27 Eyl 2017

Longoz

“Longoz” kelimesini ilk duyduğumda bunun bir orman tipi olduğuna hiç ihtimal vermemiştim. Kelime aslında Yunanca kökenli. “Longos, λονγοσ ” Derin su çukuru anlamına geliyor. Bazı batı dillerinde örneğin İngilizcede de (Longos: Floded forest) aynen kullanılıyor.
Türkçe söylemek gerekirse; “Longoz” ormanları ya da “subasar” ormanlar olarak anlamlandırılıyor. Teknik olarak da denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akar suyun biriktiği yerde oluşan bir özel eko-sistem. Bir başka değişle sanki sel sularının ormanı kaplaması, bataklık haline getirmesi gibi de tarif edilebilir.
Longoz ormanları nadir rastlanan ekosistemlerdir. İğneada longozu da Istranca (Yıldız)  dağlarından gelen derelerin oluşturduğu bir doğa harikası. 
longoz haritası
Bahar aylarında bin bir çiçeğin açtığı 46 endemik bitkiye ev sahipliği yapan longoz ormanları yukarıdaki haritada da görüleceği gibi İğneada (Kırklareli), Acarlar (Sakarya) ve Sarıkum’daki (Sinop) longoz ormanlarının yanı sıra, Kızılırmak Deltası’nda da (Samsun) longoz niteliğine sahip ormanların çok küçük kalıntıları kalmıştır.
Istranca (Yıldız) Dağları’nın eteklerinde yer alan İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı; denizi, gölleri, subasar ormanları, biyolojik çeşitliliği, yaban hayatı özellikleri, uzun ve kesintisiz kumsalları, kuş göç yolları üzerinde oluşu, temiz havası, sakinliği, sessizliği gibi birçok özelliği ile tabiatla buluşmak isteyenler için dört mevsim değişiklik gösteren ve inanılmaz görseller sunan eşsiz bir yer. Marmara Bölgesi’nde Kırklareli il sınırlarında ve Karadeniz kıyısında yer alan 3.155 hektarlık bu alan, 13.11. 2007 tarihinde Milli Park olarak ilan edilerek koruma altına alınmış. Daha sonra “tabiatı koruma alanı”, “yaban hayatı geliştirme sahası”  ve “doğal SIT alanı” gibi statüler de yönetmeliklerle belirlenmiş.
Öte yandan bu bölgeye maalesef  “biyosfer rezervi”  statüsü kazandırılamamış. Türkiye’nin ilk ve tek biyosfer rezervi olan “Artvin – Camili Biyosfer Rezervi”, 29 Haziran 2005 tarihinde UNESCO MaB listesine girmişti. (Bak: Kaynakça)
Dört farklı ekosistemin birleştiği çok nadir coğrafyalardan biri. Öncelikle oluşan sulak alan Türkiye’de görülen beş yüze yakın kuş türünden iki yüzüne ev sahipliği yapıyor. Kartal, şahin, kerkenez, delice gibi yırtıcı kuşlar ile nesli tehlike altında olan  cüce karabatak, akkuyruklu kartal, küçük kerkenez gibi türlerin de görülebildiği milli parka avcıların girmesi yasak. Ama yine de yürürken kaçak avcılardan kalan boş fişeklere rastlanıyor.
Subasar ormanı içerisinde doğal yapısını muhafaza eden yaprak döken ağaçlar, özellikle sonbahar mevsiminde muhteşem renkler oluşturuyor; meşe, kayın, gürgen, dişbudak, akçaağaç, karaağaç, ıhlamur gibi  ağaç türleri yanı sıra  kızılcık, üvez, mürver, alıç, ahlat gibi ağaççıkların yanı sıra bir çok çalı ve otsu bitkinin oluşturduğu ikinci ekosistem.
