hiçbir gerekçe Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet olarak hatasını perdeleyemez. Anayasasıyla teminat altında olan vatandaşlarına karşı komplolar kuran bir devlet zaten devlet vasfı taşımaz. Bir diktatörlüktür. Faşist Nazi Almanyasından farklı değildir.
Kıbrıs Konusu acaba olayların tırmanmasında etkili olmuş mudur?
Bu ihtimali gözden geçirmek için 1955 yılının uluslararası konjonktürüne bakmak gerekir. Kıbrıs’da Müslüman ve Hıristiyan grupların aslında dinsel kökenli sürtüşmelerinin çeşitli gruplarca tahrik edilerek etnik husumete dönüştürülmesi sonucu her iki grup ta adanın hakiminin kendileri olması gerektiğini ileri sürmüşler ve Türkiye ve Yunanistan dışişlerini de bu cadı kazanının içine çekmişlerdir.
Süregiden soğuk savaşın da etkisiyle İngiltere’nin arabuluculuk görevi üstlenmesiyle üçlü bir konferans düzenlenme zorunluğu ortaya çıkar. Haziran ayı içerisinde başlayan ön görüşmelerin eylül ayına kayması neticesinde Menderes Hükümeti’nin iç politikadaki kaygılarla konferansta sert ve uzlaşmaz bir tutum alması yadırganabilir. Konferansın tümüyle başarısızlıkla sonuçlanması 6-7 eylül olaylarına bağlanabilir. Konferansta taraf olanlar arasında gerek Yunanistan’ın gerekse de Birleşik Krallık’ın ne gibi çıkarları olabileceğini düşünmek gerekir. Çıkarı olmayan taraf/taraflar ise olayların dışında kabul edilebilir. Dr. Dilek Güven tezinin sonuç bölümünde 6-7 eylül olaylarının tümüyle geçmiş yıllardan (1924-1934) beri artarak süregelen asimilasyon siyasetleriyle alakalandırıyor. Tek parti iktidarlarının azınlıklara baskı uyguladığını ve onları göçe zorladığını ileri sürüyor. Nitekim büyük kitleler halinde göçlerin meydana geldiğini de ifade ediyor.
Menderes iktidarının MİT ve diğer istihbarat unsurlarıyla birlikte hareket ederek olayları planlayıp uyguladığını, parti gençlik kollarının desteğiyle civar şehirlerden yağma vaat edilerek getirilen binlerce kişinin olaylarda kilit rol oynadığı varsayımı  Menders iktidarının iki yönde çıkar sağladığını göstermektedir.
Azınlık gruplara göz dağı verilerek göçe zorlanmışlardır.
Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin masaya daha eli kuvvetli oturması için zaman kazanılmıştır.
Olayların Tek Parti iktidarının devamı olan CHP tarafından planlanıp uygulandığı medya tarafından empoze edilmeye çalışılmış, iç politikada oy kazanma yoluna gidilmiş olabilir.
Bir başka açıdan bakıldığında “soğuk savaş “ dönemi politikası gereği “anti-komünizm” ve “anti-Sovyet” eylemlerinin geçerli akçe olması itibariyle ülkede güçlü “milliyetçi” unsurların mobilize edilmesi düşünülmüş olabilir. İkinci savaş sonrası ABD ve Birleşik Krallık merkezli istihbarat ve kontr- gerilla unsurlarının çalışmalarıyla Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye’de Sovyet sempatizanlarına toplu bir güç gösterisi de yapılmak istenmiş olabilir.
Bu ihtimallerin hepsi aynı anda bir sinerji oluşturmuş da olabilir. Sanırım gerçeğin aydınlanması için olaya karışan istihbarat unsurlarının itiraflarına ihtiyaç var. Belki bir gün o itirafnameleri de görmek mümkün olur.
————————————————————-
[1] Dr. Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlıklar Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, Çeviren, Bahar Şahin, Tarih Yurt Vakfı Yayınları, 2005

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...