Milli Parkın öncelikle korunması gereken ekosistemlerinden biri de  binlerce yılda oluşmuş olan, çevre şartlarından fazla etkilenmeden günümüze kadar büyük oranda korunmuş kum zambaklarının da aralarında bulunduğu endemik ve nesli tehlike altında pek çok türün bulunduğu kumullar.
Bu ekosistemlerin yaşamını sürdürmesi için en önemli şart Istranca derelerinden gelen sudur. Taban suyunun devamı hayati önem taşımaktadır. Günümüzde yerel idarelerin ihmali ve doğal kaynakların aşırı tüketimi nedeniyle ekosistemlerde ciddi hasarlar meydana gelmektedir. Doğal kaynaklar aşırı kullanımlar nedeniyle zaman içinde özelliklerini kaybetmeye başlamış ve bozulma sürecine girmiştir. Bu bozulma süreci bitki ve hayvan türlerinde azalma veya yok olma, iklim-toprak ve bitki arasındaki doğal dengenin bozulması sonucu meydana gelen birtakım ekolojik problemler şeklinde kendini göstermektedir.
Geçen pazar günü (24 Eylül 2017) İstanbul çıkışlı doğa yürüyüş gruplarından birine katılarak bölge hakkında daha fazla bilgi edinme imkanı buldum. Yaklaşık üç saat süren yolculuktan sonra Milli Parka ulaştık. On iki kilometrelik orman içi patika yürüyüşü bana bölgeyle ilgili gerekli ipuçlarını verdi. Hamam, Mert, Saka, Erikli ve Pedina lagün gölleri arasından sadece Hamam ve Mert göllerini görme fırsatımız oldu. Sazlıklarla kaplı olan bölgenin en büyük gölü olan Mert Gölü 266 hektar büyüklüğünde.
Mevsim itibariyle ormanda su yoktu. Taban suyu tümüyle çekilmiş. Susuzluk en büyük tehditlerden biri. Yirmi milyonluk İstanbul buralardaki derelere de gözünü dikmiş durumda. Demirköy ve Panayırdere barajlarının proje çalışmalarının tamamlandığı konuşuluyordu. Bu barajlar faaliyete geçtiğinde longoz ormanlarının yok olacağı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
İkinci büyük tehdit de Demirköy Mert gölü kıyısında her geçen yıl artan  “yazlıkçıların” villaları. Bu villalar kanalizasyonlarını arıtma olmaksızın göle deşarj ediyormuş. Bölge büyük bir ekolojik felaketin sınırlarına çok kısa sürede geleceğe benziyor.

Karadeniz kıyısında oluşan kumullar ve bu kumullarda yetişen endemik bitkiler de  büyük bir tehlike altında. Yerel halkın  otlaması için serbest bıraktıkları (SALMA) büyük baş hayvanları kıyı şeridinde ve orman içinde bulunan  nadir endemik bitkileri göz göre göre yok ediyorlar. Koruma altında olan bu bölgenin kağıt üzerinde korunduğunun en iyi örneklerinden biri de bu. Bölgede araştırma yapan bilim adamları çok zengin olan floranın (592 tür ve alt tür seviyesinde takson belirlenmiştir. Bu bitki türlerden 3 tanesi endemik tür olarak tespit edilmiştir. Ayrıca bu türlerden bazılarının IUCN’nin yapmış olduğu kırmızı listede yer almaktadır.) giderek yok olacağı tahmininde bulunmaktadırlar.
Kıyıdan ayrılarak orman içi patikalara giriyoruz. Mert Gölü çevresinde dolaşarak Demirköy’e kadar yürüyüp yürüyüşümüzü orada sonlandıracağız. Orman içi patika yol bir doğa yürüyüşçüsü için muazzam sürprizlerle dolu. Asırlık dişbudak ağaçları, gürgen ve kayın ağaçları ve yüzlerce sarıcı bitkinin arasından geçerek ilerliyorsunuz. Orman koruma altında olduğu için gençleştirme yapılmıyor ve devrilen ağaçlar olduğu gibi duruyor.
Zaman zaman kurumuş derelerden geçiyoruz. Bu derelere ahşap köprü yapmak yerine traktör lastiği atmışlar. Bu çözümü hangi aklı evvel buldu, buna kim müsaade etti belli değil. Kurumuş derelerin içinde ambalaj atıkları, sigara izmaritleri, boş bira şişeleri, plastik torbalar, boş çifte fişekleri de göze çarpıyor. Belli ki buralara gelen iki ayaklılar marifetlerini göstermişler. Demirköy’e yaklaştıkça mangalcıların bıraktıkları çöplerin çoğaldığını fark ediyorum. Köy sınırına kadar olan son beş yüz metrelik orman alanı çöplerden neredeyse görünmüyor. Belediyenin bu çöpleri toplamadığı da belli oluyor. Asfalt yolun kenarına yerleştirilen iki çöp konteyneri üretilen çöpün yüzde birini karşılamaya yeterli değil. Çöpler arasında dolaşan bir deri bir kemik kalmış köpeklerle tamamlanan görüntü insanı isyan ettirecek kadar kötü. Demirköy belediyesinin büyük eksikliği hemen göze çarpıyor.
Mert gölü kıyısındaki sazlıkların özel bir kooperatife ait olduğu ve kesim yapıldıktan sonra yurt dışına ihraç edildiği söyleniyor. Her yerde gördüğüm karmaşık ilkel düzen burada da geçerli.
Longoz ormanları gezisi dönüşünde yine aynı duygular içindeyim. İşte burada ülkenin en uç kuzey batı köşesinde de her yerde olduğu gibi cömert doğa tüm güzelliklerini sergilerken doğa düşmanı yerel unsurlar var güçleriyle bu güzellikleri tahrip etmek için yarış halindeler.
Yukarıdaki fotoğrafta Mert Gölü sazlıklarını görüyoruz. Bu sazlıklar yüzlerce kuş türünün beslendiği, barındığı ve ürediği sulak alanlardan biridir. Trakya Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada  burada 227 kuş türünün barındığı tespit edilmiştir (Bak. Kaynaklar). Gözlemlenen 227 kuş türünün Bölge Statülerine bakıldığında 75 türün yerli, 78 türün yaz göçmeni ve 54 türün de kış göçmeni olduğu tespit edilmiştir.
Mert Gölü ve Bulanık Dere arasında kalan kumullara özellikle hafta sonlarında yoğun taşıt girişi tespit edilmiştir. Bu kumulları üreme alanı olarak kullanan kuş türlerinin yoğun insan trafiğinden olumsuz şekilde etkilendiği bir gerçektir. Bizim ziyaretimiz sırasında çok sayıda aracın kumul üzerinde sürüş teknikleri denediklerini gördük. Hatta büyük bir 4X4 TV aracının bir ileri bir geri giderek göl sularını sıçratarak çekim yaptığını da gördük. Bu ara yolun zaten göl seviyesinden yüksekte olması itibariyle gölün sularının akışını engellediği de görülüyordu. Bu alanın akkuyruklu kartalın üreme alanı olduğu düşünülürse araç trafiğinin kesinlikle yasaklanması gerektiği gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Bilinçsiz turist arabasıyla rally sürüşleri yapacak diye kuşların sazlığı terk etmesi beklenemez.
Kaynaklar:—————————————————————————————————
  • Özyavuz, Murat,  YILDIZ DAĞLARI’NIN İĞNEADA – DEMİRKÖY ARASINDA YER ALAN
    BÖLÜMÜNÜN BİYOSFER REZERVİ OLARAK PLANLANMASI, Doktora Tezi, ANKARA ÜNİVERSİTESİ
    FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ, ANKARA, 2008
  • Kaya, Mustafa, İĞNEADA LONGOZ ORMANLARI (KIRKLARELİ) VE ÇEVRESİNİN KUŞLARI ,Trakya Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Edirne, 2015

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...